Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Thursday, 09.11.2025, 03:54 PM (GMT)

News - Haberler

OnurÖymen'den 'Bir Cumhuriyetçinin Siyaset Anıları'

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Onur Öymen'den 'Bir Cumhuriyetçinin Siyaset Anıları' Dokuz yıl milletvekilliği, yedi yıl CHP Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulunan Onur Öymen’in Zor Rota isimli kitabında, diplomasi anıları ayrıntılı olarak yer alıyordu. Öymen yine engin diplomatik deneyimleriyle kaleme aldığı Baskılara Direnirken’de ise yakın dönem, yani son yirmi yılın siyasal gelişmelerini ele alıyor. Bunlar özellikle birkaç eksende toplanıyor: Ünlü 1 Mart tezkeresi, Avrupa Birliğiyle ilişkiler, Kıbrıs ve Ermeni sorunu… /Archive/2021/3/20/153951469-ic1.jpgFotoğraflar: VEDAT ARIKTEZKERE, ABD VE AB!Hep biliyoruz 1 Mart Tezkeresi bir kırılma noktasıdır. Muhataplarımız Türkiye’nin kişiliğini ortaya koyan bu tavrı hoş karşılamadılar, bir kenara not ettiler. Buna karşı Türkiye anlaşmalara, ABD’ye verilen taahhütlere sıkı sıkıya uymaya devam etti.Onur Öymen’in 1 Mart Tezkeresi sürecinde CHP’li diplomatlarla birlikte konuya olumlu katkıları olduğunu uluslararası meşruiyetin önemini, Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan iniş ve çıkışlarını yeni yayımlanan Baskılara Direnirken - Bir Cumhuriyetçinin Siyaset Anıları kitabından öğreniyoruz.Aynı şekilde AB sürecine ilişkin de Öymen’in engin diplomatik deneyimleri ışığında ve zor bir dönemeçte sağduyulu kararların oluşmasına katkıda bulunduğunu görüyoruz. Örneğin üyelik sürecinde demokratik reformların takibi, Türkiye’ye karşı ön yargıların aşılması, ilişkilerin ekonomik boyutu, AB’nin uyguladığı “havuç ve sopa” politikasının iç yüzü, Fransa’nın tutumundaki değişim ayrıntılı olarak ele alınıyor kitapta. İç politikada ise yakın dönemin CHP açısından önemli kavşak noktalarında bulunan Öymen, kitapta Süleyman Demirel’in bir sözünü anımsatıyor: “Siyasetin giriş kapısı vardır ama çıkış kapısı yoktur.”Bu bağlamda şunları ekliyor yazar: “Birlikte görev yaptığımız yıllarda bana değerli katkılarını esirgemeyen, başta Deniz Baykal olmak üzere, Algan Hacaloğlu, Ali Kemal Kumkumoğlu, Berhan Şimşek, Birgül Ayman Güker, Bülent Beratalı, Canan Arıtman, Dilek Akgün Yılmaz, Gürhan Akdoğan, Gürol Ergin, Haluk Koç, İlhan Göğüş, İlhan Kesici, Kemal Anadol, Mehmet Ali Özpolat, Mustafa Özyürek, Mehmet Sevigen, Necla Arat, Nur Serter, Oğuz Oyan, Sacit Yüksel, Selim Lümalı, Şahin Mengü, Umut Oran ile sık sık bir araya gelerek ülkenin geleceği konusunda görüş alışverişinde bulunuyorduk.”/Archive/2021/3/20/154004266-ic2.jpgKIBRIS KONUSU VE ERMENİ SORUNUBaskılara Direnirken’in önemli iki ekseni daha var: Kıbrıs konusu ve Ermeni sorunu. Kıbrıs konusunda Kofi Annan’ın “nafile” girişimlerinin (9 bin sayfalık rapor) yanı sıra, “ver kurtul lobisi” ayrıntılarıyla mercek altına alınıyor. Bu arada Rauf Denktaş’ın bıkmadan usanmadan sürdürdüğü çabalara, TBMM’deki konuşmasına değiniliyor.Ermeni sorunu konusunda ise Onur Öymen, öncelikle Piyer Loti’nin sansürlenen bir kitabını anıyor: Ermenistan’da Katliamlar (Kaynak Yay.). Bu kitabın en önemli bölümü (sansürlenen) Ermenilerin eleştirildiği bölümdür.Ek olarak Kaçaznuni’nin itirafları, Genelkurmay’daki belgeler, yabancı elçi raporları da çok önemli. Aynı konuda Recep Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal imzalı, İngiliz Parlamentosuna Mavi Kitap konusunda gerçekleri açıklayan mektuba da değiniyor Onur Öymen.Onur Öymen’in bir cumhuriyetçinin siyaset dünyasına ilişkin tanıklıkları son derece duyarlı ve içten bir anlatıma sahip. Yakın döneme ilişkin, merak edenlere ve siyaset tarihi araştırmacılarına da rehber olabilecek bir çalışma olarak dikkat çekiyor.Baskılara Direnirken - Bir Cumhuriyetçinin Siyaset Anıları / Onur Öymen / Remzi Kitabevi, 454 s. / 2020. Öner Kemal

FETÖ’nün‘solcuları’kimlerdir?

FETÖ’nün ‘solcuları’ kimlerdir? “Türkiye, yıllardır ihanet, casusluk ve terör örgütü FETÖ’nün darbe girişimini, devlette ve toplumda nasıl örgütlendiğini konuşuyor. Son dönemde, tarikat ve cemaatlerin yapısı ve faaliyetleri gündemde öne çıkarken; bu süreçte, kendilerine liberal sol (ne demekse o) diyenlerin, başından bu yana FETÖ’ye verdikleri büyük ve stratejik destek de sorgulanıyor., FETÖ’nün ‘Solcuları’, bu sözde solcuları anlatan önemli, kapsamlı, cesur bir kitap.” /Archive/2021/3/20/153706440-kapakic.jpgGazeteci Hikmet Çiçek’in FETÖ’nün ‘Solcuları’ isimli çalışması; beş bölümden oluşuyor. İlk bölüm, FETÖ’nün “solcu” avlama merkezi Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile liberal solcuların müdavimi olduğu Abant Platformu toplantılarını anlatıyor. İkinci ve üçüncü bölümde FETÖ’nün solcuları isim isim sıralanıyor.İsimlere bakıyorsunuz, aralarından çok sayıda kişiyi Akil İnsanlar heyetine vermişler. Şaşırmıyorsunuz. Tamamı kimlik siyasetini, etnikçiliği, mezhepçiliği savunuyor. ABD ve Avrupa emperyalizmine methiye diziyor. Ezici çoğunluğu ikinci cumhuriyetçi. Hemen hepsi, Atatürk ve Cumhuriyet’le mesafeli. Hatta bir kısmı kavgalı.Dördüncü bölümde FETÖ’nün solcu avukatları listeleniyor. Beşinci bölümde ise FETÖ’den para, ödül, aferin, imzalı saat alanlar sıralanıyor.FETÖ’NÜN DEĞİRMENİNE SU TAŞIMAKKitap, Abant Toplantıları’na katılanları anlatmıyor sadece. Bunun çok ötesinde, geniş bir tanımla, FETÖ’nün vakıf, dernek ve platformlarında çekirdekten yetişen FETÖ’cülerle birlikte çalışanları; FETÖ’nün öncülük ettiği girişimlere, kampanyalara destek olanları da anlatıyor.Abant’taki toplantıya katılmayan, ama Irak’ın kuzeyinde Erbil’de, ABD’de Abant Platformu toplantısına katılanları; FETÖ’nün gazetelerinde yöneticilik ve yazarlık, televizyonlarında programcılık yapanları; üniversitelerinde ders verenleri de anlatıyor. Bu kapsamda “Ergenekon karartılmasın, derinleştirilsin” bildirisine imza atanları, “Yetmez ama evet” diyenleri hatırlatıyor. Türkçe Olimpiyatları hakkında övgü dolu yazılar yazanları anımsatıyor.Abant Toplantıları’na katılan, ama FETÖ’nün bildirilerine imza atan, ama FETÖ’nün kurumlarından ödül alan, ama FETÖ medyasında köşe ve ekran sahibi olan, ama FETÖ’nün faaliyetlerini öven isimler arasında kimler mi var? Kimler yok ki?Gülay Göktürk, Baskın Oran, Ufuk Uras, Roni Margulies, Şahin Alpay, Murat Belge… CHP’de, AKP’de, HDP’de siyaset yapanlar. Radikal gazetesinde köşe yazanlar... Ahmet Altan, Nuray Mert, Eser Karakaş, Ahmet İnsel, Ömer Laçiner, Zafer Üskül, Cengiz Çandar, Nur Vergin, Ferhat Kentel, Taner Akçam, Fuat Keyman, Doğu Ergil, Ergin Cinmen, Halil Berktay, Ümit Kıvanç, Yücel Sayman, Vecdi Sayar, Tarhan Erdem, Şanar Yurdatapan, Sezgin Tanrıkulu, Sami Evren, İlhan Tekeli, Gencay Gürsoy…Şaşırmıyoruz. Kitapta, alfabetik olarak, sayfa 41 - 45 arasında sıralanan isimleri tanıyoruz. Kime, neye hizmet ettiklerini biliyoruz. Unutmuyoruz./Archive/2021/3/20/153712659-ic2.jpgABANT’A GİTMEYENLER (!)FETÖ’cülüğü, FETÖ yandaşlığını, FETÖ destekçiliğini sadece FETÖ’nün okullarında, dershanelerinde, yurtlarında, ışık evlerinde yetişmiş olmakla izah etmek olanaksız. Böyle bir izah tarzı, çok eksik, yanlış ve yanıltıcı olur. Sorun da bu zaten.Örneğin, Taraf gazetesi yazarları arasında, bu anlamda çekirdekten FETÖ kurumlarında yetişen kişi sayısı azdır. Ama bu gazetenin genel yayın yönetmeninin FETÖ’ye açtığı alan, FETÖ’nün dershanesinde çalışan bir öğretmenin açtığı alandan daha geniştir. Kritiktir, stratejiktir.O yüzden, “Ergenekon derinleştirilsin” diye imza veren, “Yetmez ama evet” diyen, Taraf gazetesinde yazan birinin çıkıp, “Ben Abant’a gitmedim” demesi, aklımızla alay etmektir. Bu yönüyle de Hikmet Çiçek’in kitabındaki tanım doğrudur. İdeolojik berraklık, politik tutarlılık içermektedir.FETÖ’nün ‘Solcuları’ / Hikmet Çiçek / Kırmızı Kedi Yayınevi / 243 s. / 2020. Barış Doster

Dev derbi: Beşiktaşve Fenerbahçe 353. kez!

Dev derbi: Beşiktaş ve Fenerbahçe 353. kez! Süper Lig'in 31. haftasında Beşiktaş, evinde Fenerbahçe’yi ağırlayacak. Şampiyonluk yarışını oldukça yakından ilgilendiren ve Vodafone Park’ta saat 19.00’da başlayacak derbide, Beşiktaş ile Fenerbahçe, sahada 353. kez karşı karşıya gelecek. Dev derbiyi Halil Umut Meler yönetecek. /Archive/2021/3/20/220609305-aboubakar.jpgŞampiyonluk yarışının kaderini yakından ilgilendiren dev derbi için geri sayım başladı. Süper Lig'in 31. haftasında Lider Beşiktaş, evinde Fenerbahçe’yi ağırlayacak. Vodafone Park’ta saat 19.00’da başlayacak derbiyi Halil Umut Meler yönetecek. Meler’in yardımcılıklarını ise Mustafa Emre Eyisoy, Cevdet Kömürcüoğlu, Suat Arslanboğa yapacak.İKİLİ MÜCADELEDE BİLANÇOBeşiktaş ile Fenerbahçe, tarihlerinde daha önce 352 kez karşılaştı. İki ekip arasında 28 Kasım 1924'te Fenerbahçe'nin 4-0 galibiyetiyle başlayan 97 yıllık rekabette sarı-lacivertliler, rakibi karşısında galibiyet ve gol sayısı bakımından önde bulunuyor. Geride kalan maçlarda Fenerbahçe 133, Beşiktaş 126 galibiyet aldı, 93 karşılaşmada ise taraflar birbirlerine üstünlük sağlayamadı. Rekabette Fenerbahçe'nin 488 golüne, Beşiktaş 447 golle karşılık verdi.LİGDE 130. KEZFenerbahçe ile Beşiktaş, 1959 yılından bu yana düzenlenen lig maçlarında ise 129 kez karşı karşıya geldi. Ligde geride kalan müsabakalarda Fenerbahçe 47, Beşiktaş 41 galibiyet aldı. Bu iki takım arasındaki 41 maç ise beraberlikle sonuçlandı. Her iki takımın lig maçlarındaki gol sayısı da sezonun ilk yarısında Kadıköy'de oynanan karşılaşmada eşitlendi. İki ekip de birbirlerine 147 gol attı.İLK YARIDA BEŞİKTAŞ GALİP AYRILDIFenerbahçe ile Beşiktaş rekabetindeki son maçı siyah-beyazlı ekip kazandı. Sezonun ilk yarısında Ülker Stadı’nda oynanan karşılaşmada siyah-beyazlı ekip, Fenerbahçe’yi 4-3 mağlup ederek 15 yıl sonra Kadıköy’den galibiyetle döndü.Siyah-beyazlıların gollerini, Vincent Aboubakar (2), Necip Uysal ve Fabrice N’Sakala atarken, sarı-lacivertlilerin golleri Papiss Cisse ve Ozan Tufan (2)’dan gelmişti.FENERBAHÇE’DE SON DURUMFenerbahçe, haftaya lider Beşiktaş'ın 5 puan gerisinde 58 puanla 3. sırada giriyor. Ligde oynadığı son karşılaşmada sahasında Gençlerbirliği'ne yenilen Fenerbahçe, derbiyi kazanarak zirve yarışına tutunmak istiyor.SARI-LACİVERTLİLERDE 3 EKSİK/Archive/2021/3/20/220608790-irfan.jpgSarı-lacivertli ekip, Beşiktaş derbisine 3 oyuncusundan yoksun çıkacak. Takımda sakatlıkları bulunan Sadık Çiftpınar ve Mesut Özil'in yanı sıra Diego Perotti kadroda yer almayacak. Bu oyuncuların yanı sıra Gençlerbirliği müsabakasında sakatlanan Gökhan Gönül'ün durumu belirsizliğini koruyor. Beşiktaş maçı hazırlıkları kapsamında gerçekleştirilen son idmanın bir bölümünde takımla bir bölümünde ise bireysel çalışan Gökhan'ın durumuna maç saatinde karar verilecek.4 OYUNCU SINIRDAFenerbahçe'de, Beşiktaş derbisi öncesi 4 futbolcu sarı kart ceza sınırında bulunuyor. Sarı-lacivertli ekipte Marcel Tisserand, İrfan Can Kahveci, Caner Erkin ve Sinan Gümüş, yarın sarı kart görmeleri halinde Yukatel Denizlispor'a karşı forma giyemeyecek.FENERBAHÇE DEPLASMANLARI SEVİYORSarı-lacivertliler, bu sezon rakiplerine konuk olduğu müsabakalarda iç sahanın aksine başarılı bir tablo çiziyor. Fenerbahçe, sezonun geride kalan bölümünde deplasmanda en fazla puan toplayan takım olarak dikkati çekiyor.Deplasmanda çıktığı 14 maçta 11 galibiyet, 2 beraberlik ve 1 mağlubiyet yaşayan sarı-lacivertliler, şu ana kadar hanesine yazdırdığı 58 puanın 35'ini dış sahada elde etti. Erol Bulut’un öğrencileri, dış sahada oynadığı 6 müsabakada rakip takımların gol bulmasına izin vermedi.Sahasında yaşadığı 6 mağlubiyete karşın konuk takım unvanıyla çıktığı maçlarda başarılı sonuçlar alan Fenerbahçe, şampiyonluk yolunda kritik öneme sahip Beşiktaş derbisinde de 3 puanı alarak yarışa devam etmek istiyor.BEŞİKTAŞ’TA SON DURUMLigin 30. haftasında Medipol Başakşehir'i deplasmanda mağlup eden Beşiktaş, maç eksiğine rağmen 63 puanla en yakın rakibi Galatasaray'ın 2 puan önünde lider durumda bulunuyor. Siyah-beyazlılar sezonun ilk yarısında Kadıköy'de oynanan derbi maçta sarı-lacivertli rakibini 4-3 mağlup etmişti.Siyah-beyazlı ekip, derbiden galibiyetle ayrılması durumunda eksik maçına rağmen Galatasaray'la puan farkını 5'e, Fenerbahçe ile de 8'e yükselterek şampiyonluk yolunda önemli bir avantaj elde edecek.SİYAH-BEYAZLILAR SON 6 MAÇTAN GALİP ÇIKTIBeşiktaş, ligde oynadığı son 6 maçını galibiyetle tamamladı. Siyah-beyazlı ekip, 23. hafta maçında Fraport TAV Antalyaspor ile deplasmanda 1-1 berabere kaldıktan sonra, İttifak Holding Konyaspor (1-0), Gençlerbirliği (3-0), Yukatel Denizlispor (3-0), Yeni Malatyaspor (1-0), Gaziantep (2-1) ve Medipol Başakşehir (3-2) karşılaşmalarını kazanarak 3 puanın sahibi olmayı başardı.4 FUTBOLCU CEZA SINIRINDABeşiktaş'ta, Fenerbahçe müsabaka öncesi 4 futbolcu sarı kart ceza sınırında yer alıyor. 3’er sarı kartı bulunan Necip Uysal, Valentin Rosier, Rachid Ghezzal ve Josef de Souza, Fenerbahçe mücadelesinde sarı kart görmeleri halinde 32. haftada oynanacak Kasımpaşa maçında cezalı duruma düşecek.CENK TOSUN DÖNÜYOR, GÖKHAN TÖRE EKSİKAdalesinde gerilme olduğu için bir süredir takımdan ayrı kalan Gökhan Töre’ye, teknik direktör Sergen Yalçın'ın görev vermeyeceği öğrenildi. Devre arasında kiralık olarak kadroya katılan ancak yaşadığı sakatlıklar nedeniyle forma giymekte güçlük çeken Cenk Tosun'un sakatlığı ise sona erdi. Milli futbolcunun derbi kadrosunda olacağı ve görev verilmesi halinde forma giyeceği belirtildi.MUHTEMEL 11’LERBeşiktaş: Ersin, Rosier, Welinton, Vida, Rıdvan, Josef, Atiba, Ljajic, Ghezzal, Larin, Aboubakar.Fenerbahçe: Altay Bayındır, Gökhan Gönül (Nazım Sangare), Serdar Aziz, Attila Szalai, Filip Novak, Gustavo, Ozan Tufan, Osayi-Samuel, Pelkas, Valencia, Thiam.UNUTULMAYAN İSTATİSTİKLERBeşiktaş ile Fenerbahçe arasındaki derbiler her zaman çekişmeli geçerken, tarihe damga vuran maçlara ve istatistiklere de sahne oldu. Fenerbahçe ve Beşiktaş arasında ilk maç 28 Kasım 1924’de oynandı. İki ekip arasında oynanan ilk karşılaşmada Fenerbahçe, Beşiktaş’ı 4-0 mağlup etti. 11 Ağustos 1974’te ise TSYD Kupası’nda en gollü maç oynandı ve Beşiktaş mücadeleyi 5-4 kazandı. Ezeli derbide 4’ü Beşiktaş 5’i Fenerbahçe lehine olmak üzere 9 maçta hükmen kararı verildi. Toplamda 352 maçlık seride, Fenerbahçe’nin 133, Beşiktaş’ın 126 galibiyeti bulunuyor.EN FARKLI GALİBİYETLERİkili mücadele en farklı galibiyetlerin ilki, 23 Mart 1941’de oynanan özel turnuva maçında yaşandı. Beşiktaş, mücadelede Fenerbahçe’yi 7-1 mağlup etti. 6 Aralık 1958’de oynanan özel maçta ise Fenerbahçe, Beşiktaş’ı 7-0 yendi.EN ÇOK GOL ATAN OYUNCULARİkili rekabette, Beşiktaş’ta en çok gol atan isim 32 gol ile Hakkı Yeten olurken, Fenerbahçe’de ise 19 gol ile Cemil Turan listede bulunuyor. Her iki takımda da oynayıp gol atan isimler ise şu şekilde: Tayfur Havutçu, Yusuf Şimşek, Tümer Metin, Mert Nobre, Mamadou Niang, Gökhan Gönül. cumhuriyet.com.tr

‘Kurt kadınların’kara kalemleri! Elçin Poyrazlar'ın yazısı...

‘Kurt kadınların’ kara kalemleri! Elçin Poyrazlar'ın yazısı... Amerikalı yazar, şair, eleştirmen Joyce Carol Oates, kara kurgunun bugüne kadarki ağırlıklı cinsiyetini fark eden bir kadın yazar olarak okurlara, bu derlemesiyle, hiç de temiz olmayan, ürpertici, kara kara güldüren ve kesinlikle ‘kadın romanı’ tanımına koyu bir ton getiriyor. /Archive/2021/3/20/153431554-ic1.jpgFransızca Roman Noir yani kara roman polisiye edebiyatın bir alt türüdür. Kara romanın ya da kara kurgunun evreninde şiddet, toplum üstüne trajik, kötümser bir bakış, güçlü bir siyasi-sosyal tutum yer alır. Kara romanın kökleri 19. yüzyılda ortaya çıkan polisiye türüne hatta 18. yüzyıldaki İngiltere’nin gotik romanlarına kadar uzanıyor.Fransa’daki yayınevi Gallimard’ın 1945’te Kara Seri başlığı altında yayımladığı eserlerle yerleşen roman noir ifadesi, doğru ve yanlışın net biçimde tanımlanmadığı, baş kahramanların ciddi şekilde kusurlu olduğu kurgu metinleri bugüne kadar temsil edegeldi.SUÇLA DANS!Fransız edebiyatında Balzac ile Emile Zola’nın bazı eserleri, ABD’de 1920’lerde organize suç örgütlerinin büyük rol oynadığı hard-boiled (sert polisiye) yazarları Dashiell Hammett, Raymond Chandler, Chester Himes, James Cain gibi isimler kara atmosferi, kurallara göre oynamayan, başka bir deyişle ‘temiz’ olmayan karakterlerin suçla dansını anlatmayı seçer.Dikkat ederseniz yukarıda adı geçenlerin hepsi erkek. Onlarca esere imza atmış ödüllü Amerikalı yazar, şair, eleştirmen, profesör Joyce Carol Oates, kara kurgunun bugüne kadarki ağırlıklı cinsiyetini fark eden bir kadın yazar olarak okurlara, Bıçak Sırtı - Kadın Yazarlardan Yeni Gizem ve Suç Hikayeleri derlemesiyle,hiç de temiz olmayan, ürpertici, kara kara güldüren ve kesinlikle ‘kadın romanı’ tanımına koyu bir ton getiren bir kitap sunuyor./Archive/2021/3/20/153448366-ic2.jpgKARA ROMAN METİNDEN İBARET DEĞİLOates kitabın en az öyküleri kadar lezzetli önsözüne ‘Kendine özgü bir kadın noir’ı var mı? Bazılarının iddia ettiği gibi, özellikle de erkeklerin seslerinden farklılık gösteren kadınlara özgü belirgin bir ses var mı?’ sorusuyla başlıyor.Noir’ın sadece bir metinden ibaret olmadığı konusunda Oates’a içtenlikle katılıyorum. Bir şarkı, bir tablo, bir ilişki, cinsellik, bir bakış açısı da noir sınıfına girebilir.“Pek karamsar olmadığı kadar keskin bir şekilde realist, romantik illüzyondan bağımsız, daha tehlikesiz olanı bekleyen, en kötüsüne teslim olmuş. Noir popülist türden bir trajik vizyondur” diyor Oates.Ve elbette ‘edebiyatın en muhteşem eserleri arasında bir suç ya da suçlar noir’ın filizlendiği zengin, verimli topraklardır’.GELENEK ERİL!Polisiye edebiyat, özellikle de kara roman geleneği rahatsız edici biçimde erkektir. Kadın, metinlerde çoğunlukla ya kurbandır ya da femme fatale. Onu diğer erkeklerden kurtaracak ya da alt edecek olan da, kafası karışık, sert, kendi doğrusundan taviz vermeyen bir erkektir.Bugünkü edebi lensten incelersek kara romanın cinsiyetçi meyilleri, biz kadın polisiye yazarları için yaratıcı fırsatlar sunuyor. Polisiye eserlerin çok azında ‘kadın ya da dişi’ kendi kaderini eline alarak maceraya atılıyor. Yerleşik kadın karakterin pasifliği, edilgen dili, savunmasızlığı, Bıçak Sırtı’nda kalem darbeleriyle satır satır yıkılıyor.Kadının biyolojik özelliklerinin onun toplumsal rollerini tanımladığı fikrinin köhneliğini, kadınların öfkelerini, eğer isterlerse yırtıcı olabileceklerini ve bundan suçluluk duymayabileceklerini de hissettiriyor bu derleme.Kanadalı yazar ve şair Margaret Atwood, ikonlaşmış romanı Damızlık Kızın Öyküsü’yle okurun tüylerini diken diken ederken de kara kurgunun o kasvetli atmosferini kullanıyordu. Atwood’un kitaptaki nefis şiirleri de aynı kasveti, dudağımızın ucunda gülücüğe teşne bir kıvrım eşliğinde okura hediye ediyor.RENKLİ KADINLARDerlemedeki yazarların farklı etnik köken, ırk, sosyal sınıf, cinsel yönelim, yaş ve geçmişten gelen kahramanları kitabın en güçlü yanlarından biri. Erkek yazarların çoğunlukla düştükleri beyaz, imtiyazlı ‘kötü kadın’ ile ‘zavallı egzotik kurban’ karakter eksenindeki hatası ne kadar dar ise, Bıçak Sırtı’ndaki öykülerdeki kadınların çeşitliliği ve renkliliği o kadar nefes verici.‘Onların Bedenleri Bizim Benliklerimiz, İnsanın Kendi Kıyameti, İnsanın Katli’ şeklinde üç ana başlığa ayrılan 15 öyküye, dibini göremediğiniz, sizi kendine çağıran kara bir göle girer gibi dalacaksınız.Oates’un deyişiyle bu öykülerden bazıları karşı cinsten feci intikam alıyor. Cinsel istismar, tecavüz, kızkardeşlik, annelik, kız evlat olma, kadın dostluğu, kadınlığını sevmeyen kadınlar, evlilik, trajik çocukluk, travmalar kara kurmaca evrende sadece kadınlara ve onların hayatlarına ışık tutuyor.Oates bu konuda ‘Kadın noir vizyonunun bu belirgin güçlü yönü, tanınabilir bir stil değil, daha ziyade başkaldırıcı derecede dişi, tabii ki feminist bir bakış açısıdır. Bu kitap yirmi birinci yüzyılın sosyolojik realizminden Grand Guignol sürrealizmine; erotik cilvelilikten karanlık masal determinizmine kadın seslerini, kayda değer bir çeşitliliğini bir araya getiriyor’ notunu düşüyor./Archive/2021/3/20/153517563-ic3.jpgDEMİR LEBLEBİ ÖYKÜLERÖykülerin hepsi birer demir leblebi. Özellikle Livia Llewellyn’in ‘Bu Akşamlardan Birinde’, Lisa Lim’in Açlık, Jennifer Morales’in Bisikleti Olmayan Çocuk, Steph Cha’nın Hırsız, Cassandra Khaw’ın Biz Anneler de Hayal Kuruyoruz gibi öykülerini hem türde kalem oynatan bir yazar hem de kara roman hastası bir okur olarak çok sevdim. Ancak benim kara mizah telime en çok dokunan, ‘orta yaşlı, çirkin ve kilolu’ kadınların görünmezliğini sipsivri bir dille metne iğneleyen, dilinin gücünü kaleminin koyuluğundan alan son öykü Suikastçı oldu.Joyce Carol Oates derlemenin en sonuna yerleştirdiği öyküsüyle okuru kadın kalbinin karanlıklarına doğru taşıyor. Güçlü erkek bir politikacının (başbakan) başını keserek kendi itibarını yeniden ele alan, kendisini kimseye beğendirmeye çalışmayan bir kadın suikastçının öyküsü belki de seçkinin en karası.Suikastçı ‘…Benim gibi kısa, tıknaz, orta yaşlı kadınlar dünyada görünmeden ilerlerlerdi. Onun da benim de nasırlarımız, varislerimiz, şişmiş ayak bileklerimiz vardı. 77 kiloda, boyumuz 1.60 bile değildi. Onlarca yıldır kimse bize göz ucuyla bile bakmamıştı. Hafızamızda ne bir adam ne de genç bir erkek vardı. Aslında gücümüz buydu bizim’ der.Atwood’un kitaptaki bir şiiri ‘Eski günlerde, bütün kurt adamlar erkekti’ cümlesiyle başlıyor. Bıçak Sırtı, kurt kadınların görünmeyen güçlerini pençeleriyle kağıda kazımalarına benziyor. Bıçak Sırtı - Kadın Yazarlardan Yeni Gizem ve Suç Hikâyeleri / Joyce Carol Oates / Çeviren: Pınar Polat / Bilgi Yayınevi / 262 s. / 2020. Elçin Poyrazlar

'İktidarların Sofrası'

'İktidarların Sofrası' Daha önce “Anadolu’nun kutsal dörtlüsü” dediği ekmek, peynir, zeytin ve yoğurt hakkında öğretici eserler veren toplum bilimci Artun Ünsal son kitabında da bizlere tarih boyunca “İktidarların Sofrası”nı anlatıyor. Bu kapsamlı eserde Ünsal, Antik uygarlıklar, Eski Yunan, Roma ve Orta Asya Türk-Moğol sofraları gibi “her biri ayrı bir kitap konusu olacak” alanlarda uzun bir gezintiden sonra, daha yakın tarihimize, Osmanlı toplumuna eğiliyor. /Archive/2021/3/20/153236353-ic1.jpgYEMEK, SİYASET VE SİMGESELLİKİktidarların Sofrası isimli kitabında “Yemek sadece yemek değildir” diyor Artun Ünsal; zaten kitabının alt-başlığı da “yemek, siyaset ve simgesellik”. Bu üçlüde, “simgesellik”, yemek ile siyaset arasında bağlantı kuran bir işlev yükleniyor ve bu işlev de görkemli ziyafetlerle iktidarın “haşmet”ini sergilemek; davetlilerde katılım duygusu yaratarak meşruiyet sağlamak ve teşrifat kurallarıyla da davetlilerin statüsünü bildiren “sosyal mesaj”lar oluşturmak gibi şekiller alıyor.Eski uygarlıklarda ilk iktidar ziyafetleri Tanrılara adanan “kurban”lar şeklindeydi. İlahi güçlerin himayesine sığınan ve iktidarlarını bu güçlere dayanarak meşrulaştıran hükümdarlar bu ihsana bir de karşılık vermek zorundaydılar. Ayrıca sel, fırtına, kıtlık gibi doğal afetlere karşı dilekler de “kurban verme” şeklini alıyordu.Eski Çin, Hint, Fenike, Mezopotamya, Roma hükümdarlarının hepsi tanrılara kurban verdiler. Aralarındaki fark sadece kurbanın niteliği ve ritüel şekliyle ilgiliydi. Bu genel tabloda tutsaklar, uşaklar, köleler kurban edildiği gibi, eşler ve çocuklar bile kurban edilebiliyordu.‘ROMA TANRILARI HİÇ AÇ KALMADI!’Tanrılara kurban ritüeli Batı uygarlığına temel teşkil eden Roma’nın tüm dönemlerinde (krallık, cumhuriyet, İmparatorluk) korundu ve Ünsal’ın deyimiyle “Roma tanrıları hiç aç kalmadılar!”. Eski Yunan’da “yurttaş ziyafetleri” ise, bir yandan site mensuplarında “barbarlar”a karşı birlik duygusu yaratırken öte yandan da tebaanın kontrolünü kolaylaştırıyordu.Eski Türklerde “yemek, siyaset ve simgesellik” ilişkisinin ilk ifadesini, Türkler henüz Müslümanlığa geçmemişken, Uygurca kayda alınan “Oğuz Destanı”nda buluyoruz. Bu destandan, Kağan’ın boylara “toy” adı verilen şölenler verdiğini ve bu vesileyle de halka “benim ağzıma bakıp durmanızdır dileğim!” mesajı ilettiğini öğreniyoruz. Ayrıca kağanlar her yıl bir kez de saraylarını halka yağmalattırıyor ve -ertesi yıl hızla yeniden oluşturacakları- servetlerini halkla “paylaşmaktan” kaçınmıyorlardı./Archive/2021/3/20/153245946-ic2.jpg‘YE KÜRKÜM YE!Osmanlı tarihinde de “iktidar sofraları”, daima “Ye kürküm, ye!” teşrifatına uygun oldular. Saray ve köşklerde verilen saltanat sofralarına, bunları konaklarında taklide çalışan paşa ve bey ziyafetleri eşlik ediyordu. Saray ve elçi sofralarının yanı sıra, meydan ve çayırlarda halk şölenleri de düzenleniyor ve bunlar için en uygun vesileler de düğün ve sünnetler oluyordu. Ne var ki muktedirlerin bu alışverişte aldığı hediyeler genellikle değer olarak ziyafet harcamalarını aşıyordu.İlk Osmanlı sultanları sofralarını yakınlarıyla paylaşıyordu. Oysa İstanbul’un fethinden sonra bu adet, unvanlarından biri de “Kayser-i Rum” olan Fatih Sultan Mehmet’le değişti ve sultanlar yemeklerini “inzivayı şahane” içinde yemeye başladılar.‘BİRİ YER BİRİ BAKAR, KIYAMET ONDAN KOPAR!’Osmanlı Devleti’nde “iktidar sofraları”, devletin Batı etkisine girmesiyle değişmeye başladı. Bunun ilk işaretlerini Lale Devri’nde görüyoruz. Sultan III. Ahmed’in, oğullarının sünnet düğününü Ok Meydanı’nda on beş günlük bir şölene dönüştürmesi, adeta Batı’ya “bakın, biz gücümüzden bir şey kaybetmedik!’” mesajı gibiydi.Bu gibi müsrif gösteriler Damat İbrahim Paşa’nın öncülüğünde tüm yönetici zümreye yayıldı ve sonunda da, dönem - “biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” - bir yeniçeri ayaklanmasıyla sona erdi./Archive/2021/3/20/153255118-ic3.jpgOsmanlılarda asıl dönüşüm 19. yüzyılda yaşandı ve “iktidarların sofrası” asıl bu dönemde köklü bir değişikliğe uğradı. Batı kolonyalizmi bölüp paylaşamadığı Osmanlı Devleti’ni yarı sömürge statüsüne sokmuş, ziyafet ve şölenler de bu bağlamda şekillenmeye başlamıştı. Ünsal bu dönüşümü “yeni saraylar, yeni mobilyalar, yeni mutfaklar” başlığı altında inceliyor./Archive/2021/3/20/153305118-kapak.jpgOSMANLININ HAŞMETLİ ÇÖKÜŞÜ!Aslında “haşmetli” Osmanlının çöküşü de “haşmetli” olmuştu. Bu dönemde sedirlerin yerini kanepe ve koltuklar, şamdanların yerini kristal avizeler, sinilerin yerini de oymalı masalar ve zengin mönüler alıyordu. Yine de bu “modernleşme” hareketinde bazı eksikler vardı.Emperyal ziyafetlere yabancı sefirler eşleriyle katılırken, Osmanlı haremi mahremiyetini korumakta ısrarlıydı. Bir eksik de yemek aletleriydi. Yüzyılın ortalarına doğru yabancı elçi tabaklarına altın, gümüş çatal ve kaşıklar eklenirken Osmanlı ricali elle yemeğe devam ettiler.Oysa sultanlar da aynı dönemde “şahane inziva”ya son veriyor, “görünmeye” başlıyorlardı. Bu alanda Sultan Aziz öncü olmuş, Göksü Kasrı’nda Galler Prensi Edward’ı ağırlamıştı (Mayıs 1862). Örneği, sofrasında iki kez (1889, 1898) Alman İmparatorunu ağırlayan Abdülhamid döneminde de izlendi. II. Wilhelm, Osmanlı sarayında son yemeğini de 15 Ekim 1917’de, Dolmabahçe’de, Sultan Reşad’la birlikte yiyecek ve kısa bir süre sonra da birlikte tarihe karışacaklardır. EKMEK KAVGASI!Bir Osmanlı özdeyişi “Şalvarı şaltak Osmanlı; eğeri kaltak Osmanlı; ekende yok, biçende yok; yemede ortak Osmanlı” der. Ünsal, bizlere sunduğu tarih “ziyafet”inde, aslında bu sözün tüm “iktidar sofralarını” özetlediğini anlatıyor ve çağdaş dünyada da neo-liberal politikaların, “ucuz emek” arayışı içinde yabancı düşmanlığı yaparak “ekmek kavgası”nı körüklediğini söylüyor.Eser, “Dünya ölçeğinde kitlesel açlık ve işsizlik sorunları hala sürüp giderken, yemeğin içerdiği bu simgeselliğin bizlere gerçek bir hümanizmi de işaret ettiğini varsayabiliriz” sözleriyle bitiyor. Sanırım kendisinden “muktedirlerin sofrası”ndan sonra bir de “yoksulların sofrası”nı anlatmasını bekleyemeyiz; çünkü bu sofralarda anlatılacak pek de bir şey bulunmuyor!İktidarların Sofrası - Yemek, Siyaset ve Simgesellik/ Artun Ünsal / Everest Yayınları / 832 s. / 2020. Taner Timur

Kolonyal Afrika!

Kolonyal Afrika! Karen Blixen’in 1914-1931 yılları arasında Afrika’da geçirdiği yılları kaleme aldığı ve Danimarka’ya döndükten sonra Isak Denisen mahlasıyla 1937 yılında yayınladığı Afrika Çiftliği, Afrika’daki koloni yaşamını anlatan önemli kitaplardan biri. /Archive/2021/3/20/152928106-ic.jpgKaren Blixen’in 1914-1931 yılları arasında Afrika’da geçirdiği yılları kaleme aldığı ve Danimarka’ya döndükten sonra Isak Denisen mahlasıyla 1937 yılında yayınladığı Afrika Çiftliği, Afrika’daki koloni yaşamını anlatan önemli kitaplardan biri.Blixen yalın ve canlı anlatımıyla bizi Kolonyal Afrika’ya götürür: Kahve ürettiği bir araziye sahip olan, kendisi de birçok yerli ortakçı ve hizmetkâr çalıştıran Blixen, çiftlikte onlarla birlikte canla başla çalışır, kendisine duyulan saygıya, yerlilere ve onların dünyasına duyduğu saygıyla karşılık verir. Sevinçleri ve hüzünleri beraber yaşar, Afrika’dan ayrılık zamanı geldiğinde ise karşılıklı gözyaşı dökerler.Afrika Çiftliği, yabancı bir coğrafyanın hem insani hem yabani unsurlarını sunarak bizi uzak ve kayıp bir zamana götürüyor. Çiftliğe yolu düşen beyazlar; Denys Finch-Hatton gibi aristokratlar yahut İhtiyar Knudsen gibi yoksul balıkçılar, Hintli tüccarlar, Afrika’nın gerçek sahipleri... Toprakları ellerinden alınan ve kendi topraklarına sahip olmaları, hatta toplu halde dans etmeleri bile beyazların hükümetince yasaklanan yerlilerin gündelik hayatına değinen otobiyografik anlatı, yüz yıl önce yaşananlara tanıklık ederken günümüze de yansıyan ırk tartışmalarına bir perspektif sunuyor.Afrika Çiftliği / Karen Blixen / Çeviren: Sadi Tekelioğlu / Everest Yayınları / 424 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Yasemin Eren:‘En stratejik yer uzay olacak!’

Yasemin Eren: ‘En stratejik yer uzay olacak!’ Serinin ilk kitabı Güç Mevsimi'ni (A7 Kitap) 2019'da, ikinci kitap İntikam Mevsimi’ni de (Nemesis Kitap) geçtiğimiz günlerde yayımlayan Yasemin Eren, yerkürenin en temel sorunlarından savaş olgusu irdeliyor. İktidar ve güç mefhumunun merkezinde olduğu bir evrende yaşananlar günümüz dünyasının bir izleğini sunuyor. Yasemin Eren ile yarattığı evreni konuştuk. /Archive/2021/3/20/152618341-ic1.jpg- İkinci Dünya Savaşı’nın bitişi ve Soğuk Savaş’ın başlamasıyla birlikte, yerkürede yaşayan hemen her insana, bir Üçüncü Dünya Savaşı “başladı-başlayacak” hissi verilmeye çalışıldı. Bu his, bugün de devam ediyor. Sanki her an için küresel bir savaş koptu kopacak! İntikam Mevsimi’ni kaleme almanızda bu hissin etkisi oldu mu?Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bütün savaşların temeli ekonomiktir. Hükümetler kendilerini tehdit eden farklılıkları bastırır veya ortadan kaldırır. Ya da iş birliği yaparak daha da güçlenir.Devletler, güçlü ve mutlu bir millet olarak kalabilmek için savaşır. Dünyada bölgesel olarak savaşlar devam etmektedir.Ülkemizin bulunduğu coğrafyada savaşlar, gerilimler büyük devletler arasında olmamış gibi görünse de vekâlet savaşları şeklinde devam etmektedir.Kafkasya, Irak, Suriye, Libya da sıcak çatışmalar sürmektedir. Yunanistan’la da her ne kadar sıcak bir çatışma olmasa da neredeyse her gün sıcak bir çatışmanın kapısından dönülmektedir.Geçmişte, deniz ticaret yolları, kara ticaret yolları ipek yolu vb. ne kadar önemliyse bugün de devletler arası ilişkiler ekonomik çıkarları gözeten hedeflere dayanmaktadır.Tarihteki birçok savaşın vitrininde her ne kadar din ve ırk ön plana çıksa da temelinde ekonomik menfaatler yatmıştır. Çok yakın zamanda hepimizin gözlemlediği gibi Karabağ savaşında, İslam rejimi olduğunu söyleyen, hatta nüfusunun önemli bir kısmı Azeri Türkü olan İran, Azerbaycan’ı değil, Ermenistan’ı desteklemiştir.Toplumları harekete geçirmenin, kendi hedefine doğru yönlendirmenin, toplumun desteğini almanın en kolay ve güçlü yolu din ve milliyetçilik duygularını kullanarak harekete geçirmektir. Tarihte hep böyle olmuştu.Bugün büyük devletlerin ellerindeki nükleer silah gücüyle birbirlerini yok edecek noktadadır. Bence hiçbir ülke elindeki bu gücü kullanıp düğmeye basmayacaktır.İntikam Mevsimi kitabımda bahsettiğim gibi silah sert güçtür ve caydırıcılık için önemlidir. Gelecekte en stratejik bölge uzay olacaktır. Üçüncü Dünya Savaşı gen terapisinde devam eden buluşlar sonucu insan benzeri yapıların savaştığı, biyoteknolojinin savaşı olacaktır ve bundan sonra savaşlar hem karada hem de uzayda devam edecektir.Şunu aklınızdan çıkarmayın ki insan nereye gittiyse orada savaş olmuştur. Avrupa iki korkunç dünya savaşı gördü. Şimdi insanlık uzaya gidiyor ve Üçüncü Dünya Savaşı uzayda olacaktır. Enerji ekonomisi değişince fosil yakıtlar önemini yitirecektir.Uzay, Ortadoğu ve Suudi Arabistan’dan daha önemli olacaktır. Bugün teknolojiyi ele geçiren insanlığın, uzayı ele geçiren tüm evrenin hâkimi olacağına inanıyorum. Bu sebeple üçüncü dünya savaşının uzayda olacağını düşünüyorum./Archive/2021/3/20/152628466-ic2.jpg- “Uzaya gitme, Ay’a çıkma” tartışmalarının yaşandığı günümüzde, siz yarattığınız dünyaya uzayı da eklemleyerek bir evren yaratıyorsunuz. İnsanlık yerküreyi tüketti mi, neden dünya bize yetmiyor?Yeni dünya düzeni jeopolitikten jeoteknolojiye evriliyor. Robotlar, yapay zekâlar, artırılmış gerçeklik gibi teknolojiler geleceği şekillendirmekte. Bu teknolojilere yatırım yapmış, özümsemiş toplumlar gücü ellerinde tutuyor. Bunun ayak seslerini duyuyoruz.Diğer bir taraftan yaşadığımız gezegen büyük tehditler ile karşı karşıya. Günün birinde ya bu dünyayı terk edeceğiz ya da bu dünyayla birlikte yok olacağız. İklim değişikliği, salgın hastalıklar, Göktaşı çarpması vb. tehditlerle karşı karşıyayız. Bu durumda dünyadan ayrılma fikri hiç abartılı değil.Gelecekte en stratejik yer uzay olacaktır. Uzaydaki uydular her geçen gün önemini artırıyor insansız hava araçlarına, nokta güdümlü silahlara GPS desteği sağlıyor. Uzay aynı zamanda bir ülkenin teknolojik buluşlarına da katkı sağlıyor.Kitap kurgusunun içinde değindiğim kimsenin üzerinde durmadığı bir konu var ki o da Uzay madenciliği. Enerji ekonomisi değişip, fosil yakıtlar önemini kaybedince uzay, Ortadoğu’dan ve Sudi Arabistan daha önemli olacaktır.İntikam Mevsimi kitabımda altını çizerek söylediği gibi bugün teknolojiyi ele geçiren insanlığın, uzayı ele geçiren tüm evrenin hâkimi olacağına inanıyorum.- İnsanın, teknolojiyle arasında bir paradoks var. İnsan, hâkim olmak için bir eşyayı üretiyor fakat tam tersi bir durum meydana geliyor ve o eşyanın esiri oluyor. Telefonlar, bilgisayarlar derken konu silah sanayine kadar uzanıyor. Siz de romanınızda silahların bu bağlamdaki rolüne odaklanıyorsunuz. Teknolojik aletleri devletlerin değil de insanlığın emrine sunmak mümkün değil mi?İntikam Mevsimi kitabımda da yer verdiğim, ünlü fizik profesörü Michio Kaku’nun şu sözüyle cevap vermek istiyorum. “Bilim iki ucu keskin bir kılıç gibidir. Kılıcın bir tarafı yoksulluğu, cehaleti ve hastalığı, diğer ucu ise insanları kesebilir. Bu kudretli kılıcın nasıl kullanılacağı onu tutanların bilgeliğine bağlıdır.”Bugün birçok teknolojik buluş devletlerin değil, özel sektörün elindedir. Telefon, internet, bilgisayar vb. Dünyada birçok silah sanayii şirketlerinin hisseleri halka arz edilmiştir. Büyük hissedarlar kim onları bulmak gerekiyor.Büyük teknoloji şirketleri ve devletler sıkı iş birliği içinde çalışmaktadır. Örneğin Elon Musk’ın Spacex şirketi Pentagon ve NASA’yla birlikte çalışmalar yapmaktadır. Yakın geçmişte Türkiye’nin bir uydusunu yine bu şirket uzaya fırlattı.Teknolojinin gelişmesiyle sosyal medya diye bir mecra oluştu. Twitter, Facebook vb. mecralar özel sektörün elinde. Amerika seçimlerinde bu mecraların nasıl belli bir siyasi grubun menfaatine kullandığını, hatta Rusya’nın bile bu olaya dahil olduğunu gördük.Ben olayı devletler ve siviller diye ayırmıyorum. Devlet soyut bir kavramdır. O devleti yöneten insanlardır. Esas konu insandır. İnsanın olduğu her yerde güç, iktidar savaşı olacaktır. Çünkü insan evrimini tamamlayamamış bir varlıktır. İntikam mevsimi kurmaca bir evrende ama tam da bu noktaların altını çizmek için yazılmıştır.- Yeraltı kaynaklarının tüketimi ve bazı ailelere peşkeş çekilmesi romanın temalarından biri… Siz bu çatışmayı iktidar ve güç olgusu üzerinden ele alıyorsunuz. Peki sınıf meselesi bu denklemin neresinde?Ana mesele Güç. Gücün kimin elinde olduğu ve bu gücün nasıl paylaşıldığıdır. Kaynakların nasıl dağıtıldığıdır. Bugün kapitalist sistemin temellerini oluşturan Amerika’da özel şirketler ön plana çıkmaktadır.Dünyanın en güçlü petrol, finans ve teknoloji şirketleri belli kişilerin elindedir. Bu kişilerinde tek bir vatanı yok. Ben onlara dünya vatandaşı diyorum.Çin güçlü sosyalist bir ülke ama devlet kapitalizmi ön planda, orada devlet güçlü, halk fakir. Rusya’ya gittiğim de beklentilerim ve hissettiklerim bambaşkaydı. Moskova ve St. Petersburg tarihi binaları ve geçmişin izleriyle harika iki şehir.Moskova kabuk değiştirip, kapitalizm dönemiyle birlikte sihirli bir değnek dokunmuş gibiydi. Dünya çapındaki markaların varlığı, alışveriş merkezleri, bankalar New York’tan bile daha etkileyiciydi. Kitaplarda okuduğumuz Rusya artık yok. Fakat halk varlıklı değil, para belirli bir grubun elinde bunu çok net hissedebiliyorsunuz.En çok Avrupa’yı beğeniyorum. Gecekondu görmüyorsunuz, insanlar arasındaki ekonomik sınıf farkını hissetmiyorsunuz. Bence gelişmişlik budur. Ekonomik olarak güçlü bir halk, hak ve özgürlüklerin kanunlarla güvence altına alındığı, vatandaşlarına fırsat eşitliği sunan bir ülke vatandaşı olmak önemli./Archive/2021/3/20/152637591-kapakic3.jpg- Yerli edebiyatta ve sinemada “bir dekor olarak uzay” daha çok komedinin konusu olagelmiştir ülkemizde. Siz bu mekânı daha çok dramanın konusu olarak ele alıyorsunuz. Bunun sebebi ne?Söylediğiniz gibi bu konu Türkiye’de daha çok komedinin konusu. Dünyadaki gelişmeleri, teknolojiyi ve dünya sinemasının kalbi olan Hollywood filmlerini izlediğinizde muhteşem işler yapıldığını görüyorsunuz. Altında derin felsefe barındıran, anlamlı mesajlar içeren kurgular izliyorsunuz.Türk insanı olarak o kadar farklı gündem ve konularla meşgulüz ki bence teknoloji ve uzaydaki gelişmeleri kaçırıyoruz.İntikam Mevsimi’nde yazdığım her konuyu gerçek olaylardan, bilimden esinlenilerek kaleme aldım. Kitabın felsefi, siyasi ve edebi alt yapısı tamamen uzay ve insanlık alanında tartışılan güncel konulara değinerek yazdım.Ülkemiz de uzaya gitmeye hazırlanırken toplumun bu konulara dikkatini çekmek ve yaptığım araştırmaları okuyucularımla paylaşmak istedim. Bunu yaparken de felsefeye, politikaya ve sinematografik evrene aşina izleyici kitlesini kurgudan koparmamayı amaçladım.- Kitabın içeriğini, teknolojik gelişmelerle olan ilişkisini ve romanda ağırlığı olan sosyal medya paylaşımlarını da baz aldığımızda “biri bizi gözetliyor” hissi hakim… Günümüz insanının bağımsız hareket etme şansı yok mu? İzleniyor muyuz?Kesinlikle birileri bizi gözetliyor. Bu özel şirketlerde olabilir devletlerde olabilir. Hatta sosyal medyanızdan yakın arkadaşlarınız dahi sizi izliyor.Whatsup’ın bizlere yolladığı bir sözleşmeyle dünya çapında hararetlenen bir gündem bomba gibi düştü ortaya. Ani bir refleksle herkes telefondaki uygulamalarını sildi. Sonra tekrar yükledi. Ben hiçbir şeye dokunmadım. Çünkü eğer izlenmek, takip edilmemek istiyorsanız internet, telefon, bankacılık sistemi, teknolojiyle ilgili aklınıza ne geliyorsa hepsini bırakıp, kullanmamanız gerekiyor.Bu çağda mağara adamı gibi yaşamak mümkün değil. İçinde yaşadığımız sistem sizi buna mecbur ediyor.Tek bir çözüm var. Her ülkelerin kendi teknolojik alt yapısını kurması, bireylerin hak ve özgürlüklerini güçlü kanunlarla koruma altına alması gerekiyor.- Genelde, savaşların odağında, silahların tedavülde olduğu anlatılar, erkek yazarlar tarafından kaleme alınır. Halbuki, bütün savaşlarda en çok mağdur olanlar kadındır. Siz, romanı bir mağdurun gözünden mi anlatıyorsunuz?Tarih kitapları silah kullanmayı öğrenip, cephede erkeklerle yan yana savaşan kadın savaşçılara genel olarak kayıtsızdır. Ama tarih kitapları görmese de bu kadınlar var olmuş ve erkeklerle yan yana savaşmıştır.Kadınların katılmadığı bir savaş neredeyse yoktur. Gerek ön cephede gerekse arka cephede. Bugün savaşılan cepheler değişmiştir. İş hayatında, aile hayatında aşk hayatında yaşama ve insana dair her yerde savaş vardır.Ana kahramanlarımdan biri olan Emma Hampton hem güçlü hem de donanımlı bir kadın figürüdür. Tabii ki her insan gibi o da yeri geldiğinde yenilgiye uğrayacak ve küllerinden yeniden doğacaktır.Başarı hedeflerin kademeli olarak gerçekleştirilmesidir. Bu yolda yükselmek olduğu gibi tökezlemek, düşmekte var. Hepsi hayata ve insana dair şeyler.- Şu günlerde neler yapıyorsunuz?Serinin üçüncü kitabını yazıyorum. İntikam Mevsimi’ni okuyan kıymetli okuyucularımla kitaba dair sohbetler yapıyorum, onlarla yazışıyorum. Diğer taraftan farklı bir konuda yazacağım dördüncü kitabımın konuları üzerine araştırma yapıyorum. Güney Öztürk

Anne ve babalarda tükenmişlik sendromunun 'en az olduğuülkelerden biri Türkiye'

Anne ve babalarda tükenmişlik sendromunun 'en az olduğu ülkelerden biri Türkiye' Belçika'da yapılan bir araştırma, anne ve babalar arasında görülen tükenmişlik sendromunun, bireyselliğin ön planda olduğu Batı toplumlarında daha yüksek; Türkiye, Küba ve Peru gibi toplumsallığın önemli olduğu ülkelerde ise daha düşük olduğu sonucuna vardı. Getty ImagesBelçika'da yapılan bir araştırma, bireyselliğin ön planda olduğu Batı toplumlarında anne ve babalar arasındaki "tükenmişlik sendromunun" oldukça yüksek olduğunu ortaya çıkardı.Bu sorundan en az etkilenenlerin ise Türkiye, Küba, Peru ve Tayland'daki ebeveynler olduğu belirlendi.Araştırmaya göre, bu ülkelerdeki geniş aile ve mahalle kavramı ve dayanışma gibi kültürel farklılıklar, ebeveynleri, tükenmişliğe karşı daha fazla koruyor.Koronavirüs salgını nedeniyle daha da artan sorun, ağırlıklı olarak annelerde görülüyor.Louvain Katolik Üniversitesi'nden Prof. Dr. Moira Mikolajvzak ve Prof. Dr. Isabella Roskam'ın yaptığı "ebeveyn tükenmişliği" araştırması, 42 ülkede gerçekleştirildi.Araştırmaya katılan ebeveynlerde; duygusal tükenme, ebeveyn rolünden keyif alamama, gerginlik, yorgunluk ve çocuklara yönelik duygusal mesafe gibi etkiler incelendi.Bilim dergisi Affective Science'da yayımlanan araştırmaya göre, anne - babalar arasında tükenmişlik sendromunun en fazla görüldüğü ülke Belçika. Bu ülkedeki her 12 ebeveynden biri, tükenmişlik sorunu yaşıyor.Listenin ikinci sırasında ABD'deki ebeveynler var. ABD'deki anne ve babaların yüzde 7,9'u tükenmişlik sendromundan muzdarip. Bunu sırasıyla Polonya, Burundi, Fransa, Rusya, Finlandiya, İsviçre ve Hollanda'daki ebeveynler takip ediyor.Tükenmişlik sorunu yaşayan ebeveynlerin üçte ikisi annelerden oluşuyor. Buna rağmen anneler, sorumluluklarının yüzde 70'ini yerine getiriyor. Babalar, ebeveyn rolüne daha az hazır olduğu için, tükenmişlik sorunundan daha az etkilemiyor.Getty Images'Türkiye'de neredeyse yüzde sıfır düzeyinde'Ebeveynlerde tükenmişlik sendromunun en az olduğu ülkelerin başında ise, Türkiye, Küba, Peru ve Tayland geliyor. Anne ve babalar arasındaki tükenmişlik duygusunun yaygınlığı, Türkiye'de neredeyse yüzde sıfır düzeyinde.Araştırmaya göre, tükenmişlik sorununda en belirleyici faktörün, kültürel farklılıklar olduğu belirlendi. Belçikalı araştırmacılar, gelir ve eğitim düzeyi, yaş ve çocuk sayısı gibi unsurların yanı sıra, 42 ülkedeki "erkeğin rolü", "gücün eşitsiz dağılımı" ve "bireycilik" gibi kültürel özelliklere göre değerlendirme yaptı.Bireysellik düzeyi yüksek olan ülkelerde, ebeveyn tükenmişliğinin daha yaygın olduğu ortaya çıktı. Batı toplumlarında, yalnız başlarına "başarı ve mükemmeliyetçilik" geliştirme çabasında olan ebeveynler, daha sık tükenmişlik sorunu ile karşı karşıya kalıyor.'İhmal ve şiddet gibi sonuçları var'Tükenmişlik yaşayan ebeveynler, daha fazla stres hormonu ürettikleri için daha saldırgan davranıp, daha sık intihar düşüncesine kapılıyor. Kendilerine ve çocuklarına zarar verme, çocuklarını ihmal etme ya da onlara şiddet uygulama gibi sorunlar yaşıyorlar.Tükenmişlik sonucu çocukların ödevleri ile ilgilenmeme, yemek yapmama gibi etkenler de, çocukların olumsuz etkilenmesine neden oluyor.Getty Images'Salgınla beraber sendrom da arttı'Türkiye'nin de aralarında bulunduğu Batılı olmayan diğer kültürlerde ise, bireyselliğin yaygın olmaması; geniş aile, mahalle ve köy kültürü gibi etkenler ebeveynlerin yükünü azaltıyor.Belçikalı araştırmacılara göre, bu toplumlarda diğer aile üyeleri, komşular ve köylüler çocuklara çok daha fazla önem veriyor. Bu da tükenmişlik sendromuna karşı muazzam bir koruma sağlıyor."Bir çocuğu büyütmek için bir köy gerekir" atasözünün yaygın olduğu Afrika ülkelerinde de ebeveynlerin yaklaşık yüzde 1'i tükenmişlik sorunu yaşıyor.Araştırma, koronavirüs salgını nedeniyle birçok ülkede ebeveyn tükenmişliği sorunun giderek daha fazla artığını da ortaya koydu. Özellikle Batı ülkelerinde anne ve babaların üçte biri, pandemi döneminde tükenmişlik sorunun arttığını söylüyor. BBC Türkçe

Küçük Uras'ın karın ağrısının nedeni herkesişaşırttı; bağırsağından 19 mıknatısçıktı

Küçük Uras'ın karın ağrısının nedeni herkesi şaşırttı; bağırsağından 19 mıknatıs çıktı İstanbul'da yaşayan 4.5 yaşındaki Uras Aslan Aktaş, şiddetli karın ağrısı şikayetiyle ailesi tarafından hastaneye götürüldü. Çekilen röntgen filmi sonucu küçük çocuğun bağırsağında tam 19 tane 'neodyum mıknatıs' tespit edildi. Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Ali Çay tarafından ameliyata alınan Aktaş, sağlığına kavuştu. Prof. Dr. Çay aileleri uyararak, “Oyuncak olarak satılan bu güçlü mıknatıslar yutulduğu zaman hayatı tehdit edebilir. Ailelere bu tür oyuncaklardan uzak durmalarını öneriyorum" dedi. Uras Aslan Aktaş, şiddetli karın ağrısı ve kusma şikayeti sonrası ailesi tarafından hastaneye kaldırıldı. Yapılan tetkiklerde küçük çocuğun bağırsağında tam 19 tane oyun amaçlı kullanılan neodyum mıknatıs tespit edildi. Bağırsağını delen cismi fark eden Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Ali Çay çocuğu ameliyata aldı. 45 dakika süren operasyonda tam 19 tane mıknatıs çıkarıldı. Şaşkın olduğunu söyleyen anne Ayşegül Aktaş, “Kahvaltı esnasında çok şiddetli karın ağrısı oldu. Ben tuvalete gitmesini istedim. Ama ağrısı devam etti. Sonra dinlenmesi için yatak odasına götürdüm o esnada bana 'anne ben mıknatıs yuttum' dedi. Öyle olunca apar topar hastaneye kaldırdık. Sayı olarak bilmiyordum, kendisi 1-2 tane yuttuğunu söyledi. Ama röntgende sayının çok daha fazla olduğunu gördüm. Doktorumuz ameliyata aldı çok şükür şu an iyi durumdayız" diye konuştu."BİR ANLIK DİKKATSİZLİK SONUCU OLDU"Bu mıknatıslar ile ilgili çocukların dikkatini çekmeye çalışan çok sayıda video olduğunu belirten anne Aktaş, “Sosyal medyada inanılmaz şekilde mıknatıslarla ilgili videolar var. Bu videoların hepsi çok renkli ve güzel videolar. Dikkat çekici yetişkinlerin bile kayıtsız kalamayacağı videolar. İnanılmaz görseller oluşturuyor ve bunlarla şekiller yapıyorlar. İnternetten de rahatlıkla alınabilecek ürünler. Tehlikeli olduğunu biliyordum ama maalesef evimizde de vardı bir anlık dikkatsizlik sonucu yuttu. Büyük bir olay atlattık ama şu an şükür ki iyiyiz. Kesinlikle eve gidince hepsini yok edeceğim" ifadelerini kullandı./Archive/2021/3/20/181746851-ozel-kucuk-urasin-karin-agrisinin-nedeni-herkesi-sasirtti-bagirsagindan-19-miknatis-cikti_1.jpg“İNCE BAĞIRSAKLARI BİRBİRİNE YAPIŞTIRMIŞTI"Ameliyatı gerçekleştiren Prof. Dr. Ali Çay, “Bağırsak tıkanıklığı bulguları sonrası hastamız acilen ameliyata alındı. Bu mıknatıslar çok güçlü ve farklı bağırsak segmentlerinde birbirlerine yapışarak bağırsakta basıya ve bağırsak delinmesine, tıkanıklığa sebep olabiliyorlar. Bizim hastamızın da hem ince bağırsağı birbirine yapıştırmıştı hem kalın bağırsak yapışmıştı. Biz bağırsağın yaralanan kısımlarını onardık. Bu 19 mıknatısı tamamen çıkardık" değerlendirmesinde bulundu.“NORMAL MIKNATISLARA GÖRE 10 İLA 20 KAT DAHA GÜÇLÜ"Bu mıknatısların çok güçlü olduğunun altını çizen Prof. Dr. Çay aileleri ise şu sözlerle uyardı:“Normal mıknatıslara göre 10 ila 20 kat daha güçlü. 2019 yılından itibaren bu tür vakaların sayısı giderek artıyor. Bu mıknatıslar oyuncak olarak kullanılıyor. Renkli şekerler gibi olduğundan çocuklar oynarken bunları yutabiliyorlar. Genellik 3 ay ila 3 yaş arasındaki çocuklar bu tür şeyleri ağızlarına götürme eğilimindeler. Fakat yaştan bağımsız olarak bunlar artan miktarlarda sindirim sistemlerinde çoklu mıknatıs yutma vakalarını görmekteyiz. Bu yakın zamanda benim gördüğüm 2'nci vaka. Bunları bir oyuncak olarak görmememiz gerekiyor. Yutulduğu zaman çok tehlikeli. Çocuğumuzun hayatını tehdit eden komplikasyonlara neden olabiliyor. Ben ciddiyetle uyarıyorum. Hayatı tehdit eden komplikasyonlara neden olabiliyor. O nedenle bu tür oyuncaklardan uzak durmalarını öneriyorum." DHA

Karanlık dünyasından günümüzeışık tutan halk ozanı: Aşık Veysel

Karanlık dünyasından günümüze ışık tutan halk ozanı: Aşık Veysel Aşıklık geleneğinin önemli temsilcilerinden halk ozanı Aşık Veysel Şatıroğlu, vefatının 48'inci yılında anılıyor. Aşık Veysel için memleketi Sivas'ın Şarkışla ilçesi Sivrialan köyünde mezarı başında anma programı düzenlenecek.Ozanın Sivrialan köyündeki kabrinin ziyaret edilmesiyle başlanacak anma programı, aşığın müzeye dönüştürülen doğup büyüdüğü evde devam edecek.AŞIK VEYSEL'İN HAYATIHafızalara, "Uzun ince bir yoldayım / Gidiyorum gündüz gece / Bilmiyorum ne haldeyim / Gidiyorum gündüz gece" ve "Ben giderim adım kalır / Dostlar beni hatırlasın / Düğün olur bayram gelir / Dostlar beni hatırlasın" dizeleriyle kazınan büyük ozan, 25 Ekim 1894'te Sivrialan köyünde dünyaya geldi.Gülizar ve Ahmet Şatıroğlu çiftinin çocuklarından Veysel Şatıroğlu, çocukluğunu ve gençlik yıllarını Sivrialan'da geçirdi.Aşık Veysel'in iki kız kardeşi, bölgede yaygınlaşan çiçek hastalığına yakalanarak yaşamını yitirdi. Aynı hastalığa yakalanan büyük ozan da 7 yaşında iki gözünü kaybetti.ÇİLE DOLU YAŞAMINA SAZIYLA, SÖZÜYLE RENK KATTIAşık Veysel, babasının teşvikiyle 10 yaşındayken saz çalıp şiir okumaya başladı. Büyük ozan, o dönemde saz ustaları Çamşıhlı Ali ve Molla Hüseyin'den ders aldı.İlk evliliğini 1919'da Esma Hanım ile yapan Veysel Şatıroğlu, annesini ve babasını 1920'de kaybetti.Aşık Veysel, eşinin kendisini terk etmesi üzerine 1928'de ikinci evliliğini Gülizar Hanım ile yaptı.Veysel'in bu evlilikten Zöhre, Ahmet, Hüseyin, Menekşe, Bahri, Zekine ve Hayriye adlarında 7 çocuğu dünyaya geldi. Çocuklarından Hüseyin birkaç aylıkken hayatını kaybetti. Ozanın büyük oğlu Ahmet Şatıroğlu 84 yaşında 11 Ocak 2018'de, büyük kızı Zöhre Başer ise 2 Şubat 2020'de 85 yaşında yaşamlarını yitirdi.ADINI "AŞIKLAR BAYRAMI'NDA" DUYURDUSivas'ta öğretmenlik ve milli eğitim müdürlüğü görevlerinde bulunan şair ve oyun yazarı Ahmet Kutsi Tecer'in davetiyle köy enstitüsünde saz hocası olarak görev yapan Veysel'in adı ilk kez 5 Ocak 1931'de düzenlenen "Sivas Aşıklar Bayramı"nda duyuldu.Ömrü yoksulluk ve zorluklarla geçen Aşık Veysel, Cumhuriyet'in 10. yılı için yazdığı destanın yayınlanması ve Sivas Aşıklar Bayramı'ndaki başarısı ile dikkati çekti.Aşık Veysel, 1950 yılında senaryosunu Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yazdığı, Metin Erksan'ın yönetmenliğini üstlendiği "Karanlık Dünya" adlı bir filmde, yaşadığı Sivrialan köyü çevresiyle konu edildi.Tasavvuftan izler sunan, şiirleri konu bakımından zengin çeşitlilik gösteren Aşık Veysel, Yunus Emre'nin etkisindeki şiirlerinde halk kültürünün mayasına karışan yönleriyle Türk edebiyatının ve saz şiiri geleneğinin büyük ustalarından biri olarak hafızalara kazındı.Türkiye Büyük Millet Meclisi, "Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü" 1965 yılında özel bir kanunla halk ozanına 500 lira aylık bağladı.DİZELERİNDE HEP BİRLİK VE BERABERLİK MESAJLARI VERDİAşıklık geleneğinin son büyük temsilcilerinden ünlü halk ozanı, 1971 yılında Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesinde son konserini verdi.Ölümünden birkaç saat öncesine kadar bile "Birbirinizle, konu komşuyla iyi geçinin, dirliğiniz, düzeniniz bozulmasın" diyerek, "Kürt'ü Türk'ü ne Çerkez'i / Hep Adem'in oğlu, kızı / Beraberce şehit, gazi / Yanlış var mı ve neresi" dizeleriyle birlik ve beraberliğe vurgu yapan ünlü halk ozanı, şiirlerinde yaşama sevinciyle hüznü, iyimserlikle umutsuzluğu iç içe işledi.Aşık Veysel 21 Mart 1973 günü saat 03.30'da doğduğu köy olan Sivrialan'da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde hayata gözlerini yumdu.DOSTLARI VEYSEL'İ ESERLERİYLE YAD EDİYORÇocukken iki gözünü de kaybetmesine rağmen şiirlerine yansıttığı vatanseverlik, hoşgörü, yaşama sevinci, sevgi, birlik ve beraberlik mesajlarıyla hem kendi dünyasını aydınlatan hem de bugünlere ışık tutan halk ozanı, hafızalara kazınan eserler bıraktı.Şiirlerinde "Veysel", "Sefil Veysel" ve "Veysel Şatır" gibi mahlaslar kullanan Aşık Veysel, bir şiiri hariç, bütün şiirlerini dörtlüklerle aktardı ve "Sazımdan Sesler" ile "Dostlar Beni Hatırlasın" adlı şiir kitapları bulunan ozanın ölümünden sonra, 1984'te "Bütün Şiirleri" adlı eseri tekrar yayımlandı."Uzun ince bir yoldayım", "Dostlar beni hatırlasın", "Güzelliğin on para etmez", "Atatürk'e ağıt", "Beni hor görme", "Beş günlük dünya", "Derdimi dökersem derin dereye", "***** felek", "Kara toprak" gibi eserleri hafızalara kazınan, Türkçeyi en yalın ve güçlü şekilde kullanan Aşık Veysel, şiirlerinde verdiği mesajlarla Türk milletine her zaman birlik ve beraberlik çağrısı yaptı.Aşık Veysel'in vatan, tabiat, birlik, beraberlik, çalışma, yardımlaşma konularını işlediği şiirlerinde, vatana bağlılık ve idealistlik dikkati çeken en önemli nokta oldu.Ozanın eserleri pek çok sanatçı tarafından tekrar yorumlanırken birçok yabancı sanatçının da dikkatini çekti. ABD'li elektro gitar virtüözü Joe Satriani, 2008'de çıkardığı albümde "Aşık Veysel" isimli, kendi bestelediği enstrümantal bir esere yer verdi. AA

Polonya’da bir ağaçta 2. Dünya Savaşı’ndan kalma bomba bulundu

Polonya’da bir ağaçta 2. Dünya Savaşı’ndan kalma bomba bulundu Polonya’da ormandaki bir ağaçta 2. Dünya Savaşı’ndan kalma bomba bulundu. Bombanın hangi amaçla ağaca konulduğu bilinmezken etkisiz hale getirildi. Polonya’nın güneydoğusunda bulunan Pulawy kasabasına bağlı Anielin köyü yakınlarında bir ağaçta 2. Dünya Savaşı’ndan kalma bomba bulundu. İsmi açıklanmayan bir kişi, ormanda yürüyüş yaparken tesadüfen bir ağacın dalları arasında duran bir demir parçası fark etti. Cismin ne olduğunu tam olarak anlamayan şahıs, 2. Dünya Savaşı’nda büyük çarpışmalara sahne olmuş Polonya’da toprak altında, denizde hala çok sayıda patlayıcı bulunduğu için durumdan şüphelenerek polise haber verdi. Olay yerine gelen polisin yaptığı ilk inceleme sonucu cismin bomba olduğu belirlendi.ETKİSİZ HALE GETİRİLDİOrmana bomba imha ekipleri sevk edildi. Söz konusu cismin 2. Dünya Savaşı’nda kullanılan SD1 hava bombası olduğunu tespit eden bomba imha uzmanları, bombanın savaş devam ederken ya da savaşın hemen sonrasında ağacın dalları arasına yerleştirilmiş olabileceğini belirtti. Hangi amaçla, kim tarafından ormandaki ağaca konulduğu bilinmeyen paslı hava bombası, uzmanlar tarafından etkisiz hale getirildi. İHA

'Dünya Su Günü' için farkındalıkçalışması; yarım litre suyu 500 liraya satışa sundu

'Dünya Su Günü' için farkındalık çalışması; yarım litre suyu 500 liraya satışa sundu Tokat'ta, gönüllü turizm elçisi Fatma Esin Tuna, '22 Mart Dünya Su Günü' öncesi kuraklığa dikkat çekmek amacıyla yarım litrelik pet şişelerdeki suları 500 liradan satışa çıkardı. Kentte yaşayan gönüllü turizm elçisi Fatma Esin Tuna, '22 Mart Dünya Su Günü' dolayısıyla suyun önemine dikkat çekmek için etkinlik düzenledi. Etkinlikte 500 mililitrelik su şişelerinin üzerine '500 TL' yazan Tuna, yoldan geçenlere satmaya çalıştı. Suyun fiyatını görenler ise şaşırırken, etkinlik ve suyun önemi hakkında bilgilendirildi. /Archive%5C2021%5C3%5C20%5C185015474-dunya-su-gunu-icin-farkindalik-calismasi-yarim-litre-suyu-500-liraya-satisa-sundu_5.jpgGelecek yıllarda olası kuraklık sonucu su fiyatlarının hangi seviyelere gelebileceğini göstermek istediğini belirten Fatma Esin Tuna, "'Dünya Su Günü' nedeniyle meydana çıktık, insanları uyarmak istedik. Yola çıkış fikrimiz, önümüzde tehlike olan kuraklığı ve 'sudan ucuz' atasözünü vurgulamaktı. Bu atasözünü kullanırken, bir şeyin ne kadar ucuz olduğunu vurguluyoruz. Zamanı gelecek, ne kadar pahalı olduğunu vurgulamak için kullanacağız bu sözü. Bedelini ödemesek bile bütün sular bizimdir. Bedelini ödemesek bile bir gün onun faturası bize kesilecektir. Milli servetimiz olan suyumuzu geleceğimize, çocuklarımıza miras bırakmamız ve insanlığın idame edilmesi için de sahip çıkılması gereken bir değer olduğunu vurguluyoruz. İnsanlar şaşırdılar tabi ama bir gün bu fiyatı gördükleri zaman şaşırmasınlar; çünkü o tehlike var. O yüzden de suyu kullanırken tasarruflu olsunlar. Pandemi, suyu çok tüketmek için bahane değil az su ile de iş yapılabilir" dedi.Etkinliğe katılanlar ise su tasarrufuna dikkat ettiklerini belirtti.Farkındalık için hazırlanan ve üzerinde '500 TL' yazan sular, etkinlik sonunda dağıtıldı.  DHA




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter