Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Monday, 07.14.2025, 08:43 AM (GMT)

News - Haberler

Muğla Büyükşehir Belediye BaşkanıOsman Gürün, iktidarın körfeze yönelik imar hamlesini değerlendirdi

Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, iktidarın körfeze yönelik imar hamlesini değerlendirdi Gürün, Akyaka’nın özel proje alanları adı altında betonlaştırılacağını belirterek “İktidarın İstanbul için söylediği ‘Biz bu şehre ihanet ettik’ pişmanlığını kendilerine tekrar yaşatmayacağız” dedi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Gökova Körfezi’nde sit değişikliği yaparak turizm cennetini imara açmak ve betonlaştırmak istemesine Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün sert çıktı.Körfezin yapılaşmaya açılmasına karış dava açtıklarını ve direneceklerini söyleyen Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, “Bu plan bu haliyle Akyaka’yı bırakın korumayı, denize sıfır bir şekilde özel proje alanları ile betonlaştıracak gibi gözüküyor. İktidarın İstanbul için söylediği ‘Biz bu şehre ihanet ettik’ pişmanlığını kendilerine tekrar yaşatmayacağız” dedi.Osman Gürün, iktidarın Akyaka’ya yönelik imar hamlesine ilişkin Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı:- Gökova ile ilgili imar değişikliği ile ne yapılmak isteniyor?Ülkemizin sahip olduğu bu eşsiz güzelliklere Ankara’da alınan bazı kararlarla dokunulmak isteniyor. Gökova Körfezimizde yapılmak istenen sit değişikliklerine karşı davamızı açtık, mücadelemiz sürüyor. Bakanlık bizlerden bazı konularda görüş istiyor ama görüşlerimizin tam karşıtı kararlar alınarak uygulanmaya çalışılıyor. Muğlamızı koruyan değil, ranta açan kararların karşısındayız. Yapılan planlama ile özel proje alanları, yat limanı, 154 hektar alanın yeniden planlanması gibi ucu açık ama kesin hükümleri kapsamayan bir planlama yapılmış. Yat limanı denilerek hangi büyüklükte bir limanın düşünüldüğü, bu yatların bağlandığı alanın güzeller güzeli Azmak’a vereceği zararın hesaba katılmadığını görmekteyiz. Ayrıca harita üzerinde özel proje alanı 1-2 diye belirtilen sanki sipariş bir bölgeye neyin yapılacağı plan içerisine gizlenmiş. Belirsiz, güvensiz, kıyı kanuna aykırı düzenlemelerin olduğu, yerel yönetimlerin elini kolunu bağlayan, alt ve üstyapılarını bizim yaptığımız, yapacağımız alanlar için neyin düşünüldüğünü bilmediğimiz bir koruma planı.- Türkiye’nin en büyük Yerel Tohum Merkezi’ni kurmuştunuz...2020 yılında sadece ilimizde değil 81 ile yerel tohum desteklemesi ücretsiz olarak yapıldı. 2021 yılı şubat ayı itibarıyla da yerel tohum dağıtımı için talepler toplandı ve dağıtıma başladık. Tarımsal laboratuvarlar kuruyoruz. Tarımsal amaçlı toprak, yaprak ve su analizleri yapılıyor hem üreticimiz toprağını tanıyor hem de proje kapsamında ilimizin toprak haritası oluşturuluyor. Zeytinyağı analizleri ve duyusal tadımları yapılıyor. Ata tohumlarımız test ediliyor ve gelecek nesillere bırakabilmek için laboratuvarda donduruluyor. Mehmet İnmez

15Şubat DünyaÇocuk Kanseri Farkındalık Günü’neözel Ali Ekrem Eker anısına kısa filmçekildi

15 Şubat Dünya Çocuk Kanseri Farkındalık Günü’ne özel Ali Ekrem Eker anısına kısa film çekildi Dünya’da her üç dakikada bir çocuğa kanser tanısı konuyor. Ülkemizde yılda 3 bin 500 çocuk kanser tanısı alıyor. Erken tanı diğer kanserlerde olduğu gibi çok önemli ve erken tanıyla hastalıktan kurtulma oranı yüzde 70’i buluyor. Tüm bunları anlatan bir farkındalık projesi kapsamında kısa film çekildi. Proje liderliğini Dr. Nur Topcu, sanat danışmanlığını Zibzi Art’ın yaptığı ve “Bitmeden Fark Et” sloganıyla yürütülen farkındalık projesine söz, müzik ve senaryosu İstanbul Devlet Operası sanatçısı Özlem Abacı’ya ait bir de şarkı hazırlandı. Topcu, “Uluslararası Lions Kulüpleri Birliği’nin belirlediği global hizmetler arasında çocuk kanseri ile mücadele önemli bir yer oluşturuyor. Lions üyesi olarak bir buçuk yıl önce Çocuk Kanseri ile Mücadele koordinatörü olarak görevlendirildim bu yılda hedef lideri olarak görevime devam ediyorum. Projeyi farkındalık ve hizmet ayağı olarak planladık. Projenin bir şarkısı olmalıydı. Daha önce Kanser Olma Aşı Ol projesinde birlikte çalıştığım İstanbul Devlet Operası sanatçısı Özlem Abacı söz ve besteyi oluşturdu” diye anlatıyor. Şarkıda vurgulanmak istenen bir çocuğun ağzından değişimlerin fark edilmesi ve yaşamı bitmeden yaşama sarılması. Bu şarkıdan esinlenerek projenin adı “Bitmeden Fark Et” olarak belirlenmiş. Topcu, yani hayaller bitmeden, sevgi bitmeden en önemlisi yaşam bitmeden vurgusuyla “Geçen yıl farkındalık ve hizmet olarak proje dahilinde etkinlikler düzenlediklerini de belirten Topcu, “Bu yılda çocuk kanseri farkındalığını, erken tanının önemini hatırlatmak, bu konuda toplumsal bilinci arttırmak amacıyla devam ettik ve şarkıdan esinlenerek bir kısa film çektik. Filmi sık sık nedensiz ateşlenen eklem ağrıları olan ve ciddiyeti fark edilmeyen ve daha sonra karın ağrılarına da neden bulunamayan ve sonunda nöroblastom (yani çocuklarda görülen böbrek üstü bezinden kaynak alan kanser) tanısı alarak altı ay içinde beş yaşında kaybedilen Ali Ekrem Eker anısına çekildi. Öyleki şarkının sözleri sanki Ali Ekrem için yazılmıştı. Böylelikle Ali Ekrem’in hikayesi Bitmeden Fark Et’ diyerek birçok çocuğun hayatını kurtarabilecek” diyor. Projenin sanat sponsorluğunu Zibzi Art yaptı. Senaryoyu söz ve müziği yazan İstanbul Devlet Operası sanatçısı Özlem Abacı yazdı. Film Projemed Yapım tarafından çekildi. TOÇEV ve Çocuk Eğitim Derneği projeye destek verdi. Filmde anne, baba, üç ve dokuz yaşındaki çocuklarından oluşan bir aile gönüllü olarak oynadı. Filmde anlatılmak istenen ise şarkının ışığında tıpkı Ali Ekrem gibi basit şikâyetlerin kanser habercisi olabileceği ve ailelerin çocuklarındaki normal olmayan değişiklikleri fark edebilmesi gerekliliği! Topcu, “Kanser çocuklarda dördüncü ölüm nedeni. Her üç dakikada bir çocuğa kanser tanısın konması ise gerçekten tüyler ürpertici. Erken tanı ise çok önemli ve erken tanı sayesinde kurtulma oranı çok yüksek. Bu nedenle aileler çocuklarını düzenli kontrole götürmeliler. Bunun yanında çocuklarda sık görülen bacak ağrıları, ateş, karın ağrısı, lenf bezlerinde şişme, öksürük, çabuk yorulma gibi tekrarlayan şikâyetlerini fark etmeleri gerekiyor” diyor. Öznur Oğraş Çolak

Sanatta bu hafta

Sanatta bu hafta Sanatta bu hafta ‘İKİMİZ’ OSCAR’IN YABANCILARI SEÇKİSİNDE...İstanbul Modern Sinema, dokuzuncu kez düzenlediği Oscar’ın Yabancıları seçkisini 16 Şubat - 8 Mart tarihlerinde sinemaseverlerle buluşturuyor. Bu hafta, yarın ve 18 Şubat’ta saat 12.00’de “İkimiz” adlı film gösterilecek. Filmin yönetmenliğini Filippo Meneghetti üstleniyor. Filmde, Barbara Sukowa, Martine Chevallier, Léa Drucker rol alıyor. Emekli iki kadın olan Nina ve Madeline 20 yıl boyunca sürdürdükleri tutkulu aşklarını herkesten saklamışlardır. Madeleine’in çocukları Nina’yı karşı komşu olarak bilir. Aslında özgür ruhlu Alman bir tur rehberidir. Evlerini satıp Roma’ya taşınmanın hayali kuran bu çiftin karşı apartmanlar arası gidip gelen ilişkileri beklenmedik bir olayla sarsılır ve aşkları teste tabii tutulur. Fransa’nın adayı bir ilk film ve samimi yaklaşımıyla, Sukowa ile Chevallier’nin güçlü oyunculuklarıyla aşkın gücüne inanıyor, inandırıyor.TARİHİ PARFÜM ŞİŞELERİ SERGİLENİYORMilattan önce 5 ve 6’ncı yüzyıllardan ve sanatçıların resimleriyle süslediği parfüm şişeleri, İzmir Arkeoloji Müzesi‘nde ilk kez sanatseverlerin karşısına çıkacak. “Göremediklerinizi Göreceksiniz” projesi kapsamında, depolarda korunan değerli eserleri birer ay süreyle ziyaretçilerle buluşturan İzmir Arkeoloji Müzesi‘nin bu ayki konuğu, “Attika Kırmızı Figürlü Bodur Lekythoslar” olarak tanımlanan kaplar oldu. Tarih boyunca uzak diyarlardan getirilen parfüm ve parfüm şişelerine olan ilgiyi gözler önüne seren eserler, bu ay sonuna kadar müzede ziyaretçiler tarafından görülebilecek. Öznur Oğraş Çolak

Vitrindeki albümler

Vitrindeki albümler Vitrindeki albümler TÜLAY GERMAN “62 – 87 BURÇAK TARLASI” (KALAN MÜZİK)Adındaki iki tarih arasındaki kayıtları içeren “62 - 87 Burçak Tarlası” albümü 2001 yılında Kalan Müzik tarafından kaset ve CD formatında piyasaya sürüldüğünde, Tülay German aktif müzik hayatına çoktan veda ermişti. Uzun yıllardır Fransa’da yaşıyordu, bu tarihten iki yıl önce de Adam Sanat Dergisi’nde deneme yazılarına başlamıştı. Türküyü ve caz şarkılarını eşit derecede iyi söyleyebilen, iki dünyanın müziğini hakkaniyet tahtında bir araya getirebilen; ikisinin de hakkını vererek yorumlayan nadir seslerdendi. German “Burçak Tarlası” parçası ile 1964 yılında müzik tarihimizde bir sayfayı kapayıp, yenisini açmıştı. Kalan Müzik bundan önce ve sonra birer adet olmak üzere (“Yunus’tan N^zım’a” ve “Sound of Love”) toplam üç Tülay German çalışması yayınlamıştı. Bunlar arasında, farklı dillerde 21 parçadan oluşan “62-87 Burçak Tarlası”, şimdi ilk kez plak formatında basıldı; ancak tek plak olarak. Plakta “Summertime” dışında tamamı Türkçe 13 parça var. Bunlardan üçü Odeon tarafından basılmış ama piyasaya çıkmamış tek yüzlü deneme plağından alınmış. Milenyum başında bir önceki kuşaklara Tülay German’ı tanıtan “62-87 Burçak Tarlası” albümü şimdi aynı görevi plak baskısıyla yeni kuşaklar için yerine getirecek.SEMİRAMİS “SEMİRAMİS” (KERVAN PLAK / ESEN ELEKTRONİK) Unkapanı’nda çalıştığım yıllarda yapımcılar ve firma sahiplerinin sohbetleri arasında sıklıkla duyduğum bir yorum vardı: “Semiramis Pekkan şayet müziğe devam etseydi, ablasını gölgede bırakırdı.” Bırakır mıydı, bırakmaz mıydı bilinmez, ama gerçek olan bir şey vardı ki, Semiramis müziği zamanından önce bırakmıştı. Topu topu altı yıl sürmüştü Semiramis’in müzik kariyeri. Bu zaman zarfının içine hepsi ticari olarak başarıya ulaşmış üç albüm epey de 45’lik plak koymuştu. O nedenle vedası herkes için hayal kırıklığı olmuştu. Semiramis aynı zamanda güzel yüzü ve sempatik görüntüsü ile iyi de bir sinema oyuncusuydu Acımasız zaman ve değişen kuşaklar Semiramis’i de unutulanlar listesine dahil etmişken, Issız Adam filminde kullanılan “Bana Yalan Söylediler” şarkısı ile hem yeniden gündeme gelmesine hem de yeni kuşaklara tarafından tanınmasına vesile olmuştu. Şimdi Semiramis’i hatırlamak ve dinlemek için yeni bir neden var. 1975 yılında çıkan 10 şarkılık üçüncü Semiramis albümü plak formatında yeniden basıldı. Dönemin mühim söz yazarları ve düzenlemecileri tarafından yapılmış aranjmanlardan oluşan “Semiramis” albümü yeni baskısıyla ateşli koleksiyoncuları apartman fiyatına dönem baskısı plak almaktan kurtarıyor. Murat Beşer

Anne veçocuğun beyin aktiviteleri babalarıyla olandan farklı

Anne ve çocuğun beyin aktiviteleri babalarıyla olandan farklı Pandemi nedeniyle tüm dünyada insanların büyük bir çoğunluğu birtakım kurallara uymak ve evlerine kapanmak zorundalar. Bu da, birçok ana babanın çocuklarıyla daha çok zaman geçirdikleri anlamına geliyor. Peki, bu süre daha derinlikli ve anlamlı bir ilişkiye nasıl dönüştürülebilir? Synced brains: how to bond with your kids-according to neuroscience The ConversationAna-babalarla çocukların beyin etkinliklerinin eşzamanlı olarak ölçüldüğü yeni bir araştırma bu konuda birtakım ipuçları sunuyor. Başkalarıyla etkili bir biçimde etkileşime girmek için, duygusal bir bağ kurmanın yanı sıra, tarafların birbirlerinin hedef ve niyetleri konusunda net ve hızlı bir çıkarsamada bulunmaları da gerekir. Araştırmalar, davranışlarla bedensel tepkiler arasında bir eşgüdüm sağlanmasının önemine işaret ediyor. Aslında biz insanların başkalarına uyum sağlamaya doğuştan yatkınlığımız var. Örneğin, anında birbirimize benzemeye çalışıyoruz, başkaları gülerken ve esnerken onlara öykünüyor, bakış ya da dokunuş gibi eşgüdümlü karmaşık örüntülerle ilgileniyoruz. Dahası, sözgelimi, kalp atışı ile (kortizol ve oksitosin gibi) hormon salımlarının düzenlenmesiyle fizyolojimizi de toplumsal açıdan eşzamanlı kılabiliriz. Başkalarıyla bir bağ kurduğumuzda, tüm bedenimiz “toplumsal bir dansın” içinde gibidir sanki.ROMANTİK İLİŞKİLERBaşkalarıyla ilişkide olmak -ya da bu toplumsal dansın içinde olmak- onların duygu ve düşüncelerini daha kolay içselleştirmemize olanak tanır. “Biyo-davranışsal eşzamanlılık” adı verilen bu süreç insanların birbirleriyle daha güçlü bağlar kurmalarına yardımcı olur. Çocukluk döneminde başkalarıyla eşzamanlı olmak toplumsal, duygusal ve bilişsel gelişim açısından da can alıcı bir önem taşır. Bilim insanları, iki kişinin bu türde bir etkileşime girdikleri sırada beyinlerinde olup bitenleri incelediler. IfNIRS adlı “hipertarama” yöntemiyle, üzerine optik algılayıcılar yerleştirilmiş bir başlığı takan kişilerin birtakım görevleri yaptıkları sıradaki beyin etkinliği ölçüldü. Bu işlem her bir katılımcıya uygulandıktan sonra, beyin etkinlikleri karşılaştırıldı. Eşzamanlılık, beynin aynı bölgesinde aynı zamanda sıralı artış ve azalışlar olduğunda ortaya çıkıyor. Erişkinlerle yapılan araştırmalar beyin etkinliğinin de etkileşimler sırasında eşgüdümlü olma eğilimi gösterdiğine işaret ediyor. Ayrıca beyinden beyne eşzamanlılığın, dostlar ya da yabancılara kıyasla, romantik ilişkilerde en üst düzeyine ulaştığı da görülüyor.SOHBET BİLE YETİYORYeni bir araştırma anababaların çocuklarıyla etkileşime girdiklerinde, özellikle de onlarla oyunlar oynayıp sorunlar çözdüklerinde de beyinden beyne eşzamanlılığın arttığını ortaya koyuyor. Beyinden beyine eşzamanlılık ne denli güçlüyse anababalarla çocuklarının çözdükleri sorunlar da o denli çok oluyor. Araştırmada, annelerle çocuklar birbirleriyle konuştuklarında da beyinden beyne eşzamanlılığın arttığı görülüyor. Ana-babaların çocuklarıyla birtakım etkinliklere katılmaları, onlarla oyunlar oynayıp bulmacalar çözmeleri, ya da yalnızca sohbet etmelerinin iki taraf arasındaki bağın güçlenmesine ve çocuklarda yaşamsal önem taşıyan toplumsal, duygusal ve bilişsel becerilerin gelişmesine olanak tanıdığı zaten biliniyor. Çocuklar, tanımadıkları bir yetişkin yerine, ana-babalarıyla etkileşime girdiklerinde beyinden beyne eşzamanlılığın daha güçlü olduğu görülüyor. Ana babalarla çocukları arasındaki beyinden beyine eşzamanlılığın etkileşim ve ilişkinin niteliğiyle ne denli bağlantılı olduğu konusu daha yakından araştırıldığında ise annelerle babalar arasında birtakım farklılıklar olduğu anlaşıldı.ANNE İLE DAHA GÜÇLÜAraştırmacılar sorun çözme ve sohbet sırasında annelerle çocuklar arasında beyinden beyne eşzamanlılığın daha güçlü olduğunu gördüler. Aynı şey çocukların annelerinin öncülük etmediği ve bu nedenle kendilerine daha çok özerkliğin tanınıp göreve daha canla başla katıldıkları durumlar için de söz konusuydu. Öte yandan, bulmaca çözerken anneler gerildiklerini belirttiklerinde eşzamanlılığın azaldığı görüldü. Bu gibi durumlarda kısa bir ara vermek ve kişisel bakımla ilgilenmek hem anne hem de çocuklara iyi gelebilir. Gelgelelim, baba-çocuk ikilisinde beyinden beyne eşzamanlılık ile “çocuğa özerklik verme, ya da gerginlik arasında” herhangi bir bağlantıya tanık olunmadı. Buna karşılık, çocuğun bakımıyla ilgilenmenin onun gelişimi açısından önemli olduğunu ve kendilerini ödüllendirdiğini belirten babalardan oluşan baba-çocuk ilişkilerinde eşzamanlılığın daha yüksek olduğu görüldü. Görünüşe bakılırsa, anneler ve babalarla çocukları arasında beyinden beyne eşzamanlılık farklı yollarla sağlanabiliyor. Bu durum, anne-çocuk etkileşimlerinin daha uyumlu ve yoğun, oysa baba-çocuk etkileşimlerinin bir bakıma daha düzensiz ve hareketli olmasıyla açıklanabilir. Bu tür farklı deneyimler çocukların kendileriyle farklı biçimlerde ilgilenen kişilerle başarılı ve eşzamanlı bir biçimde etkileşime girmelerine ve çeşitli toplumsal, duygusal ve bilişsel becerilerini yaşama geçirmelerine olanak tanıyor. Ne var ki babaların babalık konusundaki tutumları gibi, toplumsal rollerin de önemli bir etkisi olabileceğini asla unutmamak gerekiyor. Yakın zamanda yapılan araştırmalar babaların çocuklarının bakımını üstlenen “bağlanma figürleri” olarak tanınmaları gerektiğini vurguluyor. Bu nedenle, babaların çocuk gelişimindeki rolünü desteklemeyi sürdürmek ve onların çocuklarıyla daha çok zaman geçirip bunun tadını çıkarmalarına olanak tanımak gerekiyor. Rita Urgan

Cumhuriyet Gazetesi dayanışmasıbüyüyor. 15Şubat 2021 tarihli okur dayanışmasıilanları

Cumhuriyet Gazetesi dayanışması büyüyor. 15 Şubat 2021 tarihli okur dayanışması ilanları Basın İlan Kurumu'nun gazetemize yönelik ilan cezalarına karşı okurlarımızın 'dayanışması' büyüyerek sürüyor. Cumhuriyet'e 'dayanışma ilanları'yla büyük güç veren gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın sayfalarımızda yayımlanan ilanlarına dijital dünyadaki sesimiz www.cumhuriyet.com.tr'de de yer vereceğiz. BASKI SÜRÜYOR, DAYANIŞMA BÜYÜYOR, OKURLARI CUMHURİYET'İ YALNIZ BIRAKMIYOR! BASIN İLAN KURUMU'NUN CUMHURİYET'E YÖNELİK İLAN KESME CEZALARINA KARŞI OKURLARIMIZ DAYANIŞMA İLANLARI VERİYOR, BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ CUMHURİYET'E DESTEK OLUYOR. DAYANIŞMA İLANLARI HAKKINDA BİLGİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İLETİŞİM BİLGİLERİNİ KULLANABİLİRSİNİZ./Archive/2021/2/15/035431598-ana.png/Archive/2021/2/15/035441879-1.png cumhuriyet.com.tr

Yeni Zelanda'daüçvaka görüldü: Koronavirüs kısıtlamalarıgeri getirildi

Yeni Zelanda'da üç vaka görüldü: Koronavirüs kısıtlamaları geri getirildi Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, ülkenin en büyük kenti Auckland'da üç yeni koronavirüs vakasının görülmesinin ardından sokağa çıkma kısıtlamalarını geri getirdi. Yeni Zelanda'da üç gün sürecek kısıtlamalar boyunca herkesin evde kalması gerektiğini açıklayan Başbakan Jacinda Ardern, vakaların tespit edilmesinin ardından bu zor kararı almak zorunda kaldıklarını söyledi.BBC Türkçe'nin haberine göre, bir ada ülkesi olmanın avantajlarını da kullanan Yeni Zelanda'da aylar boyunca ülke içinde bulaşım gerçekleşmemiş, ülkenin koronavirüs ile mücadelesi takdir toplamıştı. Beş milyon nüfuslu ülkede yalnızca 2 bin 300 vaka ve 25 ölüm tespit edildi.Auckland kentine özgü üç günlük önlemler kapsamında insanlar yalnızca temel alışverişler veya işe gitmek için evden çıkabilecek, dükkanlar ve okullar kapanacak.Ardern bu önlemler sayesinde üç gün boyunca bu üç vakanın bulaşma ihtimaline odaklanacaklarını ve daha fazla test yapacaklarını söyledi.Tespit edilen üç vaka, ülkenin diğer kentlerinde de koronavirüs tehdit seviyesinin artırılmasına yol açtı.Diğer kentlerde mağazalar ve okullar açık olsa da hükümet insanlara mümkünse alternatif çalışma yöntemlerine geçme tavsiyesi verdi.Auckland'daki üç vaka, bir kız ve ebeveynlerinde görüldü.Haber sitesi stuff.co.nz'ye göre Yeni Zelanda Sağlık Direktörü Dr. Ashley Bloomfield "Bunun yeni varyantlardan biri olduğu varsayımına göre hareket ediyoruz" dedi. cumhuriyet.com.tr

D vitamini koronavirüsölümlerini yüzde 60’a kadar azaltabilir

D vitamini koronavirüs ölümlerini yüzde 60’a kadar azaltabilir İspanya’da yapılan bir araştırma D vitaminin koronavirüs (Kovid-19) ölümlerini yüzde 60’a azaltabileceğini ortaya koydu. Barselona’daki bir hastanede yapılan araştırma, koronavirüs ölümlerinin D vitamini sayesinde yüzde 60’a kadar azaltabileceğini gösterdi.İngiltere’de Muhafazakâr Parti milletvekili David Davis, D vitamini tedavisinin savunmasız gruplara sunulabileceğini ve araştırmanın bulgularının kuvvetli olduğunu belirtti. Davis, tedavinin her hastaya uygulanması konusunda ‘acele edilmesi’ gerektiğini de belirtti. cumhuriyet.com.tr

Bertaraf olamayacakların romanı;“Sütçü”

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Bertaraf olamayacakların romanı; “Sütçü” İthaki Yayınları’nın modern klasikleri okurlarla buluşturduğu serisi İthaki Modern kapsamında yayımlanan Anna Burns’ün kaleme aldığı bol ödüllü “Sütçü”; kutuplaşmış bir toplumdaki gündelik terörün, her şeye sirayet eden siyasetin, asla bertaraf olamayacakların romanı. /Archive/2021/2/15/010813133-ic2.jpg“Sütçü” 2018 yılında Man Booker Ödülü’ne değer görüldüğünde Anna Burns’ün yazım hayatı, bel ağrıları nedeniyle durma noktasındaydı, küçük bir okur kitlesi vardı ve güçbela geçiniyordu.Önceki iki romanında da Kuzey İrlanda sorununu işleyen, hayatı bu çatışmaların etkisinde geçen Burns, “Sütçü” ile 2019’da Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü ve Orwell Politik Kurgu Ödülü’nü de kazandı.Burns, “Sütçü”de de kurgusunun fonunu Kuzey İrlanda üzerinden yapıyor. Ana karakterimiz, 18 yaşında ‘ortanca kız kardeş’… En sevdiği şey ise; yürüyerek kitap okumak…Ve derken bir gün bir dedikodu: “‘Diğer taraftan’ ve ‘retçi’lerden bir sütçüyle sevgiliymiş güya. Yalan bunlar, ortanca kız kardeşin başka bir sevgilisi var. Sınırların sert çizgilerle çekildiği bu yerde dikkat çekmek tehlikeli. Özellikle de bekâr genç kadınlar için. Her yerde seni dinliyor, gözlüyor olabilirler ve sınırı aşmak için tek kelime yeterli.”“Sütçü”, kutuplaşmış bir toplumdaki gündelik terörün, her şeye sirayet eden siyasetin, asla bertaraf olamayacakların romanı./Archive/2021/2/15/010822071-kapakic1.jpg“Anna Burns’ün Sütçü’de kullandığı dil inanılmaz. İlk sayfasından itibaren, kelimeleriyle, bizi kendi dünyasının gündelik dehşetine çekiyor.”Man Booker Ödülü Jürisi“Sütçü, terörizmle, cinsel tacizle, uzlaşmanın imkânsızmış gibi geldiği kör edici ayrımlarla, günümüzün kaygılarıyla yüklü… Bu coğrafyanın yoğun baskısı, komedi ile dehşeti birbirine öyle kaynaştırmış ki ortaya yepyeni bir alaşım çıkmış sanki.”The Washington Post“Sütçü olağanüstü bir kitap – zekice bir hassasiyetle belirli bir zamanı ve belirli bir çatışmayı öykülüyor ama politik tarafgirliğin, içgüdüsel, insani bağlılıklarımızı nasıl ezip bozduğunu anlatırken evrenselleşiyor. İğneleyici ama komik, öfkeli ama şefkatli üslubu mucizevi.”Orwell Ödülü Jürisi“Yetişkin dünya ile kaba absürtlüklerine karşı ergen bir öfke ve kara mizahla dolup taşıyor… Totaliter kontrolün –politik, cinsiyetçi, mezhepçi, toplumsal– çeşitli biçimlerine dair bir roman için, Sütçü’nün cazibeli bir iğneleyiciliği var.”The New Yorker“Bu kitapta sahici olmayan bir şey yok… Özgün, komik, ilgi çekici bir şekilde dolambaçlı ve eşsiz.”The GuardianSütçü / Anna Burns / Çeviren: Duygu Akın / İthaki Yayınları / 360 s. Cumhuriyet Kitap Eki

'SığınmacıDevrimi'

'Sığınmacı Devrimi' Marc Engelhardt’ın derlediği Sığınmacı Devrimi, dünyanın çeşitli köşelerinde çalışan yirmi altı Alman muhabirinin temasa geçebildikleri; mülteci kamplarında bekletilen, yerleştikleri veya sığındıkları ülkeye uyum sağlamaya çalışan, kaçışları sırasında yakınlarını kaybetmiş veya sakatlanmış sığınmacıların iç burkan öykülerini bir araya getiriyor. /Archive/2021/2/15/010516776-ic2.jpg“Sığınmacı devriminin sonuçları ne olacak? Bir devrimin toplumu nereye sürükleyeceğini bilebilir miyiz ki? Fransız Devrimi dolambaçlı yollardan, [...] milyonlarca insanı siyasi özgürlüğüne kavuşturmuştu. Sanayi Devrimi, milyonlarca insanı yoksulluğun kalıcılığından kurtarmış ama aynı zamanda yeni yoksulluklar yaratmıştı. Dijital devrim, sanal ortamda bir dünya toplumunun temelini attı ama diğer yandan da bire bir insanlar arası ilişkiyi zayıflattı. Sığınmacı devrimi de bu devrimler gibi kuşkusuz benzer temel değişimler getirecektir. Tam olarak neleri değiştireceğini yarınlar gösterecek. Değişimler durdurulamaz ama yapılandırılabilir.”Kitaptan…Bir süredir 21. yüzyılın ilk büyük göç hareketine tanık oluyoruz ama göç olgusu aslında yıllardır dünyanın her yerinde olanca hızıyla sürüyor.Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne göre günümüzde bütün dünyada yaklaşık 65 milyon sığınmacı var. Bu da bugünkü dünya nüfusuna oranlandığında her 100 kişiden biri sığınmacı demek.İnsanlar yalnızca baskı, terör, zulüm ve iç savaştan değil elverişsiz ekonomik koşullardan, ekolojik felaketlerden de kaçıyorlar artık./Archive/2021/2/15/010455245-ic1.jpgDünyanın çeşitli köşelerinde çalışan yirmi altı Alman muhabirinin temasa geçebildikleri sığınmacılarla yaptıkları röportajlardan oluşan Sığınmacı Devrimi; Kenya'dan Avustralya'ya, İsrail'den Etiyopya'ya kadar geniş bir coğrafyada mülteci kamplarında bekletilen, yerleştikleri veya sığındıkları ülkeye uyum sağlamaya çalışan, kaçışları sırasında yakınlarını kaybetmiş veya sakatlanmış insanların iç burkan öykülerini bir araya getiriyor.Bu öyküleri kuşatan genel politik ve sosyolojik bağlama da değinilen kitabı benzerlerinden farklı ve özgün kılan yön ise Avrupa merkezli "mülteci krizi" söylemini yıkarak yerine değişimi merkeze alan, yenilikçi, duyarlı ve hümanist bir bakış açısı getirmeye çalışması.Sığınmacı Devrimi - Son Göç Dalgası Dünyayı Nasıl Tümüyle Değiştirdi? / Derleyen: Marc Engelhardt / Çeviren: İlknur Aka / Yapı Kredi Yayınları / 336 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Steinbeck ve mektuplarda bir yaşam!

Steinbeck ve mektuplarda bir yaşam! Devrimci değişimlerin yaşandığı bir dönemde gelişen yazarlık kariyerinde John Steinbeck’in aldığı tüm virajlar, sanılanın aksine ne sadece politik ne de kişisel yaşamına dair kırılmalara dayanıyordu. Bu nedenle eşi Elaine Steinbeck ve yayıncısı Robert Wallsten tarafından, binlerce mektup arasından elenerek oluşturulan Mektuplarda Bir Yaşam, Steinbeck’in okurlarını en savunmasız ve çıplak hâliyle kucakladığı bir çalışma. /Archive/2021/2/15/005658046-ic3.jpgJohn Steinbeck’in kitapları, politik duruşu, sinema ve tiyatro alanında dönemine damga vurmuş eserleriyle her zaman edebiyat gündeminde. Ancak bütün bunlara tezat oluşturacak şekilde gözlerden uzak ve tümüyle üretim odaklı yaşam tarzı, yazdıklarıyla otobiyografik süreçleri arasındaki bağlantıları güçlendiren ve hâlâ merak edilen bir olgu.Hayatı boyunca bu ilintiyi açığa vurmaktan imtina eden, çağdaşı birçok büyük yazarın aksine doğrudan kendi hakkında yazmayı ve yaşamını bir anlatı çerçevesine hapsetmeyi reddeden Steinbeck’in mektupları ise o perdeyi aralıyor.Kişisel hikâyesi yerine yaşamına damga vuran mekânları ve karakterleri metinlerine konu ederek yetiştiği şartlara, döneme ve çevreye dair bütüncül bir panorama sunmayı tercih eden; insanlarla çok gerçekçi biçimde özdeşleştiğini ve bunun yaşamını zenginleştirdiğini, yazma motivasyonunun da bundan ileri geldiğini keşfeden ve yazın hayatı için bir dönüm noktası kılan bir Steinbeck...Devrimci değişimlerin yaşandığı bir dönemde gelişen yazarlık kariyerinde aldığı tüm virajlar, sanılanın aksine ne sadece politik ne de kişisel yaşamına dair kırılmalara dayanıyordu.Bu nedenle eşi Elaine Steinbeck ve yayıncısı Robert Wallsten tarafından, binlerce mektup arasından elenerek oluşturulan Mektuplarda Bir Yaşam, Steinbeck’in okurlarını en savunmasız ve çıplak hâliyle kucakladığı bir çalışma./Archive/2021/2/15/005734155-ic4.jpgBİR YAZMA EGZERSİZİEline geçen her kâğıt parçasını minicik harflerle bezeyen, yazma disiplinine ölesiye kafa yormuş bir yazarın her gün kaleme aldığı satırlar dolusu mektup, kendisi için bir pratiğe, edebiyat dünyası içinse “John Steinbeck” adında bir lütufa dönüşür. Yazmak onun için mesleki bir uğraş değil, kendini gerçekleştirmenin yegâne yoludur. Kullandığı rahat üslup ve yazım kurallarına ısrarla riayet etmeyişi ise yazma işini bir tür sağaltım olarak gördüğünün kanıtıydı.Birikimini, belirlenmiş sınırlar içerisinde değil, taşkınca satırlara dökme eğilimindeydi:“Genellikle, basılsın diye bir şey yazmaya kalkarsan (…) tıpkı fotoğraf çektirirkenki gibi kasılırsın. Bunun üstesinden gelmenin en iyi yolu, yazdıklarını, tıpkı mektup yazar gibi birine yazmaktır. Ben öyle yapıyorum. Bu, yüzü belirsiz bir kalabalığa bir şey anlatma korkusunu yok ettiği gibi insanı âdeta kendinden kurtararak özgürleştirir” (1956).Telefonda ya da topluluklar önünde kendini ifade ederken hissettiği yetersizlik hissini belki de sayısı günde onu bulan mektuplarla kapatan Steinbeck için yazmak, “ben”ini yitirdiği, yalınlığa evrilmesini sağlayan bir edimdi.Üniversiteden arkadaşı Webster Street için kaleme aldığı mektubunda şöyle der:“Özellikle senin düzenli yazıya, yazım kurallarını iyi bilmeye, her küçük haylaz virgülü yerli yerinde kullanmaya ilişkin görüşlerine yanıt vermek istiyorum. Sen bunun bir ‘biçim’ ve bir sanat olduğunu söylüyor, ‘basılmış sözcük’ten söz ediyorsun. Ben ‘basılmış sözcüklere’ ilgi duymuyorum. Yazı ya da baskı diye bir şey olmasa da yazmayı sürdürürdüm. Benim sözcükleri yazışım unutulmamaları içindir” (1929)./Archive/2021/2/15/005811405-ic6.jpgBaşarılı, ün sahibi, kanaat önderi bir yazar olma tutkusu taşımaz Steinbeck. O bir “yazar”dır, bundan başka bir itki onu harekete geçiremez, “Kaleminin zihninin ürünlerinin hızına yetişemeyeceği korkusu”yla durmadan yazar. Onaylanmama kaygısını, ret mektuplarını, eleştirilme korkusunu hep yeni bir projeyle alt eder.Ömrünün sonuna dek birlikte yol alacağı edebiyat ajanları Mavis McIntosh’tan ve Elizabeth Otis’ten aldığı ilk mektup bu nedenle gözünü korkutur.O döneme dek yazdığı ve ardında bıraktığı kitaplarına, birçoğunu imha ettiği öykülerine ikilinin duyduğu heyecana ve övgülere anlam veremez.Çünkü ona göre “(…) övgüler bir sanatçı yaratmaz. Tam tersine, sanatçıyı öldürür. Bir insanın en iyi yapıtı, adının duyulması için çaba gösterdiği sıralarda yarattığı yapıttır. Kalabalıkların bir imza için bekleştiği zamanlar ortaya koydukları değil” (1931).Üçüncü eşi Elaine Scott’la hayatını birleştirene dek hissettiği ve üretim sürecinin bir parçası kıldığı yalnızlığı ve tamamlanmamışlık hissi, onu çalışmak için kamçılayan unsurlardan biridir:“Eğer kendini ve içinde bulunduğun durumu başkalarının seni tanıdığından daha az tanıyorsan zaten yazamazsın. Yazarlık temelde yalnız kalmaya yazgılı bir iştir ve böyle kabul edilmelidir. Eğer yalnızlığını yok etmeye çalışırsan, ister istemez etkisinin de bir bölümünü yok etmiş olursun” (1933).Yalnız insanları nedenleri, yönelimleri, değerleri, dürtüleri, sevinçleri, doyumları, kendinden geçişleri, açlıkları farklı birer yaratık gibi görür fakat onlar toplumun en geniş kesimini temsil eden kalabalıklardır. Kendisini ait hissettiği, metinlerinin temel taşı olan toplumdur bu.1935’te George Albee’ye yazdığı mektupta kendini tartışmaya tümüyle kapalı biçimde şerh eder: “Benim yazdığım, hep bir arada olan iki şey, (insanın) kendine olan hıncıyla, kendine olan sevgisidir.”Böylece 1940’ların başından itibaren Cennetin Doğusu’nun temasını da oluşturacak konulara yönelir./Archive/2021/2/15/005841826-ic5.jpgKaralama kampanyalarından, Yahudi propagandası yapmakla itham edilip komünistlikle suçlanmaktan bıkmıştır. Dönem, İkinci Dünya Savaşı’nın ilk düzlüğüdür ve kurgusal temalarında politikadan adım adım uzaklaşırken hissettiği insani yükümlülük, Hitler tehlikesine karşı Roosevelt’i uyarmaya varacaktır.Bu durumu şöyle açıklar:“Bütün dünya şu sıralar hasta. Gelgitlerden oluşan göletlerin barındırdığı gerçekleri anlamak, Stalin ya da Hitler’i ve onların yandaşlarını, Demokratları, kapitalist karışıklığı, siyahi büyülerini anlamaktan daha kolay. Ben de bir şeyler öğrenebilmek için o daha kolay anlaşılır şeylere dönmek istiyor ve bana temel oluşturacak öğeler arıyorum. Yeni bir dünyanın eskisinin altından boy verdiğine ve yaralı bir tırnağın altında yeni bir tırnağın uzadığına çoktan beridir kani oldum” (1939)./Archive/2021/2/15/005903045-ic10.jpgELEŞTİRMENLER NEYİ ELEŞTİRİREleştiri mekanizmasının hâlâ işlediği bir dönemde yaşayan her büyük yazar gibi kitapları hakkında sürekli yorum yazılan Steinbeck ise eleştirmenlerin metinlerini, mevzubahis kitaptan ziyade kendilerini ifade etmenin bir aracı olarak kullandığını varsayar.Mavis McIntosh’a yazdığı mektupta Bitmeyen Kavga için sarf ettiği şu sözlerle olası bütün eleştiri oklarını kendine herkesten önce batırıp gardını alır; eleştirilmeye çoğu yazardan daha kapalı olduğunu ve getirilebilecek en sert yorumları öncelikle kendisinin getirmesi gerektiğine dair kuralını da açık eder:“Kitabımı beğenmenizi bekleyemem. Ben de beğenmiyorum. Çok kötü bir kitap. Yalnız okumayı bitirdiğiniz zaman büyük bir düzensizlik içinde korkunç bir düzen bulacağınızı umarım. Öyküler başlayıp bir resim içinde gibi dolanıp duruyor. Yüzler bir görünüp bir yitmekte. Kitap bir türlü sona ulaşamıyor. Bir insanın yaşamı öldüğünde biter, ama sonu gelmez insan hareketinin öyküsünü nerede bitirebilirsiniz?” (1935).Kitapların satış rakamları eleştirmenler hakkındaki savını doğrularken tavrını altı boş bir tür özgüven nedeniyle değil, piyasa koşullarını yaşamının sonuna kadar eleştirebilmesi ve yayıncılarla kurduğu ilişkilerde maddi çıkarlarını hep arka planda tutabilmesiyle sürdürür:“Eleştirmenlerse kitabın daha en baştan doğru olmadığını, doğaya aykırı ve beğeniden yoksun olduğunu söyler. Doğada yalnızca iki şeye rastlayamazsın. Tekerlek ve iyi bir eleştiri. Her yazarın yaşamında eleştirmenlerin onu yere yıkmaya çalıştıkları bir dönem vardır. Ben işte o aşamadayım… Gazap Üzümleri’nden beri bu böyle.”/Archive/2021/2/15/005930467-ic7.jpgÖDÜLLERİN ÇÜRÜTÜCÜLÜĞÜEdebiyat ödülleri ve ödül komiteleriyle kurduğu ilişki de Steinbeck’in yazarlığa yaklaşımı hakkında fikir verebilir. Geleceğinin muğlak, başarının uzak olduğunu hissettiği 1930’ların ilk çeyreğinden, Nobel Ödülü kazandığı 1960’lara kadar, ödüllerle arasına koyduğu mesafeden ödün vermez.North American Review’a satılan ve 1934’te ona ilk ödülü O’Henry’yi kazandıran “Katil” öyküsünden, Gazap Üzümleri’nin kurgusuyla onurlandırıldığı ve para ödülünü iade ettiği Pulitzer ve ödüllerin en prestijlisi Nobel’e dek, dikbaşlılığını haklı ve Steinbeck’vari gerekçelerle korur.Bir yazarın, metinleri nedeniyle onurlandırılmasının dolaylı olarak o kişiyi emekliye ayırdığını ve yüreklice yeni bir şeyler üretmekten alıkoyduğunu düşünür.Bu onurlandırılmanın yapıtın kendisine değil, kişinin olduğu varsayılan saygın portreye bahşedildiğini, bu payelendirmeden sonra yazarın saygınlık çerçevesine hapsedildiğini, bu durumun özgünlüğü ve kendiliğindenliği yok ettiğini sık sık yineler:“Ödüller çürütücü, yıkıcı olabilir. Ödüllerin çürütücülüğüne direnmek yoksulluğa direnmekten daha zor” (1962).Yukarı Mahalle, 1935’te Steinbeck’e Commenwealth Ödülü’nü getirdiğinde kazananın kendisi değil kitap olduğunu, karakterlere ihanet ediyormuş hissine kapıldığını yazar.Fareler ve İnsanlar, 1938’de Critics Circle Ödülü’nü kazandığında da yayıncısına, kazandığı plaketin ancak eritilerek demire dönüştürüldüğünde bir işe yarayacağını ifade eder.Nobel ise Steinbeck’in korkulu rüyasıdır. Pascal Covici’nin oğluna yazdığı mektupta, ödüllü çağdaşlarının Nobel’den sonraki tutumlarını (Faulkner, Hemingway) kıyasıya eleştirirken Akademi jürisi önünde teşekkür konuşması yapacağının henüz farkında değildir:“Nobel Ödülü’nü almaktan ödüm kopar. Bana öyle geliyor ki bu ödülü alanlar, ödülden sonra ortaya iyi ya da yürekli bir iş koyamamıştır. Ödül onları sanki emekliye ayırıyormuş gibidir. Bilmiyorum, o yazarların artık nasıl olsa işinin bittiğinden midir, yoksa ödül düzeyinde yazmak istediklerinden midir? Acaba amaçlarını mı yitirmişlerdir? Bu duyguların üstesinden gelmek çok zor olmalı. Çoğu da bunu başaramamakta. Belki ödül onları saygın bir kişi yapmakta. Oysa yazar saygın olmaya özenmemeli, saygın olmak yazarın umurunda olmamalı” (1956)./Archive/2021/2/15/010009076-kapakic2.jpgAlt edebileceğine yürekten inansa da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığı yıl ve sonrası, sırf bu nedenle ara sıra umutsuzluğa kapıldığı bir kaos dönemidir.Nobel’in kendisinde yarattığı hâleti ruhiyeyi, ödülün açıklanmasının ardından dağ gibi yığılan tebrik telgraflarına ve mektuplarına verdiği yanıtlardan birinde şu şekilde açıklar:“İyi bir ödüldür Nobel. İyi niyetli. İyi kullanılırsa çok değerli. Fakat tehlikeli ve yıkıcı da olabilir. Tanıdığım ve anımsadığım pek çok kişiye ancak bir mezar yazıtı, kimine de sesi boğan, baskı altında tutan ve çarpıtan bir pelerin olmuştur. Eğer ölüme hazır olsaydım, bu ödül benim için çok iyi olacaktı. Oysa daha yapacak işlerim var. Ölüm değil eylem çizgisine yakın olduğuna inanıyorum. Eyleme geçecek kişinin işe sağlıklı, çevik ve alçakgönüllülükle başlaması gerek. Bu bence öylesine değerli bir iştir ki hiçbir akademi üyesinin ya da dinamit imalatçısının gözlerinin üstümde olmasını istemem. Malory gibi bir tutukevinde olmayı buna yeğlerim. Çünkü tutukevinde insan kendinden beklenilenlerden kurtulmuştur. Belki bu olayı büyütüyorum ama başkaları üstündeki etkilerini gördüm. Bu etkinin belirtilerini kendimde de görmekteyim. En kısa bir sürede eski durumuma dönmeyi ve gerekli olan bilinmezliğe karışmayı umuyorum” (1962).1968’e dek bitmek tükenmek bilmez tebrik mesajlarına, edebi ve politik eleştirilere ve sağlık sorunlarına göğüs gererek yaşamını her zamanki gibi sürdürmeye çalışır. Kalemi ödüller ve kendisine atfedilen rollerle sınırlandırılmayan, çalışkan bir yazarın yaşamıdır bu. Mektuplarda Bir Yaşam, ölümünün ellinci yılında işte bu çabaya nadide bir tanıklık.Mektuplarda Bir Yaşam / John Steinbeck / Çeviren: Sevim Gündüz / Sel Yayıncılık / 512 s. Mısra Gökyıldız




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter