Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Tuesday, 07.15.2025, 01:44 AM (GMT)

News - Haberler

Beykoz'da iki grup arasında silahlıçatışma: 1ölü, 1 yaralı

Beykoz'da iki grup arasında silahlı çatışma: 1 ölü, 1 yaralı Beykoz'da daha önceden aralarında husumet olduğu öğrenilen iki gurup arasında sokak ortasında silahlı çatışma çıktı. Çatışmada bir kişi hayatını kaybederken, bir kişi de yaralandı. Sokakta park halindeki araçların da zarar gördüğü çatışmadan geriye sokağa atılmış tabancalar, dolu şarjörler ve mermi kovanları kaldı. Olay saat 23.00 sıralarında Merkez Mahallesi Fevzi Paşa Caddesi üzerinde bulunan 4 katlı bir iş yerinin önünde meydana geldi. İddiaya göre buradaki binadan çıkan bir grup ile otomobil ile gelen başka bir grup arasında silahlı çatışma çıktı. Tabanca ve pompalı diye tabir edilen av tüfeklerinin kullanıldığı çatışmada 2 kişi vücutlarına isabet eden mermilerle yaralandı. Bu sırada otomobil ile gelen gurup geldikleri otomobile binerek olay yerinden uzaklaştı. Silah seslerini duyan vatandaşlar polise haber verdiBİR KİŞİ ÖLDÜ, BİR KİŞİ YARALANDIHaber verilmesi üzerine olay yerine sağlık ve polis ekipleri sevk edildi. Sağlık ekipleri yaralıları olay yerinde yaptıkları ilk müdahalenin ardından hastaneye kaldırdı. Paşabahçe Devlet Hastanesi'ne kaldırılan İbrahim Bağcı doktorların yaptığı bütün müdahalelere rağmen kurtarılmayarak hayatını kaybetti. Diğer yaralı Halit K. İse Ümraniye Devlet Hastanesi'ne kaldırılarak tedavi altına alındı.ÇATIŞMADA ÖLEN KİŞİNİN KARDEŞİ SİNİR KRİZİ GEÇİRDİÇatışmayı haber alarak olay yerine gelen İbrahim Bağcı'nın ağabeyi, kardeşinin hayatını kaybettiğini öğrenince sinir krizi geçirdi. Sinir krizi geçiren ağabeyi polisler güçlükle sakinleştirdi.ÇATIŞMADAN GERİYE SOKAĞA ATILMIŞ SİLAHLAR VE DOLU ŞARJÖRLER KALDIPolis olayın meydana geldiği yerde geniş güvenlik önlemi aldı. Çatışmada kullanılan silahların ve dolu şarjörlerin sokağa atıldığı görüldü. Olay yeri inceleme ekibi çatışmanın meydana geldiği yerde inceleme yaptı. Çatışmada kullanılan silahlar ile birlikte dolu şarjörler ve mermi kovanlarını incelenmek üzere muhafaza altına aldı. Çatışma sırasında cadde üzerinde park halindeki araçlardan bazıları silahlardan çıkan mermilerle hasar gördü. Polis olayla ilgili soruşturma başlatırken, kaçan zanlıların yakalanması için geniş çaplı çalışma başlattı. DHA

Kışaylarında maske kullanımına dikkat: Nemli maske koruyuculuğunu kaybediyor

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Kış aylarında maske kullanımına dikkat: Nemli maske koruyuculuğunu kaybediyor Alerji ve Astım Derneği Başkanı Prof. Dr. Ahmet Akçay, nemlenen veya ıslanan maskelerin koruyuculuğunu tamamen kaybettiğini, bunun yanı sıra ciltte temasa bağlı egzama ve kurdeşen oluşabildiğini belirtti. /Archive/2021/2/16/171252470-nemli-maske-koruyuculugunu-kaybediyor.jpgAkçay, yaptığı yazılı açıklamada, doğru maske seçimi, maske alerjisi ve kış aylarında maske kullanımına ilişkin bilgi verdi.Kış aylarında maske kullanımı konusunda dikkat edilmesi gereken en önemli konunun, özellikle yağmurlu ve kar yağışlı havalarda maskelerin ıslanması olduğuna işaret eden Akçay, şunları kaydetti:"Nemlenen veya ıslanan maskeler, koruyuculuğunu tamamen kaybeder. Yağışsız havalarda da uzun süreli kullanımda maskeler nefesimizle nemlenmektedir. Koruyuculuğunu kaybetmesinin yanı sıra nemlenen maskelerle ciltte temasa bağlı egzama ve kurdeşen oluşabilmektedir. Bu sebeplerden dolayı ıslanan veya nemlenen maskenin yeni takılmış olsa bile hemen değiştirilmesi, yağışsız havalarda ise maskenin en fazla 3 saatte bir değiştirilmesi gerekmektedir."Akçay, maskeler üretilirken birtakım işlemlerden geçtiğini ve bu işlemler sırasında kullanılan bazı kimyasalların özellikle alerjisi olan hassas çocuklarda deri döküntülerine, kaşıntıya ve kızarıklığa neden olabildiğini anlattı.Maske alerjisinin önüne geçmek için temasa bağlı alerji riski düşük, lateks, paraben, naylon, klor gibi maddeler içermeyen, TSE onaylı cerrahi maskelerin tercih edilebileceğini belirten Akçay, tercih edilecek maskenin Sağlık Bakanlığı Ürün Takip Sistemi'nde kayıtlı olup olmadığının kontrol edilmesi gerektiğini vurguladı.Akçay, Covid-19 güvenli üretim sertifikası ve TSE tip 2 ürün onaylı olan maskelerin seçilmesinin faydalı olacağını, bunun yanı sıra koruma açısından 3 katmanında da meltblown içeren maskelerin tercih edilebileceğini ifade etti. AA

‘LütfiÖzkök Retrospektifi’

‘Lütfi Özkök Retrospektifi’ Eczacıbaşı Topluluğu’nun 50 yılı aşkın bir geçmişe sahip fotoğraf yayıncılığı geleneğinin bir parçası olan ve Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı’nca yayımlanan Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi’nin on birinci kitabı Lütfi Özkök Retrospektifi’nde; ömrünü fotoğrafa ve edebiyata adamış; Nâzım Hikmet Ran, Louis Aragon, Simone de Beauvoir, Jean-Paul Satre, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Özdemir Asaf gibi Türkiye ve dünyanın önde gelen sanatçılarını fotoğraflayarak Türkiye ve dünyanın önde gelen edebiyatçılarını fotoğraflayarak dünya fotoğraf dağarcığına unutulmayacak bir biçimde kazandırmış fotoğrafçı, şair ve çevirmen Lütfi Özkök’ün yapıtları ve yaşamı tüm sanatsal bütünlüğüyle sunuluyor. Tasarımı Bülent Erkmen’e ait olan, editörlüğünü Merih Akoğul’un üstlendiği çalışma, Türkçe ve İngilizce olarak iki dilde sunuluyor. /Archive/2021/2/17/003246871-ic1.jpgEczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi’nin on birinci eseri Lütfi Özkök retrospektifi, kitabevlerinde yerini aldı.Eczacıbaşı Topluluğu’nun 50 yılı aşkın bir geçmişe sahip fotoğraf yayıncılığı geleneğinin bir parçası olan ve Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı tarafından yayımlanan seri, her yıl değerli bir fotoğraf sanatçısının retrospektif kitabını, sanatsal bütünlük içinde izleyicilere ulaştırıyor.Kitapta, fotoğrafçı, şair ve çevirmen Lütfi Özkök’ün yapıtları ve yaşamı retrospektif bakış açısıyla yer alıyor.Ömrünü fotoğrafa ve edebiyata adamış olan Lütfi Özkök, aralarında Nazım Hikmet Ran, Louis Aragon, Simone de Beauvoir, Jean-Paul Satre, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Özdemir Asaf gibi Türkiye ve dünyanın önde gelen sanatçılarını fotoğraflayarak, dünya fotoğraf dağarcığına unutulmayacak bir biçimde kazandırıyor.Konsept ve tasarımı Bülent Erkmen’e ait olan ve editörlüğünü Merih Akoğul’un üstlendiği Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi’nin on birinci kitabı Lütfi Özkök retrospektifi, Türkçe ve İngilizce olarak iki dilde yayınlandı./Archive/2021/2/17/003300668-ic2.jpgKitabın editörü Merih Akoğul, fotoğrafçılığının yanı sıra şairliğiyle de öne çıkan Lütfi Özkök’ü şöyle anlatıyor:“Fotoğraf ve şiir, teknik özellikleri ve seslendikleri alanlarıyla iki farklı sanat disiplini olmalarına rağmen,“rafine” vurgularıyla temelde birbirlerine çok benzerler. Söyleyeceklerini az ve öz söylerler. Bu iki sanatı ustalıkla bir araya getiren çok az sayıda sanatçı vardır. Sözcükleri, şiirlerinde fotoğraftan çok daha önce bir çerçeve içine alan, daha sonra da şiirlerini kurarken yaşadığı coşkuyu yüzler üzerinden fotoğraflara çeviren Lütfi Özkök, bu iki yapıyı başarıyla hayatının içine almış bir kişidir.”/Archive/2021/2/17/003333948-ic3.jpgLütfi Özkök 1923 yılında Feriköy’de doğdu. İlkokulu Feriköy 12. Okulu’nda, ortaokulu Jeanne D’Arc Koleji’nde tamamladı. 1943 yılında Viyana’ya giden Özkök, Viyana Üniversitesi’nde Germanistik öğrenimi gördüğü sırada savaş nedeniyle 1944’te Türkiye’ye döndü ve Fransız Filolojisi’ne yazıldı.Beş yıl sonra Fransa’da, Sorbonne’da Fransız Uygarlığı okuduğu sırada sınıf arkadaşı İsveçli Anne-Marie Juhlin ile evlendi ve 1950 yılında beraber İsveç’e yerleştiler./Archive/2021/2/17/003354073-ic4.jpgMaddi gelir elde ettiği ilk portresini, 1957 yılında Söderberg’in bir gazete için söyleşiye giderken fotoğrafçı olarak kendisini çağırmasıyla, Kübalı sanatçı Wifredo Lam’ı çekerek gerçekleştirdi ve böylelikle profesyonel fotoğrafçılığa adımını attı. Özkök, 1958, 1959 ve 1962 yıllarında Nazım Hikmet ile buluştu ve fotoğraflarını çekti.Elisabeth Márton’un yönetmenliğini yaptığı, Lütfi Özkök’ün hayatı, fotoğraf sanatı ve şiirleri üzerine Vindarnas Väg (Rüzgârların Yolu) adlı film, 1995 yılında Montreal Sanat Filmleri Festivali’nde ödül aldı. Özkök, İsveç Hükümeti tarafından Illis Quorum Liyakat Madalyası ile onurlandırıldı. Lütfi Özkök 2009’da Avrupa Günü’nde İsveç’te “Yılın Avrupalısı” seçildi.2010 yılında Nobel Müzesi’nde Nobel Ödülü kazanmış 35 yazarın portresinden oluşan sergisi açılan Lütfi Özkök, 2017’de, Stockholm’de hayatını kaybetti.Dünyanın en önemli yazarlarının fotoğrafını çekmesi için adeta sıraya girdiği Lütfi Özkök’ün, uzun bir aradan sonra İstanbul Modern’de 2019 yılında açılan “Lütfi Özkök: Portreler” sergisinde, Özkök’ün 1950’lerden 1990’ların sonuna uzanan bir döneme ait fotoğraflarından 24 Nobel ödüllü yazarın da aralarında bulunduğu 89 portresiyle birlikte, metin, belge ve objeleri de yer aldı.ECZACIBAŞI FOTOĞRAF SANATÇILARI DİZİSİEczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi, Eczacıbaşı Topluluğu’nun 50 yılı aşkın bir geçmişe sahip olan fotoğraf yayıncılığı geleneğinin bir parçası.Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı tarafından yayımlanan ve fotoğraf yıllıkları ile başlayan gelenek, 2010 yılından itibaren ülkemizden bir fotoğraf sanatçısının retrospektif kitabını, sanatsal bütünlük içerisinde bu seri kapsamında izleyicilere ulaştırıyor.Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi kapsamında bugüne kadar, Şakir Eczacıbaşı, Ara Güler, Ozan Sağdıç, Sami Güner, Sabit Kalfagil, İzzet Keribar, Ersin Alok, Yıldız Moran, Ergun Çağatay, İbrahim Zaman ve Lütfi Özkök retrospektifleri yayımlandı.Lütfi Özkök Retrospektifi - Fotoğraf Sanatçıları Dizisi 11 / Kolektif / Eczacıbaşı Vakfı Yayınları / 272 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Amerikan edebiyatının kayıp ustasından!

Amerikan edebiyatının kayıp ustasından! Amerika’daki ırk ilişkileri üzerine yapıtlarıyla Afro-Amerikalı yazar William Melvin Kelley’in Güz Dönümü; 50’li yılların son çeyreğinde hayali bir Güney eyaletinde geçen, Tucker Caliban adlı siyahi bir çiftçinin tüm tarlasına tuz döküp ağaçlarını keserek, hayvanlarını öldürüp evini ateşe vererek ve hiçbir açıklama yapmaksızın ailesiyle birlikte eyaleti terk ederek fitilini ateşlediği, tüm siyahların bu eyaleti terk etmesine yol açan benzersiz bir göçün hikâyesi. /Archive/2021/2/17/002427766-3-.jpgAmerika’daki ırk ilişkileri üzerine yazdığı deneysel düzyazı ve taşlamalarıyla bilinen Afro-Amerikalı yazar William Melvin Kelley’in henüz 24 yaşındayken kaleme aldığı; pek de uğrak sayılmayacak bir eskici dükkânının tozlu raflarında yeniden keşfedilmeyi bekleyen Güz Dönümü’nün geçtiğimiz yıllarda bir gazeteciyle buluşması, Amerikan edebiyatı için dönüm noktalarından biriydi.Oysa Kelley, Harvard Üniversitesi’nde başarılı bir öğrenciyken yazar olma kararı alarak akademiyi terk eden, gençlik yıllarında kuşağının en yetenekli Afro-Amerikalı sanatçıları arasında anılan, William Faulkner’dan James Baldwin’e bir dizi büyük edebiyatçıyla karşılaştırılan bir isimdi.SİYAH VE BEYAZ ARASINDA...Sivil Haklar Hareketi’nin ırk ayrımcılığına karşı verdiği mücadeleyi çok çetin bir atmosferde yürüttüğü günlerde bu yakıcı konularda kalem oynatmasına ve dönemi dolayısıyla son derece ses getirmesine rağmen Kelley’in gereken ilgiyi görmemesinin ve metinlerinin zaman aşımına uğramasının birçok farklı nedeni vardı.Her şeyden önce Kelley “beyazların siyahlara dair ne düşündüğü hakkında yazan bir siyah”tı. İki taraf da birbirleri hakkındaki utanç verici düşüncelerinin derin ve karanlık sularında boğulmaktan çekiniyordu.Siyah okurlar, anlatılan kendi hikâyeleri olmasına rağmen Kelley tarafından tasvir edilen sinik beyazların zaten gündelik hayatta sürekli maruz kaldıkları utanç verici tutumlarından kesitler okumak istemezken, beyazlar Amerikan eyaletlerinin görünmez yasalarla belirlediği çerçevede riayet etmeye mecbur hissettikleri, kendilerine tanınan yabancılaştırıcı üstünlük politikalarıyla yüzleşmekten kaçınıyordu./Archive/2021/2/17/002409704-1-.jpgBENZERSİZ BİR GÖÇ!Güz Dönümü işte tam da bu atmosferde yazılan, ‘50’li yılların son çeyreğinde hayali bir Güney eyaletinde geçen, Tucker Caliban adlı siyahi bir çiftçinin tüm tarlasına tuz döküp ağaçlarını keserek, hayvanlarını öldürüp evini ateşe vererek ve hiçbir açıklama yapmaksızın ailesiyle birlikte eyaleti terk ederek fitilini ateşlediği, tüm siyahların bu eyaleti terk etmesine yol açan benzersiz bir göçün hikâyesidir.Bu göçün gerekçesi eyaletteki siyahiler için ne kadar açıksa, eyaletin beyaz sakinleri için o denli karmaşık ve anlamlandırılamazdır. Çünkü ne bu sessiz isyan ne de ardından gelen göç dalgası, şiddete başvurularak ateşlenir. Fakat beyazlar - ve doğalında okurlar - geçmişin ve bugünün adaletsizliklerini, ayrımcılığı, örtük ve açıktan sistematik şiddeti kendi vicdan terazilerinde tartmak üzere kendileriyle baş başa kalır.Güz Dönümü’nü özgün kılan tam da budur. Irkçılık meselesini yaşamı boyunca bir beyaz sorunu olarak gören Kelley, Güz Dönümü’nde siyahilerin yaşamını farklı sınıflara mensup beyazların gözünden, onların gözlemlerine dayanarak aktarır. Siyahilerin sesleri yalnızca diyaloglarda görünür, metin boyunca hiçbiri dile gelmez. Dolayısıyla okur, tüm diğer siyahlarla birlikte Tucker Caliban’ın da zihnindeki düşünce ve tasarıları doğrudan öğrenemez. Oysa kurgunun kilit noktasını tam da bu oluşturur./Archive/2021/2/17/002501860-4-.jpgKUŞAKTAN KUŞAĞA İNTİKAM DUYGUSUKelley Amerika’daki ırk ilişkilerini her boyutuyla aktarabilmek için alternatif tarih anlatılarına da başvurur. Karakterlerinin yolculuğunu, kurduğu kuşaklar arası bağlarla beslerken, “intikam” duygusunun kuşaktan kuşağa sessizce aktarıldığını ve asla sönmeyeceğini vurgular. Akıbetin ve iradenin siyahlar tarafından tekrar ele geçirilişi, kendi kaderlerini tayin hakkını kazanışları yalnızca bu hayali eyaletin beyaz sakinlerini değil, her kuşaktan okuru sarsacak ürkütücü yoğunlukta bir gerçekliğe bürünür.M. Barış Gümüşbaş’ın dilimize kazandırdığı, Ahmet Birsen editörlüğünü üstlendiği Güz Dönümü, yapıtları son yıllarda pek çok dile çevrilmiş, “Amerikan edebiyatının kayıp devi” olarak nitelendirilen Kelley’e hak ettiği değeri nihayet kazandıracak nitelikte bir ilk roman.Güz Dönümü / William Melvin Kelley / Çeviren: M. Barış Gümüşbaş / Sel Yayıncılık / 210 s. Mısra Gökyıldız

Rouletabille, SiyahlıKadın’la yüzleşirse...

Rouletabille, Siyahlı Kadın’la yüzleşirse... Gaston Leroux’nun kapalı-oda türünün öncülerinden ve çağdaş polisiyenin başyapıtlarından biri olan Sarı Odanın Esrarı’nda tanıştığımız kahramanlar, Siyahlı Kadının Parfümü’nde yeni bir gizem perdesinin, - bu sefer daha karanlık bir perdenin - ardında tekrar bir araya geliyor. /Archive/2021/2/17/002139502-1-.jpg“En iyilerden biri…” Agatha ChristieKapalı-oda türünün öncülerinden ve çağdaş polisiyenin başyapıtlarından biri olan Sarı Odanın Esrarı’nda tanıştığımız kahramanlar, yeni bir gizem perdesinin, - bu sefer daha karanlık bir perdenin - ardında tekrar bir araya geliyor.Mathilde Stangerson ve sevgilisi Robert Darzac henüz evlenmiş ve kısa zamanda sırlarla dolup taşacak Herkül Şatosu’na yerleşmiştir. Burada, sürpriz bir şüphelinin parmağı olan esrarengiz bir vakayı aydınlatmaya çalışan muhabir dedektif Rouletabille, bir yandan kendi geçmişiyle ve anılarında önemli bir yer kaplayan Siyahlı Kadın’la da yüzleşecektir. Operadaki Hayalet’in de yazarı olan Gaston Leroux, bu romanda polisiyeyi gotik bir atmosferle ustaca kurguluyor. Siyahlı Kadının Parfümü, Sarı Odanın Esrarı’ndaki kahramanları barındırdığı gibi, bağımsız bir macera olarak okunma özelliğini de taşıyor.Siyahlı Kadının Parfümü / Gaston Leroux / Çev.: Birsel Uzma / Çınar Yay. / 368 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Eriş:‘Tanık oluyormuşgibi yazmayaçalışıyorum’

Eriş: ‘Tanık oluyormuş gibi yazmaya çalışıyorum’ Mahir Ünsal Eriş altı yıl aradan sonra “Sarıyaz” ve “Kara Yarısı” adlı iki yeni öykü kitabıyla okurlarla buluştu. Eriş, aynı olayın etrafında dönen ve birbirine bağlanan sekiz öyküden oluşan “Sarıyaz”da, küçük bir kıyı şehrindeki sıradan sanılan insanların dünyalarını iki doğa olayı Kuzey Afrika kaynaklı sarı kum fırtınası ve depremle bileştirerek anlatıyor. Aşklarına, hüsranlarına, isyanlarına, hezeyanlarına, kalp yaralarına ve sokağı dillendirerek hayata tutunma çabalarına aracı oluyor. “Kara Yarısı”nda ise kimi öykülerde küçük dünyalarına, aşamadıkları içsel sınırlara veya muhitlerinin kalıplarına hapsolanların yanı sıra adli cinnet olaylarına, insanoğlunun kara yarısına, içindeki şerre kapılanları merceğe alıyor. Mahir Ünsal Eriş ile “Sarıyaz” ve “Kara Yarısı”nı konuştuk. /Archive/2021/2/17/001826176-kapakic1.jpg- “Sarıyaz”daki öykülerde kişilerinizin hal ve gidişatlarında metaforlaşan Afrika’dan gelen sarı kum fırtınası ve ardından vuran deprem ortak bir nokta. Sarıyaz’ı ilk olarak bu açıdan değerlendirir misiniz?- İnsanları en kolay biraraya getiren şeylerden birinin toplumca yaşanan ortak travmalar ve olaylar olduğunu düşünüyorum. “Sarıyaz”ı da yazarken belli bir çatının altında birbirine değen ve değerken bir yanıyla da bağımsız seyreden hikâyeler birarada olsun istedim. Afrika’dan gelen sarı kumun yarattığı ürkütücü manzaranın ve depremin kişilerde yarattığı telaş, şok, ihtiyari/gayrıihtiyari sorgulamalar öykülerde bu bağlamda buluştu. Deprem konusuna özellikle kafa yoran ve yazmayı seven biriyim. “Dünya Bu Kadar” adlı romanımda da deprem vardı. Bir hikâyeci olarak toplumsal travmaların etrafında yazmayı tercih ediyorum.- Farklı dünyaların insanlarını buluşturuyorsunuz. Ruhsal ve/veya sınıfsal ‘diptekiler’ ile ‘yüzdekiler’ ve/veya ‘güya yüzdekiler’ hayatın hırgüründe birbirine temas ediyor.- Yaşanan toplumsal bir olayın her katmana ve insana nasıl etki ettiği benim için başlı başına bir hikâye konusu. Herkes aynı depremi yaşıyor ama bambaşka bir yoğunlukta, bambaşka bir deneyim olarak yaşıyor. Hepsi hayali kişilerden oluşan bu hikâyelerde kişileri dediğiniz gibi temas ettirirken de amacım; bu yaşamların iç içe yol alabilmesi, sıradan veya sıradışı olasılıklarla gelişmesi./Archive/2021/2/17/001842098-ic2.jpgKÜÇÜK KIYAMETLER!- Güllük gülistanlık öykülerin yazarı değilsiniz.- Hayır, tam tersine insanların küçük kıyametlerini yazmayı, şen zamanlarından çok kederli, derde batmış zamanlarını anlatmayı daha ilginç buluyorum. Ümitsiz bir dil kurmamaya dikkat etmekle birlikte asıl hikâyeyi orada görüyorum.- Öykülerinizde birşeylerin ve bireylerin yavaş yavaş değişmesi dikkat çekiyor. Bu noktada süreçleri nasıl işletiyor ve genellikle nasıl yazıyorsunuz?- Öykü kişilerimi tanıyormuş gibi değil de yaşamlarına, yaşamlarının belli bir zaman dilimine okurla birlikte tanık oluyormuş gibi yazmaya çalışıyorum. Didaktik bir perspektifim yok. Öykülerimi mahallenin dedikoducusu teyzesi gibi başkalarına anlatmayı seviyorum. Bazen yargılıyorum bazen yargılamaktan uzak duruyorum, bazen taraf oluyorum.Temel motivasyonum bunları başkalarıyla paylaşmak istemem. Yoksa ‘Sana şu anda hayatının en önemli sırlarından birini vereceğim sevgili okur’ gibi bir duygum yok. Yazarken yazıyor olmaktan, yazmaktan aldığım hazzın dışında başka hiçbir şey düşünmüyorum. Bir hikâyeyi kafamın içinde haftalarca, aylarca gezdiriyorum. Ağzımdan burnumdan taşacak hale geldiğinde de nöbet geçirir gibi yazıyorum.- Öykülerin net bir finali hem var hem yok. Devam ediyor hissi veriyor.- Bizim kültürümüz kati sonlara yakın bir kültür. Kahramanların mutlu sona ulaştıktan sonra neler yaşadıklarını genelde bilmeyiz. Oysa insanı gerçek yapan, mutlu sondan sonra bununla nasıl baş edebildiği, yola nasıl devam edebildiği./Archive/2021/2/17/001853660-ic3.jpg‘ANNEMİN SESİNİ DUYARAK YAZIYORUM!- Bir torunun dilinden Çanakkale öyküsü “dedemin turnası”; çevresel, doğa ve folklorik betimlerle örülü. Söylencesel bir biçemle yazılı. Sizden izler taşıyor mu?- Özellikle Bandırma-Çanakkale öyküleri anlatan adam etiketinden kesinlikle kaçınıyorum ama nasıl ki arkeologlar bir küpü, bir testiyi bulduğu zaman toprağından onun nereye ait olduğunu çıkarıyorlarsa bu insan için de söz konusu. Bu tür öykülerimi yazarken de hep annemin sesini duyarak, hep annemin Türkçesiyle yazıyorum. Ben oranın toprağından bir küpüm, dolayısıyla bu yazdıklarıma yansıyor.- Kimi öykülerinizdeki polisiye yapısını anlatır mısınız? Aksiyonu, merak duygusunu memleketim adli olayları perdesinden seri bir dille işliyorsunuz; cinayet, tecavüz, trafik kazası, politize menfur olaylar... “burada bir sokak”, “makasçı yaşar” öykülerinizde işlediğiniz gibi çocuğa şiddet, taciz hele ki...- Polisiyeye bir yatkınlık hissediyorum evet, ama o da özellikle kurduğum bir çerçeve değil. Refleks halinde yazıyorum. Ortada bir felaket yaşanıyor ve bu da benim çığlık atma, olay yerine dikkat çekme biçimim.‘GENÇLER ÜMİTSİZ!’- Özellikle bir politik düzlem kaygısıyla hareket etmiyorsunuz.- Hayır. Elbette politik süzgecimden geçiyorlar ki sosyalist olduğumu her zaman dile getiriyorum ama özellikle politik yazayım diye uğraşmıyorum.- Konuları genelde öyle çok da nazik olmayan öykü kişileri evreninde dobra dille aktardığınızı söylesem ne der yazarı? Nazik olmayandan kastettiğim; yetişkinler hayatın gerçeklerinden nasipli, gençler gelecek kaygılarıyla haşat!- Kesinlikle. Daha diri, gerçek tipler kurgulayabilmek için insana baktığımızda ülkemizde gördüğümüz bu. Gençler dediniz; ülkemizin gençlerinin çoğu artık gelecek için kaygılanamayacak kadar ümitsiz. O derece yani. Kötüsü saçma bir tevekküle gidiyor iş. Kitabımdaki ergenler nasılsa üniversite sınavlarının sonuçları gelince elimiz mahkûm bizi bir dükkana verecekler duygusundalar.- Gençlik başlarında duman olamıyor!- Maalesef. Kara duman oluyor hatta. En gerçek kişilerim onlardır diyebilirim./Archive/2021/2/17/001906222-ic4.jpgREHA MAĞDEN VE MELİH CEVDET...- “Kara Yarısı”nda, aşk, ahlâk, sadakat konularını çok boyutlu işliyorsunuz. O söylencesel tatla yazılı olanlarda bu edebi bir yol almaya da dönüşüyor. Meselâ “istop” / “damat’ın hikâyesi” / “o akşam söyleyecektim”...- Her şey insan için diye bakıyorum; ihanet de, sadakat de, aşk da, kendi cinsinden birine aşık olmak da, kendi cinsinden ve karşı cinsten birine kapılıp istismara uğramak, dolandırılmak, evlenmek, boşanmak, terketmek de... Gerçek yaşamdan uzaklaşmamaya çalışıyorum. Başka türlüsünü zaten bilemiyorum, beceremiyorum. Benim için yazmak da, edebiyat da bu!- Melih Cevdet Anday… Reha Mağden... Onlara atfen iki öykü var...- Reha Muğden’in Murad Davman adlı bir dedektif karakteri vardı. Öykümdeki Murat Dağman karakterinin adı da ona göndermedir. Reha Mağden çok az eser verebilmiş, çok iyi bir öykücü ve gazeteciydi. Harika bir adamdı. Keşke daha çok yazabilmiş olsaydı. Birkaç isim var böyle hissettiğim; bir Yusuf Atılgan, bir Sevgi Soysal gibi. Melih Cevdet’i ise sadece bir edebiyatçı olarak değil bir Türk aydını olarak, Türk Aydınlanmasının çok önemli isimlerinden biri olarak, gazeteciliği, hocalığı, edebiyatçılığıyla, çevirmenliğiyle, radyo programı yapımcılığıyla çok başka bir yere koyuyorum. İçinde bulunduğu her türden işi hakkıyla yapmak bir tarafa aldığından daha yüksek seviyede bırakmış bir aydın. O nedenle bir öykümde onurla misafir etmek istedim.Sarıyaz / Mahir Ünsal Eriş / Can Yayınları / 136 s.Kara Yarısı / Mahir Ünsal Eriş / Can Yayınları / 144 s. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

'UfukÇizgisi’

'Ufuk Çizgisi’ “Her nesne sanatın malzemesi olabilir” fikriyle yola çıkan İbrahimoğlu, kaynak niteliği taşıyan ilk kitabı Ufuk Çizgisi 1. Seriyi oluşturdu. Ufuk Çizgisi, öğretmenlerin kılavuz kitabı olmasının yanı sıra velilerin çocuklarıyla yapabileceği, resim atölyelerinde uygulanabilecek, aynı zamanda hobi olarak değerlendirilebilecek teknik özellikler taşıyan, yaratıcılığı güçlendiren çalışmalar içeriyor. /Archive/2021/2/17/001426163-ic.jpgMarmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Resim Bölümü Prof. Mehmet Özet atölyesinden mezun olan Ufuk İbrahimoğlu, 1919’da Almanya’da oluşan Bauhaus ekolünden hareketle, endüstri ile sanat bileşimiyle “malzeme sanatı” fikrini geliştirdi.“Her nesne sanatın malzemesi olabilir” fikriyle yola çıkan İbrahimoğlu, kaynak niteliği taşıyan ilk kitabı Ufuk Çizgisi 1. Seriyi oluşturdu. Ufuk Çizgisi, öğretmenlerin kılavuz kitabı olmasının yanı sıra velilerin çocuklarıyla yapabileceği, resim atölyelerinde uygulanabilecek, aynı zamanda hobi olarak değerlendirilebilecek teknik özellikler taşıyan, yaratıcılığı güçlendiren çalışmalar içeriyor.İbrahimoğlu’nun 1-8. sınıfları kapsayan ve uygun tüm nesnelerin resim sanatının malzemesi olabileceği hedefiyle hazırladığı Ufuk Çizgisi 1. Seriyi; 1-12. Sınıfları kapsayan Ufuk Çizgisi 2. Seri’si izledi. Yazar, Ufuk Çizgisi 3. Seri - Öğretmenler ve Öğrenciler İçin Yaratıcı Görsel Sanatlar Etkinlikleri (Köknar Kitap) isimli, serinin 208 sayfalık yeni kitabını ise pandemi nedeniyle eğitimde çevrim içi ders sıkıntısına yardımcı kaynak yaratmak için, “Uzaktan Eğitime Uyumlu” bir yapıda tasarladı.Ufuk Çizgisi 3. Seri - Uzaktan Eğitime Uyumlu 1-12. Sınıflar Arası Öğretmenler ve Öğrenciler İçin Yaratıcı Görsel Sanatlar Etkinlikleri / Ufuk İbrahimoğlu / 208 s. / Köknar Kitap / 2020. Neşe Güngör

Uzmanından uyarı: 'Kayma ve düşme kaynaklıağrılarıciddiye alın'

Uzmanından uyarı: 'Kayma ve düşme kaynaklı ağrıları ciddiye alın' Doç. Dr. Didem Sezgin Özcan, "Kar yağışı ve buzlanmanın arttığı bugünlerde kayma ve düşme kaynaklı ağrıları ciddiye alın" dedi. /Archive/2021/2/16/165738042-karda-dusmek.jpgDoç. Dr. Özcan, kar yağışı sonucu yaşanacak buzlanma ile birlikte başta yaşlılar ve çocuklar olmak üzere herkesin düşme riskinin arttığını belirterek, kayma ve düşmelerin ayak bileklerinde gelişebilecek burkulmadan kırık, çıkıklara ve kafa travmasına varabilen hasarlara neden olabileceğini vurguladı.Özcan, "Kar yağışı ve buzlanmanın arttığı bugünlerde kayma ve düşme kaynaklı ağrıları ciddiye alın. Düşme anında kol ve bacakların düz tutulması kırık riskini artırır. Çocuklarda kırık belirtileri yetişkinlere göre daha geç fark edilir. Travmaya maruz kalan kemik ya da eklemde ağrı, hassasiyet, hareket zorluğu, şişlik varsa vakit kaybetmeden hekime başvurulmalı" ifadelerini kullandı.Özellikle ileri yaştaki kişilerin karlı ve buzlu havalarda mümkünse dışarı çıkmaması gerektiği uyarısında bulunan Özcan, şunları kaydetti:"Özellikle yaşlıların, kas kuvvetlerinin azalması ve koruyucu reflekslerin zayıflaması gibi nedenlerle dengeleri kolaylıkla bozulur ve düşme riskleri artar. Kemik kırılganlıkları da arttığı için düşme sonucu ciddi kırıklar onlarda daha sık görülür. Kayma ve düşme kazalarında en çok korkulan ve ciddi sonuçlara yol açan durum kafa travmasıdır. Düşme anında çene içeri sokulup kollar bükülerek başın korumaya alınması kafa travması riskini azaltır. Düşme sırasında başına ciddi travma alan ve beyin sarsıntısı geçiren kişilerin mutlaka doktor kontrolünden geçmesi gerekir.Karda kayma ve düşme kazalarında en sık bağ, tendon ve yumuşak dokular zedelenir. Travma sonrası gelişen burkulma ve incinmeler en sık el bileği, ayak bileği ve omuz eklemlerinde görülmekle birlikte omurgada kas zorlanması, fıtık ve kayma gibi yaralanmalar da ortaya çıkabiliyor."'KARDA SIRTÜSTÜ DÜŞME OMURLARI KIRABİLİR'Doç. Dr. Didem Sezgin Özcan, karda sırtüstü düşmelerde, düşmeden kaynaklanan kuvvetin omurları kırabileceğini, bu durumun omuriliğe baskı uygulayabileceğini, dayanılmaz ağrılara ve kas güçsüzlüğüne yol açabileceğini vurguladı. Özcan, "Yine düşme sonucunda çoğunlukla el bileği, ayak bileği, kalça veya kuyruk sokumu başta olmak üzere kırık-çıkıklar da görülebiliyor. Düşme anında kol ve bacakların düz tutulması kırık riskini artırıyor" ifadelerini kullandı.Kişinin düştüğü zaman öncelikle vücuduna o an hasar kontrolü yapması gerektiğini belirten Özcan, şu değerlendirmelerde bulundu:"Ciddi bir travma ve kırık şüphesi varsa yerimizden kıpırdamadan yardım çağırmalıyız. Düşme sonrası gelişen yumuşak doku zedelenmelerinde istirahat, soğuk uygulama ve bandajlama yapmak gerekir. Şikayetlerin gerilememesi veya şiddetlenmesi durumunda doktor kontrolü önerilir. Travmaya maruz kalan kemikte ya da eklemde ciddi ağrı, hassasiyet, hareket zorluğu, şişlik, şekil bozukluğu ve renk değişikliği gibi belirtiler kırık habercisi olabilir. Çocuklarda ise kemikler daha esnek olduğundan kırık belirtileri yetişkinler gibi belirgin olmaz. Kırık şüphesi durumunda acil olarak doktora başvurulmalıdır."'ELLER CEPTE YÜRÜNMEMELİ'Özcan, yürüyüş sırasında cep telefonuyla konuşmanın kişinin çevreye olan dikkatini dağıtacağını aktararak, "Sizi sıcak tutan ve çok sıkı olmayan giysiler dengenizi korumanıza yardımcı olur. Ayakkabı tabanı tutucu, tırtıklı ya da kauçuk tipte kavrayıcı özellikte olmalı" ifadelerini kullandı.Özellikle siyah buzlanma olarak görülebilecek ince buz tabakalarına basmaktan kaçınılması gerektiğini vurgulayan Özcan, "Merdivenlerden aşağı inerken korkulukları sıkıca tutun. Gövde hafif öne eğik, dizler hafif bükülü, kısa adımlarla ve yavaş yürüyün. Ani ve acele hareketlerden kaçının. Eller cepte yürünmemelidir. Bu durum, düşme anında dengenin sağlanmasını ve kendinizi korumanızı engeller." değerlendirmesinde bulundu. AA

Hayaller ve pişmanlıklar…

Hayaller ve pişmanlıklar… Robert Seethaler, Toprak’ta, hayallerin ve pişmanlıkların belleğine dair çok sesli bir anlatı kuruyor ve okuru tamamlanmış hayatların telaşsız ve dingin yönünü görmeye, hayata ölüm perdesinin arkasından bakmaya çağırıyor. /Archive/2021/2/17/001009540-kapakic1.jpg Hayatınızdan tek bir ânı seçip anlatacak olsanız, hangisi olurdu? O âna dair neyi ya da kimi anlatırdınız? Nasıl kelimelere dökerdiniz? Kime seslenmek isterdiniz?Tütüncü Çırağı ve Bütün Bir Ömür’den sonra Robert Seethaler’ın Türkçe’ye kazandırılan üçüncü romanı Toprak’ta yazar bu kez, hayata ölüm perdesinin arkasından bakmaya çağırıyor.Bernard Silbermann, Sophie Breyer, Lennie Martin, Sonja Mayers, Gerd Ingerland, Hanna Heim… Tüm bu isimlerin tek bir ortak noktası var: Toprağın altından seslenmek istedikleri kişiye sesleniyor ve seçtikleri, hatırlamaya değer buldukları o biricik ânı anlatıyorlar.Zaman kavramının olmadığı bir yerden, toprak kokusu eşliğinde sesleniyor karakterler: Deneyimlerinden ve pişmanlıklarından yola çıkarak bir baba, evladına hayatla ilgili tavsiyelerde bulunuyor; bir kadın, sevgilisinin toprak kokan ellerini anlatıyor; babasıyla dinmeyen bir yarışta olan bir belediye başkanı hırsla sesleniyor; karısının gülüşünü hiç unutmayan bir adam toprağın altından ona cevap vermeye çalışıyor.Bazılarının kulağından yağmur sesi hiç kesilmiyor, bazısı babasının savaştan döndüğü günü hatırlamaya değer buluyor, bazısıysa hayatına giren herkesin ismini hatırlarken âşık olduğu kişinin ismini bir türlü anımsayamıyor. Yazar, bir yandan farklı farklı kişilerin anılarına dair hikâyeler anlatırken, öte yandan onların yaşadıkları Paulstadt adlı hayali kasabayı da resmediyor./Archive/2021/2/17/001035227-ic3.jpgTOPRAĞIN KOKUSUYazar, ölüm üzerinden yaşama dair bakış sunarken aşka, aileye, Tanrı’ya, yaşlılığa dair fikirlerini aktarırken, didaktik bir ton benimsemiyor. Yazarın dillendirmeyi seçtiği hikâyeler büyük değişimleri veya durumları barındırmıyor; aksine hayatla ilgili küçük, ancak özel bir âna veya bir kişiye dair ayrıntıları ve onun yarattığı duyguları içeriyor.Seethaler, her bölümde toprağın kokusunu vurgulayarak karakterlerin ölmüş olduğunu hatırlatıyor; ancak bunu keskin bir şekilde dile getirmek yerine basit vurgularla ve hep naif bir üslupla yapıyor. Karakterlerin geçmişine dair bir bilgisi olmayan ve onu tanımak için sadece birkaç sayfaya sahip olan okur ne tamamen karakterin yolculuğuna eşlik edebiliyor ne de onunla bütünleşebiliyor. Dinleyici koltuğuna oturuyor ve onların hatırlamayı seçtikleri anlara ortak oluyor. Bazıları hayatının aşkını, bazıları hayatının pişmanlığını anlatmayı tercih ediyor. Geçmişi bir seçimle sınırlandırarak onu bir hikâyeyle aktarmak, okuru hayatın özünü kavramak için düşünmesini sağlıyor./Archive/2021/2/17/001025087-ic2.jpgHAYATIN ÖZÜ!Karakter değişimine bağlı olarak kimi zaman muzipleşip kimi zaman karanlıklaşarak farklılaşan ve her cümlede dinginliği hissedilen ton yazarın kaleminin gücünü göstermekte.‘’İnsan ölümü ilk kez düşündüğünde ölmeye başlar.’’ diyor Seethaler. İnsan ölüme dair hiçbir şey bilmiyor; sadece ondan korkuyor, kaçıyor hatta hayatı boyunca bir şeyler yaparak kendini ölümsüz kılmak için uğraş veriyor. Ölüm, yaşarken düşünülen bir kavram, hayata anlam katmak veya korkup kenarda durmak için insanı tercih yapmaya tetikleyen bir kavram.Ve Toprak, ölüm perdesinin arkasından yaşamı küçük ayrıntılarla renklendiren, değerli kılan bir roman olarak okuru ana dair düşünmeye, ortak hislerde buluşmaya, hayatın özünü kavramaya çağırıyor.Toprak / Robert Seethaler / Çeviren: Regaip Minareci / Timaş Yayınları / 208 s. / 2020. Gizem Olcay

Fin balinasının söylediğişarkılar okyanus tabanınıharitalamada kullanılabilir

Fin balinasının söylediği şarkılar okyanus tabanını haritalamada kullanılabilir Bilim insanları yaptıkları bir araştırma sonucunda Fin balinaları olarak bilinen balina türünün, uzun, yüksek ve düşük frekanslı melodik seslerinin okyanus tabanlarının sismik teknolojiyle haritalarının çıkartılmasında kullanılabileceği açıklandı. Balinaların söyledikleri şarkılar, okyanus tabanında yüzlerce mil yol kat edebiliyor. Bilim insanları, Fin balinası şarkılarının aslında Dünya'nın deniz tabanının yapısını ve bileşimini araştırmak için kullanılabilecek sismik veriler ürettiğini ortaya koydu.Oregon Eyalet Üniversitesi'nde jeofizikçi ve yüksek lisans araştırma görevlisi Václav Kuna "Ben bir sismologum ve Oregon sahilinin batısındaki Blanco Kırık Bölgesi'ndeki depremleri inceliyordum. Tesadüfen, verilerimizde Fin balinası ses kayıtları buldum ve sismolojik bakış açıma göre, bunların hava tabancasına benzer şekilde kullanılıp kullanılamayacağını merak ediyordum" dedi.HAVA TABANCASI SESİ CANLILARA ZARAR VERİYORHava tabancaları, bilim adamları tarafından okyanus tabanının haritalanması için tercih edilen sismik kaynak olarak biliniyor. Yapılan çalışmada hava tabancasından kaynaklanan büyük patlama seslerinin, deniz türleri özellikle de birbirleriyle iletişim kurmak ve yiyecek avlamak için ses kullanan balinalar ve yunuslar için yıkıcı olduğu ifade edildi.Kuna yaptığı açıklamada "Sismik istasyonlar her türlü mekanik ses dalgalarını kaydediyor - depremler, okyanus dalgası gürültüsü, gemilerin motorları ... ve ayrıca balina şarkıları" dedi. Fin balinalarının şarkılarının henüz havalı tabancanın yerini alamayacağını ancak ileride yeterli teknolojiyle bunun mümkün olabileceği belirtildi. DHA

Elon Musk oyun oynarken neden garip hissettiğini açıkladı

Elon Musk oyun oynarken neden garip hissettiğini açıkladı Başarılı iş insanı Elon Musk, Cyberpunk 2077'nin gerçekçi grafiklerine övgülerde bulunarak oyunun ve Neuralink'in artırılmış gerçeklik konusunda aynı yoldan ilerlediğini açıkladı. Dünyanın en zengin insanlarından Elon Musk, geçtiğimiz günlerde katıldığı Joe Rogan’ın podcast programında Cyberpunk 2077 oyunu ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Artırılmış gerçekliğin son derece başarılı olduğunu belirten Musk, sunulan gerçeklik karşısında şaşkına döndüğünü, kendisini biraz garip hissettiğini dile getirdi.Musk, oyun her ne kadar kurgu olsa da üzerinde çalıştıkları Neuralink teknolojisinin Cyberpunk 2077 ile benzer bir yapıya sahip olacağını, beyne implant edilecek çip sayesinde insanlara gerçek üstü bir deneyim yaşatmak istediğini belirtti. "HERKES NEURALINK'İN GELİŞTİRME AŞAMALARINA TANIKLIK EDECEK"SpaceX ve Tesla CEO’su Musk, oyun dünyasına damgasına vuran Cyberpunk 2077 için şu ifadeleri kullandı: "Cyberpunk oynuyordum ve kendimi sanki evde hareket ediyormuşum gibi garip hissetmeye başladım. Artırılmış gerçeklik böyle gerçekçi şeylere mi yol açıyor? Açsın o zaman. Bu teknoloji, Neuralink ile birlikte gerçekten de ihtiyacı olan insanların işine yarayacak."Cyberpunk 2077 hakkında daha önce yorumlarda bulunan Musk, Tesla otomobilleri içerisinde oyunun nasıl oynandığını gösteren bir tweet atmıştı. Son olarak katıldığı podcast programında ise oyunun, geleceği temsil edebilecek türde bir yapım olduğunu belirtti. Hatırlayacak olursanız geçtiğimiz günlerde Musk Neuralink hakkında yeni açıklamalarda bulunmuş, bu yıl içerisinde insan üzerinde deneylere başlanacağını açıklamıştı. Bir sabah beynimizde çiplerle uyanmayacağımızı belirten Musk, Neuralink’in kademeli olarak geliştirileceğini ve herkesin bu sürece tanıklık edeceğini dile getirdi. Kaynak: webtekno.com cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter