News - Haberler
DemirÖzlü... Hayalet Oğuz’un tanıklığıyla! Necdet Batum'un yazısı...
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Demir Özlü... Hayalet Oğuz’un tanıklığıyla! Necdet Batum'un yazısı... Biri ötekini doğrulayan bir sentez olarak yaşamı sonlandırdılar. Bireyin, hüzne kapanışın içe dalım anlarıydı birbirini tamamlayan. Birinin erken ölümü, ötekinin geciken ölümü oldu İthaka’ya varamayansa Demir Özlü’ydü. Tezer daha öteki bir isyan oldu, kendine ve kendini kuşatan anlamsızlığa… /Archive/2021/3/17/120248967-ic1.jpgFotoğraf: UĞUR DEMİRDEMİR ÖZLÜ’NÜN AZİZ ANISINA SAYGIYLA...Arkandaki siyah beyaz fotoğrafın mekanı, Marmara Kafesi’ndeki küllük. Orada zamanın ünlü, düşünür sanatçı ve edebiyatçıları, aydınlar oturur, sohbet ederdi; genç aydın ve yazarlar bulunurdu. Ben de genç bir yazar olarak, zaman zaman küllüğe gider, onlara katılırdım, o fotoğraf ve o anlar işte, Yahya Kemal’ı bile gördüğümü sanıyorum.Değinilmesinden uzak durduğu Tezer’i ürkek bir çekingenlikle sordum. O gün ve o anlar, gözlerinin dolduğunu hissettim: “En güzel sanatsal yazılarını, felsefi his ve düşüncelerini bana yazdı; onları bir rulo haline getirip kendi özel arşivimde saklıyorum. Hiç bir yerde de yayımlamayacağım, öyle özel hatırası olarak kalsın” demişti.Aynen anımsadığım o buluşma…Tezer’e ilişkin bu kapalı kalan gizem, birbirini bütünleyen ve tanımlayan kimliklerdi. Hayalet Oğuz onların tanığı oldu…“Hiç kimseyle yaşamak istemiyorum, kendimle bile”. / “Doğumum bile kendinden kopma idi”YAŞAMA VE KENDİNE İSYANYaşama ve kendine ve sıradan basitliğe isyan manifestosuydu. İntihar etmeden intihar eder gibi yaşadı:“Ülkemizde de Pavese döneminde yetişmiş, ününü onun kadar dünyaya duyurabilecek bir yazar vardı: Sait Faik. Oysa biz, 1950 yıllarından bu yana yalnız, köy ve popüler edebiyatın peşine takılıp, yalnız bu edebiyatı edebiyat sayma ve yayma eğilimini gösterdik. Bununla da kalmayıp, bu edebiyatın önderlerinin koydukları barikatlarla engellendik.” (Bir İntiharın İzinde’nin Marburg Edebiyat Ödülü aldığı konuşmasından)Türk yazını sessizce, yeni bir sanatsal sürecin oluşumundaydı o yıllar . Sait Faik’le başlayan bu yöneliş, bir ‘Gerçeküstü’ dokunuşuydu.1950’li yıllarda, Ferit Edgü, Demir Özlü, Orhan Duru, Onat Kutlar, Leyla Erbil, Sevim Burak, Nezihe Meriç kuşağı... Tezer’in vurguladığı Peter Handke ve Alain Robbe Grigget’in, ‘Yeni Roman’ eskizleri önlerinde ve “A” Dergisi çerçevesinde hareketin bu oluşum aşamalarının filizlendiği ilk ellili yıllar.../Archive/2021/3/17/120256529-ic2.jpgMARKSİST VAROLUŞÇULUKİşte bu ayrımsı ve öteki kalma sürecin edebiyatı, popülist Toplumcu Gerçekçi edebiyat farkındalığıöne geçip, bir başka edebiyat devrimi ertelendi... Entellektüel bir hareketti bu yönelim. Kendi içine bile kapalı kalan bir zaman ve uzam ayracı öncesinden Tanpınar'la başlar bu ertelenme ve zamana kalma … ve “Sükut Suikast(ı)”larıydı bu zamansal aralık. Okuyucusunu hemen anında bulan, ‘ağa, maraba, muhtar, mütegallibe, köylü, eşkıya’ kırsal kesim gerçeği bir doğa-insan bütünlüğü destanıydı tabii Türk romanının fenomen kimliği Yaşar Kemal’le..... bilinç ve bilinçaltının asıl sanat ve edebiyatın derinsel öteki katmanları gerçeği ve onun sesi pek duyulamazdı ve şansı azdı bu yapılanmalarla.Türk yazınında Marksizmin boşlukta bıraktığı varlık felsefesi, varoluşçuluk belirgenliği ilk kez bir A Dergisi kurgusunda entellektüel küçük burjuva devrimiyle, ‘elli kuşağı’ hareketiyle öne çıktı. Bu edebiyatın farkındalık yaratan kimliği Demir Özlü ise, felsefe ile edebiyatı buluşturan bir misyonun tekil ayrımıydı.Halbuki, 65 lerde bir sosyalist ve İşçi Partisi üyesiydi. Bunun bedelini ödedi de… Hukuk Fakültesi asistanıyken 1974 te hapse girdi. Askerliğini Muş'ta çavuş olarak yaptırdılar...1984’te ülkesinden sürgündü...ama ne ki, çilesini çeken bir sol insandı o.... buna karşın Sol'un kategorik anlayış ve nominalist formunu aralıklarla eleştirip, yazın ve sanatın "BİREY" olduğunu belirledi hep.Yapıtlarında, varoluşçuluk ara senteziyle bireyin içsel derinliği öne çıkar...Değil mi ki felsefi planda Marksizm’in boşlukta kalan öteki belirleyeni, Varoluşsal Diyalektik’le yeni bir anlatım ve anlayışla (edebi) potansiyelin ortaya çıkışıydı bu süreç. Türk sanat ve yazınında belirlenen bir “öteki insan” oluş analitiği, öteki devrim Freud psikanalizminin uzanımıyla belirginleşiyor; kolay okuyucunun beklentisinden de uzakta kalıyordu.Behçet Necatigil sözlüğünde:“Yalın gerçekçiliğin karşıtı bir yazar oldu” diye yazar. “Entellektüel ve esrarlı havasıyla etkili oldu” diye geçer.“ŞU BİREY” DENEMESİ“….. bireyselmiş gibi görünen kimi şiirlerin, hikayelerin, romanların – sırasında toplumsal olanı da en derin görüşleriyle yansıttığı; öte yandansa bazı , sadece toplumsal kaygılarla yazılmış yapıtların hiçbir şey anlatmadığını anlatmadılar değil…..gerçekten felsefi olarak da bilimsel olarak da bu bayağı ayırım, edebiyat gazetelerinin, edebiyatın yüreğinden uzak sütunlarıyla , düşünmeyen zihinlerin buz tutmuş katmanlarına yerleştirilmiş oldu. (Borges’in Kaplanları- “Şu Birey” denemesinden…)/Archive/2021/3/17/120329123-ic3.jpgBULANTI’DAN BUNALTI’YAİnsanın görünmeyen içsel gizemiyle, sarmal bir kurgu olarak belirginleşir... Sartre ‘Bulantı’sı uzanımı Bunaltı’yla başlayan bu süreç, hep nihilizmi başat olarak önde tuttu; anlaşılmayan bir anlam kalarak belirlendi. Dostoyevski’ydi, insanın bilinmez anaforu. Kafka tutkusu O’nu adım adım bu izleklerin iz sürümü olarak yollara düşürdü. Kafka’yı Prag’da sokak sokak aradı; birey ve içe dalım siluetleriydi bu adımlar. Bu siluetlerle yetindi. (Bir Sokağı Aramak öyküsü)Ama öte yandan, Fransız, “yeni roman”ın öncülerinden Alain Rob Griyyet’den gelen bir tutumla dağınık, sıra dışı bir sentaks kurgusunu da deniyordu. Soluma öyküsü odur. Dostoyevski ile temellenen Yer Altından Notlar vurgusu, bu Kafka sarmalı, Freud psikanalist ortamının, sanatsal alandaki birey varoluşunun kendi içsel ve özgün bireşimiydi.Yer yer erotik dokunuşlar da belirginleşiyordu. Değil mi ki, Düşlerin de kendi gerçekleri vardı. Anlamsız olarak kalanın bile bir anlamı olmalıydı. Sanat ve edebiyat, bu sırlar aleminin gizemiyle ilkten buluşuyordu. Öncesinden, Tanpınar’la açımlanan bireyin zaman-uzam aralığı da bir beklentiydi; amaSuskun Suikast’ leriyle kendi kendisiyle kalaraktan…“Siirt’te uzak dağlara akşam saatlerinde çöken yalnızlığı ve yıldızlı geceleri tanıdım…..Yıldızlı gece beni büyülerdi sanki. Sonsuzluk dalga dalga vücudumu ve ruhumu doldururdu. Bir Sümer rahibi gibi muhayyilem hep yıldızlarla meşguldü. Sırrın içinde yüzüyordum…( Katolik Dominicain misyonerliğinin idare ettiği Fransız okulundayken…)(Alıntı: Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa. İ. Enginün, Z. Kerman.)Çalakalem bu eskizlerle Tanpınar, V.WOOLF’tan da epeyce değinir…buna dikkat çeker... O’nu “şekilsiz” diye niteler… çünkü an zaman ve bilinçaltı uzamının belirsizliğidir insanın çözümsüzlüğü… Bir öteki kapanış saatleriyle…“Yağmur çiselemiyor, sanki su havada asılı kalıyordu. Islaklık ışığı almış, kocaman, mat, buğulu bir sarmal yapmıştı. Koca bir torba gibi sarkıyordu ışık.” (Sürgün Küçük Bulutlar)Aslına az rastlanır bu betimlemeyle maddenin fizik değişimine evriliyordu birey…Chopain’in Nocturnlerinde derinleşen gecesel anlık kapanışlarının zamanı …Bu ‘bunalım’, Oğuz Atay’da aydının Tutunamayanlar’ıyla yeni bir evreye ulaşır:“ …soyutlama gücünden yoksun olduğum için ve özellikle zaman kavramını soyut olarak, yani ele geçmez bir kavram olarak düşünemediğim için süreyi ancak, iki nokta arasında bir cismin hareketi olarak kullanabiliyorum …”Yaşadığımız zamanın ve aydının birey olma kapanışına iliştiler. Çünkü, çağımız artık, bir bakıma dijital distopyanın kapattığı insandır... A kuşağından Z kuşağına uzanan bir başka gerçek…MEKTUBUMA YANIT:“‘Bir Sokağı Aramak’ için söylediğiniz ‘imge ve düşün dehlizleri’ metaforu beni çok memnun etti. Gerçekten heyecanla öyle dehlizlerde dolaşmaya çalıştım. Prag’a giderek Kafka’nın izini sürmüştüm. 90’lı yılların başlarında. Aranan yazar hep O’dur. Çalışmalarınızda başarılar. Selam ve sevgiler.DEMİR ÖZLÜ“Joyce’un The Death (Ölü) hikayesini yeni buldum. Mektubunuzdan sonra. Uzunca bir hikaye. Okuyamamıştım. Okuyacağım.”Sevgili Demir Abi, imgelerim özlüyor seni, ancak anılarınla baş başa kalabilirim... Necdet BatumAnadolu’ya felsefeyle bakmak!
Anadolu’ya felsefeyle bakmak! Üretkenliğiyle dikkati çeken yetkin felsefecilerimiz arasında ilk sıralarda yer alan Hilmi Ziya Ülken’in daha önce yayınlanmamış metinlerini içeren iki kitabı daha yayımlandı: Anadolu Hayali ve Anadolu Köklerini Arayış. Felsefeci Ali Utku’nun yayıma hazırladığı kitaplar, 1920’lerin başında yazılmaları bakımından hem Ülken’in düşünce serüvenine tanıklık etme hem de zamanının sorunlarını felsefece işlemesi bakımından da oldukça önemli. /Archive/2021/3/17/115850735-ic1.jpgHİLMİ ZİYA ÜLKEN’İN DÜŞÜNCE SERÜVENİ“Hissetmeyen bir adamın inanmasından bir şey çıkmaz. Yok, eğer Anadolulu ise esasen onu iknaya çalışmak lüzumsuzdur. Hissiyatını harekete getirmek kâfidir.” Hilmi Ziya ÜlkenHilmi Ziya Ülken, üretkenliğiyle dikkati çeken felsefecilerimiz arasında ilk sıralarda yer alır. Yalnızca felsefe değil edebiyat alanında da eserler kaleme almıştır. Roman yazması, felsefeci kimliğinin edebiyatı da kapsayan bir genişliğine işaret eder. Felsefi ilgi alanı da geniştir. Türk düşünce tarihinin derinliklerine de yönelir, İslam felsefesi adı verilen felsefi geleneğe de uzanır.Batı felsefe geleneğiyle de ilgilenen Ülken’in üretkenliğinin ve ilgi alanının genişliğinde yatan en önemli etkenlerin başında gelen şey ise, ülkemizin kendine özgü koşulları bağlamında felsefe kültürü bakımından ihtiyaçları ve sorunlarıdır.Ülken, felsefenin belli bir alanıyla sınırlı bir eğitim, düşünme ve yazma çabasıyla sınırlamaz kendini. Eğitimden bilime, ahlaktan ontolojiye kadar felsefenin disiplinleri ve sorunları onun düşünme sürecinin başlıca evreleri ya da parçaları olarak karşımıza çıkar.Eğitim felsefesi konusunda geniş kapsamlı kitaplardan ilki ona aittir. Ne yazık ki eğitim, bu kitabın yazıldığı tarihlerden günümüze kadar, toplumsal bakımdan da en önemli sorunlardan ve tartışma alanlarından biri olmakla birlikte, felsefecilerimiz eğitim kavramını ve olgusunu eğitim bilimcilere bırakmış bir görünüm sergilemektedirler.Felsefeden beslenmeyen eğitim bilimlerinin durumu ve kavramsal donanımdan yoksun eğitim anlayışının yol açtığı sonuçlar ve yansımalar hem kuramsal alanda hem de pratikte, uygulamalarda sıkça karşımıza çıkar.Ülken, gerek eğitim gerek araştırma bakımından ortaya koyduğu katkı ve birikimlerle, sorumluluk duygusu ve bilinci güçlü bir düşünür ve aydın kimliğinin örneğidir.Türk Düşünce Tarihine yönelik çalışmalarıyla da kendi tarih ve kültür birikimimiz içindeki düşünce damarlarını ve köklerini gün ışığına çıkarmaya uğraşmıştır.Bu noktada Türk Tefekkürü Tarihi ve Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi gibi kitapları, çağdaş düşünce tarihinin klasikleri arasında yerini almıştır.Ülken’in üretkenliği ve bu üretkenliğin ele aldığı konular ve problemlerin çok farklı ve geniş bir düzlemde yer alması, onun felsefeci kimliğinin ve ortaya koyduğu felsefe birikiminin belirgin hususlarıdır.Bu bağlamda yapılacak okumalar ve eleştirel çözümlemeler, yalnızca bir Cumhuriyet dönemi düşünürünün anlaşılmasını değil, aynı zamanda ülkemizdeki felsefe geleneğinin nereden nereye evrildiğini görmeyi de sağlayabilecektir.Geçtiğimiz günlerde Ülken’in iki kitabı daha yayımlandı: Anadolu Hayali ve Anadolu Köklerini Arayış. Anadolu Hayali(1918-1921) adlı kitapta şu metinler yer alıyor: Feryat, Dağınık Parçalar, Anadolulunun Bugünkü Vazifeleri, Anadolu’nun Hakiki Merkezi.Anadolu Köklerini Arayış kitabında ise Ülken’in şu edebi eserleri bulunuyor: Tahir ile Zühre, Siyâvuş veya Hayalperest, Dibâçe-i Mesnevi.Günümüzün üretken felsefecilerinden Ali Utku’nun yayıma hazırladığı kitaplar, 1920’li yılların başında yazılmaları bakımından hem Ülken’in düşünce serüvenine tanıklık etme hem da zamanının sorunlarını felsefece işlemesi bakımından da oldukça önemlidir.Genç bir düşünür olarak Ülken’in bu metinleri felsefe alanında ilerleyen zamanlarda ele alacağı sorunların ve felsefeci kimliğinin de belirmeye başladığı metinler olarak Türk düşünce tarihiyle ilgili araştırmacıların da ilgisini çekecektir.TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜNE BAKIŞIÜlken’in mütareke günlerinde kaleme aldığı metinlerde, yaşadığı tarihsel zamanların izleri kadar onun güncellik içinden tarihe bakışı da yer almaktadır.Türk tarihine ve kültürüne geniş bir bakış açısıyla yönelen Ülken, Batılı düşünce akımlarıyla arasına mesafe koyarken özgün ve özgür bir düşünme yolunda ilerleyen bir düşünür kimliğinin de niteliklerini ortaya koyar.Ülken yalnızca batı kökenli felsefelere değil aynı zamanda yaşadığı dönemin düşünce akımlarına ve ideolojilerine de eleştirel bir tavır takınarak kendi yolundan gitmeyi tercih eder. Bu bağlamda onun İstanbul’un merkezde olduğu Osmanlı ile Anadolu arasında yaptığı ayrımlar dikkat çeker./Archive/2021/3/17/115901469-ic2.jpgANADOLUCU DÜŞÜNCE VE KURUCU METİNLERİTarihi ve kültürü bakımından Anadolu’yu düşüncesinin temeline yerleştiren Ülken, yapılması gereken şeylerin neler olduğu konusunda hem kendine hem düşünce insanlarına bir görevler listesi de ortaya koyar. Bu noktada Ülken, Anadolu’nun tarihsel ve kültürel mirasına dayanarak bir gelecek arayışı ve idealler peşinde olduğunu gösterir.Ali Utku, Ülken’in Anadolucu düşüncenin kurucu metinleri hakkında şunları söyler:“Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi kitabında olduğu gibi önceki ve sonraki metinlerinde de Hilmi Ziya Anadoluculuk hareketinden memleketçilik bağlamında bahseder. Anadolu belirli, lokal bir coğrafi, tarihsel, kültürel ve siyasi gerçekliği adlandırdığı için daha evrensel bir düşünce formunu ifade edecek Memleketçilik adlandırmasını tercih eder. Bu anlamda Memleketçi düşünce formunun, ‘muayyen bir vatan gerçekliği’ olan Anadolu’dan hareket eden biçimi olarak Anadoluculuğu görebiliriz.” (Utku 2020: 19-20)Utku, Ülken’in düşüncelerindeki evrilmelere de dikkat çekerek şunları söyler: “Hilmi Ziya’nın 1915’te Turancılıkla başlayıp Anadoluculuğa evrilen, ‘hakiki millet olmak insani mikyasa yükselmekle mümkündür’ dövizinde ifadesini bulan ‘insani vatanperverlik” kavramsallaştırmasında bir kültürler hümanizmiyle evrenselliğini teyit eden memleketçi milliyetçiliğini son eseri olarak görebileceğimiz Hakimiyet’e kadar, teorik art alanını geliştirerek sürdürdüğüne de işaret edebiliriz.” (Utku 2020: 20-21)Anadolu’nun kültür mirası içinde özellikle destanların önemine dikkat çeken Ülken, bu anlatıların bir milletin varlığının kurucu unsurlarının başında geldiğini söyler.“Milletin vicdanında asırlık buhranlar yapan öyle derin ve anlatılmaz vakalar vardır ki, bunu bir destan parçası kadar belâgatle hiçbir şey ifade edemez. (…) Destan bir aynadır. İnsan orada ancak kendi ruhiyetini görür.” (Ülken 2020: 185)Bu noktada Ülken şehirli insan için destanların anlamsız ve boş görünebileceğine de dikkat çeker. Onun metinlerinde merkez karşısında çevrenin, Anadolu’nun ve şehir karşında köyün ön plana çıkarılması da söz konusudur.NASREDDİN HOCA, BATTAL GAZİ, KÖROĞLUÜlken’e göre, Anadolu’nun “çok derin bir mazisi ve alnında çizgiler bırakan ne kıymetli tecrübeleri” vardır. “Yalnız icap eder ki, o mazi kurcalansın ve o tecrübeler Anadolu’nun dinç çocuklarına gösterebilsin.” (s. 187)Bu bağlamda Ülken, tarihsel-kültürel gerçekliğimizin kurucu kişilikleri arasında Nasreddin Hoca, Battal Gazi ve Köroğlu’nu anımsatarak, bu üç adamı, “Anadolu ruhunun hakiki numuneleri” olarak değerlendirir. Ülken’e göre, Nasreddin Hoca, hayatın gösterişine karşı ilgisiz ve kendi sağduyusundan başka hiçbir şeye zerre kadar önem vermeyen Anadolu’nun en belirgin tipidir. (s. 179-180)Utku’nun gün ışığına çıkardığı Ülken’in bu metinleri, onun ifadesiyle, “karanlık mütareke günlerinde, Osmanlı’nın yıkılışının çatırtıları arasında Anadolu’da doğacak yeni kültür güneşinin hayalini kurduğu, tarihsel belge niteliğindeki metinler”dir./Archive/2021/3/17/115910703-ic3.jpgCUMHURİYET FELSEFESİNİN KURUCU ÖZNELERİNDENKendi tarihsel-kültürel mirasımızı anlama ve yorumlama konusunda olduğu kadar geleceğimize yön verme ve idealler/hayaller ortaya koymada da Ülken’in metinlerini değerlendirmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bir düşünce insanı olarak Ülken, ortaya koyduğu eserleriyle ve filozof tipi, duruşuyla da Cumhuriyet dönemi felsefesinin kurucu öznelerinden biridir.Sorunlardan, gerçeklikten yola çıkan, yolunu geçmişin muhasebesi ve geleceğe dair idealleriyle seçen, her türlü fikrin ve ideolojinin eleştirisini yapan, düşünce alanındaki ve sosyal-politik alandaki kutuplaşmaları/karşıtlık ve dualiteleri aşmaya yönelen, ele aldığı hemen her konuda ve sorunla ilgili olarak sentezler geliştirmeye uğraşan, yaşadığı tarihsel atmosferin olduğu kadar ulusal-toplumsal dünyanın da dertlerini ruhunda hisseden ve eserleriyle düşünce, duygu ve değer yaratıcılığını sürdürmekten asla vazgeçmeyen, çok yönlü, ilgi alanı geniş, bakışı kapsamlı bir düşünür olarak Ülken, düşünce tarihimizde saygın bir yer edinmiştir.Tarihsel deneyimler ve kültürel oluşumlar temelinde yeşeren bir düşünce çizgisini sürdüren Ülken’in ortaya koyduğu zengin felsefi birikimin çözümlenmesi, yorumu ve eleştirel değerlendirilmesi bugün düşünce ve kültür insanlarına düşen bir görev ve sorumluluktur.Anadolu Hayali (1918-1921) / Hilmi Ziya Ülken / Yay. Haz.: Ali Utku / Doğu Batı Yayınları / 304 s. / 2020.Anadolu Köklerini Arayış / Hilmi Ziya Ülken / Yay. Haz.: Ali Utku / Doğu Batı Yayınları / 304 s. / 2020. Mustafa GünayHüner Tuncer:‘AtatürksüzÇanakkale olmaz!’
Hüner Tuncer: ‘Atatürksüz Çanakkale olmaz!’ Doç. Dr. Hüner Tuncer, Mustafa Kemal’in Savaşları’ndan sonra Cumhuriyet Kitapları tarafından yayımlanan ikinci kitabında, alternatif tarih yazıcılarının iddialarını belgeleriyle çürüterek, Çanakkale Zaferinde Mustafa Kemal’in hayati önemini ortaya koyuyor. Tuncer bu çalışmasını; Çanakkale Savaşlarını sözde tarihçilerin gözünden görmek zorunda bırakılan halka ve özellikle gençlere, gerçek Çanakkale Destanı’nın nasıl yazılmış olduğunu göstermek adına “hem sorumluluk hem de zorunluluk” olarak değerlendiriyor. /Archive/2021/3/17/115627425-ic1.jpg ‘MUSTAFA KEMAL, ZAFERDEN EMİNDİ!’- Mustafa Kemal’in Savaşları çalışmanızdan sonra Cumhuriyet Kitaplarından çıkan ikinci kitabınız Çanakkale Zaferine yönelik oldu. Birçok çalışma yapılmış bu alanı seçmenizin özel bir sebebi var mı?Elbette. Bu kitabı yazma zorunluğu hissettim. Çünkü Çanakkale Destanı’nı Mustafa Kemal Atatürk’ün ismini zikretmeden yazmak cüretinde ve aymazlığında bulunan sözde tarihçilerimize ve yazarlarımıza, tarihi gerçeklere dayandırarak, Mustafa Kemal’siz Çanakkale Savaşı’nı yazmanın mümkün olamayacağını göstermek istedim. Böylelikle, Çanakkale Savaşlarını bu sözde tarihçilerin gözünden görmek zorunda bırakılan halkımıza ve özellikle gençlerimize, gerçek Çanakkale Destanı’nın nasıl yazılmış olduğunu göstermeyi bir görev bildim.- Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rolü tam olarak nedir?Mustafa Kemal’in Çanakkale’de komutanı olan 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders, 8 Ağustos 1915’te Mustafa Kemal’e şu soruyu yöneltmişti: “Durumu nasıl görüyorsunuz ve nasıl bir önlem tasarlıyorsunuz?” Mustafa Kemal’in, Sanders’e yanıtı şu oldu: “Bu dakikada tek bir önlem kalmıştır ve bu da, bütün mevcut kuvvetlerin taht-ı kumandama (komutam altına) verilmesidir.” Sanders, alaylı bir karşılık vermiş ve “çok gelmez mi?” diye sormuştu. Mustafa Kemal’in bu soruya yanıtı ise, “az gelir” oldu. Sanders Paşa sonunda bu teklifi kabul etti.Mustafa Kemal, 10 Ağustos 1915 Conkbayırı taarruzundan önce birliklerine alçak bir sesle şöyle seslenmekteydi: “Asker, düşmanı yeneceğimiz konusunda hiçbir kuşku yoktur! Ancak, acele etmeyin. Önden ben gideyim. Ben kırbacımı kaldırdığım zaman, hepiniz öne fırlarsınız.” Çok sık örneği olmayan biçimde askerlerinin önünde korkusuzca taarruza öncülük eden Mustafa Kemal ise, büyük bir komutanın nasıl davranması gerektiğinin eşsiz bir örneğini sergilemekteydi.Liman von Sanders, 10 Ağustos 1915 Conkbayırı zaferini kazanan Mustafa Kemal’i şu sözlerle kutlamaktaydı: “Büyük iş başardınız! General Hamilton kazanmış olsaydı, İstanbul yolu açılmış olacaktı. Olay, tarihe büyük bir İngiliz zaferi olarak geçecekti. Savaşın gidişi değişecekti. İngilizler, İstanbul’a Ruslarla birlikte gireceklerdi. Siz, yetersiz bir güçle bu büyük zaferi tersine çevirdiniz. Bu zafer, tarihe sizin adınızla geçti!”- Kitabınızda konuya ilişkin yabancı kaynaklara da yer vermişsiniz…Çanakkale Savaşlarında Türklerin düşmanı konumunda olan İngilizlerin resmi tarihi, bu savaşlarda Mustafa Kemal’in rolünü şöyle değerlendirmektedir: “Çanakkale’de geleceği elinde tutan komutan, üstün şahıs, Mustafa Kemal’di. Mustafa Kemal’in Çanakkale muharebelerinde göstermiş olduğu çok yüksek sevk ve idare, fedakârlık ve feragat, her türlü övgünün üzerindedir ve bu hususta ne söylense azdır.”Bir İngiliz tarihçisi de şöyle yazmaktadır: “Tarihte çok ender olarak tek bir tümen komutanının gayretleri, yalnızca bir muharebenin gidişatında değil; aynı zamanda, bir savaş harekâtının kaderinde ve hatta bir ulusun yazgısında bu denli derin bir etki bırakabilmiştir!”/Archive/2021/3/17/115638300-ic2.jpg‘KUVAYI MİLLİYE RUHUNUN MAYASIYDI!’- Bu büyük başarı ve halkın takdirinin, Milli Mücadele’ye ne gibi katkısı olmuştur?Her şeyden önce Çanakkale Zaferi, Mustafa Kemal’in halk tarafından daha fazla tanınmasını ve kahramanlaşmasını sağladı. Çanakkale zaferi, ordu ve millete özgüven kazandırmış ve direnilirse emperyalizmin yenilebileceği kanısını perçinleştirmişti. Çanakkale Muharebelerinde deneyim kazanan genç komutanlar, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Büyük Atatürk’ün önderliği altında, birliklerini büyük başarıyla yönetecekler ve sonunda zaferi kazanacaklardı.Çanakkale ruhu, Kuvayı Milliye ruhunun mayasıydı. Çanakkale ruhu daha gelişerek, güçlenerek, yaygınlaşarak ve bilinçlenerek, Kuvayı Milliye ruhunu oluşturacaktı. Türkiye Cumhuriyeti’ni, Kuvayı Milliye ruhu ile bilinci yarattı. Bu ruh olmasaydı, ulusumuz sonsuza değin Sevr Antlaşması’nın tutsağı olarak kalacaktı./Archive/2021/3/17/115648565-ic3.jpg‘ATATÜRKSÜZ ÇANAKKALE OLMAZ’- Alternatif tarihçiler, neden Atatürk'ü Çanakkale'de yok saymak istiyor? Bu tavırlarının özünde tam olarak ne var?Çanakkale zaferinin çok boyutlu sonuçları var. Atatürk açısından baktığımızda tam anlamıyla tarih sahnesine çıkış. Başka boyutuyla Milli Mücadele'nin önsözü. Öte yandan da; bugün maalesef büyük ölçüde kutuplaştırılan toplumumuzdaki ortak paydalardan birisi. Aynı zamanda da en büyük zaferlerimizden. Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları öncelikle, Atatürk'ü Çanakkale'den silerek, Atatürk'ü ortak payda olmaktan çıkarmak istiyorlar. Atatürk'ü Çanakkale'den silerek, bu büyük zaferin askeri boyutunu da silmek, hurafeye indirgemek istiyorlar. Yalanlarıyla gerçeklerle örtbas edebileceklerini düşünüyorlar. Bunu başaramayacaklarını yaşayarak görecekler. Çağdaş BayraktarMüjdat Gezen:‘Bir gün dünya sapkınlıklardan sıkılacak!’
Müjdat Gezen: ‘Bir gün dünya sapkınlıklardan sıkılacak!’ Çocukluğumu Bindirdim Tramvaya O Gitti Ben Kaldım Yaya, Müjdat Gezen’in; “Benimki birkaç yaşamdır dediği ve kronolojik bir izlek de gözetmeden yaşam öyküsünden, anılarından yola çıkarak yazdığı üçlemesinin ilk kitabı. Kitapları içinde; “Hayata bakışı, yaşadıkları, bildikleri bilmedikler, sevdikleri, hazları, tutkularıyla türlü duygularını paylaştığını” ifade ettiği bir kerte. Paylaştığı her bir anıda tüm kültürü içseline sıkı dokunmuş bir semt öyküsü, adeta birer roman girişi, toplumsal bir suret, sevinçler, sıkıntılar, sevgiler, hasretler saklı. Metin Akpınar’la birlikte “Cumhurbaşkanı'na hakaret” iddiasıyla yargılandıkları ve savcının haklarında 4'er yıl 8'er ay hapis cezası istediği dava süreçlerini de tutanaklarıyla tarihe kazıyor kitabında. Bu arada sevinçle anımsatalım; Müjdat Gezen ile bu söyleşiyi yaptığımız sıralarda süren davanın, 1 Mart’ta yapılan karar duruşmasıında beklenen haber geldi: Gezen ve Akpınar'ın beraatine karar verildi! Müjdat Gezen ile anıları tramvaya bindirdik ve geçmiş-günümüz hattında bir sohbete daldık /Archive/2021/3/17/115314942-kapakic1.jpgFotoğraflar: KURTULUŞ ARIÇocukluğumu Bindirdim Tramvaya O Gitti Ben Kaldım Yaya’da anılarını yine yalın, toplumsal gerçekçi bir dille aktarıyor Müjdat Gezen. Bireysel gibi görünse de çoğu anıların, sevinçlerin ve kırılmaların, neşe ve öfkelerin pek çoğunun ortağı çok, hani koca bir toplum!Duygu ve verim yelpazesi zengin; bin bir renk, duygu, düşünce, davranış bir potada. Sanat, edebiyat, toplum her alanıyla yaşamında... Başta ailesi olmak üzere esin kaynaklarını, üretirken nasıl harekete geçtiğini, toplumla düşünsel ve kültürel bitmez temasını yazıyor. Doğar doğmaz gözlerini açtığını ifade ettiği Atatürk’e yürekten sevgisini, bağlılığını vurguluyor.Yaşamının bu deminde yaşlılığa “Hoş geldi, sefa geldi” derken; “Bana üç kitap bir oyun yazdırdı” dediği COVID-19 aşısı oda satırlarında aşıyı geliştirecek olan bilim insanları da saygıyla yer buluyor satırlarında.Ve elbet hakkında açılan ve Uğur Dündar’ın sunduğu programdaki sözleri nedeniyle Metin Akpınar’la birlikte “Cumhurbaşkanı'na hakaret” iddiasıyla yargılandıkları ve savcının haklarında 4'er yıl 8'er ay hapis cezası istediği dava süreçlerini, tutanaklarıyla tarihe kazıyor.Bu arada sevinçle anımsatalım; Müjdat Gezen ile bu söyleşiyi yaptığımız sıralarda süren davanın, 1 Mart’ta yapılan karar duruşmasıında beklenen haber geldi: Gezen ve Akpınar'ın beraatine karar verildi!Müjdat Gezen ile Çocukluğumu Bindirdim Tramvaya O Gitti Ben Kaldım Yaya kitabını konuşurken; anıları tramvaya bindirdik ve geçmiş-günümüz hattında bir sohbete daldık.‘KONUŞAMAZ OLDUK. KONUŞMAK LAZIM!’- Diyorsunuz ki yazacak ne kaldı ama yine de yazmak istiyorsunuz. İlle de ve iyi ki yazıyorsunuz. Yazdıkça, paylaştıkça neler hissediyorsunuz?Söz uçar yazı kalır var ya… İşte o nedenle yazıyorum. Çünkü özellikle içinden geçmekte olduğumuz şu dönem yazılmalı. Ayrıca bugüne değin hiç dokunmadığım anıları da buradan üç kitapla söylemek istiyorum.- “Hayata bakışınız, yaşadıklarınız, bildikleriniz, bilmedikleriniz, sevdikleriniz, hazlarınız, tutkularınız, türlü duygularınız”ı paylaştığınız ifade ettiğiniz kitabınızda; yaşadıklarınızı, yaşananları yalın, toplumsal gerçekçi bir dille paylaşıyorsunuz.Konuşma üzerine bir meslek seçtim ben. Yazarken de bunu uyguluyorum. Konuşur gibi yazıyorum. Belki çok kısa sürede ikinci basım yapma nedeni bu kitabın. Konuşur gibi. Konuşamaz olduk çünkü. Konuşmak lazım.- Esin kaynaklarınız?Hayattan esinlenirim ben. Karım, kızım, annem, babam, ablam, abim, çocukluk arkadaşlarım, öğrencilerim, dostlarım, öğretmenlerim, çalışanlarım, seyircilerim, okurlarım. Ben hayatla olduğu gibi onlarla da iç içeyim. Yoksa hayat başka türlü çekilir mi? Ama kızım Elif’le eşim Leyla içimdir benim.MSM’NİN YENİ PROJESİ!- Yıllar sonrasında kurduğunuz ve bugün de pek çok yetenekli genci yetiştirdiğiniz, kurarken pek çok kişinin macera olarak baktığını ifade ettiğiniz MSM ne iyi ki genişleyen bir aile. Sayısının ortalama beş bine ulaştığını belirttiğiniz öğrencilerinizi de yazıyorsunuz. MSM’de şu anda hangi projeler üzerinde çalışıldığını anlatır mısınız?MSM zor kuruldu, zoru başardı. Bu dönemde bile hala tam kadrosuyla ayakta. Çünkü temellerinde beton yerine sevgi var. Sevgi tutkaldır. Son projesini ilk kez size açıklıyorum MSM’nin: “Uluslararası Tek Kişilik Oyunlar Festivali”. (Ödüllü) (Altyazılı)/Archive/2021/3/17/115338020-ic2.jpgEV-TİYATRO-OKUL. OKUL-TİYATRO-EV- “Altmış yıldır sahnedeyim... Tamamdır. Yoruldum artık. İlk sevdam beni affedecek mi bilmiyorum ama yoruldum...” diyorsunuz. Ve “Sakin bir hayat istiyorum” diyorsunuz. Nasıl? Hatta nasıl yani?Yorulduğum gerçek, sakin hayata gelince, benim hayatım zaten sakin. Bermuda üçgeninin iyi niyetli olanı: Ev- Tiyatro- Okul. Okul- Tiyatro- Ev.- Genç sanatçı Müjdat’ın adımlarını, başlıca dostlarını, hele ki sanat disiplininin oluşumunda en pay sahibi olan ustaları okuyoruz devamla...Dostluklara inanırım. Onları biriktiririm. İnsan biriktiririm. Dostlarımda işlerinde benim kadar ustadırlar -Ben usta olduğumu söylemedim siz söylediniz-. İyilerle arkadaşlık ederim.‘DİPSİZLİKTEN NEFRET EDERİM!’- Kitabınızın pek çok satırına işlemiş o dönemlerin bugün artık neredeyse pek çoğu hayal olan ilkeleri, duruşları, sanatlar arası alışverişi, yakınlığı ve o kök disiplini anlatsanız başlıca neler söylersiniz?Kök disiplin sözünüzü çok sevdim. Disiplini çok sevmem ama dipsizlikten de nefret ederim. MSM’yi ilk açtığımda müdürüm çok iyi bir adamdı ve çok disiplinliydi. İlk gün büyük bir heyecanla bana geldi: “Müjdat az önce iki öğrenciyi öpüşürken gördüm ne yapayım?” dedi. Ben de: “Dövüşürken görseydin daha mı iyiydi?” dedim. MSM böyle kuruldu.‘HOŞ GELDİN YAŞLILIK!’- “Tuluat tiyatrosunun zevki bir başkadır”... Çünkü...Tuluat doğaçlamadır. Hayat gibidir. Severim.- Hangi yazarları okumaktan vazgeçemezsiniz?Çeşitlilik severim ama Montaigne, Konfüçyüs, Çehov, Shakespeare vazgeçilmezlerimdendir diyebilirim. Kimse alınmasın diye Türk yazarlardan söz etmiyorum. Yoksa Orhan Kemal’siz, Sait Faik’siz de olamam.- Yaşlılık... Yer yer değiniyorsunuz...Yaşlılık; hoş geldi. Sefa geldi./Archive/2021/3/17/115346942-ic3.jpg‘ATATÜRK HAYATTIR, SEVMEMEK EKSİKLİKTİR!’- “Ben Kemalist, Atatürkçü falan değilim. Direkt Atatürk bağımlısıyım.” Gel de sorma!Atatürk’ü sevmemek eksikliktir. Sevilecek biridir. Devrimcidir. Yakışıklıdır, güzel insandır. Çilelidir. Hayattır. Mustafa Kemal Atatürk’ü dünya sevmiş, ben sevsem ne olur sevmesem ne olur?- Aptalları değil ortalamayı hedeflediğinizi imlediğiniz AKP zihniyetinin ülkeyi getirdiği hale ilişkin yorumlarınızı da okuyoruz kimi bölümlerde. “Ayakta duracağız” diyorsunuz. Getirir misiniz devamını?Ben sanatçıyım. Ayakta kalmak zorundayım. İktidara teslim olanlar ya başka meslek seçerler ya da sanatın kendilerine bahşettiği özellikleri korurlar. Başka türlüsü tuzsuz türlü yemeği gibi olur, yenmez.‘EYYY İNCİR ÇEKİRDEĞİ!’’- Mizaha “Eyy” diyenlere burada da yanıtınız?Bir konuya veya konuşmaya başlarken “Eyyy” diye seslenmekten nefret ederim. Her ne kadar nefret benim kitabımda o anlamda değilse de yine de çok tatsız bir hitap şeklidir bana göre “Eyyy”. E peki sonra ne diyeceksin onu söyle. “Eyyy incir çekirdeği” ne anlam ifade edebilir ki?‘SOSYALİSTİM İŞTE!’- “Komünizm suçundan yargılandım 1981 yılında. Oysa ben komünist değilim. Sosyal demokrat hiç değilim. Sosyalist tanımı bana iyi geliyor. (...) Sosyalism bence bir gün dünyanın dönüp dolaşıp varacağı son durak olacak. (...) Bunu daha önce hiç bu kadar açık dile getirmedim. Açıkça söylüyorum. Ateist değilim. Beni ayakta tutan bir gücün varlığına inananlardanım.” Sapasağlam ve apaçık bir tavır. Hani ben daha ne sorayım?Sosyalistim işte. Bir gün dünya bu sapkınlıklardan sıkılacak ve böyle olacak.- Yılmaz Özdil’le hakkınızda açılan dava, ardından Metin Akpınar’la hakkınızda açılan dava süreçleri... Bir soruya daha ne hacet!Yargılanıyoruz işte. Kenan Evren devrinde de oldu böyle şeyler. Geçiş dönemlerinin özelliğidir. Olur. Sonra biter. Durulur hava. 1 Mart’ta karar bekliyoruz. Ya yatarız ya çıkarız. İkisi de benim için aynı. Çünkü kıymetsiz.ÜÇLEMENİN DİĞER KİTAPLARI- COVID-19 süreci de yer alıyor satırlarınızda.Bir virüsten iyi olarak söz edilmez ama bana üç kitap bir oyun yazdırdı. On bir ay evde kalınca yazdım kurtuldum.- Yeni tasarılarınız?Bu kitaplar bir trilogya. Üçleme. Birincisi, Çocukluğumu Bindirdim Tramvaya, O Gitti Ben Kaldım Yaya’ydı. İkincisi (Hadi size sır vereyim) Normal Olacak Kadar Anormal Değilim. Son kitap Kendine Yalan Söyleme. En tehlikeli şey… İnsan önce kendi inanınca gerisini siz düşünün o yalanların.Çocukluğumu Bindirdim Tramvaya O Gitti Ben Kaldım Yaya / Müjdat Gezen / Kırmızı Kedi Yayınevi / 328 s. / 2021. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiPostmodern bir kahraman!
Postmodern bir kahraman! Armağan Tunaboylu kendi deyişiyle “postmodern bir kahraman” diye tanımladığı Metin Çakır’ın mizahla şiddetin iç içe geçtiği maceralarından sonra çok farklı bir dünyanın kapılarını aralıyor. İntikam, kendi adaletini sağlama, miras, aşk gibi katmanlı ve tartışmalı temalara sahip ve sıradan insanların sıradan yaşamlarındaki cinai taraflarını gösteren Cinai Tuhaflıklar (Oğlak Yayınları) yetkin bir polisiye. /Archive/2021/3/17/115001944-ic1.jpgPolisiye öykü yazmanın roman yazmaktan farklı zorlukları olduğunu söylemeliyim. Polisiye öykü yazarı, roman yazarına göre hem atmosferi kurmak hem de iyi bir kurgu geliştirmek için daha sınırlı bir alanda hareket etmek zorundadır. Karakterlerden olay örgüsüne, mekânların tasvirinden kullanılan dile kadar yazarı sınırlaması olası birçok unsur sırada bekler.En önemlisi ise, işlenen suçu failin bulunmasına değin süreç boyunca muamma ve gizemden azat olmayacak şekilde yapılandırmak roman tasarımına göre çok daha çetin bir kurgusal beceri gerektirir.Bu zorluklara karşın polisiye öykü yazmanın yazara sağladığı kazanımları da görmezden gelemeyiz.Bu göreve soyunan bir yazar anlatmak, hesaplaşmak istediği birçok konuyu ele alabilir ve üstelik bunu yaparken olayları dallanıp budaklandırmadan, ayrıntılarda boğulmadan, karakterleri fazla derinleştirmeden hikâyesini anlatır./Archive/2021/3/17/115012256-ic2.jpgDÜŞTÜYSE VUR, DÜŞMEDİYSE KAÇ!Armağan Tunaboylu da kendi deyişiyle “postmodern bir kahraman” diye tanımladığı Metin Çakır’ın kahramanlık ettiği romanlardan sonra cinai öyküler kaleme alarak bu kulvarda da emin adımlarla yürüyeceğini gösteriyor.Anımsarsak Metin Çakır karakteri, İstanbul’un en ücra köşesinde bir muhabbet tellâlıdır. Metin’in yaşamı kendinden küçükleri ezmek, büyüklere yaltaklanmakla geçmektedir.Fakat fırsatını bulur, punduna getirirse yaltaklanırken içten içe nefret ettiği büyüklerin arkasından dolap çevirmekten de geri kalmaz.Sokağın kurallarını iyi bilir, “düştüyse öldürene kadar vur, düşmediyse kaç” tek ilkesidir. Sportmenlik ve centilmenlik yanından bile geçmez. Buna karşın bir anda bir nedenden zırıl zırıl ağlayabilecek kadar duygusaldır!İşte böylesi bir anti kahramanın mizahla şiddetin iç içe geçtiği maceralarından sonra Tunaboylu, yalın dilin gücünden de destekle çok farklı bir dünyanın kapılarını aralıyor. Bu kapıdan geçen okuru merakta bırakmayı başarırken, tekinsiz hale soktuğu mekânları heyecanı sürdürmede başarıyla kullanıyor./Archive/2021/3/17/115019569-kapakic3.jpgMEZARLIKTAN YALIYA!Ürkütücülüğüyle kahramanından rol çalan Feriköy Mezarlığı’ndan Şile’deki korkunç mağaraya, iskelesinden denize düşenin akıntıya kapılarak kaybolacağı Boğaz’daki yalıdan Sarıyer sırtlarındaki ıssız lüks villaya, bodrum katlarından, Çatalca’daki arazilere birçok mekân öykülere ev sahipliği yapıyor.Öykülerden bir ‘Ay Katili’nde kimsenin karşılaşmak istemeyeceği, kurbanların göğüslerine bıçakla hangi ayda öldürdüğünü yazan psikopat bir katilin kim olduğunu öğreniyoruz… ‘Yarım Kalan Film’de bazı şeylerin hafızalardan hiç silinmediğini anlıyoruz… ‘Pijama Partisi’nde rastlantıların insanların başına en olmadık işler açabileceğine tanık oluyoruz…‘Hayri Amca’nın Karanlık Dünyası’nda yaşlı adamın ne dolaplar çevirdiğini sadece biz merak etmiyoruz… ‘Yanlış Ölüm’de tongaya düşen bir kiralık katili okuyoruz… ‘Tonga’da sert, sinirli ve mesleğine bağlı bir komiserin bir türlü kapatamadığı dosyanın başına ne işler açtığını izliyoruz…İntikam, kendi adaletini sağlama, miras, aşk gibi katmanlı ve tartışmalı temalara sahip ve sıradan insanların sıradan yaşamlarındaki cinai taraflarını gösteren Cinai Tuhaflıklar yetkin bir polisiye. Çağatay Yaşmut'Erasmus ve ReformÇağı'
'Erasmus ve Reform Çağı' Johan Huizinga’nın ‘Erasmus ve Reform Çağı’ kitabı, Erasmus’un gençliğinin, gezgin bir bilim adamı olarak geçirdiği yılların, İngiltere, Fransa, İsviçre ve İtalya’da yaptığı çalışmaların, Thomas More’la arkadaşlığının ve Martin Luther’le yaşadığı anlaşmazlıkların izini sürüyor. /Archive/2021/3/17/114828320-ic.jpg16. yüzyılda Erasmus, Avrupa’nın en ünlü isimlerinden biriydi. Hem kraliyet ailesinin hem de üniversitelerin hizmetleri için sıraya girdikleri engin bilgiye sahip olduğu düşünülen bir adamdı. Bu kitap Erasmus’un gençliğinin, gezgin bir bilim adamı olarak geçirdiği yılların, İngiltere, Fransa, İsviçre ve İtalya’da yaptığı çalışmaların, Thomas More’la arkadaşlığının ve Martin Luther’le yaşadığı anlaşmazlıkların izini sürüyor.Huizinga ayrıca Erasmus’un zihnini, karakterini inceliyor ve Deliliğe Övgü ile Yeni Ahit’in harika tercümesi de dahil olmak üzere eserlerinin titiz incelemesini okurlara sunuyor.Enchiridion’un mesajı Erasmus’un ömür boyu süren çalışmasının mesajı olarak kalacak şeydi: “Bu dünyada cisim ile gölgesinin birbirinden iyice ayrışması ve bu dünyanın saygı göstermemesi gereken kimselere bile saygı göstermesi ne fenadır; körü körüne sevme, tekdüzelik ve düşüncesizlikten oluşan bir gözbağı insanlığın şeyleri olduğu gibi görmesini engelliyor.”Erasmus ve Reform Çağı / Johan Huizinga/ Çev.: Orhan Düz / Alfa Yay. / 360 s. Cumhuriyet Kitap Ekiİleri yaşgrubunda en sık görülen hastalıklar içinde "demans"öneçıkıyor
İleri yaş grubunda en sık görülen hastalıklar içinde "demans" öne çıkıyor Sağlık Bakanlığı tarafından, halk arasında "bunama" olarak tanımlanan "demans" hastalığının ileri yaşındakilerde sık görüldüğü belirtilerek, yaşlılıkta izlenen unutkanlığın normal olarak değerlendirilmemesi ve mutlaka hekime başvurulması gerektiği bildirildi. Yaşlı nüfus artış hızına paralel olarak yaşlılık ve yaşlı sağlığı konularında farkındalık yaratmak amacıyla "18–24 Mart Yaşlılara Saygı Haftası"nda her yıl çeşitli etkinlikler yapılıyor.Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Kronik Hastalıklar ve Yaşlı Sağlığı Dairesi Başkanlığından alınan bilgiye göre, 20. yüzyılda ön plana çıkan en önemli demografik olgulardan birisi nüfusun yaşlanması.İnsanların daha uzun yaşadığı, doğum oranlarının azaldığı ve yaşlı nüfusun sayısal olarak arttığı günümüzde, gelişmiş ülkelerde daha belirgin olan yaşlanma olgusu, artık gelişmekte olan ülkeler açısından da önem kazanıyor.Türkiye'de de yaşlı nüfus giderek artıyor. Nüfus yaşlanması, sağlıktan sosyal güvenliğe, eğitime, iş imkanlarına ve aile hayatına kadar toplumun her yönünü etkiliyor. Yapılan araştırmalar, Türkiye'nin yeni bir demografik yapıya geçmekte olduğunu gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun projeksiyonlarına göre, 2012'de yüzde 7,5 olan yaşlı (65 yaş üstü) nüfus oranının 2023'te yüzde 10,2, 2030'da yüzde 12,9, 2040'da yüzde 16,3, 2060 yılında yüzde 22,6 ve 2080'de yüzde 25,6 olacağı tahmin ediliyor."YAŞLILIKTA İZLENEN UNUTKANLIK NORMAL OLARAK GÖRÜLMEMELİ"Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Kronik Hastalıklar ve Yaşlı Sağlığı Dairesi Başkanlığı verilerine göre, pek çok hastalığın ilerleyen yaşla birlikte arttığına dikkat çekiliyor ve bu hastalıklar içinde "demans" öne çıkıyor.Demans, ilerleyici ve ölümcül bir hastalık olarak belirtiliyor ve hafızada bozukluk, günlük yaşam aktivitelerinde ilerleyici gerileme, çeşitli psikiyatrik semptomlar ve davranış bozukluklarıyla karakterize olarak tanımlanıyor.Yaşlılarda sık görülen bir sorun olan hastalık, başlangıçta sinsi bir unutkanlıkla başlayabileceğinden, yaşlılıkta izlenen unutkanlığın normal olarak görülmemesi gerektiğine işaret ediliyor. Alzaymır da demansın en sık nedeni olarak kabul ediliyor.Genel olarak "erken", "orta" ve "ileri" olmak üzere üç evreye ayrılan demansta hastalar zaman içerisinde erken evreden ileri evreye ilerliyor ve evreler arası geçiş süreleri hastadan hastaya farklılık göstermekle birlikte ortalama 2-5 yıl olarak belirtiliyor.Demans hastalığında sağlığı korumak için düzenli egzersiz, diğer medikal hastalıkların takibi, yıllık grip aşısı, 5 yılda bir zatürre aşısı, ağız ve diş hijyeni, gözlük gereksiniminin karşılanması ve işitme problemleriyle başa çıkılması gerektiği önerilerinde bulunuluyor. AAErsun Yanal: Antalyaspor başarıhikayesi yazıyor
Ersun Yanal: Antalyaspor başarı hikayesi yazıyor Antalyaspor Teknik Direktörü Ersun Yanal: "Oyuncularımız bu zorlu süreçte gol yemeden maç kazanarak finali hak etti." Ziraat Türkiye Kupası'nda Aytemiz Alanyaspor'u 2-0 yenerek finale yükselen Fraport TAV Antalyaspor'un teknik direktörü Ersun Yanal, oyuncularının finali hak ettiğini söyledi. Yanal, maçın ardından düzenlenen basın toplantısında yaptığı açıklamada, oyuncularını performanslarından dolayı kutladığını belirtti. Antalyaspor'un 21 yıl aradan sonra ikinci defa Türkiye Kupası'nda finale yükseldiğine işaret eden Yanal, "Oyuncularımız bu zorlu süreçte gol yemeden maç kazanarak finali hak etti. Zorlu bir dönemdeyiz. Pandemide çok yoğun maç oynamak, eksik oyuncularımızın, transfer yasağının olması bizi zorladı. Oyuncularımız çok enteresan bir hikaye yazmakla meşgul. Bence de güzel bir hikaye yazıyorlar. 15 maçlık yenilmezlik serimizi Alanya'da bitirdik. Bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz." diye konuştu.Final maçının yanı sıra ligin sonuna kadar oyun disiplinine bağlı bir şekilde oynamaya devam edeceklerini aktaran Yanal, en büyük takdiri oyuncularının hak ettiğini kaydetti.Futbolcularından kalan maçlarda da aynı performansı beklediğini belirten Yanal, final maçı için önlerinde zaman olduğunu ve bugünün tadını çıkaracaklarını vurguladıılar diliyoruz." ifadelerini kullandı. AAİGDAŞGenel MüdürüDr. Mithat BülentÖZMEN, projelerini ve hedeflerini anlattı
İGDAŞ Genel Müdürü Dr. Mithat Bülent ÖZMEN, projelerini ve hedeflerini anlattı İGDAŞ Genel Müdürü Dr. Mithat Bülent ÖZMEN, İstanbul'da doğal gaz arzını sürdürülebilir kılmak, İGDAŞ'ı insana dokunan bir kurum haline getirmek ve enerji verimliliğini arttırmak için çalıştıklarını belirtti. Dünya markası olacağızİGDAŞ Genel Müdürü Dr. Mithat Bülent ÖZMEN, İstanbul'da doğal gaz arzını sürdürülebilir kılmak, İGDAŞ'ı insana dokunan bir kurum haline getirmek ve enerji verimliliğini arttırmak için çalıştıklarını belirtti. Kurum bünyesinde bir Deprem Koordinasyon Kurulu oluşturduklarını, Türkiye'de Ar-Ge Merkezi olan ilk doğal gaz dağıtım şirketi olmaya hazırlandıklarını anlatan ÖZMEN, "İGDAŞ'ı bir inovasyon merkezi, dünya markası yapmak istiyoruz. İGDAŞ bir patent merkezi olacak. Hizmetlerimizi ihraç edeceğiz" dedi. ÖZMEN, pandemi nedeniyle doğal gaz faturalarını ödeyemeyen yurttaşlar için faizsiz ve vade farksız taksitli ödeme olanağı sağladıklarını anlattı.- İGDAŞ'tan biraz bahseder misiniz?İGDAŞ Türkiye'nin en büyük doğal gaz dağıtım şirketi. Türkiye'de 17 milyon doğal gaz abonesi var. İGDAŞ olarak 7 milyona yakın aboneye doğal gaz arzı sağlıyoruz. Bu da beraberinde ciddi sorumluluk getiriyor. Sonuçta İstanbul'u konuşuyoruz. Son iki yıldır İGDAŞ'ın köklü uzmanlığını daha teknolojik temelli bir yapıya dönüştürmeye çalışıyoruz. Ben risk yönetimi kökenli biriyim. Madem 16 Milyon İstanbulluya doğal gaz arz ediyoruz, bu kapsamda üç başlık belirledik. İlk sıraya doğal gaz arzını sürdürebilir kılmayı koyduk. Bunu güvenli bir şekilde yapacağız. İkinci olarak İGDAŞ'ın insana dokunan bir kurum olmasını önemsiyoruz. Üçüncü önceliğimiz ise enerji verimliliği.- Önceliğiniz nedir?İstanbul'u bekleyen en büyük risk deprem. İGDAŞ'ta ilk defa biz Deprem Koordinasyon Kurulu’nu kurduk. Sorumlulukları kişiler ve departmanlar bazında belirledik ve gerekli görevlendirmeleri yaptık. Bu kurul aktif olarak çalışıyor. Deprem öncesi ve sonrasında yapılacak bütün işleri, kritik noktaları, hassas hususların hepsini maddeledik ve planlandık. Deprem sonrası can ve mal kayıplarına neden olan ikincil felaketlerin çok önemli bir kısmını doğal gaz kaynaklı yangınlar ve patlamalar oluşturmaktadır. Doğal gaz kaynaklı ikincil felaketlerin önüne geçmek için, deprem olduğunda doğal gaz akışının durmuş olması gerekiyor. Bu maksatla İGDAŞ olarak Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve TÜBİTAK iş birliği ile gerçekleştirdiğimiz İGDAŞ Deprem Risk Azaltım Sistemi ile deprem sonrası gaz akışını otomatik kesebilecek akıllı sistem kurduk. Aynı zamanda bu sistemi Deprem Erken Uyarı Sistemi ile de entegre ederek hassas ölçüme dayalı teknolojik geliştirme ve güncellemeleri hayata geçirdik.Kandilli Rasathanesi'nin Marmara'nın kıyılarında bulunan deprem sensörleri ile denizdeki sismik hareketleri ölçülüyor. Bu sensörlerden İGDAŞ'ın ana kumanda merkezine 7/24 veri akışı sağlanıyor. Denizde oluşan bir depremin bilgisi kıyıya gelmeden 5-10 saniye önce İGDAŞ'ın ana kumanda merkezine ulaşıyor. Doğal gaz dağıtım sistemimizdeki 850 adet Bölge Regülatör istasyonuna Kuvvetli Yer Hareketi Kayıt Kumanda Cihazlarımız, monte edilmiş durumda.Sistemimiz, gerektiğinde İstanbul’a verilen tüm doğal gaz akışını anında kesebilecek teknik, donanımsal ve yazılımsal kabiliyete de sahip. Sistem tarafından deprem alarmı verildiğinde bölge regülatörlerimiz üzerindeki vana, otomatik olarak kapanıp gaz akışı anında kesiliyor. Bu sayede deprem sonrası doğal gaz kaynaklı olası hasarların önlenebilmesi sağlanıyor. Sistem, gerçek zamanlı deprem risk haritalarını oluşturarak İGDAŞ Acil Müdahale Ekipleri’ne ulaştırıyor. Öncelikli olarak nereye müdahale edeceğimizi söyleyen bir raporlama yapıyor. Bu da bizim kısa zamanda, doğru aksiyonlar almamızı sağlıyor. - Doğal gaz altyapısıyla ilgili ne gibi çalışmalarınız var?İstanbul'da iki bin kilometrelik çelik borularımız var. TÜBİTAK ile bir robot üzerine çalışıyoruz. Bu robotun her tarafında kameralar var. Bu robot çelik boru hatlarımızın içerisinde bir bozulma ya da incelme varsa bize söyleyecek, biz de erken teşhis ederek anında müdahale edeceğiz. Bunu yapmazsak yarın bir deprem ya da heyelan olduğunda boru hatlarımızın incelen yerlerinde hasarlar oluşabilir. Bunların hepsini sürdürebilir doğal gaz arzı için yapıyoruz./Archive/2021/3/17/180442164-igdas-robot-yusuf-3.jpg- Araştırma - Geliştirme yönünde ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?Türkiye'de doğal gaz dağıtım şirketlerinin hiçbirinde Ar-Ge Merkezi bulunmuyor. Sektörde ilk kez doğal gaz dağıtım şirketi bünyesinde kuracağımız Ar-Ge merkezimizi bu yıl içinde açmayı planlıyoruz. İGDAŞ Ar-Ge Merkezi sayesinde doğal gaz sektörünü üniversitelerle bir araya getirerek, bu alanda üniversitelerimizle işbirliği yapacağız. Üniversitelerin yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin doğal gaz sektörüne, güvenli ve sürdürülebilir doğal gaz arzına, enerji tasarrufu ve verimliliğine yönelik çalışmalarını destekleyerek birlikte çalışacağız. - İnsana dokunmak istediğinizi söylediniz. Bu nasıl olacak? Örnek verebilir misiniz?İstanbul'un en merkezi ilçelerinde doğal gazın gitmediği sokaklar var. Örneğin Eyüpsultan, Sultangazi gibi ilçelerde bir sokakta doğal gaz varken, diğer sokakta yoktu. İmar uygulamaları nedeniyle onlarca yıldır doğal gaz götürülmeyen yerler vardı. Mahalle sakinleriyle, muhtarlarla, belediye yetkilileriyle bir araya gelerek büyük bölümünü çözdük ve çözmeye devam ediyoruz. Yasal sorunları aşmaya çalışıyoruz ve aşabileceklerimizi zorluyoruz. İstanbul'da doğal gazın girmediği sokak, bina, ev kalmaması için çalışıyoruz. Biz kamu hizmeti veriyoruz. Önceliğimiz kâr değil, halka hizmet. Bütün yurttaşlarımızın evine doğal gaz götürmeyi hedefliyoruz./Archive/2021/3/17/174337744-habipler-ilk-defa-gaz-verilen-sokak-1.jpgİGDAŞ Genel Müdürü Dr. Mithat Bülent ÖZMEN, ilk defa doğal gaza kavuşan abonelerle ilgili birkaç ilginç anısını şöyle paylaştı:“Sultangazi, Habipler Mahallesi’ne gittiğimde bana doğal gaza yeni kavuşan bir abonemiz, ''Yıllardır hasretimdi. Doğal gaza sahip olmak benim hayalimdi. Ben kirden, pastan, kömürden, odundan kurtuldum" dedi. Bir başka amcamız, ''Doğal gaz, güneş gibidir evladım'' dedi. Bu geri bildirimler bizim için çok kıymetli. Bunu söyleyen amcalar, teyzeler bizi evlerine gözleme yemeye davet ettiler.” - Pandemi döneminde ne gibi çalışmalarınız oldu? İki kritik adım attık. İnsanlar işini, gücünü kaybetti ve doğal gaz faturalarını ödeme konusunda problemler yaşadı. Tüketime bağlı olarak abonelerimizin faturaları kış döneminde yükseliyor. Bunu öngörerek Kasım ayında bir taksit kampanyası başlattık. Abonelerimize güncel faturalarını anlaşmalı bankaların kredi kartlarına vade farksız 4 taksite kadar ödeme imkânı sağladık. Bu kampanyamız Mayıs ayının sonuna kadar devam edecek. Ayrıca vadesi geçmiş faturalar için ödeme kolaylığı sağlayan bir kampanya daha başlattık. Bu kampanyamızda gecikmiş faturalara anlaşmalı bankaların kredi kartlarıyla vade farksız 10 taksit, nakit ödemelerde ise 4 taksit imkânı sunuyoruz.İnsana dokunmadan abonelerimize dokunduğumuz projelerimizle hizmetlerimize devam ediyoruz. Hizmet binalarımızda günde yaklaşık beş bin, yılda ise bir buçuk milyon işlem gerçekleştiriyoruz. Pandemi döneminde müşterilerimizin hizmet merkezlerimize gelmesine gerek kalmadan tüm işlemlerini uzaktan yapmalarına imkân tanıyacak altyapımızı geliştirdik. Sözleşme ya da abonelik mi yaptıracaksınız, yeni taşındığınız evin gazını mı açtıracaksınız, ya da faturanızı mı sorgulayacaksınız? Bunların hepsini evinizden yapabilirsiniz. Artık her türlü işlemi şu anda bu şekilde yapıyoruz. Bulaş riskini bu yolla minimize ettik. Bunu başardıysak, daha kıymetli bir şey olamaz. - İGDAŞ’a ilişkin en büyük hayaliniz nedir?İGDAŞ kendi kendine yeten bir kurum ama biz bu kurumu bir inovasyon merkezi ve dünya markası yapmak istiyoruz. Dünya markası olabilmek için insanımıza, mevcut alt yapı varlığımıza ve gelişen teknolojiye yatırımlarımızı sürdüreceğiz. Projelerimizin patentlerini alarak İGDAŞ’ı bir patent merkezi yapacağız. Hizmetlerimizi ihraç ederek yurtdışına açılmak istiyoruz. Çalışma arkadaşlarıma şunu söyledim: İGDAŞ en iyi ikinci örnek olamaz. İGDAŞ en iyi örnek olur. Ya biz yapacağız ya da mevcut en ileri teknolojiyi kullanacağız. Bunun için İGDAŞ'ın altyapısını ve kullandığı teknolojiyi sürekli olarak geliştiriyor ve yeniliyoruz. cumhuriyet.com.trAP'den, Gergerlioğlu kararına tepki
AP'den, Gergerlioğlu kararına tepki TBMM’de Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye konusundaki iki önemli ismi kararı kınarken, Türkiye'yi kendi Anayasa'sındaki değerlere uymaya çağırdı. AP Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor ve TBMM-AP Karma Parlamento Komisyonu (KPK) Eş-Başkanı Sergey Lagodinsky, Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesini ortak bir bildiriyle kınadı ve Türkiye'ye Anayasa’sını anımsattı. Lagodinsky, “Türk yetkilileri, Anayasası ile aynı çizgide olduğunu savundukları değerlere, Avrupa standartlarına bağlılıklarına ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uymaya çağırıyoruz” dedi.“YAPILANLAR, SÖYLENENDEN DAHA ÖNEMLİDİR”Parlamenterler, kısa süre önce açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı'nı da anımsattıkları bildirileri şöyle:“Cumhurbaşkanı’nın insanlık onuru, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü merkezine alan İnsan Hakları Eylem Planını sunmasından sadece iki hafta sonra, Gergerlioğlu’nun Parlamento’dan azledilmesi, gerçekliğin sancılı bir kontrolüdür. Yapılanlar, söylenenden daha önemlidir ve özellikle de bu konuda, herhangi bir yasal reform vaadinden ve AB’ye yönelik iyi niyet söylemlerinden daha yüksek sesle çıkmaktadır."“GÜVENİ DAHA DA ZEDELEMİŞTİR”Gergerlioğlu’nun, bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle milletvekilliğinin düşürülmesi ve tutuklanacak olmasının ciddi bir insan hakları ihlali olduğunu belirten parlamenterler ortak açıklamalarında, “Bu adım, Türkiye’nin parlamenter demokrasisine güveni daha da zedelemiştir” dedi. Bildiride, Gergerlioğlu’nun ateşli bir insan hakları savunucusu olduğu ve “asılsız gerekçelerle, keyfi şekilde mahkum ve hapsedilmiş kişilerin sesini duyurduğu” belirtildi. "Hedef alınması ve yargılanması tesadüf değil" diyen iki parlamenter, Gergerlioğlu ile dayanışmalarını vurgularken demokrasi isteyen sivil toplum kuruluşları ve Türk vatandaşlarını desteklemeye devam edeceklerini belirtti. ANKAAKP'den,Ömer Faruk Gergerlioğlu açıklaması
AKP'den, Ömer Faruk Gergerlioğlu açıklaması AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesine tepki olarak HDP’lilerin “darbeci AKP” sloganı atmalarına “O görüntüleri hiçbir AK Parti ve millet hak etmiyor” karşılığını verdi. Turan, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan benden korkuyor” ifadelerine karşı “Kendi vekilleri de tebessüm etti. Beraber televizyonunda tartışacakmış. Erdoğan çocukluğundan beri çalıştı, Kılıçdaroğlu kaset operasyonu ile genel başkan oldu… ‘Vergileri uyuşturucudan alırız’ diyenle ne işi var Erdoğan’ın. Erdoğan olmaz denen şeyler başardı. Türkiye’de 15 Temmuz kahramanı oldu, Kılıçdaroğlu kahve içti. Madem hevesli bu çağrıyı yapıyorum istiyorsa ben hazırım istediği saatte CHP Genel Merkezi de olur, hazırım. ‘Hala taciz olacak mı partide, Denizli vekiline neden sahip çıkmadınız, Atatürk demeyen başkanına ne diyeceksiniz’ diye sorarız. Davet ediyorum” diye konuştu.Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin Bülent Turan, şunları söyledi:“Vekil dokunulmazlığı esastır. Anayasa 83/84 bazı istisnaları var. ‘Terör başta bazı suçlarda konu olmayacak’ denilmiş. İçtüzükte usulleri görüyoruz. İşlem, ne oylama ne karar. Okunan karar mahkeme kararı. Biz şahit olduk sadece okundu. Meclis dışı konu. Kocaeli Ağır Ceza kararı vermiş. Bir üst mahkemeye gönderilmiş. Yerel kararı onamış. Yargıya itiraz edilmiş. Yargıtay kararı onamış hüküm kesin. AYM’ye bireysel başvuru yapmış ve tedbir kararı istemiş, AYM reddetmiş okunmaktan başka yol kalmamış… Hak etmediğimiz davranışlardı, konuşamadım, Meclis çalışamadı. Meclis Başkanı görüntüleri hak etmedi, kötü sahne oldu. Kandile kedi, vekillere aslan. Takdire bırakıyorum.” Eylem devam ederse ne yapılacağına yönelik Turan, “Artık vekillik düştü Genel Kurul’da olma hakkı kalmadı. HDP içindeki makul düşünenlerin tedbir alacağını düşünüyorum” karşılığını verdi.AKP’ye karşı Genel Kurul’da atılan sloganlara ilişkin Turan, “O görüntüleri hiçbir AK Parti ve millet hak etmiyor. Demokrasinin yükselmesinde en çok bedel ödeyen parti AK Parti’dir. Kendi genel başkanının cezaevine girmesinden, milletvekili engellenmesinden, parti kapatılma davalarından başlayın da birçok konuda demokrasinin ülkemizde yükselmesi için adımlar atmıştır. O gün orada kararı okuyan ilgili Başkanvekili’ne laf atmamaları lazım. Mahkeme kararına laf atmamaları lazım” dedi. ANKA