News - Haberler
4,6 milyar yıllık göktaşının, bugüne kadar bulunan en eski volkanik kaya olduğu tespit edildi
4,6 milyar yıllık göktaşının, bugüne kadar bulunan en eski volkanik kaya olduğu tespit edildi Bilim insanları, 2020 yılında Sahra Çölü'nde bulunan göktaşının 4,6 milyar yaşında olduğunu açıkladı. EC 002 olarak alandırılan taşın bilinen en eski volkanik kaya olduğu belirtildi. Güneş Sistemi'yle neredeyse yaşıt olan taşın bir önceki en yaşlı taştan 1 milyon daha yaşlı olduğu ifade edildi. /Archive/2021/3/9/191033070-724756137.jpgGörsel Meteoritical Bulletin Database'den alınmıştırBilinen en eski volkanik kaya bulundu. 2020 yılında Sahra Çölü'nde bulunan göktaşının 4,6 milyar yaşında olduğu tespit edildi.Bilim insanları kaya parçasının neredeyse Güneş Sistemi'yle aynı yaşta olduğu belirtti. Göktaşı Güneş Sistemi'nden sadece 2 milyon yıl daha genç.NTV'nin aktardığına göre, yeni bulunan göktaşının bir öncekinden yaklaşık bir milyon yıl daha yaşlı olduğuna dikkat çekildi.University of Western Brittany'de görev yapan Jean-Alix Barrat, "20 yıldan fazladır göktaşlarıyla çalışıyorum. Bu muhtemelen şimdiye kadar gördüğüm en dikkat çekici şey" dedi.Barrat ve çalışma arkadaşları göktaşına Erg Chech 002 (EC 002) adını verdi. EC 002'in, bulunduğu konum itibariyle de diğer göktaşlaşlarından ayrıştığı ifade edildi.EC 002'in andezit tipte bir taş olduğu ve andezitlerin genellikle batma bölgesi olarak bilinen plakaların alt alta geçtiği yitim zonu olarak adlandırılan yerlerde bulunduğu ifade edildi. Dünya üzerinde bulunan çoğu göktaşının ise bazalt olduğu aktarıldı.EC 002'ye benzer göktaşlarının neredeyse hiç bulunmadığına söyleyen Barrat, "Güneş Sistemi'nin başlangıcına yaklaştığınız zaman, bu dönemden örnekler toplamak gittikçe karmaşıklaşıyor. Muhtemelen bir daha bu yaşta bir örnek bulamayacağız" şeklinde konuştu.Araştırma ekibinin tahminlerine göre, EC 002'nin bugünkü şeklini alması en az 100 bin yıl sürdü. EC 002'nin önce magmada eridiği sonra 100 bin yıla yakın süre boyunca soğuyarak, katılaştığı aktarıldı.Göktaşı Veritabanı'ndaki bilgilere göre EC 002'nin ağırlığı 31 kilogramdan daha fazla. cumhuriyet.com.tr'Hayatımız Kitap'ın yarınki konuğu yazar Gaye Boralıoğlu olacak
'Hayatımız Kitap'ın yarınki konuğu yazar Gaye Boralıoğlu olacak Türkiye Yayıncılar Birliği kitaba ve yayıncılığa odaklanan çevrimiçi programı "Hayatımız Kitap"a devam etme kararı aldı. Programın yarın izleyiciyle buluşacak bölümünde Sibel Oral'ın konuğu, yazar Gaye Boralıoğlu olacak. /Archive/2021/3/9/192344629-gaye-boralioglu-1.jpgGaye BoralıoğluHer perşembe 21.00-21.45 saatleri arasında canlı yayımlanan "Hayatımız Kitap"ın 11 Mart Perşembe akşamı yayımlanacak yeni bölümünde Sibel Oral’ın konuğu, yazar Gaye Boralıoğlu olacak.Programın yeni bölümünde, Sibel Oral ve konuğu Gaye Boralıoğlu; Boralıoğlu’nun edebiyata bakışını, yeni kitabı Alâmetler Kitabı’nı ve Türkiye’de okuma kültürünü konuşacaklar."Hayatımız Kitap", yayın saatinde Türkiye Yayıncılar Birliği’nin YouTube kanalından canlı olarak izlenebilir.'HAYATIMIZ KİTAP' HAKKINDAYayıncı ve yazar Metin Celal ile gazeteci ve yazar Sibel Oral, "Hayatımız Kitap" programını dönüşümlü olarak yönetiyorlar.Yayıncı ve yazar Metin Celal, iki haftada bir perşembe günleri yayıncılar, genel yayın yönetmenleri ve editörlerle sohbet ediyor. Metin Celal ve konukları programda, yayıncılık sektöründeki gelişmeler, sorunlar, çözüm yolları, yayın politikaları ve okuma kültürü konularına yoğunlaşıyor.Gazeteci ve yazar Sibel Oral ise iki haftada bir perşembe günleri yazarlarla sohbet ederek seyircilere, yazma deneyimleri, yeni kitapları ve Türkiye’de okur eğilimleri ve okuma kültürü konularında yoğunlaşan bir program içeriği sunuyor. cumhuriyet.com.trYARIN, günlerden Cumhuriyet Kitap!
YARIN, günlerden Cumhuriyet Kitap! Sayı 1621! YARIN yayınlanacak 1621’inci sayımızın kapağında; Sigrid Nunez’in kaleme aldığı biyografisi ‘Daima Susan’ ile düşünür, deneme, öykü, roman yazarı, eleştirmen, insan hakları savunucusu ve tanımlar üstü bir kadın; Susan Sontag yer alıyor. Olcay Mağden Ünal yazıyor... Kitap Dergi, YARIN gazeteniz Cumhuriyet’le birlikte… /Archive/2021/3/9/194704205-1621-kitap-kapak-ic.jpg- Sayı 1621! Cumhuriyet Kitap Dergi’nin YARIN yayımlanacak 1621’inci sayısının kapağında; Sigrid Nunez’in kaleme aldığı biyografisi ‘Daima Susan’ ile düşünür, deneme, öykü, roman yazarı, eleştirmen, insan hakları savunucusu Susan Sontag yer alıyor. Pantolon, saçlarda bir tutam beyaz, yüzde kendinden emin bir ifade ve zorlu bir karakter! Elbette onu tanımlamak için bunlar asla yeterli olmayacak. O tanımlar üstü bir kadın, üstelik böyle olmak için fazladan çaba sarf ettiği de yoktu. Olcay Mağden Ünal yazıyor...- Bu hafta üçüncü sayfamızda; Shakespeare’in, Tarık Günersel’in yetkin çevirisiyle yayımlanan Hamlet’ini inceleyen yazarımız Adnan Binyazar yer alıyor. Çevirinin, yazıldığı dildeki algısını, çevrilen dilde de uyandırmasının önemine değinen Binyazar; Günersel’in, Hamlet çevirisinde, bunu konuşma dilimizin geniş olanaklarından yararlanarak gerçekleştirdiğini imliyor.- Nursun Erel; Feminizm’in geçmişten günümüze uzanan yolculuğunu olaylar, basılı eserler, gündelik yayınlar, sloganlarla ortaya koyan, İletişim Yayınları’nın ‘Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce serisinin 10’uncu kitabı ‘Feminizm’i inceliyor.- Kaan Egemen; felsefeye, sanat tarihine ve edebiyata feminist bakış açısıyla yaklaşan, metin ve yapıtlarda kadınların konumunu değerlendirmiş, özellikle “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Çıkmadı?” makalesiyle feminist sanat tarihinin kuramsal temellerini atmış Linda Nochlin’in incelemesi ‘Kadınlar, Sanat ve İktidar’ı merceğe alıyor.- Kamil Akdoğan; Ali Akber Ataş ile ‘Doğumun 100’üncü Yılında Enver Gökçe Armağan Kitabı’ üzerine konuşuyor.- Arife Kalender; Çağdaş Şiirimizde Sık Kullanılan İmgeler başlıklı seri yazılarının üçüncüsünde şiirimizde ‘ağaç’ imgesinin izini sürüyor.- Özgen Acar; Türkiye’nin Türkmenistan’da ilk büyükelçiliğini 1992-95 yılları arasında açan, emekli büyükelçi Selçuk İncesu’nun kaleme aldığı, ülkemizin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine açılışındaki ilk hamlesinin, Orta Asya’nın kilidine ilk uzanışımızın hikâyesi niteliğindeki kitabı ‘Anavatan Türkmenistan’ı değerlendiriyor.- Çağdaş Bayraktar; Mehmet Emin Elmacı’nın Cumhuriyet Kitapları tarafından yayımlanan, Atatürk’ün basında ilk kez ne zaman yer aldığını belgeleriyle sunarken, Yunus Nadi’nin yaşamı üzerinden Milli Mücadele’de basının önemini ve 28 yıllık Yunus Nadi-Atatürk dostluğunu da ortaya koyan kitabı Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi - Mustafa Kemal Atatürk ve Yunus Nadi’yi değerlendiriyor.- İbrahim Demirel; şair A. Kadir Paksoy’un, otobiyografisine yaşamıyla doğrudan ilişkili şiirleri de alarak şiirsel bir yapıta dönüştürdüğü kitabı ‘Zincirli Ördek’i inceliyor.- Neşe Aksakal; Münir Göle’nin İtalya’da kaleme aldığı, anlatıcının etkin bir rol üstlendiği “üst kurgusal biyografi” özellikleri de taşıy bir aşk ve yalnızlık romanı ‘Belki de’yi inceliyor.- Nazım Mutlu; Ali Turgay Karayel’in meslek yaşamında ve kültürel, siyasal, toplumsal alanda yüzleştiği irili ufaklı sorunlara ilişkin duyarlılıklarını paylaştığı, Su Başında Durmuşuz ile Bir Çiçek Yolumu Kesti’yi inceliyor.- İpek Yezdani; gazeteci ve yazar Elçin Poyrazlar’ın, İstanbul’da birbiri ardına işlenen kanlı cinayetlerle başlayan ve cezasız kalan kadın cinayetleri gerçeğiyle gelişen sürükleyici polisiye romanı ‘Ecel Çiçekleri’ni tanıtıyor.- Y. Bekir Yurdakul; Yeşim Saygın’ın yeni kitabı, dostluk ve dayanışma öyküsü Günlükte Saklı Sırlar’ı inceliyor.- Necdet Neydim; Sevim Ak’ın yeni kitabı ‘Sen, Ben ve Elma Ağacı’nı ve yıllar içinde gelişimini yakından izlediği yazarın yazınını irdeliyor..- Avşar Ülgen; Erbuğ Kaya’nın, yapay zekânın geleceğine yönelik farklı bir bakış açısı sunan, bir grup çocuğun arkadaşlık, dostluk romanından ütopya düşlerini yaşama geçirmeye çalışan bilim insanlarının çalışmalarına ustaca dönüşen distopik romanı İnsanlık Deneyi’ni inceliyor.- Deniz T. Kılınçoğlu; iktisat alanının Türkiye’de önde gelen temsilcileri tarafından ortaklaşa hazırlanan; hem bir bilim dalı olarak iktisat tarihinin teorik ve ampirik zenginliğini hem de özellikle Osmanlı ve Türkiye iktisat tarihinin önemli sorunlarına ilişkin yeni açılımlar sunan çalışma; ‘İktisat Tarihi’nin Dönüşü’nü değerlendiriyor.- Candan Kızılgöl Özdemir; Sıla Şenlen Güvenç’in önde gelen üç tiyatro yazarı Anthony Neilson, David Greig ve Zinnie Harris’in Türkiye’de sahnelenen oyunlarını odağa aldığı ‘Çağdaş İskoç Tiyatrosu’nu değerlendiriyor.- Vitrindekiler, yine çeşitli alanlardan yetkin kitap önerileriyle sizleri bekliyor.- Mustafa Başaran’ın hazırladığı Bulmaca köşemiz yepyeni bir düşün serüvenine davet ediyor.İyi okumalar…EditördenUnutmayın her gün Cumhuriyet, her Perşembe Cumhuriyet Kitap okunur!Kitap Dergi, YARIN gazeteniz Cumhuriyet’le birlikte… Cumhuriyet Kitap EkiBir kadın gibi yazmak!
Bir kadın gibi yazmak! Elena Ferrante son romanı Yetişkinlerin Yalan Hayatı’nda da okuru; Napoli’nin kıvrak, sokak, dil ve bağlarına, ‘kendine saadet yaratmayı beceremeyen annelere’, baba-kız ilişkilerine, cinselliğin keşfine, kırılgan ve değişken dostluklara taşıyor. /Archive/2021/3/9/194021240-ic1.jpgElena Ferrante hayatıma kitaplarından önce yazar olarak girdi. Yabancı bir dergide o yılın ‘en etkili 100 kadını’ arasında ismini gördüğümde şöhretin parlak ışıklarını reddederek gölgede kalmayı ve romanlarını kendi başlarına bırakmayı seçen bu yazarı tanımadığıma hayıflandığımı anımsıyorum.İtalyan, Napolili ve kadın bir yazar olduğu dışında pek de bir bilgi sahibi olmadığımız, eserlerini müstear isimle kaleme alan ve bu gizliliği küresel ününe karşın hala devam ettiren Elena Ferrante, milyonlarca oku-ra yaptığı gibi ‘Napoli Romanları’ ile benim de gönlümü çalmayı başarmıştı.Napoli’nin bir kenar mahallesinde iki kız çocuğunun dostluk, rekabet, kıskançlık, birbirine hayranlıkla dolu yaşamlarını, genç kızlıktan kadınlığa adım atışlarını, okuma aşklarını, ‘mahalleden kurtulmak ve sınıf at-lamak için’ eğitim tutkularını, erkekler üstündeki güçlerini ve erkeklerin onlar üzerindeki baskılarını, mafyanın, pis sokakların, ev içi şiddetin, mutsuz ve ümidini askıya almış kadınların öyküleriyle bezeli bir mahalle yaşamında iki kızın birbirine bir ömür boyu duydukları sevgi ve bağı anlatan dört ciltlik romanları daha önce okuduğum hiçbir kitaba benzemiyordu./Archive/2021/3/9/194030208-ic2.jpgHEM ÇOK TANIDIK HEM ÇOK YABANCI‘Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım’ ile başlayan bu romanlar serisi içimdeki kız çocuğuna hem çok tanıdık, hem çok yabancı, hem korkutucu, hem de rahatlatıcı gelmişti. ‘Bir yerlerde aynı benim gibi düşü-nen, hisseden, üstelik bunları yazan bir kadın var’ diyerek Ferrante’nin büyüsüne teslim olmuştum.Edebiyatın amacı tam da bu değil mi? Sizin en gizli, en mahrem, en utanılası, en acı verici ama aynı za-manda içten içe asla reddetmediğiniz, aksi takdirde benliğinizden bir şeyler yitireceğinizi sandığınız o en derindeki düşünce-duygu noktasına hitap ederek sarsması ve aslında yalnız olduğunuzu zannettiğiniz anda size bir el uzatması...Yazarın ikinci romanı ‘Sen Gitti Gideli’nin ilk satırlarında gözlerimi gezdirdiğimde tokat yemiş gibi sarsılmıştım. Ferrante en acı ilacını en başta, ‘okur hassasiyetleri’ siyasetine girmeden, lafı dolaştırmadan, entellektüel ukalalığa kapılmadan, yok yere süslemeden, yüksek dozda bize verdiği için onu sevmiştim.Ferrante’nin gücünün sadece kaleminden ve öykülerinden değil, onun sözcüklerini okumamış olsa bile onun sayesinde kendini anlayan kadın okurlardan geldiğini sezmiştim./Archive/2021/3/9/194039380-ic3.jpgYALAN HAYATLAR!‘Yetişkinlerin Yalan Hayatı’, Napoli serisinin ardından beş yıl sonra gelen ilk kurmaca eseri. Ferrante’nin The Guardian gazetesinde kaleme aldığı köşe yazılarından oluşan ‘Tesadüfi Buluşlar’ ve yarı otobiyografik olduğunu söylediği ‘Bir Yazarın Yolculuğu’ isimi kitapları son romanı kadar heyecanla karşılanmamıştı.‘Yetişkinlerin Yalan Hayatı’ İtalya’da çıkacağı günün gecesinde kitapevlerinin önünde uzun kuyruklar oluşturacak ve toplu okuma seansları yapacak kadar arzulu bir kitleyle buluştu.Ferrante son romanında da okuru Napoli’nin kıvrak, sokak, dil ve bağlarına, ‘kendine saadet yaratmayı be-ceremeyen annelere’, baba-kız ilişkilerine, cinselliğin keşfine, kırılgan ve değişken dostluklara taşıyor. Kahramanı Giovanna ile 12-16 yaşları arasında ‘büyüme krizine’, güzellik-çirkinlik kavrayışına ve kendini bulmak için tanımadığı ve ailesi tarafından hiç sevilmeyen Vittoria Halası’nı keşfetme serüvenine katıyor bizi./Archive/2021/3/9/194047083-ic4.jpgGIOVANNA’NIN TAKINTISI; VITTORIA HALA12 yaşındayken güzelliğini sürekli teyit eden, hayran olduğu, entellektüel, hassas, zeki ve başarılı ba-basının onu aslında çirkin bulduğunu işitmesiyle hayatı altüst olan Giovanna, ailesinde ‘ona dokunanı zehir-leyen ve lekeleyen bir canavar anlamında anılan’ halasını tanımaya karar verir.Okuldaki başarısızlığının ergenlikle ilgili olduğunu söyleyen annesine babası şu şekilde yanıt verir: “Bunun ergenlikle ilgisi yok. Aynen Vittoria oldu çıktı.” ‘Sınıf atlamış’ solcu babasının kardeşi, Napoli’nin kenar ma-hallesinde yaşamayı sürdüren, evlere temizliğe giden, bu ‘avam’ kadın, Giovanna için bir takıntı haline ge-lir.Genç kızlığa geçişin sancılarını “Ama ben inanılmaz kırılgan bir dönemimdeydim. Adet kanamalarım başlayalı bir yıl oluyordu, memelerim oldukça görünür bir hal almıştı ve bundan utanıyordum, pis kokmak-tan çekiniyor, sürekli yıkanıyordum, gönülsüzce yatıyor, gönülsüzce kalkıyordum. Tek rahatlığım, tek güvencem babamın bana mutlak biçimde hayranlık duymasıydı. Bu nedenle beni Vittoria Halama benzet-mesi şöyle demesinden daha beter oldu: Giovanna bir zamanlar güzeldi, şimdi çirkinleşti” bölümüyle yalınlıkla anlatır.Giovanna evindeki kutularda saklanan eski fotoğraflarda yüzü siyah keçeli kalemle karalanmış Vittoria Halası’nı ilk gördüğünde ‘Vittoria Hala bana o kadar katlanılmaz bir güzellikte gelmişti ki onu çirkin saymak bir gereklilik halini alıyordu’ diye düşünür./Archive/2021/3/9/194056739-ic5.jpgAİLE ORTAMIGiovanna’nın Vittoria Halası Ferrante’nin Napoli Romanları’ndaki biraz korkutucu, bir zamanlar güzel, ama hayatın zorluğu karşısında çirkinleşmiş, daha doğrusu kötü düşüncelerin ve kaygının çirkinleştirdiği, gücünü çocukları, özellikle de kızları üstünde icra eden anne karakterlerini andırıyor.Ancak Vittoria Hala, Giovanna ile tanıştığında kendi ebeveynlerinden farklı olarak ona çocuk muamelesi yapmaz. Aksine aile ilişkilerinin bozulmasına neden olan evli ve üç çocuklu bir polis memuru Enzo ile yasak ilişkisini olduğu gibi özellikle de cinsel hayatlarını sansürsüz, argo bir dille ona aktarır.Vittoria Hala, Giovanna’nın babası, ağabeyi Andrea’nın onun hayatının aşkını engelleyerek mutsuzluğuna neden olduğunu, balerin olma hayallerini ve kendi başarısının önünü tıkadığını, okuyarak varoş mahallesin-den ayrılmış olmasının aslında onu ‘iyi’ biri yapmadığını, hala beşpara etmezin biri olduğunu sıralayarak yeğenine aile husumetini kendi açısından anlatır.Vittoria Hala, Giovanna’ya ailesine iyi bakmasını, onların dediği her şeye inanmamasını da tembihler. Gio-vanna ise ikisi de öğretmen olan, iyi eğitimli, kızlarına eşitlik ve özgürlük aşılayan, akşam yemeklerinde Marksizm, politika, edebiyat, sanat konuşulan, anne-babanın işten sonra kendi odalarına çekilip çalıştıkları aile ortamını daha farklı gözle incelemeye başlar./Archive/2021/3/9/194107380-ic6.jpgGİZLİ İLİŞKİLERAnne babasının sıkça görüştüğü aile dostlarının yemeğe geldiği bir akşam koridorda misafirlerin iki kızıyla yerde oturup sohbet eden Giovanna, daha önce görmediği bir şeyi görür. Masanın altında babasının en yakın dostu Mariano, annesinin bir ayak bileğini iki ayak bileği arasına sıkıştırmıştır. Giovanna annesinin bunu fark etmemiş olduğuna inanmaz. Annesinin hiçbir tepki vermiyor olması daha da kafasını karıştırır.Masanın üstünde büyük ideolojiler, adalet ve haklar konuşulurken, masanın altı gizli bazı ilişkileri, bilinme-mesi gereken duyguları saklayan yer midir? Bir çocuğun baktığı yerden masanın çizdiği sınır, yetişkinlerin yalancı dünyasına açılan bir kapı gibidir.Vittoria Hala’nın ona bebekken hediye ettiğini söylediği beyaz altın bilezik romanın temsil ettikleri açısından önemli bir nesnesi. O bileziği annesi Nella’nın yakın arkadaşı, Mariano’nun eşi Constanza’nın bileğinde görmesi ve daha sonra Constanza’nın ona vermesiyle anne babasının ayrılığı da su yüzüne çıkar./Archive/2021/3/9/194114755-ic7.jpgBÜYÜMEYE DİRENEN KÖTÜ KIZ VE AŞK!Anne ve babasının ayrılma süreçlerinde kendini siyah giysiler, kasvetli makyajlar, ‘kötü kız’ olma çabasına saklayan Giovanna, bir taraftan büyümeye direnirken diğer yandan genç bir kadın olabilmek için çırpınır. Çevresindekilerin ona ‘çok güzelsin’ demesine ikna olmaz. O hem kötü hem çirkin hem de ahlaksız olmak için uğraşır; kaybolurken bulunmak için can atar.Vittoria Halası’nın ölü sevgilisi Enzo’nun çocuklarını evlatlıkları olarak benimsemiş olması onun hayatına yeni insanlar girmesine, oradan açılan cinsellik deneyimlerine ve çevresindekiler üstünde müthiş bir etkisi olan iyi eğitimli, yakışıklı ve akıllı Roberto’ya aşık olmasına yol açar.Giovanna’nın babasının ‘onun güzelliği ve iyiliği’ onayını veren ona ‘sahip çıkan erkek’ konumundan düşmesinden sonra Roberto, bu teyidi ona yeniden sağlayacak bir erkek olarak hayatına girer.Ferrante’nin muazzam becerisi melodramatik unsurları edebiyata çevirebilmesinde yatıyor. 40’lı yaşlarında bir kadının 1990’lı yıllardaki kendi genç kızlığına geriye bakarak anlattığı ‘Yetişkinlerin Yalan Hayatı’ o dö-nemde yaşamış pek çok genç kadının arayışı, çelişkisi, sancısı ve öyküsü haline dönüşüyor./Archive/2021/3/9/194121942-ic8.jpgBİR KADIN GİBİ YAZMAKFerrante, Napoli Romanları’nı yazmadan önce bir söyleşide ‘Bir kadın gibi yazmak ne demek’ sorusunu sormuştu. Ve ‘Gerçekten yazmak ana rahminin derinliklerinden konuşmak gibidir’ şeklinde yanıtlamıştı sorusunu.Yazmayı erkek yazarlardan öğrendiğini söyleyen, Emma Bovary ve Anna Karenina karakterlerini ‘gerçek kadın’ olarak özümseyen, Virginia Woolf ve Elsa Morante hayranı Ferrante, kadın yazarlardan ‘Söylenmey-ecek şeyin bir anda mucizevi olarak sayfada belirmesini beklediğini’ söylemişti.‘Söylenmeyen şeyler’ genellikle kadınlara aittir. Binlerce yıldır söylemeyen ve yazmayan kadın makbul olduğu gibi. Romanların arkasında bir erkek olması yeğdir./Archive/2021/3/9/194131192-ic9.jpgSEN KİMSİN ELENA FERRANTE?2016 yılında bir İtalyan gazetesi Ferrante’nin gerçek kimliğinin İtalya’daki Edizioni E/O yayınevinin çevirmeni Anita Raja olduğunu iddia etmişti. Hatta Raja’nın saygın yazar eşi Domenico Starnone’nin de bu eserleri kaleme aldığı iddia edilmişti. Ferrante bu iddiaları doğrulamadı. Ama bir söyleşisinde ‘Erkek yazarların eserlerinin ardında aslında bir kadın olduğu iddiasını hiç duymamışsınızdır’ dedi.Ferrante’nin Napoli Romanları dünya çapında 15 milyon adetten fazla sattı, 45 dile çevrildi ve televizyon dizisine uyarlandı. Buna karşın Ferrante, yapay spot ışıklarından kaçmayı tercih ediyor. Yayıncısına bir mektubunda ‘Kitapların bir kere yazıldıklarında yazarlarına ihtiyacı olmadığına inanıyorum. Eğer söy-leyecek bir şeyleri varsa, yakında okurlarını bulurlar. Yoksa, bulmazlar’ yazmıştı.Ferrante, Vanity Fair dergisine verdiği bir söyleşide müstear isimle yazması konusunda ‘Kendimi aktif ve mevcut hissettiğim bana ait bir alan kazandım. Şimdi bundan vazgeçmek çok acılı olur’ demişti.Ferrante o kendine ait alanda söylenmeyeni söylemek ve bizi edebiyatıyla efsunlamak için var. Okur olarak bize, rahimden gelen o sesi dinlemek ve onun büyüsüne kapılmak düşüyor.Yetişkinlerin Yalan Hayatı / Elena Ferrante / Çeviren: Eren Yücesan Cendey / Everest Yayınları / 344 s. / 2020. Elçin PoyrazlarPanait Istrati...
Panait Istrati... Panait İstrati, öykü ve romanlarına yoksulluklarını, açlığını, işsizliğini, gördüklerini, kimsenin göremediklerini, hayattan umduklarını, hayat yollarında bulduklarını, duyduklarını, okuduklarını yazdı. Tuna kıyılarından, Anadolu'dan, ortadoğudan, İstanbul'dan, Baragan'ın düzlüklerinden, doğduğu liman kenti Braila'dan onlarca hikâye ve roman çıkardı. /Archive/2021/3/9/193744866-ic1-.jpgPanait Istrati 1960’larda Yaşar Nabi Nayır’ın çevirileriyle Varlık Yayınlarında çıkan kitaplarıyla çok tanınıp sevilmişti. Günümüz okurları onu hâlâ okuyup seviyorlar mı emin değilim. Ama yazarın ölümünün üzerinden yetmiş yıl geçmesiyle yayın hakları serbest kaldığından farklı yayınevlerince farklı çevirilerle basıldığını gördüm.İş Kültür Yayınları’nda Bertan Onaran çevirisiyle yeni yayımlanan Baragan’ın Dikenleri’ni okudum.Okudukça da, Balkan coğrafyası tek bir ülke olsa bu ülkenin en tipik yazarlarından birinin Istrati olacağını düşündüm. Osmanlı’nın Romanya üzerindeki egemenlik haklarının sona ermesinden altı yıl sonra doğmuş Istrati (10 Ağustos 1884).Romanya’nın Tuna kıyısında bir liman kenti olan Braila'da kaçakçılık yapan Yunan bir babayla, çamaşırcı bir Romen anadan doğan yazar, düzenli bir eğitim göremeden gençliğini, aralarında İstanbul'un da olduğu pek çok Osmanlı kentinde geçirmiş. Mısır'ı, Lübnan'ı, Suriye'yi gezmiş. Bulduğu bir sözlükten Fransızca öğrenmiş./Archive/2021/3/9/193734397-ic2.jpgBALKANLARIN YAŞAR KEMAL’İ1921’de, Fransa'ya Nice kentine giderken, umutsuzluktan intihar girişiminde bulunduğunda üzerinden Romain Rolland'a yazılmış bir mektup çıkmış. İlk romanı Kira Kiralina’nın 1923’te, Romain Rolland'ın yazdığı ve kendisini “Balkanların Gorki’si” olarak tanımladığı önsözle basılmasıyla tanınan bir yazar olmuş Istrati. Bütün eserlerini anadili olan Rumence değil, Fransızca yazmış.Panait İstrati, öykü ve romanlarına yokluklarını, yoksulluklarını, açlığını, işsizliğini, gördüklerini, kimsenin göremediklerini, bakanların sezemediklerini, hayattan umduklarını, hayat yollarında bulduklarını, duyduklarını, okuduklarını yazdı. Tuna kıyılarından, Anadolu'dan, ortadoğudan, İstanbul'dan, Baragan'ın düzlüklerinden, doğduğu liman kenti Braila'dan onlarca hikâye, roman çıkardı.Yazdıklarına bakınca ben de onu Yaşar Kemal’le ruh ikizi saydım. Baragan'ın Dikenleri'ndeki dikenler de Yaşar Kemal'in romanlarındaki çakırdikenleri, keven dikenleri, deve dikenleri, kara çalıları gibi karakterli dikenler! Baragan düzlüğündeki top dikenler, Mateke'nin ve balıkçı köyündeki öteki çocukların leyleklerin göç zamanı geldiğinde peşlerinden kovalayarak hayal kurdukları dikenlerden.EL DEĞMEMİŞ OVALAR, SERT ESEN RÜZGÂR!Roman, el değmemiş ovaların, sert esip dikenleri sürükleyen rüzgârın betimlenmesiyle başlıyor!Üzerinde bir tek ağaç olmayan Baragan'da anne, baba ve çocukları Mateke’den oluşan yoksul bir balıkçı ailesi yaşamaktadır. Baba ile oğul bir deri bir kemik kalmış yaşlı atlarına bağladıkları arabalarıyla tuzladıkları üç yüz kilo balığı dikenli Baragan'ı geçip kasabada satmak için yola çıkarlar.At yarı yolda ölür, ellerindeki balıkları yoldan geçen bir Çingeneye çok az bir para karşılığında verirler. Mateke ve babası annelerine söz verdikleri yüz leyi balıkları satarak kazanamasalar da bir şekilde denkleştirip öyle evlerine dönmek isterler.Kasabadaki evlerin kışlık odunlarını keserler! Kaldıkları hana köylerinden bir komşuları kötü haber vermeye gelir, Mateke'nin annesi eline batan balık kılçığı yarasının mikrop kapması sonucu ölmüştür! Köylerine dönerler ama annenin olmadığı eve giremezler! Yollara düşer, kâh odun keser, kâh yük taşırlar.Odun kesme işi bitince Duduka'nın konağında baba-oğul ırgat olurlar. Duduka sıradan bir konak sahibesi değildir. Varsıl annesi ve babası onun çocuklukta birlikte diken kovalarken sevdiği haydut görünümlü arkadaşı ile evlenmesine izin vermezler, nefret ettiği bir adamla evlendirmek isterler!Duduka sevdiği adamın kollarında yakalanınca babasının adamları sevgilisini döverek öldürürler! O gün Duduka karalar giyer ve bir daha kimseyle evlenmez, payına düşen miras konağında Baragan'ın yoksullarını doyurur!/Archive/2021/3/9/193719819-ic3.jpgHAYALLER, HAYALLER...Mateke bu köyde dikenlerin uçma zamanını bekleyerek gelecek güzel günlere dair hayaller kurar. Dişlek de Matake gibi gözü kara bir çocuktur, köylerine gelen fırıncının arabasından ekmek çalıp çocuklara pay eder, fırıncı babasına Dişlek'i şikayet eder, Dişlek sağlam bir sopa yer evden kaçıp Mateke'nin yanına gelir, köyden kaçma planına ortak olur.Romanya'nın bir ucundan öbürüne milyonlarca köylünün bağrından yükselen toplu inilti konusunda ikisinin de fikirleri yoktur. İkisi de yoksulluktan, yoksunluktan ceplerinde bir parça mamaliga ve tuzlu pırasayla dikenleri izleyerek kaçabileceklerini düşünürler! "Yaşam ışıl ışıldı ve her yanı çirkinlikle doluydu." (s.56)Diken kovalama şenliğini iki arkadaş, köylerinden kaçma planına dönüştürürler. Şenliğe birlikte çıktıkları çocuklar yarı yolda, köylerine dönerler, Mateke ve Dişlek, yeni yaşam umutlarının peşine düşerler, azıkları biter, kollarının, bacaklarının ve gözlerinin feri kalmaz, Baragan'ın ortasında uyuklayakalırlar, gece dikenler tutuşur, yangın çıkar, ümitleri tükenmek üzereyken tekrar yola çıkarlar.Kaçacak, gidecek, doyacak, oyun oynayacak bir yer varmış gibi Romanya'da Dişlek'in abisinin arabacılık yaptıkları köye varırlar. Mateke ve Dişlek, Dişlek'in abisinin arabacılık yapan kalabalık ailesine 13. ve 14. çırak adayları olarak katılırlar./Archive/2021/3/9/193652788-kapakic4.jpgNEREYE GİDİYORUZ YONEL?Bu köy de Mateke'nin babasıyla ayrıldıkları, birlikte ırgatlık ettikleri köyler, köylüler kadar yoksuldur. Açlık, hastalık Baragan'ın üzerinde kol gezer, Boyar'ın, rahibin, belediye reislerinin konakları hariç...O yıl çocukların çoğu hastalıktan, açlıktan, soğuktan ölür, hayvanlar da sahipleri gibi açlıktan telef olur. Boyar'dan kendilerine yardım etmelerini, borç yiyecek vermelerini isterler ama nafile! Soğuk, peşinden don tohumları vurur. Açlık, soğuk alıcı kuş gibi çocukların üzerinde dolanır.Aklı başında köylülerden biri açlarla kahvede konuşur, bu don, yağmur, bu çamur, bu yokluk, bu yıldırım neden Boyar'ı, papazı, belediye başkanı aç açıkta bırakmıyor? Noel geçer, bahar gelir, güneş kemiklerini ısıtır ama açlık bir türlü gitmez. Köylüler, tüm bu yoksulluğun ortasında görkemle duran Boyar'ın konağını basıp tahıl dolu çuvalları, öküzleri, jambonları, kümes hayvanlarını alırlar, konağı ateşe verirler.Köye bir tabur asker gelir. Kadın erkek, çoluk çocuk, genç yaşlı, hayvan demeden tüm köyü bombalar. Mateke ve Dişlek bombalar altında arabayla köyden kaçmaya çalışırlar.Nereye gidiyoruz Yonel?Dünyayı dolaşmaya, Mateke, ardımızda dikenler!Sırtımızda, içimizde, tepemizde, peşimizde, yolumuzda dikenler!Baragan’ın Dikenleri / Panait Istrati / Çeviren: Bertan Onaran / İş Kültür Yayınları / 2020. Ümit CingözKara kıtanın Amazonları
Kara kıtanın Amazonları Kadınlar hep savaşçı olmak zorunda. Kadınlar tarih boyu başlarının çaresine nasıl bakmış daha doğrusu kalan sağlar başlarının çaresine nasıl bakmaya çalışmış? ‘Afrikalı Amazonlar - Dahomey'in Kadın Savaşçıları’ kitabı merkezinde ilerlemek istiyorum bu kez. Ardından sözü ‘Assata’ adlı bir başka savaşçı Assata Shakur’un otobiyografisine getireceğim. /Archive/2021/3/9/192810641-ic1.jpgKadınlar hep savaşçı olmak zorunda. Kadınlar tarih boyu başlarının çaresine nasıl bakmış daha doğrusu kalan sağlar başlarının çaresine nasıl bakmaya çalışmış? Bu sorunun peşine düşsek işin içinden bir yazı boyutunda başa çıkmak olanaksız. Zira konu geniş, dünya tarihi yoğun, coğrafyalar çeşit çeşit…O nedenle beni bu yazıyı kaleme almaya yönelten kitabın evreninden yola çıkarak ağırlıkla, Stanley B. Alpern’in yazdığı ve İpek Yardımcı’nın dilimize çevirdiği, Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan Afrikalı Amazonlar - Dahomey'in Kadın Savaşçıları merkezinde ilerlemek istiyorum bu kez. Dahomeyli kadın savaşçılardan sonra ise sözü “Assata” (Ayrıntı Yayınları) adlı, Dahomeyli Amazonlardan apayrı bir mücadelenin savaşçısı olan Assata Shakur’un otobiyografisine getireceğim./Archive/2021/3/9/193103638-kapak-.jpgNEREDE BU DAHOMEY?Önce Dahomey tam nerede onu netleştirelim: 1975'e kadar adı Dahomey olan Benin Halk Cumhuriyeti, güneyde Atlas Okyanusu, doğuda Nijerya, batıda Togo ve kuzeyde Burkina Faso ve Nijer Cumhuriyeti'yle sınırlı.Afrikalı Amazonlar - Dahomey'in Kadın Savaşçıları adlı incelemeyi kaleme alan ABD’li araştırmacı ve Afrika uzmanı Stanley B. Alpern, devletin kökenlerinden 1892’deki Fransa yenilgisine kadar sömürgecilik tarihindeki yerlerine de ışık tuttuğu Dahomey’in kadın savaşçıları belgeleriyle gözler önüne seriyor. Günlük yaşamları, kıyafetleri, silahları, evleri, askeri eğitimleri, müzikleri ve savaşlarını ayrıntılarıyla yazıyor.19. yüzyılda krallığı ziyaret eden Avrupalılar, Dahomey’in kadın savaşçılarını Yunan mitolojisinden esinlenerek Dahomey Amazonları olarak adlandırmışlar ve bu nedenle hep öyle anılmışlarsa da onlar kendilerini, dillerinde “annelerimiz” anlamına gelen “N’Nonmiton” olarak adlandırmış./Archive/2021/3/9/193118138-ic3.jpgEV YERİNE CEPHEDE SAVAŞMAYI TERCİH ETTİLER“Bu kadınları ta en başından bu yana savaşçı olmaya iten unsurlar nelerdi?” sorusunun yanıtı ise dünyadaki pek çok kadının yaşadığı ayrımcılığın en can alıcı örneklerinden birine ulaştırıyor bizleri: Ezici erkek hegemonyası!Alpern’in Fransız gözlemcilerinden aktardığı görüşlere göre bütün Afrika’dakiler gibi Dahomey kadınları da “genelde aşağı derecede olan varlıklar olarak” görülüyordu. Erkekler, kadınların “ihanete ve kalleşliğe” eğilimli olduklarını düşünüyordu.Yük hayvanının olmadığı bir ülkede kadın ve köleler bu görevi yerine getiriyordu. Kadınlar eşleriyle birlikte yiyemezdi. Bir erkek isterse - ki bunun çok nadir olduğu belirtiliyor - eşlerini ve çocuklarını köle olarak satabilirdi. Kadınların günleri sadece çalışmakla geçiyordu.Fransız misyoner Pierre-Eugene Chautard, kadınların anneliğe olan tutkularını “zavallı hayatlarına bir teselli”; çocuklarını ise onlara “sevgilerinin karşılığını biraz olsun gösterecek tek varlıklar” olarak açıklıyordu./Archive/2021/3/9/193130450-ic4.jpgYOK ADLARINI VAR ETTİLER!Yani Dahomeyli kadınlar erkek üstünlüğünün klasik bir kurbanıydı. Fakat amazon olduklarında ise devletin elit kadınları arasında yerlerini alıyorlar ve savaşın tüm acımasızlıklarına rağmen maddi ve manevi eski yaşamlarından çok daha iyisine ulaşıyorlardı.Saray protokolünde onlara daha fazla öncelik veriliyordu. Erkek askerlerden öncelikliydiler. Kadın savaşçılar kendi kölelerine sahip olabiliyor istemedikleri kadar tütün ve içki tüketebiliyorlardı. Yüksek rütbeli olanlarının yaklaşık elli kölesi vardı.Dahomeyler hali hazırda savaşçı bir ulustu. Orduları düzgün, disiplinli kıtalardan oluşuyordu. Savaş taktikleri, savaş eğitimleri akıllara zarar cinstendi. Dahomey Amazonları da benimsedikleri rolün hakkını vererek düşmanlarına bildiğiniz kan kusturmuşlar. Hem de öyle böyle değil!/Archive/2021/3/9/193141294-ic5.jpgSEKİZ YAŞINDA ORDUYA YAZILIYORLARDüşünün daha sekiz yaşındayken orduya alınıp ellerine silah veriliyor. O yaşta savaşmayı, silah tutmayı, güçlü, hızlı ve dayanıklı olmayı ve acıyla baş etmeyi öğreniyorlar. Bazıları gönüllü kaydoluyorlar, bazıları da baskın karakterleri nedeniyle kocaları tarafından iyi bir eş olmamakla itham edilerek bizzat kocaları tarafından orduya yazdırılıyor.Eğitimlerinde sivri dikenli akasya dallarıyla kaplı duvarlardan atlama, günlerce ormanda erzaksız yaşama gibi sınavlardan geçiyorlar. En cesurları akasya dikenlerinden yapılan bir kemerle ödüllendiriliyor.Görev süreleri boyunca evlenip çocuk sahibi olmaları yasak. Bunun için krala bekâret yemini ediyorlar. Çağdaşları hemcinslerine kıyasla toplum içerisinde merkezi ve özerk bir konumu böylece elde edebilmişler. Büyük mecliste krallığın politikası hakkında söz söyleme hakkına sahipler./Archive/2021/3/9/193153465-ic6.jpgPALALARIYLA KELLE KOPARAN KADINLARBaşlangıçta fil avcıları oldukları öne sürülüyor. Sonradan kralın özel, elit koruma birliği olup en kanlı cephelerde savaşıyorlar. Dahomeyler Afrika’daki köle ticaretini yakaladıkları düşmanlarını silah karşılığı satarak kendi lehlerine çevirmişler.1863 yazında İngiliz kâşif Richard Burton da hükûmet tarafından Dahomeyler ile barış yapmak için gönderiliyor. Burton, “Kara Sparta” diye nitelendirdiği orduda her tümenin kadın bir komutanı olduğunu yazıyor.Dahomey Amazonları, sadece hükümdarların özel korumalığını yapan özel birlikler değil. Dahomey Krallık ordusunda komşu kabilelere ve Avrupa ordularına karşı cephede de savaşan korkusuz ve acımasız mangalar. Bu kadınlar palalarıyla çok hızlı kafa kesmeleriyle de biliniyorlar. Dahomey’i ziyaret eden bir Fransız delegasyonu 1880’de 16 yaşlarında genç bir Amazon’un eğitimine tanıklık etmiş. Üç vuruşta kafayı gövdeden tamamen kopardığını ve kılıcından akan kanı içtiği rapor edilmiş.Başlarda sadece pala kullanan Dahomey Amazonları,18’inci yüzyılda tarihi meçhul bir şekilde ortaya çıkışlarından 1890’lardaki son dönemlerine kadar temel silahları, yivsiz silah olan ağızdan doldurmalı filinta tüfeği kullanıyorlar.DANS, DAHOMEY’DE BİR GÖREVDİDanslarıyla ilgili de ilginç bilgiler var. Günümüzde siyah Afrika’da bir sanat ve temel eğlence kaynağı olan dans, Dahomey’de ise bir görevdi. Kadın, erkek tüm askerlerin usta dansçılar olmaları zorunluydu. Kıtaların yürüyüşçü kolları bile yürümekten çok dans ederek ilerliyordu. Askerler misket tüfekleriyle geleneksel danslarını yaparak hem krallarını onurlandırıyorlar hem de cenk havası icra ediyorlardı./Archive/2021/3/9/193212043-ic7.jpgKURUCULARI PRENSES HANGBEDahomey Amazonların da kurucusunun bir prenses olduğu söyleniyor. Kral Akaba’nın ani ölümünden sonra büyük oğlu Agbo Sassa yeterli yaşta olmadığı için tahta çıkan kızı Hangbe, Dahomey Krallığı’nı 1718’de rakibi Agaje tahta çıkana kadar yönetmiş. Hangbe’nin bu kadın savaşçıların ordunun üçte birini (neredeyse 6 bin kadar) oluşturdukları söyleniyor. Söyleniyor diyorum çünkü Hangbe hakkındaki bilgilerin büyük bölümü krallığı kazanan Agaje tarafından Dahomey Krallığı’nın resmi tarih kaynaklarından silinmiş.SAVAŞ MEYDANINDAN BUFFALO BILL’İN ŞOVUNA!1890’da Krallık, Fransız kolonisi olmadan önceki son savaşta 434 Dahomey Amazonundan sadece 17’sinin geriye döndüğü söyleniyor. Amazonların çoğu 23 savaşın sonunda hayatlarını kaybetmiş. Son Dahomey savaşçılarının çoğu ABD’ye göç etmiş ve kimileri Buffalo Bill’in Vahşi Batı Şovu’nda gösteri yapmak üzere işe alınmış. Nawi adlı, bilinen son Dahomey Amazonu 1979’da, Benin’in uzak bir kasabasında 100 yaşında ölmüş./Archive/2021/3/9/193230980-ic8.jpgANGOLA’NIN NİNJASI; ANA NZINGA!Afrika’nın en cesur kadın savaşçılarından bahsedip de Ana Nzinga’nın adını anmamak olmaz. Ana Nzinga, Dahomey değildi, Ndongo ve Matamba Krallıkları’nın kraliçesiydi. Ona Angola’nın Njingası deniliyor.17. yüzyılda Angola’nın başkentini kolonileştiren Portekizlilere karşı savaşmış bu Afrikalı kadın savaşçı, krallığındaki insanların özgürlükleri ve onurları için mücadele vermiş.1617’de Luanda hükümeti, bölgeden insanları ve kralı kovdurtmak için Ndongo Krallığı’na karşı sert kampanyalar başlatmış. Hapishaneleri insanlarla doldurmuş. Merkezde konuşlanmış Portekiz birlikleri şehri işgal etmeye başlamış. 1621’de kral, Nzinga’yı bölgeye göndererek barışı sağlamaya çalışmış. Nizinga görevini başarıyla yerine getirmiş, bölgede kontrolü sağlamış ve askeri taktikleri sayesinde Portekizlileri devre dışı bırakmış./Archive/2021/3/9/193258308-ic9.jpgSANATÇI YZ’DEN SAVAŞÇI ATALARINA SAYGISon olarak Dahomeyli Amazonlara dönerek şu bilgiyi de vermeliyim: Kiminiz internette veya televizyonda belki fotoğraflarını görmüşsünüzdür; Senegal sokaklarında, şehrin duvarlarında çizilmiş kadın portrelerini. Onların çoğu Dahomeyli kadın savaşçıların portreleri. Çizen ise kendisi de bu kadınların soyundan gelen ve işine Amazone adını veren Fransız sokak sanatçısı YZ. Günümüz kadınlarına konumlarını ve fikirlerini savunmaları için destek vermek için 2015’te “Amazone” adlı böyle bir çalışma başlatmış./Archive/2021/3/9/193311276-ic10.jpgVE ASSATA SHAKUR…Ayrıntı Yayınları’nca yayımlanan bir diğer inceleme ise bir başka kadın savaşçıyı anlatan bir otobiyografi “Assata”. Kaleme alan günümüz kadın savaşçılarından Assata Shakur. Köle ismi JoAnne Chesimard. “Ben suçlu değilim, hiç suç işlemedim.” diyen siyah devrimci savaşını şöyle açıklıyor:“Ben kadınlarımıza tecavüz eden, erkeklerimizi hadım eden, bebeklerimizin karnını aç bırakan bütün güçlere savaş açtım. Varlıklarını yoksulluğumuzla büyüten zenginlere, yüzlerimize gülerek bize yalan söyleyen siyasetçilere, onları ve mülkiyetlerini koruyan tüm kalpsiz robotlara karşı savaş açtım. Ben siyah bir devrimciyim ve bu yüzden de Amerika’nın gücünün yetebildiği bütün öfkenin, nefretin ve iftiranın kurbanıyım. Amerika, diğer tüm siyah devrimcilere yaptığı gibi beni de linç etmeye çalışıyor.”21. YÜZYILIN KAÇAK KÖLESİ! ARANAN KADIN!Kendisini bir 21. Yüzyılın kaçak kölesi olarak tanımlıyor Assata Shakur. O, Amerikan adalet sistemine, politik baskı, ırkçılık ve şiddette karşı 60’lı ve 70’li yıllarda aktif mücadele vermiş bir özgür ruh. 2013’te ise FBI’ın En Çok Aranan Teröristler listesine alınmış, Shakur tarihte bu listede adı geçen ilk kadın. 1984’ten bu yana Küba’da siyasi mülteci olarak yaşıyor.Altmışlarda siyahların kurtuluşu hareketi, öğrenci hakları hareketi ve Vietnam Savaşı’nın sonlandırılmasına dönük hareket gibi bir dizi mücadeleye katılmış.O dönemde tüm siyah halkın kurtuluşunu talep etmesi dolayısıyla 1969’da, FBI’ın Karşı İstihbarat Programı’nın hedefi hâline gelen ve FBI Başkanı J. Edgar Hoover’ın ifadesiyle, “ülkenin iç güvenliğine dönük en büyük tehdit” olarak görülen Siyah Panter Partisi’ne girmiş.Davası, 1978’de, Ulusal Siyah Avukatlar Konferansı, Irkçılığa ve Politik Baskıya Karşı Ulusal İttifak ile Irksal Adalet için Birleşik İsa Kilisesi Komisyonu’nca imza edilen bir dilekçeyle Birleşmiş Milletler Örgütü’ne götürülür. Bu dava ABD’deki politik tutsakların yaşadıklarını, gördükleri politik baskıları, hapishanelerde maruz kaldıkları insanlık dışı ve korkunç muameleyi ifşa eder.FBI ve özelde New York Emniyet Müdürlüğü Assata Shakur’u önce yasa uygulayıcılarına dönük saldırılara katılmakla sonra da hükümetin ve ilgili kurumlarının polis memurlarının vurulması olaylarına karışan bir örgüt olarak tarif ettikleri Siyah Kurtuluş Ordusu’nun lideri olmakla suçlar.Polis merkezlerine ve bankalara Assata Shakur’u önemli suçlara bulaşmış bir kişi olarak tarif eden afişler asılır. Altı farklı suçtan suçlanır ve hepsinden ya beraat eder ya da söz konusu davalar düşer./Archive/2021/3/9/193351713-ic11.jpgÖLÜMDEN KILPAYI KURTULUŞ2 Mayıs 1973’te Zeyd Malik Shakur ve Sundiata Acoli ile birlikte New Jersey otoyolunda başına gelenler ise bardağı taşırır:Otoyolda otomobilin arka lambasının ‘hatalı’ olması gerekçesiyle durdurulur. Eyalet polisi Harper, arabanın yanına gelip kapıyı açıp sorular sormaya başlar. Siyah oldukları ve Vermont plakalı bir araba kullandıkları için ‘şüpheli’ olduklarını ima eder. Ardından silâhını çıkartıp onlara doğrultur ve ellerini yüzlerini ona dönük, onun göreceği şekilde, havaya kaldırmalarını söyler.Söylenenleri yaparlar, birkaç saniye sonra arabanın dışından bir ses gelir, ani bir hareketlenme olur. Assata Shakur havada duran kollarından vurulur, diğer bir kurşun da sırtına isabet eder. Sonrasında Zeyd Malik Shakur ve polis memuru Werner Foerster öldürülür.Polis memuru Harper, Zeyd Shakur’u vurup öldürdüğünü kabul eder fakat New Jersey’de görülen ağır ceza davasında Shakur hem Zeyd’i hem de polis memuru Forester’ı öldürmekle suçlanır. Memur Foerster’i öldüren silâh, Zeyd’in bacağının altında bulunmuş olmasına ve kendisinde silâh bulunmamasına rağmen Sundiata Acoli de sonradan yakalanıp her iki kişiyi öldürmekle suçlanır.Sundiata ve Assata, yargılamalar başlamadan önce haber kanallarınca suçlu ilân edilir. Hiçbir kanal röportaj vermelerine olanak sağlamaz. New Jersey polisi ve FBI ise her gün medyadadır./Archive/2021/3/9/193406010-ic12.jpgPAPA’YA MEKTUPLARShakur, 1977’de tamamı beyaz olan bir jüri tarafından suçlu bulunup 33 yıl hapis cezasına çarptırılır. 1979’da hapishanede öldürülebileceğinden korkan yoldaşları ABD’deki siyah halka adalet sunulmadığı haklı inancıyla onu hapishaneden kaçırır.İşin boyutu din adamlarına kadar uzanır. 24 Aralık 1997’de New Jersey Eyaleti, Shakur’un tekrar hapsedilmesi konusunda müdahil olması için Papa II. Jean Paul’a bir mektup bile yazar. New Jersey Eyalet Polisi bu mektubun kamuoyuna açıklanmasına karşı çıkar. Shakur da Papa’yı bilgilendirmek için bir mektup kaleme alır.Yazıyı, savaşçı Assata Shakur’un şu seslenişiyle noktalayalım:“ABD’deki birçok fakir ve mazlum insan gibi benim de bir sesim yok. ABD’de siyahlar ve fakirler gerçek bir konuşma hürriyetine, gerçek bir ifade hürriyetine sahip değiller, ellerindeki basın özgürlüğü de çok sınırlı. (…) Tüm politik tutsaklara özgürlük, Gezegen üzerinde bugüne dek varolmuş en dirençli ve en cüretkâr politik alanlardan biri olan Küba’dan sizlere sevgilerimi ve devrimci selamlarımı gönderiyorum.” Gamze AkdemirSözcüklerle Rodin ve Rilke!
Sözcüklerle Rodin ve Rilke! Rodin’in ve Rilke’nin kim olduğunu, sanat yaşamlarını ve onları buluşmaya götüren süreci, tarihi bilgiler eşliğinde ve ikilinin yaşamını paralel anlatımla okura sunan Rachel Corbett, Hayatını Değiştirmelisin’de, bu büyük sanatçıların öyküsünü ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. /Archive/2021/3/9/192512347-ic1.jpgBir heykeltıraş Auguste Rodin’in ve bir şair Rainer Maria Rilke’nin dünyanın hızla değiştiği bir dönemde buluşması kültür tarihi açısından çok önemliydi.Paris’in ev sahipliğinde, biraz da dünyaya meydan okurcasına yan yana gelen ikilinin yol arkadaşlığı, Rilke’nin Rodin’e yönelttiği soruyla zirveye çıkmıştı: “Nasıl yaşamalıyım?”Bu soruya gelene kadar, Rodin’in ve Rilke’nin kim olduğunu, sanat yaşamlarını ve onları buluşmaya götüren süreci, tarihi bilgiler eşliğinde ve ikilinin yaşamını paralel anlatımla okura sunan Rachel Corbett, Hayatını Değiştirmelisin’de, bu büyük sanatçıların öyküsünü ayrıntılarıyla ortaya koyuyor./Archive/2021/3/9/192528441-ic3.jpgİKİ SANATÇININ BULUŞMASIRodin ve Rilke, bakıp görmeyi zamanla öğrenmiş, başkalarıyla olmadığı kadar birbiriyle içten bir ilişki kurmuş ve ömrünü sanata adamış önemli kültür insanlarıydı. Corbett, iki sanatçının ruhuyla birlikte, dostluğa uzanan yolda başlarına gelenleri çözümlüyor.Gözleri iyi görmeyen Rodin’in bakmayı öğrenişini, matematik sevmemesi nedeniyle okuldan soğumasını, mimar Hausmann’ın yanındaki çıraklığını, kendinden önceki sanatçıların eserlerine bakışını ve duygularını yapıtlarla dışavurma yeteneği kazanışını okuyoruz.Rilke ise ölümle, kaderle ve metafizikle yoğuruyor gençliğini. Tüm inceliklerini, annesinin verdiği şiir eğitimine borçlu olan şair, daha sonra askerliğe yöneliyor. Şiirin inceliği karşısında üniformanın sertliği tam bir ironi, tam bir çelişki…Yirmi altı yaşında Paris’e gelen Rilke’nin, altmışlık Rodin’le tanışması ise ikiliyi çabucak yakınlaştırıyor ve uzun yürüyüşlerde heykeltıraş, şaire hayatını anlatıyor. Bir bakıma hayat dersleri veriyor ona. Rodin’in atölyesi de tıpkı yürüyüş güzergâhları gibi Rilke için öğrenilecek pek çok şeyin olduğu bir mekân hâline geliyor.İki sanatçının birbirini keşfetme hikâyesi böyle şekillenirken elleriyle hayal kuran Rodin ve hayallerini sözcüklerle anlatan Rilke, Paris sokaklarında ve heykel atölyesinde yeni bir hayat yaratıyor âdeta. “Empati”, bu hayatın anahtar kelimesine dönüşüyor./Archive/2021/3/9/192538519-ic4.jpgNÜKTELİ VE ÖZLÜ SÖZLERİN KAYDICorbett’yi bu hikâyeyi yazmaya iten şey, annesinin ona hediye ettiği ve yıllarca elinden düşürmediği Genç Bir Şaire Mektuplar. Corbett’nin, Rilke’nin Rodin’e yazdığı mektuplara ve ikilinin dostluğuna dair notu şöyle:“Rodin, bu tanınmayan yazarın hayatına girmesine izin verdiğinde gücünün zirvesindeydi; Rilke, önce etrafında dolaşıp duran öğrencisi olacak, üç yıl sonra ise en güvendiği yardımcısı hâline gelecekti. Rilke, tüm bu süre boyunca ustasından duyduğu her özlü ve nükteli sözü kaydetti, ardından onları Kappus’a iletti. İşte bu sebeple Rodin’in sesi mektup sayfalarının ardından yüksek sesle yankılanır, bilgeliği Rilke aracılığıyla Kappus’a, o zamandan bu yana da Mektuplar’ı okuyan, arayıştaki milyonlarca genç zihne ulaşır.”Akılcı Rodin ile yirmilerindeki Alman romantik Rilke’nin buluşması, ikilinin farklı yönlerini de bir araya getiriyor: Eserleri melekler âleminde yüzen, metafiziksel ve tinsel Rilke ile yapıtları cehenneme dalan, bedensel ve duyumsal Rodin…Corbett, ikiliyi anlayıp anlatmaya çalışırken o eşsiz benzetmeyi yapıyor: “Birinin sanatsal gelişiminin ötekine nasıl yansıdığını ve zıt doğalarının nasıl birbirini tamamladığını gördüm; Rodin bir dağsa Rilke, onu kuşatan sisti.”Yazar, bu iki etkileyici kişiyi okura sunarken Rodin’in ve Rilke’nin hayata bakışına, ayrı düştükleri noktalara, Rilke’nin Rodin’i şovenist diye nitelemesine, ikilinin kadınlara dair farklı görüşlerine kadar pek çok ayrıntıya yer veriyor kitapta.Corbett, kitabının “kısa hikâyesi”ni açıklayarak bir bakıma meselenin özünü ortaya koyuyor: “Bu kitap, Paris’in dağınık sokaklarında el yordamıyla yürüyüp ustalığa giden yolu bulan iki sanatçının portresi. Ama bunun da ötesinde, yaratma arzusunun genç sanatçıların en büyük yürek acılarını bile atlatmasını nasıl sağladığının ve eserlerini ne pahasına olursa olsun nasıl ortaya koyduğunun hikâyesi. Hayatını Değiştirmelisin, sadece Rilke’ye yöneltilmiş bir öğüt değildi; aynı zamanda onun, bir gün ürkek yumruğunu havaya kaldırmayı, bir araç edinerek harekete geçmeyi umut eden, hapsolmuş, kırılgan ve açgözlü gençliğe verdiği bir öğüttü.”Hayatını Değiştirmelisin / Rachel Corbett / Çeviren: Kerime Dalyan / YKY / 312 s. / 2020. Deniz YılmazÜmitcan Uygun'un arkadaşıolduğu iddia edilenşahıstan kadınaşiddet
Ümitcan Uygun'un arkadaşı olduğu iddia edilen şahıstan kadına şiddet Ankara'da Aleyna Çakır ismini kullanan Sema Esen'in (21) ölümünün şüphelisi Ümitcan Uygun'un arkadaşı olduğu öne sürülen G.Ö adlı kişinin bir kadına şiddet uygularken kaydedilen görüntüleri, sosyal medyada tepki topladı. Kamuoyunda Aleyna Çakır ismiyle bilinen Sema Esen'in şüpheli ölümüyle ilgili hakkında soruşturma yürütülen Ümitcan Uygun'un arkadaşı olduğu iddia edilen G.Ö.'nün, bir kadına şiddet uygularken kaydedildiği görüntü, sosyal medyaya yansıdı./Archive/2021/3/10/001524422-umitcan-uygunun-arkadasinin-bir-kadini-darp-ettigi-goruntuler-tepki-cekti_1.jpgGörüntülerde, G.Ö.'nün yerde yatan kadına hakaret ettiği, tekme ve yumruklarla saldırdığı görüldü. Söz konusu görüntülerin Twitter'da yayınlanmasının ardından, binlerce sosyal medya takipçisi duruma tepki göstererek, G.Ö.'nün tutuklanmasını istedi.Yapılan araştırmada, olayın 16 Mart 2020 tarihinde meydana geldiği, G.Ö.'nün olay sonrası polis ekiplerince gözaltına alındığı, mağdur kadının şikayetçi olmaması üzerine de G.Ö.'nün serbest bırakıldığı öğrenildi. DHA'Sahte Bellek'
'Sahte Bellek' Dünya çapında otuzun üzerinde dile çevrilen Blake Crouch’u aynı adla diziye uyarlanan kitabı Wayvard Üçlemesi ve uluslararası ilgi gören kitabı Karanlık Madde’yle tanıyoruz. Yazarın, Sahte Bellek (Doğan Kitap) romanı da okuyucuyla buluştu. Hiç bilmediğiniz yerlerin özlemi, yaşamadığınız hayatın anılarıyla uyandığınızı hayal edin. Sahte Anı Sendromunun çıldırtmak için seçtiği kurbanlardan biri olduğunuzu düşünmek bile tüyler ürpertici. Romanda bu gizemli hastalıkla ilgili sır perdesini aralamada New York Polis Teşkilatı’ndan dedektif Barry Sutton’a eşlik ediyoruz. /Archive/2021/3/9/192325363-ic2.jpgHİÇ OLMAMIŞ HAYATIN ANILARIYLA UYANMAKRoman, bir sabah uyandığınızda işiniz, eşiniz, çocuklarınızla ilgili tüm anılarınızın sahte olmasına ve bu sahte anıları tüm netliğiyle hatırlamanıza sebep olan bir sendromun etrafında şekilleniyor.Kasım soğuğunda New York’ta yüksek bir binada buluyoruz kendimizi. Deneyimli dedektif Barry Sutton, araştırmakla görevlendirildiği intihar vakası neticesinde kendisi de bu sendromun belirtilerini hayatında gözlemlemeye başlar. Hiçbir zaman var olamamış hayatı, var olanın içine girmiş çözülmesi güç bir düğüm oluşturmuştur.İki koldan ilerleyen hikâyemizin öteki başkahramanı ise nörolog Helena Smith. San Jose’nin eteklerinde mütevazı bir hayat süren Helena’nın hayatı bir yabancının ziyaretiyle değişecektir.Annesi Alzheimer hastası karakterimiz bu hastalıktan muzdarip kişilerin anılarını saklamasını sağlayacak bir buluş yapmaya çalışmaktadır. Helena, buluşunun kötücül ellerde dünyaya zarar verebileceğinin bilincinde değildir.Dedektifimiz ve Helena’nın yolları bu buluş sebebiyle kesişir ve kendimizi sonunu merakla beklediğimiz bir maceranın ortasında buluruz./Archive/2021/3/9/192316426-kapakic1.jpgİLERİYE BAKARAK YAŞAYIP, GERİYE BAKARAK DERS ALMAKÇoğu okurun bir seferde, elinden bırakamadan bitirdiği Karanlık Madde’deki başarısını Sahte Bellek’te de sürdürüyor Crouch. Sayfalarını çevirirken hem sonuna erişip gizemi çözmeyi istiyorsunuz hem de sonsuza kadar sürmesini istediğiniz, tansiyonu yüksek bir olay zincirinin izleyicisi oluyorsunuz.355 sayfalık roman; zaman, geçmiş, gelecek, şu an, bellek, anı, ölüm, özlem kavramları üzerine uzun uzun düşünmenizi sağlıyor. Akıcı dili, etkileyici olay örgüsüyle tadının damağınızda kalacağı kesin. Her sayfada artan gerilim dozu romanı bir oturuşta bitirebilmenizi sağlayan en büyük etkenlerden.Gerçekliğin değişip evrildiği bir dünyada sabit kalmak imkânsıza yakın. Fakat baş kahramanlarımız Barry ve Helena dünyayı kaostan kurtarmakla yükümlü. Bunu başarmak için güçlerini birleştirmeliler.Bu denli farklı bir kurguyu romanına yedirmeyi başaran Crouch’un yaratıcılığı övgüye değer. İnsan doğasına dair sorgulamaları, kızının kaybının acısıyla baş etmeye çalışan dedektifimiz Barry Sutton’un hikâyesi, Helena’nın cihaz geliştirme çabası zekice aktarılmış.Okuyucu bu temel sorular ve sorunlar üzerine düşünürken kendini romanın bir kahramanıymış gibi hissediyor. Peki ya siz hiç bilmediğiniz bir hayatın anılarıyla uyansanız ne yapardınız?Sahte Bellek / Blake Crouch / Çeviren: Solina Silahlı / Doğan Kitap / 355 s. / Temmuz 2020. Hande Avtanİnsanlarıtaklit edençip hayvanlarıkurtardı: 'İlaçgeliştirmede bir ilk'
İnsanları taklit eden çip hayvanları kurtardı: 'İlaç geliştirmede bir ilk' Bilim insanları, bir ilacın 4'le 6 yıl arasında klinik deney aşamasına geldiğini ancak kendilerinin 8 ayda bunu başardığını söyledi. Pek çok tartışmaya sebebiyet veren hayvan testlerini ortadan kaldırma yolunda İsrail'den önemli bir haber geldi. Bilim insanları, insan vücudunu (böbrek, karaciğer ve kalp) taklit eden bir çip kullanarak kanser ilacı geliştirdi.Çip organ teknolojisi 30 yıllık. Ancak Kudüs İbrani Üniversitesi'nden araştırmacılar kendi çiplerinde, vücudun ilaç tedavisine verdiği tepkiyi net şekilde izlemelerini sağlayan mikroskobik sensörleri insan dokusuna dahil etti.Araştırmanın başındaki Yaakov Nahmias bu konuda "Teknolojimizi benzersiz kılan, hayvan deneyleriyle mümkün olanın ötesine geçmemize izin vermesi. Artık ilaçların nasıl işlediği ve ne zaman işlemeyi bıraktığı konusunda bize gerçek zamanlı bilgiler sunan mikro sensörler ekleyebiliyoruz" dedi.Söz konusu araştırmada, bazı kanser hastalarında meydana gelen karaciğer yağlanmasını çözmek için mevcut iki ilacın bir araya getirildiği bir ilaç geliştirildi. Times of Israel'in haberine göre ABD Gıda ve İlaç Dairesi'ne patent, klinik deney ve onaydan oluşan bir izin için başvuruldu.Araştırmacılar, hayvan deneylerini ortadan kaldırarak çiple bir ilaç geliştiren ilk ekip olduklarını söyledi. "Bildiğimiz kadarıyla bir ilaç hayvanlar üzerinde test edilmeden ilk kez bu adım atılıyor" diyen Nahmias sözlerini şöyle sürdürdü:"Araştırmamız, hayvan deneylerinden kaçınmak için böyle bir teknolojiyi kullanabileceğimizin ilk göstergesi. Bu daha hızlı, güvenli ve etkili ilaç geliştirmeye yol açabilir.Bir ilacı klinik deney noktasına getirmek normalde 4 ila 6 yıl sürüyor, yüzlerce hayvana ve milyonlarca dolara mal oluyor. Bunu 8 ayda, tek bir hayvan olmadan ve çok düşük bir maliyetle yaptık."Araştırma, hakemli bilim dergisi Science Translational Medicine'da yayımlandı.Kaynak: Independent Türkçe cumhuriyet.com.trTrabzonspor'dan FIFA'ya 'Adalet' başvurusu
Trabzonspor'dan FIFA'ya 'Adalet' başvurusu Trabzonspor Kulübü, Türk futbolunda "bağımsız ve tarafsız" bir spor yargısının oluşturulması gerekçesiyle FIFA'ya başvuruda bulundu /Archive/2021/3/10/001408735-fifa.jpgTrabzonspor Kulübü, Türk futbolunda bağımsız ve tarafsız bir spor yargısının oluşturulması gerekçesiyle FIFA'ya başvurdu.Bordo-mavili kulübün resmi internet sitesinden yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:“Türkiye Futbol Federasyonu 1923 tarihinden beri FIFA’nın, 1962 yılından beri de UEFA’nın üyesidir ve bağlı olduğu FIFA ve UEFA düzenlemelerine uyma mecburiyetindedir.Ülkemiz futbolunun hak ettiği konuma gelebilmesi, marka değerinin artırılması ancak ve ancak bağımsız ve tarafsız bir spor yargısının oluşturulması, kurul üyelerinin atanmasında çıkar çatışmasına neden olabilecek keyfi uygulamalardan kaçınılması ile mümkündür. Adaletin olmadığı yerde adil rekabet olmaz. Ne yazık ki çeşitli etkenlerden dolayı sağlanamayan adalet, ülke futbolumuzun bir numaralı sorunu haline gelmiştir.2020 yılı başında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Ali Rıza ve Diğerleri (30226/10 vd.) hakkında verilen kararda; mahkemeye yansıyan ihlalin, ülkemizde futbol uyuşmazlıklarının çözümündeki sistematik problemleri ortaya çıkardığı belirtilerek, Tahkim Kurulunun TFF Yönetim Kurulu’ndan bağımsız olmasını sağlamak başta olmak üzere gerekli düzenlemelerin yapılması istenmiştir.Ayrıca bundan yaklaşık 6 ay önce TBMM Kamu Denetçiliği Kurumu’na yapmış olduğumuz başvuru neticesinde, Ombudsmanlık müessesesi 5 Ocak 2021 tarihinde TFF kurullarının bağımsız olmadığı, kurul kararlarının gerekçeli olmadığı, bu anlamda 'kanunlara uygunluk', 'şeffaflık', 'hesap verilebilirlik,', 'kararların gerekçeli olması' ilkelerine uygun davranmadığı, buna dair düzenlemelerin ise ivedilikle yapılması gerektiğine dair bir tavsiye kararı yayınlamıştır.Bizler; bu kararları çok önemsiyor ve çok değerli buluyoruz. Türk futbolunda adaletin ve sonrasında 'Fair Play' - 'Adil Oyun' kavramının yerleşebilmesi için TFF bünyesindeki kurulların bağımsız, tarafsız ve şeffaf olması gerektiğine inanıyoruz.TARİHİ BAŞVURU!Bu doğrultuda ülke futboluna faydalı olduğu bilinci ve inancıyla gerekli düzenlemelerin ivedilikle yapılmasını sağlamak adına Kulüpler Birliği’nin de desteğini alarak FIFA’ya tarihi bir başvuru gerçekleştirdik. Bu başvuruyla 'Fair Play' - 'Adil Oyun' koşullarının en kısa sürede sağlanabilmesi için TFF kurullarının, bağımsızlığını kazanmasını sağlayacak, FIFA kriterlerine uygun adımların atılmasını amaçlıyoruz. Kulübümüz tarafından gerçekleştirilen bu başvuru sadece Trabzonspor veya diğer kulüplerin değil, futbolun tüm paydaşları ve futbolumuzun marka değerini artırmaya yönelik, ülke futbolumuzun geleceği adına bir mihenk taşı olacaktır.Sevgili futbol kamuoyu; Bizler, adaletsizlikten pay değil adalet istiyoruz! Herkes için, her kulüp ve her kişi için eşit şartlarda adil ortamın sağlanmasını istiyoruz. Futbol oyununun 'Fair' - 'Adil' olmasını istiyor, bekliyor ve talep ediyoruz. Trabzonspor Kulübü olarak bunun öncüsü olsak bile, bu standardı tüm kulüplerimiz ve futbol ailesi ile birlikte sağlamak zorundayız. Ülkemiz için, en sevdiğimiz oyun olan futbol için hep birlikte mücadele edeceğiz ve hep birlikte başaracağız!" DHA