News - Haberler
Gazeteci Denizhan Erkoç'a 'Fuat Avni' davasında beraat
Gazeteci Denizhan Erkoç'a 'Fuat Avni' davasında beraat Fuat Avni twetleri nedeniyle yargılanan Medyaradar Genel Yayın Yönetmeni Denizhan Erkoç, yargılandığı davada beraat etti. Medyaradar Genel Yayın Yönetmeni Denizhan Erkoç hakkında, “Fuat Avni” tweet'lerinin haberleştirildiği gerekçesiyle 15 yıla kadar hapis cezası istenen davada beraat kararı verildi.Erkoç'un “terör örgütüne üye olmaksızın yardım” suçundan yargılandığı davanın beşinci duruşması, İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Mahkeme, yüklenen suçun unsurlarının oluşmaması sebebiyle Denizhan Erkoç'un beraatine hükmetti.Kararda, "Sanık hakkında terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçundan kamu davası açılmış ise de, üzerine yüklenen suçun unsurları oluşmadığından beraatine karar verildiği" belirtildi.İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Temmuz 2019’da, Medyaradar'ın da aralarında bulunduğu bir grup haber sitesine, 2014-2016 yılları arasında "Fuat Avni" mahlasıyla kullanılan Twitter hesabından yapılan bazı paylaşımları "neden haber yaptıkları" gerekçesiyle soruşturma başlatmıştı.“Fuat Avni” mahlaslı hesaptan paylaşılan binlerce tweet'ten Mart 2014-Aralık 2015 arasındaki iki yıla yakın sürede toplam 360 tweet'in haberleştirilmesi gerekçesiyle açılan davanın iddianamesinde, “Denizhan Erkoç'un örgütle hiyerarşik bir ilişki içinde olduğunun tespit edilmediği, Medyaradar'da örgüt aleyhine çok sayıda yazı ve haber yayımlandığı" belirtilip, bu nedenle "kasıt unsurunun mahkemece değerlendirilerek yargılama yapılması” talep edilmişti. AVUKATI SAVUNDUİstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya koronavirüs nedeniyle evinde tedavi gören Denizhan Erkoç katılmazken avukatı Fahri Emeksiz hazır bulundu.Mahkemeye sunulan yazılı savunmada," Müvekkilin yetkilisi bulunduğu sitede haber yapılan tweetlerin neredeyse tamamı 2014 yılına aittir. O tarihlerde Fetöcüler örgüt olarak dahi tanınmamaktadır. 15 Temmuz hain kalkışması da yapılmamıştır. Hal böyleyken, sadece haber amaçlı paylaşılan ve toplumda ilgi ve merak uyandıran tweetlerin, hukuki olarak henüz olmayan örgütü övmek amaçlı yapıldığı iddiası, suçun ve cezanın kanuniliği ilkesiyle bağdaşmaz" denildi.Mahkeme, yüklenen suçun unsurlarının oluşmaması sebebiyle Denizhan Erkoç'un beraatine hükmetti.Aynı suçlamayla T24, Diken internet siteleri ve Birgün gazetesi hakkında açılan davalar da ‘suçun unsurları oluşmadığı' gerekçesiyle beraatle sonuçlanmıştı. Sözcü gazetesi yöneticileri söz konusu suçlamadan, hapis cezasına çarptırıldı. Sözcü gazetesi yönetici ve yazarları, gazetede yer alan haber ve yazılar nedeniyle açılan kumpas davasında, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, “FETÖ'ye bilerek ve isteyerek yardım” suçlamasıyla 2 yıl bir ay ile 3 yıl 6 ay 15 gün arasında değişen oranlarda hapis cezasına çarptırılmıştı. cumhuriyet.com.trFatih Erbakan'dan 'İstanbul Sözleşmesi' kararına destek
Fatih Erbakan'dan 'İstanbul Sözleşmesi' kararına destek Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Dr. Fatih Erbakan, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi’ni feshettiğini bildiren Cumhurbaşkanı Kararı ile ilgili yazılı açıklamada bulundu. /Archive/2021/3/20/162251036-dre.jpgYeniden Refah Partisi lideri Erbakan, İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesine ilişkin, "Aile yapımızı, yeni nesillerimizi tehdit eden bu sinsi sözleşmeden Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile çıkılmış olmasını, çok yerinde, çok hayırlı, hatta çok geç bile kalınmış bir adım olarak değerlendiriyoruz" dedi.Kararı çok olumlu buluyoruzİktidarın, dış güçlerin laboratuvarlarında üretilmiş bir zehir olarak bünyemize enjekte edilmek istenen İstanbul Sözleşmesi yanlışında ısrar etmekten vazgeçmesinin çok olumlu bir karar olarak değerlendiren Fatih Erbakan, "Bu adımla birlikte ayrıca, İstanbul Sözleşmesi ve Türkiye’nin 1985 yılında imzaladığı CEDAW Sözleşmesi doğrultusunda çıkarılmış olan, başta ‘6284 Sayılı Kanun' olmak üzere, aile kurumuna zarar veren yasaların da bir an evvel ıslah edilmesi elzemdir" ifadelerini kullandı.Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için Batı dayatması kanunlara ihtiyaç olmadığına vurgu yapan Erbakan sözlerini şöyle sürdürdü:"Kadınlarımızın korunması, hak ettiği değerin verilmesi, toplumda saygın bir yer edinmesi için Batı icadı ve dayatması, asıl amacı çok farklı olan sözleşmelere, düzenlemelere ihtiyacımız yoktur. Sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana, kadına yönelik şiddetin 10 kat artması da bunun en açık göstergesidir. Aile yapımızı ve kadınlarımızı korumak ve yüceltmek için, gereken her türlü değer ve prensip Aziz Milletimizin tarihinde, kültüründe, bizim kendi medeniyetimizde zaten mevcuttur."YENİDEN REFAH HER PLATFORMDA SÖZLEŞMENİN İPTALİNİ YÜKSEK SESLE DİLE GETİRDİ Yeniden Refah Partisi'nin her zaman bu sözleşmeye karşı olduğunu ifade eden Erbakan, "Yeniden Refah Partisi olarak bizler yıllardır bu sözleşmeden en acil şekilde vazgeçilmesi gerektiğini, bu sözleşmenin ahlaki, manevi, insani bakımdan yıkıcı sonuçları olacağını yıllardan beri en güçlü şekilde, her platformda haykırdık. Diğer siyasi partilerin pek çoğu bu sözleşmeyi desteklerken, bir kısmı da sessiz kalırken, biz bu çok hayati konuda farkındalık oluşması, bu yanlıştan dönülmesi için büyük gayret gösterdik" dedi.CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'A TEŞEKKÜR İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesinden ötürü Cumhurbaşkanı Erdoğan'a teşekkür eden Milli Görüş lideri Erbakan, "İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararının alınmasında çok önemli payı olan Yeniden Refah Partimizin tüm teşkilat mensuplarına, üyelerimize ve bu konuda bizler gibi emeği bulunan her kesimden insanımıza, bu kararı imzalayan Cumhurbaşkanı’na teşekkür ediyoruz" açıklamasında bulundu. cumhuriyet.com.trSon dakika... Devlet Bahçeli'den Abdullah Gül'e sert sözler
Son dakika... Devlet Bahçeli'den Abdullah Gül'e sert sözler MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü sert sözlerle hedef aldı. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin hedefinde 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül var. Twitter'daki hesabı üzerinden açıklamalarda bulunan Devlet Bahçeli, geçtiğimiz günlerde vekilliği düşürülen HDP'li milletvekili Ömer Gergerlioğlu'nu hedefe alıp, "TBMM, bir eylem sahası, bölücülerin yatakhanesi, kanun kaçaklarının sığınma alanı değildir. Büyük Türk milletinin kalbinde bir hançerin yuvalanmasına göz yumulamaz, tahammül edilemez, sabır gösterilemez. TBMM’de yer yatağı sermek demokrasiye sürülmüş kara bir lekedir" ifadelerini kullandı.ŞENTOP'A SESLENDİTBMM Başkanı Mustafa Şentop'a seslenen Bahçeli, "Yer yatağı derhal kaldırılmalı, milletvekilliği düşürülen kirli şahıs Gazi Meclis’ten behemehâl çıkarılmalıdır. Taviz, teslimiyeti getirir. Teslimiyet ise boyun eğmedir. Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur. Şayet TBMM Başkanı’nın yetkisi bu konuda sınırlıysa, süratle hazırlanacak bir maddelik kanun teklifinin Genel Kurul’da kabulüyle birlikte Gergeroğlu’nun yer yatağı ile beraber Meclis’in kapısının önüne koyulması mümkündür ve konu acildir" açıklamasını yaptı.ABDULLAH GÜL'Ü HEDEF ALDIBahçeli'nin hedefinde 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de vardı. HDP'ye açılan kapatma davası için söylediği sözler üzerinden Gül'ü hedef alan Bahçeli şu açıklamaları yaptı:- Gergeroğlu’nun milletvekilliği düşünce ‘Gül’en yüzü asılan, HDP’nin kapatılmasıyla ilgili dava açılmasından rahatsızlık duyan 11.Cumhurbaşkanı’na diyeceğim de şudur: Artık Güroymak’a Norşin diyen yoktur, o günler geçmiştir. Gül diye dikeni yutturanlar kalmamıştır.- 11.Cumhurbaşkanı’na tavsiyem, eğer çok üzüldüyse, HDP’ye veya CHP’ye katılması isabetli ve tutarlı bir davranış olacaktır. Hatta çok da yakışacaktır, nitekim tencere yuvarlanıp kapağını bulacaktır. cumhuriyet.com.trZülfüLivaneli: Cahiliye ortamında gerçek eleştiri olmaz
Zülfü Livaneli: Cahiliye ortamında gerçek eleştiri olmaz Zülfü Livaneli: Dört yıldır Kaplanın Sırtında adlı romanıma çalışıyorum. En büyük emeği bu kitaba verdim. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduğumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortamı var. Satır satır altı çizilerek okumak isteyeceğiniz bir kitap gibi Zülfü Livaneli. "Dört yıldır Kaplanın Sırtında adlı romanıma çalışıyorum. En büyük emeği bu kitaba verdim. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduğumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortamı var ve düzey o kadar düşük ki, romanımın bu düzeyde tartışılmasını istemiyorum" diyor. Zülfü Livaneli'yle yüksek edebiyattan çok satanlara, Nazım Hikmet'ten Yaşar Kemal'e kadar, hem söyleştik, hem dertleştik...- Hewingway, insanları dinlemenin önemini ve özellikle yazarlığın kendini anlatmak değil dinlemek olduğunu söyler. Oysa, birbirimizi dinlemediğimiz hatta anlatmak için dinlediğimiz bir dönemdeyiz. Dinlemeden anlatmaya çalışmak yaman bir çelişki değil mi?Evet. Hewingway haklı. İnsanlara, size başka bir insanın hikâyesini anlatıyorum ve bunu okumanızı istiyorum diyoruz, kamuoyunun önüne çıkıyoruz. Dünyada yedi buçuk milyar insanın yedi buçuk milyar hikâyesi var. Dinlemeyi bildiğiniz zaman en yüzeysel gördüğünüz insanın, bile şaşırtıcı hikâyeleri ortaya çıkıyor. Dinleyeceksiniz, göreceksiniz. Kulağınıza çalınan bir şey olduğu zaman, irdeleyeceksiniz. - Herkes kendini ifade etmek istiyor sanki…Herkes kendini anlatıp ifade etmek istiyor ama kendini ifade iki bakımdan önemlidir. Birincisi, içini dökme isteği.. İçini dök tabii ama ne için? O iç ne kadar dünyaya açık ve ne kadar birikim barındırıyor? Nelerle içini dökeceksin. Genç romancılara bakıyorum güzel yazıyorlar 400-500 sayfa kitap az emek değil. Ama içinde bir şey yok. “Edebiyat Mutluluktur”da da söylediğim gibi kitabın içinde bir nabız atmalı. Derler ya “Tanrı insanı çamurdan yaptı sonra içine can üfledi.” O üfleme olmadan kitap canlanamaz. İçinde bir zemberek kurulu olmalı. Zembereği çalışmayan saat nasıl durursa o da duruyor. Gözlemlerini anlatıyor, sıkıntılarını anlatıyor, arkadaşlarıyla kahvede ilişkilerini anlatıyor. Tamam da peki bundan bize ne?- Okumayan mı? Okutamayan mı? Suçlu kim?Medya çağında yaşıyoruz. Medya o kadar önemli ki. Medya insanların düşünmesini şartlıyor. İnsanlar artık obezliğin zararlarını anladılar, öğrendiler peki ya ruh obezliğine ne olacak? Üzerimize milyonlarca bilgi, görüntü akıyor ve içimizi kirletiyor. Bunu ayırt edecek olan var, olamayan var. İnsanlar gördüğüne, okuduğuna inanıyor, peşinden gidiyor. Özellikle Batı dünyasında medya hep tek tarzdaki yazarları ortaya çıkarıyor. Bu kaliteli, bunu okuman lazım şeklinde. Peki o yazarlar ideolojik olarak uygunsa ki Amerikada’da birçok böyle isim biliyorum. İdeolojiye uygun ama yazdığını okutamıyor. Sonra okuyucuya “sen anlamıyorsun, bu yüksek edebiyat” diyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Bütün insanlık Dickens, Tolstoy, Balzac, Stendhal, Dostoyevski’yi anlamış, seni mi anlamayacak. Sen o kadar yükseksin ki dünyanın üzerinde kimse seni anlamayacak. (gülüyor) Böyle bir şey olabilir mi? Bir konsere gittiğimde piyanist bana dinletmek zorunda. Onun maharetini görmeliyim, hayran olmalıyım. Eğer çalamıyorsa çıkar giderim konserden. Ya da kitabı okuyamıyorsam bırakırım. Borges der bunu çok da doğru söyler. “Dünya o kadar güzel okunacak kitaplarla dolu ki, eğer bir kitap kendini okutamıyorsa bırakın, vakit kaybetmeyin” der. Aynı fikirdeyim. Yazarın birinci meselesi okutmaktır. Maharet eksikliği var. Peki ne maharetin var? Dil mi? Konu mu? Kurgu mu? Hayır anlamazsınız. Bu yüksek edebiyat. - Peki Bestseller (çoksatanlar) konusunda ne düşünüyorsunuz?Bizim ülkemizin bu konuda bir farkı var. Mesleğimiz gereği tüm dünyayı, gelişmeleri takip ediyoruz. New York Times’ın çok satanlar listesine bakın. Bir tane edebiyat ismi göremezsiniz. Aynı şey Almanya ve Fransa’da da geçerlidir. Türkiye’de öyle değil. Dünyadaki tüm yayıncılarımla ülkemizin çok satanlar listesini paylaştım. Her zaman Sabahattin Ali, Saramago, Zweig, Sait Faik, Orwell ve de Türkiyenin önemli yazarlarının hepsi olur. Kitap rafa çıkınca beğenilirse devam ediyor, beğenilmezse sönüyor, gidiyor. Biz gerçekten çok özel bir okur kitlesine sahibiz. Dünyada anlatıyorum, şaşırıyor insanlar. Bizim içimizde çok gelişmiş bir Avrupa ülkesi var. Öyle düşünün. Ne var ki dünyada da Türkiye’de de yetenekli bir yeni yazarın adını duyurması çok zor. Okurlar genellikle bildikleri yazarlara yoğunlaşıyor. Bunu aşmamız gerekiyor.- Bir kitabın çok satar olması…Bir kitabın çok satar olması ille de kalitesiz olduğunu göstermez, ille kaliteli olduğunu da göstermez. Kitap kendisi içinde değerlendirilir. Çok satan olup olmadığı hiç önemli değildir. Sabahattin Ali’nin sürekli listede olmasını düşünün. Kötü yazar mı diyeceğiz bu büyük isme. Yabancı dile çevrilme konusu da böyle. Sait Faik dünyada bilinmiyor diye değersiz bir yazar mı? Dünyanın gördüğü en büyük hikâyecilerden biridir.- Nitelikli eserin anahtar kelimeleri sadelik, derinlik ve zenginlik midir?Her yiğidin yoğurt yemesi farklıdır. Herkes başka türlü yapar bunu. Mesela George Orwell büyük bir yazardır. Doğru. Ve 1984 şu an dünyanın geldiği noktayı anlatması bakımından en popüler kitap. Peki. Biz bu kitabı biliyoruz ama Orwell’in kendisinin de “buradan aldım” dediği “Yevgeny Zamyatin”in “Biz” kitabını biliyor muyuz? Orwell, Biz kitabından esinlenmiştir. Ama Zamyatin yanlış zamanda Rus, Orwell ise İngiliz. Bu bir vitrin meselesi. Arka çekmecelerde neler var görmüyoruz.- Gerçek edebiyatın kapitalist diktatörlük için için tehlikeli olduğunu söylüyorsunuz. Biraz açar mısınız?Aslında bütün totaliter rejimler için geçerli. Her zaman da öyle oldu. Pir Sultan Abdal” neden asıldı? O kadar şair neden idam edildi? Saray mensubu divan şairi “Nef’i” bile idam edildi. Niye dünyanın her yerinde, her rejiminde bu kadar yazar kıyımı yapıldı? Sovyetler Birliği’nde de Gorki’ye neler yapıldığını çok iyi biliyoruz. İktidarlar, yazarların kendi istedikleri tarzda yazmasını istiyorlar. Sözün gücünün farkındalar. Kapitalist dünya da kendine uygun yazar istiyor. Sistemi yıkmak isteyen, sömürüyü anlatan, isyana çağıran yazar ister mi? Tabii ki istemez. Artık Florida’ya çalışmaya giden mevsimlik tarım işçilerinin korkunç yoksulluğunu anlatan "Gazap Üzümleri" gibi romanlar yazılmıyor ya da vitrine konmuyor. - Peki Nâzım Hikmet? Nâzım Hikmet sadece komünist olduğu için değil, yüreği bir çocuk kadar masum, heyecanlı bir büyük şair olduğu için herkes tarafından ezilmek istendi. Her kesimdeki orta zekâlı kurnazlar bu dâhiyi yok etmeye çalıştılar. Sadece burada da değil. Sovyetler Birliği’nde piyesi yasaklandı, takip edildi. Bu konudaki dertleşmelerini Abidin ve Güzin Dino aktardılar bana. Nâzım Hikmet’in kişisel trajedisi çok büyük ama bir de şöyle bir şansı oldu: Sovyetler Birliği kültür konusunda çok üstündü. Dünyada bir iletişim ağı vardı. O ağ Nâzım’ı Küba’ya da götürdü, başka ülkelere de. Dünyadaki tüm sol yazarlar birbirleriyle irtibat halindeydi. Picasso’nun Guernica tablosunu da o ağ meşhur etti. Şimdi yapılsaydı ortaya çıkamayabilirdi. Kendim için de söylüyorum. Bir müzisyen olarak ben ya da genç bir arkadaşımız bugün “Karlı Kayın Ormanı”nı bestelese belki de yaygınlaşmayacaktı. Belki insanlar eskiden beri bildiği için geliyor böyle. Bugünün moda akımları içinde belki kaybolacaktı. Gerçi ben o dönemde de moda dışındaydım. O zaman da arabesk vardı. (gülüyor) Bir kitle oluştu aslında ve o kitle hâlâ duruyor. - Günümüzde trendlerin etkisinde aynı konularda eser üretmek iyi yazmanın önüne geçmiş durumda. Farklı görünmeye çalışan yazarlar sanki birbirlerini ve kendilerini tekrarlıyorlar. Halbuki farklı görünmeye çalışmak sıradanlığın göstergesi değil mi? Evet tabii. Biçimsel farklılık yaratmaya çalışmak hiçbir şey ifade etmez. Yaşar Kemâl de çok söylerdi. Çok önemlidir. “Her roman kendi biçimini getirir” derdi. Çok doğrudur. Roman, hikâye konunuz gelir, her konu da yazarın büyüklüğüne göre gelir. Yazmaya başladığınız zaman gerçekten kendi biçimini getiriyor. Ben kalkıp da Seranad’ı kadın ağzından yazayım diye düşünmedim, öyle geldi kendiliğinden. Diğerleri de aynı şekilde./Archive/2021/3/20/003525537-cmt27-zulfu-y12.jpg- Peki romanın niteliğini neye bağlayacağız? Bence romanın dili, kurgusu, anlatımı, ilginç fikirler; bütün bunlar var ama bir de olmazsa olmazı var: O da karakter yaratmak. Deneysel romanlar hariç tabii. Karakter yaratacaksınız. Mesela biz Raskolnikov’u kardeşimiz kadar iyi tanıyoruz. Tolstoy’un, Faulkner’in kahramanlarını tanıyoruz. Şimdi birçok kitap karakter yoksunu. Karakter yaratamıyor. Kitabı okuyup bitirdiğinizde aradan bir süre geçtiğinde karakterin adını bile hatırlamıyorsunuz.- Paul Auster romanları için de aynı eleştiriyi yapıyorsunuz?Paul Auster ilginç, emeğine saygı duyarım ama bir tane hatırladığımız karakteri yok. Karakter olmayan kitap nasıl canlanacak, nasıl yürüyecek? O yüzden de iş bol bol belagat haline geliyor. Son dönem yazarları belagate çok düştü. Uzun ve komplike cümleler. Ondan daha kolayı yok ki. Mesele “prose” dediğimiz şiirsel metne varabilmek. Şairane değil, buzdağının üstü gibi, altındaki yazılmamış dağı duyuran şiir. Hewingway’in, Knut Hamsun’un kısa kısa cümlelerle yarattığı şiir. Bunlar aşılamamış noktalar. Bunlardır işte esas büyük olan.- Süssüzlük en büyük süstür. Bayıldım. Hayatın her alanında da sadelik, abartmamak en büyük gerçek değil mi?Zaten hiçbir şeyi abartmamanız gerekiyor. Lenin’in bir sözü vardır. “Doğru bir düşünceyi bile abartırsanız absürde varır” der. Gerçekten öyledir. Kitapta da abartmamak gerekir. İnsan hayatının çok çeşitli yönleri var. Ama siz bunlardan birini abarttığınız, öne çıkardığınız zaman diğer yönler gölgede kalmış olur. Mesela, her insanın cinselliği yok mu? Var. Sadece ona odaklanırsanız seks kitabı olur. Ya da sadece cinayete odaklanırsanız polisiye olur. Bir denge içinde ele almak lazım. Sadelik de öyle. Sadelik çok önemlidir. Ortaokul çağlarımda Nurullah Ataç’ın bir denemesinde okumuştum. “Süssüzlükten safi süs olmuş japon vazoları” diyordu. Yani süssüzlükten bir süs yaratılmış. Öyle ince bir denge ki. Sanat ölçüdür. Metafor bile klişe ve ölçüsüz kullanılırsa yazıyı bozar. Birisinin ellerinin soğuk olduğunu anlatacaksanız "buz gibiydi" klişesine düşmeden daha incelikli bir metafor bulmalısınız.” - Mutluluk tanımınızı istesem...Mutluluğun tarih boyunca birçok tanımı yapılmış -Hegel’in mutluluk kavramı çok ilginçtir- Bence mutluluk süreklilik içeren bir kavram değildir. Mutlu anlar var hayatta. Sürekli bir mutluluk mümkün olabilir mi? Mümkün değil. Mutlu anlar yaşarsınız. Bu mutlu anların o sırada farkında olursunuz ya da olmazsınız ama sonrasında hatırladığınızda sizi hep mutlu eder. Mutlu anlar, mutsuz anlar, inişler, çıkışlar hepsi insana dair.Eski bir mesel vardır. Padişahın kızı hastalanmış, demişler ki dünyadaki en mutlu adamın gömleğinin bulunması gerekiyor. Ancak o gömleği giydirirsek sultanımız ölümden kurtulur. Padişah ferman salmış, her yerde en mutlu adam aranıyormuş. Aramış, taramışlar en sonunda bir dağ başında bir çoban bulmuşlar. Dünyanın en mutlu adamına gidiyoruz diyerek ulakla haber yollamışlar. Gitmişler, görmüşler ama adamın gömleği yok! (kahkahalar) Ne kadar güzel değil mi? Ben bayılırım halk hikâyelerine. En büyük gerçek onlardadır. Kapitalist dünyada malla, mülkle, daha fazlayı isteyerek mutlu olamazsın. Ne kadar çoksan o kadar azsın, ne kadar azsan o kadar çoksun. Bu materyalist mutluluğun kimseye faydası yok.- Yaşar Kemal’in hayatınızda yeri çok büyük. Yaşar Kemal’den neler öğrendiniz?Yaşar Kemal’den çok şey öğrendim. Bir kere edebiyat, sanat modalarına kapılmamayı, para ve şöhret için çalışmamayı (ki bunu da Arif Dino öğütlermiş genç Kemal’e) ve kendini adamayı öğrendim. Gerçekten kendini adamazsan, sağlığını koruyamazsan iyi kitap yazamıyorsun. Yaşar Ağabey “roman yazmak için kendine arap atı gibi bakman lazım” derdi. Hakikaten öyle. Fiziki enerji düşüklüğü bile kitabınızı etkiliyor. Köke, özüne girip bakmak gerekiyor. Çok önemli. Onunla, yurtdışında Andrej Wajda'nın “Vadedilmiş Toprak” filmini seyretmeye gittik. Çıktık sinemadan. Yaşar abi “Orhan Kemal daha iyisini yaptı” dedi. “Orhan Kemal film mi çekti?” dedim. “Yok ya’’ dedi "romanı Bereketli Topraklar Üzerinde. Biri roman, biri film olarak anlatmış. Sonuçta insanı anlatmıyorlar mı? Orhan Kemal daha iyisini yaptı” Önce böyle şaşırtırdı ama çok haklıydı. Sonuçta insanlar başka tekniklerle hikâye anlatıyor. - Sayfamızda mutlaka yemek kültürüne dair sorular soruyorum. Sizin de sofra muhabbetleriniz muhteşem. Dost sofralarınız biraz anlatır mısınız?Dostlar sofrası geleneği aslında bizim aileden başlar. Babam çok birikimli bir savcıydı. Dedem de hakimdi. Hem geleneksellikten, Anadolu’dan, hem de hukuktan, Osmanlı’nın son döneminden gelen insanlardı. Her akşam aile sofrasında bunlar anlatılırdı. Menkıbeler, hikayeler, kıssalar. Çünkü bizim doğu toplumu kıssa yoluyla düşünür. Mesnevi örneğin, hep kıssalarla doludur. Dolayısıyla çok alışkınım sofra kültürüne. Sofrada maksat yemek değil, muhabbet. Yemeği de hapur küpür yemeyeceksin. Laf lafı açar, muhabbet muhabbeti açar, insanlar birbirinden öğrenir, sofralar böyle olduğu zaman güzeldir. Bu tabii biraz farklı, biraz daha Avrupa kültürü. Kadınla erkeğin birlikte sosyalleşebildiği şarapla da ilgili bir durum yemeği uzun uzun yemek. Ben yemeği bir dostlar sofrası olarak anlıyorum. Ama hakim dedem hacıydı, yemekte asla konuşturmazdı. Aynı şeyi 2000 yılında Aynaroz’a gittiğimde yaşadım. Manastırlarda kalıyordum. Günde iki kere yemek yiyorlardı. Sabah 8 ve akşam 5. Tahta masalara oturuluyor, yemekler dağıtılıyor, baş rahip başlayın dediği zaman herkes başını öne eğiyor ve birbiriyle göz göze gelmeden yemeklerini yiyorlardı. Çünkü o anda vücutlarının bir zevkini tatmin ettiklerini düşünüyor ve günah işlediklerine inanıyorlardı. Aslında İslam dininde de biraz öyle. Pek fazla zevk almayacaksın yemekten. - Yemek yapıyor musunuz? Eskiden çok güzel bulgur pilavı yapardım. Abidin Dino çok severdi onlara kuşbaşı et, mantar, biber sote yapardım çok severlerdi. Biraz Macar yemeği tarzındaydı. Son dönemlerde pek yapmıyorum. Ama Yaşar Kemal yemek yapmayı çok severdi, zevk alırdı bundan. Bazı erkekler çok sever, asla mutfağı eşine bırakmaz. Fransız kültür bakanı Jak Lang karısını mutfağa sokmaz mesela.- Sağlıklı beslenme konusunda özel bir ilginiz olduğunu duydum. Bizimle paylaşacağınız tüyolar var mı?Var ama Ebrucum şöyle var. Ben sağlıklı beslenmeye son yıllarda başlamış değilim. Evde de söylüyorum. 20’li yaşlarımdan beri vücudumun bazı istediği ve istemediği şeyler var. Mesela ben 7 sene vejetaryen yaşadım. Sonra baktım sosyal hayatta çok zorlanıyorum mecburen uzlaşma yaptım. oldum. Etin iyi bir şey olmadığını biliyorum. Kırmızı şarap, badem, bitter çikolata tavsiye ediyorlar ya zaten bunlar benim alışkanlıklarım. Doktorlar söylemeden vücudum biliyor. 75 yaşına geldim işte böyle gidiyoruz.(gülüyor)- Yeni roman ne zaman?Dört yıldır “Kaplanın Sırtında” adlı romanıma çalışıyorum. En büyük emeği bu kitaba verdim. Yurtdışında ve Osmanlı arşivinde araştırmalar yaptım. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduğumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortamı var ve düzey o kadar düşük ki, bu kadar emek verdiğim, kaynaklara dayandırdığım romanımın bu düzeyde tartışılmasını istemiyorum. Bu kadar sert bir kutuplaşma ve cahiliye ortamında gerçek eleştiri olmaz. Romanı böyle bir ortamda çıkarmak istemedim. Benim kamplara bağlı düşünmediğimi, kendi kafamla düşünmeye önem verdiğimi bilirsin. İngiltere’de 8. Henry mi haklıydı Cromwell mi diye bir tartışma yüzünden insanlar birbirine girmez, öğrenciler dövüşmez. Komik gelir.Bu yüzden yine aklımda yıllardır geliştirdiğim, hatta ilk bölümlerini yazdığım bir kısa roman, bir novella fikri vardı. Çok severim bu formatı, Son Ada, Engereğin Gözü formatı. Biliyorsun Ebrucum çocukluğumdan beri Hewingway hayranıyım bir deniz hikayesi yazmak isterdim. Dolayısıyla “Balıkçı ve Oğlu” adında bir novella yazdım. İlginç ve güzel bir hikaye olduğunu sanıyorum, özel bir dille anlatmaya çalıştım. Herhalde Nisan sonu Mayıs başında İnkılap yayınlayacak. Bir de Cumhuriyet Yayınları benden bir kitap istedi. 1970’li yıllardan buyana Cumhuriyet’de çıkmış yazı dizilerimi topluyorum, başka yazılar da olacak. Tam içinde olmasak da hepimiz Cumhuriyetçiyiz. - Kitabı metalaştıran piyasa, edebiyatı “popüler edebiyat “ve “yüksek edebiyat “olarak ikiye ayırdı. Büyük okura sabun köpüğü kıvamında kitaplar sunulurken, az kişinin okuduğu kimsenin okumadığı “gerçek edebiyat” sanılan kitaplar varoldu. Halbuki önemli olan nitelikli eserlerin halkta karşılığının bulacağına güvenmek, iyi bir uslupta anlatmak ve okurun ruhuna sızmak değil mi?Bu benim ısrarla savunduğum bir görüş. Geçen yıl Serenad Amerikada yayımlandığında, New York’da Amerikan basınına anlattım, sonra ve Columbia Üniversitesi’nde konuştum. İnsanlar pek farkında değiller. Edebiyat dediğimiz şey bir taneydi. Edebiyat vardı bir de, daha eğlendirici diyebileceğimiz piyasa kitapları. Şimdi ise ürün çeşitlendirme adı altında ayrımlar yaptılar. Söz sanatları korkutucudur. Sözden korkar rejimler. Bütün rejimlerin yazarlar üzerindeki baskıları düşünün. Dünyadaki tüm totaliter rejimlerin yazarların üzerindeki baskıları sözün gücünden korkmalarından ileri geliyor. Çünkü söz güçlüdür.... Biz her şeye sınıfsal olarak bakmayı öğrendik. Öyle de yazdık. Yaşar Kemal de, Nazım Hikmet de. Sait Faik de, Orhan Veli de herkes bu görüşle yazdı. Ancak, postmodernizmde sınıf değil kimlik önemlidir. Bir örnek veriyorum. Mecidiyeköy’de yağmurlu bir gün, evlerde temizliğe giden yorgun bir kadın, otobüs durağında bekliyor, üç otobüs değiştirip eve gidecek, orda da kocası ve çocukları için çalışacak. Geçim derdinde, hayattan bezmiş bir kadın. Üstünde yıpranmış bir pardesü ve başında türban var. Önünden lüks bir araba geçiyor, üzerine çamur sıçratıyor. Bu kadın türbanlı, arabanın içindeki kadın da türbanlı. Şimdi bu kadın nasıl bakacak ona? Bu benden mi diye mi düşünecek? Yoksa ben emekçiyim, o patron diyerek, sınıf farkıyla mı bakacak? Bence ikincisi doğrudur birincisi çarpıtma. Onun isyanını, onun emeğinin sömürülmesine karşı çıkmasını, sendikalaşmasını, hakkını almasını engellemek için bir oyun. Edebiyat da bu oyunun içine girdi maalesef. Herkes küçük burjuva dünyasında oynuyor ve dil oyunu yapıyor. Batı basını da buna gerçek, onun dışındakilere de popüler edebiyat diyor. O zaman bakalım dünyanın en çok okunan yazarları Charles Dickens, Dostoyevski, Tolstoy, Balzac, Yaşar Kemal popüler edebiyat mı? Bütün bunları reddedip birkaç Amerika ya da Londra barında ajanlar, eleştirmenler edebiyatı kendi aralarındaki bir oyuna çevirdiler. Bilinçli bir tercih bu. - Türk sanatçı çevresi içinde bu geçerli değil mi?Tabii. Eskiden ünlü olmuş, adı duyulmuş, kitlesini yaratmış yazar, ressam, şair, müzisyenler var elbette. Ancak son 20-30 yılda yeni çıkmış, adını yeni duyduğumuz, sınıf mücadelesi içinde, bir derdi olan ve kendini büyük kitlelere kabul ettirmiş bir tek sanatçı var mı? Ne oldu bu mücadeleye? Şimdilik kazanan taraf diğerini ezdi geçti.- Günümüzde edebiyat en büyük kurtarıcımız hatta terapimiz diye düşünüyorum. Satırlaralarında bir çok cevap bulabiliriz. Katılır mısınız?Edebiyat kurtarıcıdır. En azından benim hayatımı kurtarmıştır. Birçok insanın da hayatını kurtardığını biliyorum. Edebiyat olmazsa olmaz.. Edebiyat dediğimiz zaman içine, destanları, epopeleri hepsini koyalım. Destanı olmayan halk yok. Homerosu, Dede Korkut’u biliyoruz tabi ama Finlilerin Kalevala destanı, Çerkezlerin Nart destanını, Kürt destanlarını biliyor muyuz? Kırgızların Manas destanı 1 milyon dizeden oluşuyor. Müthiş bir şey. Kısacası insan hikayesiz, söz sanatsız yaşayamıyor. Dolayısıyla kuşaktan kuşağa hikayeler aktarılıyor. Bu da bence insanı insan yapan en önemli özelliklerinden birisi. Biz hikaye anlatan ve hikaye dinleyen bir yaratığız. - Siz bir Rönesans insanısınız. Ve kendinizi sanatın bir çok farklı alanında en iyi şekilde ifade ediyorsunuz. Halbuki bu durum küçük aydın kesim tarafından ülkemizde çok da hoş karşılanmıyor. Neden sürekli kalıplara sokulmaya çalışılıyoruz? Sanat farklı kollardan oluşan bütün değil midir?Ben Rönesans insanı tanımını bilmeden bu yollara girdim. Böyle bir iddiam da yok. Müzikte kendimi ifade ettim ama benim çocukluğumdan beri en büyük tutkum edebiyattı. Müzikle amatör olarak uğraşıyordum ama tesadüfen müzik beni içine çekti. Dolayısıyla içimden gelen hikayeleri neden yazmayayım? Ben bu konuda cesur davrandım. Rahmetli Onat Kutlar arkadaşımız Türkiye’nin en iyi, en gelişmiş, en ince zevklerine sahip kişilerindendi. Müthiş bir hikaye yazarı olmasının yanı sıra sinemadan da çok iyi anlardı. Bir gün sinema ve film yapmak üzerine sohbet ediyoruz. Dedim ki” Onat, yapsana bir film. Senden iyi kim yapabilir?” dedim “Yok, yapamam cesaret edemem, beni parçalarlar” dedi. O küçük aydın çevresi “ha şimdi de film mi yapıyor” derlerdi çünkü. Ben film yaparken de dediler biliyorum. Nasıl laflar çıktı. Birçok alanda eser vermek zayıflatan bir şey sanıldı. Oysa Doğu ve Batı medeniyetlerindeki isme baktığımız zaman Nietszche, Ömer Hayyam gibi filozofların şair, müzisyen, hatta bilim insanı olduğunu görürüz. Platon da şiir yazmıştır. Ayrıca meslekler saymak marifet değil. Politikacı, diplomat, milletvekili, müzisyen, senarist, yazar vs. O zaman Yahya Kemal’i örnek alalım. Yahya Kemal şair ama aynı zamanda Madrid Büyükelçimiz değil miydi? Fikir yazıları da vardı, milletvekili de oldu. Ona şair, denemeci, diplomat, politikacı, düşünür mü diyeceğiz? Kendi alanlarında bir yere gelmiş insanlar büyük bir kıskançlıkla o konumu korumak isterler. Kendilerini riske atmazlar. Bense kendimi uçuruma fırlatmaya pek meraklıyım. Sık sık yaparım bunu, içimden öyle gelir. Ama uçuruma aşık olanın kanatları olmalı tabii. Ebru D. DedeoğluBu işinsana dünya kadar hayal kurdurur
Bu iş insana dünya kadar hayal kurdurur Selda Tokat: Üzerine saatlerce, günlerce konuşabileceğimiz müthiş deneyimleri olan bir ürün yapıyoruz. Siz kokusundan ben tadından, siz kadehinden ben aromasından bahsederim. Denizli'nin Güney ilçesinde bundan tam 59 yıl önce kurulmuş Pamukkale Şarapları. Pamukkale Şarapları Satış ve Pazarlama Direktörü Selda Tokat, "Şarabın içine doğdum" diyor, aile şirketinin üçüncü kuşak yöneticisi. “Üzerine saatlerce, günlerce konuşabileceğimiz müthiş deneyimleri olan bir ürün yapıyoruz” diyen Selda Tokat’a göre, iyi şarap nasıl bittiğini anlamadığın şaraptır. Açtınız, yalnız ya da yanındakiyle aa ne zaman bitti bu şarap... O şarap o an için en iyi şaraptır.İnanılmaz enerji dolu biri Selda Tokat, ama yakın zamanda babasını kaybetmiş, enerjimin bir kısmı onuna gitti diyor. Selda Tokat ile şarabı ve hayatı konuştuk.- Bir şarap şirketinin içine doğdunuz, nasıl bir his?Evet tam da şarabın içine doğdum. Bir avlunun içinde tipik bir Avrupa şaraphanesi gibi. Amcalar, kuzenler hepimiz bir avlunun içinde yaşıyoruz. Üst kat evler, alt kat şaraphane, onun altı mahzen. Tüm dünyanız şarap oluyor. Hayalperest bir çocuktum. Hala hayalperest bir çocuk sayılabilirim. Bir gün bu şirketi yöneteyim diye de hayal kurardım. Hacattepe’de Gıda Mühendisliği okudum. 5 yıl başka bir şirkette çalıştım. Sonra aile şirketine Pamukkale Şarapları’na geçtim. 22 yıl oldu. Hem ailenin yükünü hem gururunu omuzlarınızda taşıyorsunuz.Şu anda da herkes bir arada, yine avlunun içinde. Babamlar 6 kardeş. Her bir kardeşin 4-5’er çocuğu ve torunlar.. çok büyük bir aileyiz. Abim üretim tarafında, ben ne olsa yapanlardanım. Satış, ihracat, zaman zaman satın alma her şey bende.- Gıda mühendisliği kendi tercihiniz miydi?Adım adım bu geleceği planlamıştım. Tepsiyle her şey size sunulmuyor. Benim de rüşdümü ispat etmem gerekiyordu. Profesyonel hayattaki deneyim benim için önemliydi. Hayalimdeki iş tam olarak buydu. Üzerine saatlerce, günlerce konuşabileceğimiz müthiş deneyimleri olan bir ürün yapıyoruz. Şarabın dinamizmi hiç bitmez. Bağdan, bağ bozumuna, dinlendirilmesinden şişelenmesine, her gün yeni bir şeyler eklenebilir şaraba. Şişede de gelişmeye devam eder.- Bu alanda kadın üretici olmak nasıl bir duygu?Kadın elinin değdiği bir sektör. Şarabın hem üretim hem tadım tarafında Türkiye’de çok kadın var. Kadınlar bu alana detayın inceliklerini katıyor.TOPRAĞIN MUCİZESİ- Sosyal medyada kullandığınız videolar fotoğraflar doğa ile bağlarla iç içesiniz, bu dönemde herkesin imrendiği bir hayat gibi...Gerçekten kendimi en iyi hissettiğim yer bağ. Toprağın mucizesini yaşıyor ve hissediyor olmayı çok önemsiyorum. Bağdayken bambaşka bir insan oluyorum. Sosyal medyada birkaç arkadaşım da yazmıştı büyüyünce Selda Tokat olmak isterim diye. Doğanın verdiği özgür hissetme duygusu geçiyor insanlara. Benim enerjim yüksek./Archive/2021/3/20/002417323-selda-tokat-sehriban-kirac.jpgSelda Tokat, Şehriban Kıraç'a konuştu.- Bir şarap ustasısınız, iyi şarabın özellikleri neler diye sorsam?İyi şarap nasıl bittiğini anlamadığın şaraptır. Açtınız, yalnız ya da yanındakiyle aa ne zaman bitti bu şarap..O şarap o an için en iyi şaraptır. Şarap sadece şarap olarak değerlendirilemez. Anla, kişiyle, zamanla, müzikle yemekle hepsi bir bütün. Kendinizi iyi hissetmediğiniz bir anda içerseniz hiç de güzel olmaz. Şarap çok kişiye özel bir içecektir. Benim için güçlü gövdeli şarap iyidir sizin için aromalı olan.- Nasıl bir şarap tüketicisisiniz?Yalnız başına çok fazla şarap içen biri değilim. Şarap paylaşım içkisidir. Hiçbir konumuz olmasa bile, üzerine saatlerce konuşabileceğimiz bir içki şarap. Siz kokusundan ben tadından bahsederim. Siz kadehinden ben aromasından...Üzerine dünya kadar hayal kurabilirsiniz.1000 AİLE İLE ÇALIŞIYORUZ- Yıllık üretiminiz ne kadar?6 milyon litre şarap yapıyoruz.- Üzümleri sadece kendi bağlarınızdan mı alıyorsunuz?Pamukkale’nin kendi bağları yaklaşık 1000 dönüm. Anlaşmalı, sözleşmeli çiftçilerimiz var. Üreticilerin kendi bağ alanlarını büyütmeleri sektöre zarar veriyor. Çünkü siz bağ alanlarınızı büyüttükçe insanlar tarımdan vazgeçiyorlar. Yaklaşık 1000 aile ile çalışıyoruz. Ömrümüz Güney’i Türkiye’ye kazandırmakla geçti. Güney'in çok önemli bir bağ bölgesi olduğunu anlatmak için çok emek verdik. Birçok yerin aksine geri göç aldı Güney. Bugün Güney’de 50 bin dönümün üzerinde yetişmiş bağ var. Türkiye şarap pazarının yaklaşık yüzde 30’u Güney'den üzüm alıyor.- Alkollü içkinin tanıtımı yasak, vergi oranları çok yüksek bunlar enerjinizi düşürmüyor mu?Çok üzücü. Biz her şeye rağmen bunları yaptık, yapıyoruz.. Destek bir kenarda dursun, köstek olunmasaydı dünya pazarında çok daha iyi yerlerde olurduk. Yunanistan’la aynı dönemde çıktık dünya piyasasına. Ama onlar şu anda bizden 20 kat ileride. Ermeni, Gürcü, Moldova şarapları bizi solladı. Bu iş topyekûn çalışma ve amaçla olabilecek bir iş. Katma değeri en yüksek tarım ürünlerinden birisinden bahsediyoruz. Üzümü 3 liraya alıyorsunuz bugün en ucuz şarap 35 lira. Birçok sektörü destekleyen bir ürün.- Şarabı seçerken, alırken bilinçli tüketici miyiz?Türkiye’de hersek uzmanlığı olmayan konuda ahkam kesmeyi çok sever. Elinizi sallasanız şarap uzmanına çarpıyorsunuz. Buna rağmen bunun bile sektöre faydası var, çünkü şarap konuşuluyor. Tartışıldıkça gelişiyor bu pazar.KADIN DUYGUSALLIĞINA YAKIŞIYOR- Şarap kadın içeceği kanısı var doğru mu?Şarap gerçekten insan gibi gelişen bir özelliği var. Doğar, emekler, yürür, ergen, olgun olur, yaşlanır... Kadın romantizmi ve kadın duygusallığına daha çok yakışıyor.- Enerjisi yüksek birisiniz, güne nasıl başlarsınız?Yakın zamanda babamı kaybettim. Babamla beraber yüksek enerjimin bir kısmı gitti gibi hissediyorum. Çalışmayı seviyorum. Sadece ofiste oturan biri hiç olmadım. Arkadaşlarım, dostlarım da hep bu çevreden.- Dost seçerken neye dikkat edersiniz?Samimi ve dürüst değilse birisi iş de yapamam, çalışamam da ona zaman da ayırmam./Archive/2021/3/20/002558571-img9202.jpgİŞ DÜŞÜNMEDİĞİM YER TENİS- Tutkularınız, hobileriniz neler?İşim tutkum. Tenis oynamayı seviyorum. Kafamı sıfırlayan iş düşünmediğim yer Tenis. Pandemide ekşi maya ekmek yapmaya başladım. Evde eş dost arkadaş ağırlamayı seviyorum. Annemin bir lafı vardır. Yiyelim, içelim, giyelim, gezelim. Böyle yapmaya çalışıyorum.TAKINTILIYIM- Ne dinler, ne okursunuz?Daha çok caz dinliyorum. Başucunda üç dört kitap olanlardanım. Takıntılıyım. Mesela bir yazarı sevdim onun tüm kitaplarını alırım. Klasikleri arada bir daha dönüp okuyorum. Denizli'nin 5 bin nüfuslu küçük bir kasabasında doğmuş biri olarak bu kadar hayal kurmayı kitaplardan öğrendim.- Başka neleri takıntı edersiniz?Çok detaycı biriyim. Yeni bir ürüne başladığımda 50 bin şey isterim. O ton olmadı bu ton olmalı. Hayal ettiğim şeyi bulmam için tüm detayları ortaya koyuyorum. Bu kadarı da aslında biraz da kusur.DAHA GÜÇLÜ SES ÇIKARMAK GEREKİYOR- Kadına şiddet çok arttı, ne diyeceksiniz?Hâlâ kravatla iyi hal indirimi almış erkeklerin bizi yönettiği bir dünyadayız. Çok acıklı bir durum. Tamam hayalperest biriyim ama her şeyin tozpembe olacağını bekleyecek biri değilim. Elimden geldiğince destek oluyorum. Ama aslında biliyorum ki çok yalnızız ve gidecek çok yol var.- Peki ne yapmalı?Çok daha güçlü ses çıkarmak gerekiyor. Şimdi çoğu kişi izleyen tarafına geçiyor. Bu beni üzüyor.- Girişimci kadınlara neler önerirsiniz?Vazgeçmemeyi, pes etmemeyi, sabretmeyi öğrensinler. Denemeye devam etsinler.- Nasıl bir Türkiye hayaliniz var?Hayata hep iyi tarafından bakmaya çalışan biriyim. Her şeyin bir çaresi vardır derim. Buna rağmen ülkeyle ilgili zaman zaman çok karamsarlığa düşüyorum. Sonra kızımı düşünüyorum onunla çok daha umutlu ve mutlu bir geleceğe bakabiliyorum. Ben çocuklarımızın bizden daha güçlü ve daha büyük hayalleri olduğuna inanıyorum. Yasaklarla hiçbir şeyin önüne geçemiyorsunuz.- İdolünüz kimdi?İdolüm Yasin amcamdı. Bu işin hayalini kurmamın sebebi de oydu. Sevmeyi ve eğlenmeyi, kuralsız yaşayabilmeyi babamdan öğrendim. cumhuriyet.com.trKetojenik diyet tehlikeli mi?
Ketojenik diyet tehlikeli mi? Ketojenik diyet, mutlaka hekim tarafından önerildiği durumlarda, sağlık kontrollerinin sürekli ve düzenli olarak yaptırılması şartı ile kısa süreli olarak uygulanmalıdır. Son yıllarda popülerleşen beslenme biçimlerinden bir olan ketojenik diyet, önceleri yalnızca bazı hastalıkların tedavisini destekleme amacıyla uygulanırken şimdilerde zayıflama amacıyla da uygulanıyor. Peki kendi kafanıza göre ketojenik diyet uygulamanın zararlı olabileceğini biliyor muydunuz?Sağlık yönünden oluşturduğu riskler nedeniyle bu diyetin zayıflama amacıyla tercih edilmesinin güvenilir olup olmadığı hakkında henüz kanıtlanmış sonuçlara ulaşılamamıştır. Bu nedenle ketojenik diyet, mutlaka hekim tarafından önerildiği durumlarda, sağlık kontrollerinin sürekli ve düzenli olarak yaptırılması şartı ile kısa süreli olarak uygulanmalıdır.HASTALIKLARA YARDIMCI OLABİLİRKetojenik diyet, karbonhidrat ve protein kaynaklarının oldukça kısıtlı olduğu ve diyet içeriğinin çok büyük bir kısmının yağlardan oluştuğu diyetler olarak tanımlanabilir. Normal sağlıklı beslenme planlarında kaçınılan pek çok besin türü, bu diyetlerde temel enerji kaynağı olarak tercih edilir. Yüksek yağ içeriği, düşük karbonhidrat ve protein içeriği nedeniyle bu diyetlerin uygulanması zor olup uzun süre devam ettirilmesi hem zorlayıcı hem de sağlık açısından riskli olabilmektedir. Özellikle karbonhidratlar konusunda oldukça katı olan bu beslenme tarzında ekmek, tahıllar, undan üretilen her türlü besin ve şeker gibi karbonhidrat kaynakları katı yasaklar arasındadır. Diyetin büyük bir kısmı yağ kaynakları olan kaymak, krema, mayonez benzeri besinlerden meydana gelir. Epilepsi hastalarında sara nöbetlerinin azaltılmasında etkili olması nedeniyle bu hastalarda nöbetlerin yoğunlaştığı dönemlerde ketojenik diyet uygulamaları yapılabilir. Buna ek olarak ketojenik diyetler bazı metabolizma hastalıkları, Parkinson, Alzheimer, beyin ve sinir sistemi hastalıkları, otizm, bazı ruhsal ve mitokondriyal hastalıklarda da tedavi sürecine yardımcı olması amacıyla uygulanabilir.Ketojenik diyetin temel amacı; düşük karbonhidrat alımı ile vücudun ketozis moduna geçirilmesi ve vücut depolarında yer alan yağların yakılmaya başlamasının sağlanmasıdır. Diyetin karbonhidratlar yönünden oldukça kısıtlı olması yalnızca en çok bilinen karbonhidrat kaynakları olan ekmek, tahıllar, hamur işleri gibi besinleri değil meyveler, sebzeler, süt ve süt ürünleri, yağlı tohumlar, kuru baklagiller gibi birçok besin türünün tüketilememesine neden olur.DOKTOR VE DİYETİSYEN PLANLAMALIKetojenik diyetlerde içerik hesaplaması yapılırken diyette yer alacak besin ögesi miktarlarının birbirlerine olan oranı belirlenir. Oranın ne olması gerektiği doktor ve diyetisyenden oluşan bir ekip tarafından kişinin kan bulguları, kan ve idrarındaki keton cisimciklerinin miktarı gibi belirteçler göz önünde bulundurularak belirlenir. Ketojenik diyetler herkesin uygulaması mümkün olmayan, ancak belirli tıbbi analizler ve tetkikler yapıldıktan sonra ketojenik diyet uygulamasında sakınca görülmeyen hastalarda uygulanabilen bir beslenme türüdür. Zor ve riskli bir diyet olmasından dolayı hiçbir birey bu diyeti bir sağlık kuruluşuna danışmadan uygulamamalıdır. Diyetin yapılıp yapılamayacağına karar verilmesi, diyetin planlanması, bu süreçte yapılacak her türlü tetkik ve incelemeler doktor ve diyetisyen kontrolünde yapılmalıdır.İSMİNİ KETON CİSİMCİKLERİNDEN ALIYORNormal beslenme düzeninde vücut; enerji elde etmek için birinci öncelik olarak karbonhidratları, karbonhidratların yetersiz kaldığı durumlarda yağları ve proteinleri kullanır. Ketojenik diyetlerde karbonhidrat ve protein içeriği çok düşük bir düzeyde tutulduğu için vücut ihtiyaç duyduğu enerji miktarının tamamına yakınını yağlardan karşılar. Vücutta karbonhidrat dışı kaynaklardan enerji elde edildiği durumlarda keton cisimcikleri açığa çıkar. Ketojenik diyetler de adını buradan alır. Keton cisimciklerinin kanda aşırı artışı ketozis adı verilen şok tablosunun gelişimine neden olabileceğinden, bu diyeti uygulayan kişilerde idrar ve kandaki keton seviyeleri sürekli olarak kontrol edilmelidir.DAHA DA KİLO ALABİLİRSİNİZ- Açlık tablosunun geliştirildiği ketojenik diyetleri uygulayan kişilerde vücut kendini açlığa adapte edebilmek adına metabolizma hızını yavaşlatma eğilimine girer. Bu da diyet sonunda yavaşlamış bir metabolizma hızı ve buna bağlı olarak diyetin bırakılmasını takiben verilen kiloların tümüyle geri alınması şeklinde sonuçlara neden olabilir.- Çok büyük bir kısmı yağlardan oluşan ketojenik beslenme planlarında lifli besinler yok denilecek kadar azdır. Bu durum kabızlık başta olmak üzere birçok bağırsak problemini beraberinde getirir.- Yüksek yağlı beslenme, yağlardan enerji elde edilmesine bağlı olarak kanda dolaşan serbest yağ asitlerinin miktarının artması ve yetersiz posa alımına bağlı olarak kolesterol ve diğer kan lipitlerinde artış görülür ve bu durum kalp ve damar hastalıkları açısından oldukça büyük risk oluşturur.- Ketojenik diyetler karaciğer üzerinde ağır bir yük oluşturur. Bu nedenle bu diyetler kesinlikle uzun süre devam ettirilmemeli ve karaciğerinde herhangi bir hastalık bulunan kişiler karaciğer yetmezliği gelişmesi gibi risklerden korunmak adına ketojenik diyet uygulamamalıdır. Diyete başlanmadan önce karaciğer enzimlerinin normal sınırlarda olup olmadığı mutlaka kontrol edilmelidir.- Beynin temel enerji kaynağı glikozdur. Bu nedenle ketojenik diyet yapan kişilerde karbonhidrat dışı kaynaklardan dolaylı yoldan glikoz elde ediliyor olmasına bağlı olarak bilişsel fonksiyonlarda yavaşlama ve gerilik gözlenebilir.- Yapılan bazı bilimsel araştırmalarda ketojenik diyetlerin de içerisinde yer aldığı düşük karbonhidratlı beslenme programlarından herhangi birini uygulayan kişilerde kalp ritim bozukluğu gelişme ihtimalinin normal beslenen kişilere oranla daha yüksek olduğu sonucuna varılmıştır.KETOJENİK DİYET LİSTESİ NELER İÇERİR?Ketojenik diyet listesinin içeriği, diyetin yağ ve karbonhidrat-protein içeriği oranına göre değişkenlik gösterir. En yaygın tercih edilen diyet oranları 4/1 ve 3/1'dir. Diyet içeriğinde belirlenen protein hakkı yumurta, kırmızı ve beyaz et veya balıktan karşılanabilir. Örnek protein olması ve dengeli yapısı nedeniyle yumurtanın ketojenik diyetlerde mutlaka tercih edilmesinde yarar vardır. Diyette ekmek ve tahıllar ile unlu mamuller gibi temel karbonhidratlar kesinlikle yer almaz. Karbonhidratlar için verilen kısıtlı miktar sebzeler, yağlı tohumlar ve yoğurt gibi süt ürünleri ile zaten fazlasıyla karşılanmış olur. Kalan kısım yağ kaynakları olan krema, kaymak, mayonez, zeytinyağı, tereyağı ve fındık, fıstık, badem, ceviz gibi yağlı tohumlardan karşılanır.Ana öğünlerde krema, mayonez ve zeytinyağı kullanılarak hazırlanan soslar ile lezzetlendirilmiş salataların yanında et, tavuk, balık gibi protein kaynakları tercih edilebilir. Ara öğünlerde yoğurt ve karbonhidrat hakkının yeterli olması durumunda kolesterol düşürücü etkisi nedeniyle diyetin risklerinin azaltılmasına yardımcı olabilecek bir miktar yulaf ezmesi tercih edilebilir. Diyet içeriği oldukça düşük olduğu için 3 ana öğüne ek olarak 1 ara öğün yapılarak genellikle gün 4 farklı öğüne bölünür. Elde bulunan ketojenik diyet örneği üzerinde günlük karbonhidrat, protein ve yağ haklarının aşılmaması şartı ile diyette besinler arası değişiklikler yapılabilir. Taylan KümeliUzaktançalışın ama haklarınıza uzak kalmayın!
Uzaktan çalışın ama haklarınıza uzak kalmayın! Kadınların yükünü direkt artıran bir çalışma biçimi olarak uzaktan ya da evden çalışmada hâlâ pek çok konu tam olarak açıklığa kavuşmuş değil. Zira yayımlanan yönetmelik pek çok soruya yanıt veremiyor. Salgınla birlikte hızlı bir geçiş ve büyük bir uyum gösterilen uzaktan çalışma pek çok sektörde geniş bir kabul gördü. Pandeminin ilk bir kaç ayında özellikle teknolojinin yaygın kullanıldığı alanlarda, uzaktan çalışmaya, bulaşı önlemenin yanı sıra masrafları da düşürmenin bir aracı olarak can kurtaran simidi gibi sarılanlar oldu. Hatta işyerlerini tamamen kapatıp işleri evlere taşıdıklarını açıklayan şirketler, markalar oldu. Hal böyle olunca da iktidar, İş Yasası’na 2016’da eklenen uzaktan çalışmanın nasıl olacağına ilişkin yönetmeliği yaklaşık 5 yıl sonra yayımladı.Kadınların yükünü direkt artıran bir çalışma biçimi olarak uzaktan ya da evden çalışmada hâlâ pek çok konu tam olarak açıklığa kavuşmuş değil. Zira yayımlanan yönetmelik pek çok soruya yanıt veremiyor. Kadınların yükünü zaten ağırlaştıran evden çalışmanın bazı hakları da uzaklaştırma riski olduğundan belli noktaları hatırlatmakta yarar var.YAZILI SÖZLEŞME Öncelikle uzaktan çalışmaya ilişkin iş sözleşmeleri yazılı yapılmalı. Sözleşmede; işin tanımı, yapılma şekli, işin süresi ve yeri, ücret ve ücretin ödenmesine ilişkin konular, işveren tarafından sağlanan iş araçları, ekipman ve bunların korunmasına ilişkin hükümler saptanmalı. İşi yapmak üzere kullanılacak tüm ekipman işveren tarafından sağlanmalı. Evde kendi bilgisayarınızı kullanmak durumunda değilsiniz. İşin gerektirdiği her türlü ekipmanı işveren temin etmek durumunda. Dolayısıyla işveren, evden çalışmada bilgisayar, internet donanımını sağlamak, elektrik internet masrafı ve benzeri giderleri de karşılamakla yükümlü.LÜTUF DEĞİLGerekli olması halinde, uzaktan çalışmanın yapılacağı mekân ile ilgili düzenlemeler iş yapılmaya başlanmadan önce tamamlanmalı. Bu düzenlemelerden kaynaklanan maliyetlerin karşılanma usulü, uzaktan çalışan ile işveren tarafından birlikte belirlenmeli.Uzaktan çalışmanın yapılacağı zaman aralığı ve süresi iş sözleşmesinde belirtilmeli. Evde çalışıyorsunuz diye günün herhangi bir saatinde örneğin öğlen yemek saatine toplantı konulmaz, gece ya da haftasonu sokak yasağı var diye haftasonu iş istenemez.Evden çalışma bir lütuf değil. İşveren, çalışana iyilik olsun diye evden çalışmaya geçmiyor. Kendi çıkarı onu gerektirdiği için geçiyor. Bu nedenle evden çalışırken bu 'iyilik' karşısında işin yasal zeminini hiç sorgulamadan işverenden gelen talimatlara uymak zorunlu değil. FAZLA MESAİ ALINMALIÇalışma saatleri insanca düzenlenmeli. Olağanüstü durumlar dışında, sanki ofiste çalışılıyormuş gibi düşünülerek belirli saatler içinde çalışılmalı. Mesai saatleri ihlal edilmemeli.Çünkü, İş Yasası’nın çalışma sürelerini, dinlenme sürelerini düzenleyen hükümleri evden çalışanlar için de geçerli. 4857 sayılı İş Yasası’nın 14. maddesine göre evden çalışmada (yasanın deyişiyle “uzaktan çalışma”da) “işçiler, esaslı neden olmadıkça salt iş sözleşmesinin niteliğinden ötürü emsal işçiye göre farklı işleme tabi tutulamaz”.Dolayısıyla, haftalık çalışma süresi 45 saat. Haftalık 45 saatlik çalışma süresini aşan çalışmalar da fazla çalışma olarak işlenir. Yani çalışan fazla çalışmalar için fazla mesaisini almalı.Günlük çalışma süresi fazla çalışmalar dahil hiçbir durumda günde 11 saati aşamaz. Yılda 270 saatten fazla rızanız dahi olsa çalıştaramaz. Sırf evde çalışmayı kabul ettiği için işveren, ücret ve sosyal haklarınızdan indirim yapamaz. İşyerinde çalışırken almış olduğunuz ücret, ikramiye, giyim yardımı, yemek yardımı, sağlık yardımı gibi tüm haklarınızı almaya devam edersiniz. Eğer yol ücreti ödeniyor, servis kullanılmıyorsanız yol ücreti de geniş anlamda ücret kavramının içine girdiği için işverence ödenmesi gerekir.Evden çalışmaya başladıktan bir yıl sonra, yıllık izne hak kazanırsınız.CAM KAVANOZ AYAĞINA DÜŞÜRSEYasaya göre, işveren, uzaktan çalışanın yaptığı işin niteliğini dikkate alarak iş sağlığı ve güvenliği önlemleri hususunda çalışanı bilgilendirmekle, gerekli eğitimi vermekle, sağlık gözetimini sağlamakla ve sağladığı ekipmanla ilgili gerekli iş güvenliği önlemlerini almakla yükümlü.Ancak bazı belirsizliklerin tanımlanması gerekiyor. Örneğin evde, işyeri tam olarak neresi? Yemek için mutfaktan bir şey alırken düşen cam kavanoz ayağınızı kestiğinde bu bir ev mi yoksa iş kazası mı? PATRON GÜVENMİYOREvde, işte olduğundan çok daha uzun süreler çalışılsa bile patron ya da yönetici memnun olmuyor. Evden çalışan üzerinde baskı oluşuyor. Daha düşük zam yapıyor. Oysa işverenin bu uygulamaları öncelikle eşit işlem borcuna aykırı. Çünkü, 4857 sayılı İş Yasası’nın 14. maddesine göre evden çalışan “İşçiler, esaslı neden olmadıkça salt iş sözleşmesinin niteliğinden ötürü emsal işçiye göre farklı işleme tabi tutulamaz”. İş, çalışanın sosyal fiziksel ruhsal iyilik halini ortadan kaldıracak şekilde organize edilemez. Olcay BüyüktaşEn‘mit’dizimiz başladı: Teşkilat
En ‘mit’ dizimiz başladı: Teşkilat Teşkilat’ı izlerken ister istemez Kurtlar Vadisi’ni hatırladım. Polar Alemdar, istihbarat tarafından görevlendirilmişti, öldüğü söylenerek adı değiştirilmiş, devleti uğruna tüm sevdiklerinden ve gerçek kimliğinden vazgeçerek, çok zor bir göreve atanmıştı. Elif Aktuğ, Cumhuriyet Cumartesi eki için yazdı.Aksiyonlara müthiş ilgim var, ben öyle bol gözyaşı akıtılan, aşklı meşkli, kavuşamamalı işlere mesafeliyim. Çok baba oyuncular varsa ancak izlerim melodramları; aksiyon da ender çekilen işlerden ya memlekette, heyecanla bekliyordum Teşkilat’ı. Beklediğime değdi mi, henüz karar veremedim. Şurası muhakkak, vurdulu kırdılı sahneler, bombalar, patlamalar başarılı, kırsalda geçen sahneler görsel olarak çok etkileyici, Ankara plato olarak çok zengin, hikaye zaten herkesin her zaman merak ettiği istihbarat etrafında dönüyor, orada da sıkıntı yok. İstihbarat filmlerini CIA’dan KGB’den MOSSAD’dan, MI6’den biliyoruz, bir ajan nasıldır, ne yapar ne eder? Biliyoruz dediysem, Hollywood ne kadar öğrettiyse o kadar biliyoruz yani ve haliyle gerçeği de filmdekiler gibi belledik. Erkek ajan, bomba yapımından her türlü silah kullanımına dek her şeyi becerir, fiziksel üstünlüğü vardır, dövüş sanatlarında uzmandır, birçok yabancı dil bilir, asla yenilmez, ülkesini satmaz, davasından vazgeçmez. Kadın ajan tüm bunların ötesinde bir de cillop gibidir, gün içinde elinde belinde silahla çöllerde terörist avlar, gece dedin mi saçını topuz yapar, beline kadar yırtmaçlı elbisesini giyer, silahını jartiyerine takar ve operaya gider. MİT konusuna sinemada pek yanaşılmadı, ucundan kıyısından bir miktar konu edildi, o kadar. En son Kurtlar Vadisi’nde, bir devlet ajanı mafyanın içine sokulmuştu, takipçisi hatırlar; benim de senaryo ekibinde görev aldığım sıkı bir diziydi. Ajanın mafya içinde yükselmesi ve devletle işbirliği içinde mafyayı bitirmesiydi konu.Teşkilat’ı izlerken ister istemez Kurtlar Vadisi’ni hatırladım. Polar Alemdar, istihbarat tarafından görevlendirilmişti, öldüğü söylenerek adı değiştirilmiş, devleti uğruna tüm sevdiklerinden ve gerçek kimliğinden vazgeçerek, çok zor bir göreve atanmıştı. Teşkilat’da da aynı şey yapılmış; konularında uzman altı ajanı öldü gösterilip özel ve çok önemli bir devlet görevi için bir araya getirildi. Birinci bölümde sıkıntı sadece diyaloglarda göze çarpıyordu Teşkilat’ta, fazla didaktik, fazla sıkıcıydı. İlla öğretici ve had bildiren cümleler kuruyor kahramanlar, konu neyse artık illa insanın gözüne sokuyorlar. Seyirci bir devlet ajanının çocuğunu ailesini geride bırakıp, kendini devlete adadığını görüp takdir ediyor zaten, neden illa gözyaşı ve dramatik sahneler abartılıyor, uzatılıyor, anayım ben ana gibi klişeler kullanılıyor, anlamadım gitti. Mesut Akusta gibi izlemeye doyulmaz oyuncular da var ekipte (Yavuz Bingöl de cuk oturmuş uzun saçlı tipiyle, bayıldım), bir ajan olarak ne kadar inandırıcı olabileceklerinden emin olmadığım kadın oyuncular da var. Erkek cast’ı çok daha başarılı bulduğumu söylemeliyim, genç ve güzel kadın kontenjanından bir gıdımcık feragat edilmeli artık. Dizide üç kadın oyuncu vardı başrol diyebileceğimiz ilk bölüm itibarıyla, elbette hepsi de iyi oyunculardır, ona sözüm yok ama bari bir tanesi orta yaşta falan olamaz mıydı? Nikita’da takılıp kaldı sanki senaristler, yapımcılar. Operasyon yöneten ajan mesela, saçı fönlü, pırıl pırıl cildiyle, sabaha dek süren hayati bir kovalamacayı yönetirken asla buruşmayan gömleğiyle, topuklu ayakkabısıyla, aklı evinde yavrucağında kalan bir anne/ajan olarak inandırıcı geldi mi size? Bana gelmedi, böh desen korkudan bayılacak kadar nahif bir genç kadın gördüm orada çünkü. Kılık değiştirme konusunda yetenekli diye müsteşarın ekibe aldığı ajan, kırklarında olsaydı ya; birçok yabancı dil bildiği ve farklı kültürlere aşina olduğu söylense daha etkili olmaz mıydı? Kahramanlara zamanla alışıyor insan, ilerleyen bölümlerde mutlaka kanı kaynar seyircinin, severim ben de kadın ajanları, konu zaten devlet meselesi, zaten her cümlede insanın tüylerini diken diken edecek mesajlar veriliyor. Kalkıp kalkıp alkışlamak istiyor insan diziyi izlerken, öyle ya bayrak devlet memleket söz konusu, çekirdek çitleyerek izleyemiyorsunuz ki. Ha bir de müsteşarın yüzüğünün üstünde ay yıldız var, yedi yüz kez falan yakın plan gördük anladık, yönetmen anlamadığımızı düşünüyor olabilir diye, belirtmek istedim… cumhuriyet.com.trİşte kablosuz iyi ses arayanlara kulaklıkönerileri
İşte kablosuz iyi ses arayanlara kulaklık önerileri Artık kulaklıklarda karışan kabloların yarattığı rahatsızlık ortadan kalkıyor. İşte karşınızda taşıması kolay yer kaplamayan kulak içi kulaklıklar. Akıllı telefonlardan atılan 3.5 mm kulaklık girişleri nedeniyle kablosuz kulaklık pazarında büyük yükseliş var.Birçok marka peş peşe kablosuz kulak içi kulaklıklarını pazara sunuyor. İşte son model kablosuz kulak içi kulaklıklar:APPLE AIRPODS PRO/Archive/2021/3/19/235858166-appleairpods-pro.jpegApple AirPods Pro, aktif gürültü engelleme özelliğine, çevrenizi duyabilmeniz için şeffaf moda ve kişiye özel gün boyu kullanım imkanı veriyor. AirPods Pro, suya ve tere dayanıklı bir yapıya sahip. Kablosuz şarj kutusu, 24 saatten fazla pil ömrü, 5 dakikalık şarjla yaklaşık 1 saat dinleme süresi sağlıyor. Cihazın satış fiyatı 2 bin 499 TL.GALAXY BUDS PRO/Archive/2021/3/19/235958900-galaxybudsprohandson1.jpgSamsung'un Galaxy Buds Pro kablosuz kulaklığı, üç ayrı mikrofonu ve ses alma birimi sayesinde kullanıcının sesini istenmeyen seslerden ayırıyor. Ortam Sesi özelliğiyle, yakındaki sesleri 20 desibelin üzerine çıkaracak şekilde ayarlayabiliyor. Tamamen şarj olduğunda 8 saatlik çalma süresi elde edilirken kablosuz şarj kutusunda ise 20 saatlik ek yedek güç bulunuyor. Cihazın satış fiyatı ise 1.599 TL.MI TRUE WİRELESS EARPHONES 2 BASİC/Archive/2021/3/20/000030572-mi-true-wireless-earphones-2-basic.jpgMi True Wireless Earphones 2 Basic tam şarj ettiğinizde 5 saat pil ömrü bulunuyor. Kulaklıklar şarj kutusuyla birlikte toplam 20 saate kadar kullanım yapmanızı sağlar. Çevre gürültü engelleyici sistemi ve çift mikrofonu ile berrak kesintisiz iletişim sağlayın. 48 gram ağırlığındaki ve 10 metre kapsama alanı olan cihazın satış fiyatı 189.99 TL.HUAWEI FREEBUDS PROHuawei FreeBuds Pro, arka plandaki gürültüleri azaltmak ve kristal netliğinde telefon konuşmaları için yeni Hibrit Çağrı Gürültü Önleme ile donatıldı. Seramik Beyazı, Karbon Siyahı ve Gümüş Orman renklerine sahip FreeBuds Pro tam kablosuz kulaklıklar, 1.399 TL son kullanıcı fiyatına sahip.OPPO ENCO W51Oppo Enco W51 kablosuz kulaklıklar üç mikrofonlu ses azaltma çözümüne sahip. 15 dakikalık şarj kulaklığa üç saat boyunca hayat veriyor ve toplam pil ömrü ile 24 saate kadar çalışabiliyor. Haftada bir kere şarj ederek günde 4 saat müzik dinleyebiliyorsunuz. Enco W51, IP54 standardıyla toza ve suya karşı dirençli olmasıyla da dikkat çekiyor. Kulaklığın satış fiyatı ise 899 TL.HONOR MAGIC EARBUDS/Archive/2021/3/20/000138853-honor-magic-earbuds.jpgHonor Magic Earbuds, aktif gürültü engelleme özelliği ve üç mikrofon sistemiyle net görüşme imkanı sunuyor. Magic Earbuds, üzerinde yer alan dokunmatik kontrollerle müziği ve telefon aramalarını kontrol etmenizi kolaylaştırıyor. Cihaz, aktif gürültü engelleme açık şekilde 3 saate kadar müzik, 2 saate kadar da arama imkânı sunuyor. Honor Magic Earbuds’un satış fiyatı 649 TL.REALME BUDS AİR NEOrealme Buds Air Neo’nun tek bir kulaklığı 4,1 gram ağırlığında. 13 mm ses sürücülerine sahip olan kulaklık farklı yöntemlerle kontrol edilebiliyor. Tek şarj ile 3 saate kadar kullanım süresi sunan kulaklığın pil ömrü, kılıf ile birlikte toplamda 17 saate çıkıyor. Cihazın satış fiyatı 399 TL.TCL S200TCL, MOVEAUDIO S200 kablosuz kulaklıklar dış gürültüyü ortadan kaldırmak ve kullanıcının sesine odaklanmak için beamforming teknolojisi kullanan dört dahili mikrofondan faydalanıyor. Kulaklıklar tek kullanımda 3.5 saate varan ya da şarj kutusuyla birlikte kullanıldığında 23 saate varan batarya ömrü sunuyor. Kulaklığın satış fiyatı ise 499 TL. Şehriban Kıraçİşte haftalık burçyorumları
İşte haftalık burç yorumları Güneş koç burcuna geçiyor. Baharın ilk günü! Astrolojik yeni yıl güneşin koça geçmesiyle başlar ve başlangıçları anlatan, telaşlı koç günleriyle beraber doğa da uyanır. Serap Kılıç Baytok, Cumhuriyet Cumartesi eki için yazdı.Koç burçlarını girişimci, hızlı, cesur ve çabuk parlayan tarafları ile biliriz. Çocuksu doğalarını hiç kaybetmeyen, yenilmeye katlanamayan fakat her yerde ipi göğüsleyen yapılarıyla hayatlarımıza enerji katarlar. İyi ki doğdunuza koç burçları.Yarın Güneş'e, Venüs de eşlik ederek koç burcuna geçecek. Güneş'in tersine, Venüs bu burçta rahat etmemekte, ilişkilerde bencillik ve sabırsızlık tetikleyebilmektedir. Ekonomi gündemini rahat ettirmeyecek bir gösterge olabilir. Para piyasalarında etkili olan venüs, koç burcunda kaynak arayışlarınızı krize çevirebilir. Perşembe günü Merkür'ün, cuma ise Mars'ın ay düğümleri kontakları bulunmakta. Önümüzdeki hafta biterken söylediğimiz sözler ile yaptıklarımız hayatımızda önemli yol ayrımları yaratabilir. Bitiren, sonlandıran haberler alabilir, yeni bağlantılar kurabilirsiniz.KOÇ: Doğum gününüze az kaldı, yeni yaşınızda fiziksel sağlığınıza yatırım yapmak isteyebilirsiniz. İlişkilerde ve birlikteliklerde bir yol ayrımına gelmiş olabilirsiniz. Kişisel imajınızı değiştirmek, bakımsız kaldığınız günlerin acısını çıkarabilirsiniz. Evin kalabalık, sosyal çevrenizin sizi meşgul ettiği, yoğun günler geçirebilirsiniz. Yalnızlık bitti.BOĞA:Bahar geldi ama daha hazır hissetmiyorsunuz, kendinizi dışarı atmak için mayıs'ı bekliyor olabilirsiniz. Bu dönemde iş yoğunluğunuz fazla ve yalnız kalma, kafanızı dinleme ihtiyacınız maksimumda olabilir. Bağımlılık yaratan ilişkileri ve kötü alışkanlıkları geride bırakmak için güzel günler.İKİZLER: Baharda en çok sosyalleşen burç siz olacaksınız. Sıkıntıya gelemeyen, eğlenceli ikizler için çok fazla davet ve sosyal etkinlik söz konusu. Yeni ilişki potansiyelleri artabilir, kendinizi bu dönemde göz önünde bulabilirsiniz. İşinizde size faydalı olabilecek kişilerle tanışabilir, çok sonra gerçekleştirmek üzere planlar yapıp kenara koyabilirsiniz.YENGEÇ: İşlerin yoluna girmesinin zamanı geldi. İş hayatınızda karanlıkta kalmış herşeye güneş açıklık kazandıracak, bu alanda yeni başlangıçlar ya da hızlı gelişmeler olabilir. Kendinizi sakladığınızı fark edebilir biraz daha görünür olmak adına işverenlerinizle konuşabilirsiniz. Ben de varım ve buradayım diyeceksiniz.ASLAN:Ticaret ile ilgili işleri olanlar için hızlı bir dönem başlıyor. Eğitim ve seyahat konularında daha kolay ve hızlı hareket edebilirsiniz. Gezmeyi en çok özleyenlerden olarak, ufak bir seyahat gerçekleştirebilirsiniz. Eşinizin akrabalarını daha sık görebilir, bir araya gelebilirsiniz, onlarla ilişkinizin güçleneceği bir zaman dilimi olabilir.BAŞAK: Bu dönemde değişimler hızlı ve netleştirici olabilir. Eş ve birlikteliklerinizle olan ortak hesaplarınızı yönetmek ve değiştirmek isteyebilirsiniz. Ekonomik göstergelerinizi değiştirecek olan bu dönemde, rahatlayabilir, yatırım yapacak olabilirsiniz. İşlerle ilgili şanssız diye tabir ettiğiniz bir dönem bitiyor.TERAZİ:Baharı en güzel şekilde yaşayacak, sosyal böcek bir diğer burç teraziler. İlişkiler, birliktelikler hızlanırken bu dönemde teraziler hiç yalnız kalmayacaklar. Hukuki işlerine cevap bekleyenler için sonuçların geldiği, taşınma ya da mekan değişikliği yapmayı planlayanlarınızın sonunda bunu gerçekleştiği günler olacak, yeniliklere hazır olun. AKREP: İş trafiğiniz artıyor, bahar gelse de kendinizi dışarı atmadan önce birikmiş sorumlulukları çözmeye çalışacaksınız. Çalışma arkadaşlarınız ya da çalışanlarınızla bozulmuş olan günlük rutininizi tekrar oturttuğunuzda kolaylıkla ilerleyeceksiniz. Sağlık açısından biraz hassas olabilirsiniz.YAY: Gönül yayları astrolojik olarak en çok gevşeyen burçlar, bu bahar yaylar. İlişki, flört ve gönül işlerinin üzerinden geçen güneş, hem başlangıçlar tetikleyip hemde buradaki çözümsüzlüklere ilaç olabilir. Spora başlamak için en ideal günler, cesaret edebildiğiniz ne varsa yanınıza kar kalacak olabilir, biraz büyük düşünün.OĞLAK: Ev ve aileye daha fazla zaman ayıracaksınız. Taşınmak ya da ev içi tadilat yapmak, yaşam alanınızı güzelleştirmek isteyebilirsiniz. Akraba ziyaretlerinin sık olabileceği bu dönemde, evde daha fazla vakit geçirebilir, evden çalışabilirsiniz. Planlı olmayı sevseniz de biraz spontan olup sürekli gelecek kaygısı duymaktan vazgeçeceksiniz. Dinlenmenizin vakti geldi.KOVA:Çok konuşacak, çok yazacak, merak ettiğiniz her şeye burnunuzu sokacaksınız. Bu bahar en çok gezenler kova burçları olabilir, iş için ya da keyfi, uzun olmayan kısa kısa yollar sizi bekliyor. Kardeşler ve akrabalarla buluşmak ve sosyalleşmek için çok fazla fırsat gelişirken, eğitim hayatınızı tekrar düzene sokmanız gerektiğini farkedebilirsiniz.BALIK: İşleri stabil kılmak, her balığın kaosla çalkalanan ve çoğunlukla spontan ilerleyen hayatının hayalidir. Bu bahar, istikrar ve stabilite sana daha kolay gelecek. Bu dönemde kazanç ve ekonomi haneni de daha kolay yönetebilir, ileriye yatırım yapabilirsin. Kıymetinin bilinmediğini artık düşünmeyeceksin. cumhuriyet.com.trMelikeŞahin: Patriyarka canavarıyla mücadelemiz bitmedi
Melike Şahin: Patriyarka canavarıyla mücadelemiz bitmedi İlk albümü “Merhem” ile dinleyiciyle buluşan Melike Şahin müzikseverlerin yakından tanıdığı bir isim, sevdiği bir ses… “Her şarkısına hayran olduğum bir ilk albümüm oldu” diyen Şahin ile pandemi koşullarında, uzaktan bir söyleşi yaptık. Melike Şahin uzun bir süredir müzikle yaşıyor, hayatımızı sesiyle güzelleştiriyor ama ilk albümünün çıkışı 2021’i buldu. Geç olsun güç olmasın derler, kavuştuk ya… “Merhem” adını verdiği bu ilk albümünde Melike Şahin’in 10 şarkısı yer alıyor. Şarkıların hepsinin sözleri Melike Şahin’e ait, sadece “Nasır”ı Mabel matiz ile birlikte yazmış (müziği de Matiz’e ait). Başka güçlü isimler de var albüme destek çıkan; bir parçada (“Öpmem Lazım”) Can Güngör geri vokalde örneğin, bir başkasında (“Hançer”) Gülinler. Emre Malikler albümün yaratıcı ekibi içinde bir hayli önemli rol üstlenirken, Melike Şahin bu ilk albümünün yapımcılığını kendisi üstlenmiş. Uzatmayalım, Melika Şahin ile Cumhuriyet Cumartesi için yazılı bir söyleşi yaptık ve “Merhem” den girip Boğaziçi Direnişi’nden, kadınlara uygulanan baskıdan çıktık.- Albüm hayırlı olsun öncelikle.. “Merhem” ne zamandır üzerinde çalıştığınız bir albüm?Teşekkürler. Kendimi bildim bileli kurduğum bir hayaldi albüm yapmak. O yüzden tarihi eski. İçinde beş yıllık şarkılar da var karantinada yazdığım yeni parçalar da. 2020 Mayıs ayından beri son haline getirmek için harıl harıl çalıştık. Ne mutlu bana ki her şarkısına ayrı hayran olduğum bir ilk albümüm olmuş oldu. - Neden “Merhem”? Hangi yaralara ya da acılara merhem diye de sorabiliriz…Müzik dinleme pratiklerinin aşırı değişmekte olduğu bu çağda albüm yapma kararı almak zaten deli işiydi. Bu kararı aldıysam hakkını vermeliyim diye düşündüm. Ne anlatmak istiyorum, bu albümün teması ne olacak diye düşünürken çeşitli kadın sanatçıların yaşam öykülerinden de ilhamla, bir iyileşme ihtimalini araştırmaya karar verdim bu albümde. Herkesin yarası acısı kendi içinde saklı kutularda durur, o acıların ne olduğundansa, onlarla nasıl yaşıyoruz, ilacımız nerde? Biraz bu soruları araştırıyorum bu albümde. Yazarak iyileştim, yazdıklarımla iyileştirmek mümkün olursa, ki oluyor gibi, ne mutlu bana. - Akdeniz arabesk tanımı size mi ait ve bunu nasıl tarif ediyorsunuz?Menajerim Ahmetcan Taşdemir bulmuştu bu tanımı yıllar önce. O zamanlar müzik olarak içi dolu değildi, geleceğe dönük bir fikir gibiydi. Bu albümle içini doldurduğumuzu düşünüyorum. Müzikal olarak da referanslarını bir şekilde o coğrafyadan alıyor. O dinginlik, ve güçlü dalgaları albüm boyunca hissediyoruz. Akdeniz arabesk, aslında “Merhem”le açtığım deneyim alanının ismi gibi. Sadece müzikle sınırlı değil. Sahnelere geri dönünce daha da anlaşılacak ne demek istediğim. - Dinleyici tepkileri nasıl oldu albüme? En çok hangi şarkı dinlendi örneğin, sosyal medyada hangi şarkılarla ilgili paylaşımlar yapıldı?Şu anda “Hepsi Geçti” çıkış şarkısı olduğu için haliyle üst sıralarda geziyor. Onu “Nasır”, “Gönlüm Durur Orda”, “Samatya’da İlk Rakı” takip ediyor. Zaten tahmin etmiştim böyle akacağını. Bahar sonu da “Öpmem Lazım” şahlanır diye düşünüyorum. - Albümün tanıtım fotoğraflarında kullandığınız takılar ilgimi çekti. Bu kristallerin, taşların ya da diğer takıların özel bir anlamı var mı sizin için?Severek taşıdım hepsini. Kapak fotoğrafında aquamarine kolyeyi taşırken misal gerçekten güçlü ve kendimde hissettim. Aksesuarlara takılara aşırı düşkünüm günlük hayatımda da. Çekimlerde bold tasarımlar seçtik, “Merhem”in iddialı işitsel dünyasıyla görsel dilini yakınlaştırmak adına. - Pandemi en çok da müzik ve tiyatro gibi sahne üzerinde performans gerektiren sektörleri vurdu galiba. Bir müzisyen olarak bu dönemi nasıl geçirdiniz? Zorlandığınız konular neler oldu?Haliye sahneye çıkamamak beni çok üzüyor. Çok çok özledim konserleri. Bunun haricinde işsizliğim sebebiyle zaten albüm yapma kararı almışım galiba. Boş vakit var bari çalışayım diyerek başladım “Merhem”e. Bu sayede de sıkılmadan geçirebildim bu dar zamanları.- Yaptığınız canlı yayınlar bir hayli ilgi gördü. Dinleyiciyle online buluşmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?Hoş tatlı buluşmalar onlar ama elbette konserlerin yerini tutmaz. Alkışları ve dinleyicimle göz göze beraber şarkı söylemeyi özledim.- Siz de bir Boğaziçi mezunusunuz ve iki aydır ciddi bir direniş var okulda.. Bu konuda hatta müzisyenlerden de bir destek metni geldi. Siz ne düşünüyorsunuz bir Boğaziçili olarak?Yıllar sonra dahi hatırlanacak bu direnişin halkası olan tüm öğrenci arkadaşlarıma kalbimin orta yerinden sevgilerimi yolluyorum. Bu hareketin Boğaziçi'nde başlaması tesadüf değil elbette.- Kadın sanatçıların Türkiye’deki kadın cinayetleri ve kadın hakları gibi konularda ön planda olduğunu görüyoruz son zamanlarda. Sizce bu konuda neden Türkiye’de olumlu bir yol alınamıyor hala?Daha yolumuz uzun, tarih boyu herkesin kanına işlemiş kanıksanmış bir patriyarka canavarıyla mücadele ediyoruz. Herkes bu mücadelenin çetin ve uzun süreceğinin farkında zaten. Sırf Türkiye değil tüm dünyanın tartıştığı bir konu, ne acı. Yorulduğum her an 8 Mart Gece Yürüyüşlerini ve kız kardeşlerimle haykırışlarımızı hatırlatıyorum kendime: "Topla saçlarını Rapunzel, deyyus merdivenleri kullansın"- Toplumda son yıllarda bir muhafazakarlık baskısının oluşturulduğunu görüyoruz ve bu da en çok kadınlar üzerinden uygulanıyor. Bir sanatçı olarak bu durum sizi etkiliyor mu?Ben ezelden beri üstümde baskı hissettiğim an çok fena tetikleniyorum ve kontra ataklarım başlıyor, kamçılanıyorum. Böyle bir huyum var. Üstüne gidesim, üstüne yazasım geliyor. Sadece kadınlar değil, LGBTİ+ bireyler, üniversite öğrencileri bu baskıyı iliklerinde hisseden herkesin, hepimizin biraz ferah bir nefes almaya ihtiyacı var. Hayat zaten zor, onu daha da zorlaştırmanın kime ne faydası var anlamıyorum. Neden insanı olduğu haliyle kabul etmek sevmek yerine, onu bir tehdit unsuruna çevirip yok etmeye çalışıyoruz? Bunlar bile romantik sorular kalıyor artık çektiklerimizin yanında. Birbirimizi bırakmamamız lazım.- Tony Gatlif’in çektiği klip çok ilgi görmüştü. Hala görüşüyor musunuz onunla. Yeni bir ortaklık olabilir mi?Evet arada mailleşiyoruz. Neden olmasın, kendisiyle Paris'te bir klip çekmeyi çok isterim. - Nelerden besleniyorsunuz müzisyen ve sanatçı olarak? neler dinliyor, neler okuyorsunuz? Kimler sizin üzerinizde etkisi, emeği olan isimler, yazarlar, müzisyenler… ?En çok okumaktan besleniyorum galiba. Nurdan Gürbilek'in “İkinci Hayat” adlı kitabı bana çok ilham vermiştir bu albümde misal. Dizi olarak da “I May Destroy You” çok kafamı açtı. Emrah Kolukısa