News - Haberler
Kimdir bu Milli Eğitim’eçöreklenen cemaat?
Kimdir bu Milli Eğitim’e çöreklenen cemaat? Eğitim-İş Samsun Çarşamba İlçe Temsilcilik Başkanı Ali Demirci’nin de aralarında bulunduğu bazı eğitimcilerin sürgüne gönderilmesi, baskı yapıldığı iddialarıyla ilgili açılan davaya devam edildi. Davayı izleyen Eğitim-İş Genel Başkanı Orhan Yıldırım, Samsun Adliyesi İdare Mahkemesi çıkışında gazetecilere açıklama yaptı. Çarşamba’da bir okulda son iki senede bir kadın müdür başyardımcısının, bir müdür yardımcısının görevlerinden istifa ettiğini, bir veri tabanı uzmanı ve 4 hizmetlinin okuldan ayrılmak zorunda bırakıldığını belirten Yıldırım, konuya Samsun İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün sessiz kalmasına tepki gösterdi. Yıldırım, “Emsal pek çok karar ve somut delillere dayalı şikâyetlerin varlığına rağmen bu müdürü, soruşturmalardan tertemiz çıkaran ilahi güç nedir? Kimdir bu Samsun İl Milli Eğitim’e çöreklenen cemaat?” dedi. Yıldırım şöyle konuştu: “İl ve ilçe müdürleri, yetkileri dahilinde ne işlem yaptı? Söyleyeyim, sırf cemaatlerin vitrin yüzü, ‘okul idarecilerinin’ itibarı sarsılmasın diye 5 öğretmenin sürgün edilmesine, Demirci’yi mesleğini yapamaz hale getiren kararlara destek vermiş, kariyerleri için ‘cemaat referansları’ oluşturmuşlardır.” Cemil CiğerimNihat Hatipoğlu, rektörüolduğuüniversitede 4 dekan vekilliği görevi deüstlenmiş: Hatipoğluüniversitesi
Nihat Hatipoğlu, rektörü olduğu üniversitede 4 dekan vekilliği görevi de üstlenmiş: Hatipoğlu üniversitesi Ramazan ayında yaptığı programlardan aldığı maaş ve yorumları ile gündeme gelen ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen Hatipoğlu; Tıp, Güzel Sanatlar ve Mimarlık, İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler ile İslami İlimler fakültelerinin dekanlıklarını vekâleten yürütüyor. Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun, üniversitedeki 4 fakültenin dekanlığını yaptığı ortaya çıktı. Toplam 8 fakültenin bulunduğu 2018 yılında kurulan üniversitede, diğer 4 dekanlığı ise yalnızca 2 isim yürütüyor. Diş Hekimliği ile Sağlık Bilimleri fakültelerinin dekanlığını Prof. Dr. Zeynep Güngörmüş, Hukuk ile Mühendislik ve Doğa Bilimleri fakültelerinin dekanlığını Prof. Dr. Osman Bilgin yapıyor. Rektör ile 8 fakültenin dekanlarının yer aldığı 9 kişilik yönetim kurulu, sadece 3 kişiden oluşuyor. AKP’nin her ile bir üniversite kampanyası ile açılan üniversiteler, akademik seviyeleri ve eski AKP’li rektörler nedeniyle sık sık gündeme geliyor. Üniversitelerdeki fakültelere, farklı alanlardaki kişilerin vekaleten atanması, bir kişinin birden fazla fakültenin dekanlığını yapması da tepki çekiyor. Daha önce “adrese teslim kadro” iddiaları ile de gündeme gelen üniversitenin rektörlüğünü yapan Hatipoğlu, 11 kişilik senatoda da 5 kişilik görev yürütüyor. ‘YAPILANMA TAMAMLANMADI’Gazetemizin ulaştığı üniversite yetkilileri, toplam 799 öğrencinin eğitim gördüğünü söylerken, kurulan fakültelere dekan vekili atanması gerektiğini ancak “üniversite yeni kurulduğu için akademik yapılanmasını henüz tamamlamadığını, bu nedenle de üniversitede Rektör Hatipoğlu dahil bulunan 3 profesörün imza yetkisi açısından dekan vekilleri olarak görevlendirildiğini” kaydetti. Yetkililer, “ek olarak yürütülen dekan vekilliği görevleri nedeniyle bu isimlerin herhangi bir ücret almadığını” söyledi. KADROLAR BOŞ KALDIÜniversitede, fakültelerin öğretim üyesi kadrosu dikkat çekiyor. Üniversite kadrosu bulunan bir profesörün Gaziantep Üniversitesi’nde görevlendirildiği için üniversitede Rektör Hatipoğlu dahil toplam 3 profesör bulunuyor. Buna göre;- Tıp Fakültesi’nde 8 öğretim üyesi bulunuyor. Ancak bu öğretim üyeleri arasında profesör, doçent ya da yardımcı doçent yok; tamamı doktor unvanına sahip. - İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde, üniversitenin internet sitesine göre öğretim üyesi bulunmazken, YÖK Akademik’e göre yalnızca bir öğretim üyesi var. Söz konusu öğretim üyesinin, Gaziantep Üniversitesi’nde görevlendirildiği öğrenildi. - İslami İlimler Fakültesi’nde görev yapan öğretim üyeleri arasında profesör, doçent ya da yardımcı doçent bulunmuyor. - Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde, dekanlık görevini yürüten Güngörmüş dışında profesör bulunmuyor.- Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nde, dekanlık görevini yürüten Bilgin dışında profesör yok. - Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi, Hukuk Fakültesi ve Diş Hekimliği Fakültesi’nde ise hiç öğretim üyesi bulunmuyor. Bu fakültelerin, öğrenci kabulüne başlamadığı öğrenildi. Sefa UyarBabacan, partisinin kuruluşunun 1. yıldönümünde Türkiye’ye ilişkin düşüncelerini anlattı:Çözüm hukukla başlar
Babacan, partisinin kuruluşunun 1. yıldönümünde Türkiye’ye ilişkin düşüncelerini anlattı: Çözüm hukukla başlar DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik sorunların çözümüne hukuka uymakla başlanacağını belirterek, “Yaşanan sorunların yarısı güven veren bir açıklamayla çözülür” dedi. Babacan, partisinin kuruluşunun birinci yıldönümünde, gazetelerin Ankara temsilcileriyle bir araya geldi. Geçen yıl içinde 81 il ve 550 ilçede örgütlendiklerini, 43 ilde parti kongresi yaptıklarını anlatan Babacan, yüzde 35 cinsiyet, yüzde 20 genç ve yüzde 1 engelli kotası uyguladıklarını, büyük kentler dışında 25 bin üyeye ulaştıklarını kaydetti.Babacan, gazeteci ve siyasetçilerin şiddete maruz kalmalarının utanç verici olduğunu belirterek, “Ekonomik sorunların sebebini teşhis ederken özgürlüklerle ilgili sorunların öncelikle ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin hukuk devleti niteliğiyle ilgili de çok ciddi sıkıntılar var. Anayasa rahatlıkla çiğnenebiliyor. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmuyor. Bu tablo felaket” değerlendirmesini yaptı.Babacan’ın konu başlıklarına ilişkin değerlendirmeleri şöyle:‘TÜRKİYE YALNIZLAŞTI’“Türkiye dış ilişkilerde yalnızlaşmanın bedelini çok ağır ödüyor. Ulusal çıkarlarımız zarar görüyor. Yalnızlaştığımız için terörle mücadelede yeterince etkili olamıyoruz. Dışişleri Bakanlığım döneminde yakın coğrafyamızda terör örgütlerinin yalnızlaştırılmasından bahsederdik. Şimdi Türkiye ülke olarak yalnızlaştı, terör örgütleri daha çok ülkeden yüz buldu. Bunun ekonomik sonuçlarını başta sınırdaki illerimiz olmak üzere Türkiye’nin tümünde yaşıyoruz.”‘YARGIYA BASKI VAR’“Yürütme erkinin baskısıyla alınan yargı kararlarının olduğu bir ülkede insan hakları uygulamasının normal seyretmesini beklemek çok zor. AİHM’de sözleşmeye taraf 40 ülkenin dosya sayısını topluyorsunuz, sadece Türkiye’nin dosyası onların toplamı kadar. Anayasa Mahkemesi esastan incelediği dosyalarda yüzde 95 oranında hak ihlali tespiti yaptı. Sayın Erdoğan’ın açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı’nın aslında AB destekli bir proje olduğunu da görüyoruz. İnsan haklarını Avrupa Birliği için değil, kendi vatandaşlarımız için düzeltmeliyiz.”‘1 SAATLİK KONUŞMA ÇÖZER’“Hükümet, ekonomiyle ilgili sorunların çözümünün hukuktan başladığını anlamakta güçlük çekiyor. Bakanı ve Merkez Bankası’nın başkanını değiştirip ekonomiyle ilgili üç beş karar alınca ekonominin düzeleceğini zannediyor. Olmaz, hiç boşuna uğraşmasınlar. Uzun vadeli yatırımdan bahsediyorsak, yatırımcıların hukuki güvenliğe verdikleri değer çok yüksek. Merkez Bankası’nın faizini yükselt, gecelik ve haftalık sıcak para gelsin, o parayla da kuru kontrol altında tutmaya çalışmakla çözülmez. O kadar uzun uzun reformlara, planlara falan gerek yok. 1 saatlik bir basın toplantısında ‘Anayasa Mahkemesi kararlarına saygılı olacağız, uymayan mahkemelere karşı HSK’yi göreve davet ediyoruz’ desinler; ‘Bizden yargıya pusula gitmez’ desinler; ‘Basın hürdür, şiddeti teşvik etmedikçe karışmayacağız’ desinler. Samimi bir açıklamayla sorunların en az yarısı çözülür.”‘HESAPSIZ DAVRANILDI’“S-400 konusu, Türkiye’nin egemenlik alanında bir konudur. Hiçbir ülke Türkiye’ye şunu yap diyemez. Ama hükümet aldığı kararın sonuçlarını hesap etmeli. Burada bir hesapsızlık var. 2 buçuk milyar dolar para ödendikten sonra bu sistemlerin kullanılamaması, kapağını hafif araladığınızda ciddi yaptırımlarla karşılaşılması tam bir hesapsızlık. Madem böyle bir adım atıyorsunuz diplomasisini yürütün. Bu işin kökü ABD’nin Rusya’yla ilgili yaptırımları. Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılması büyük bir kayıp. Bu mesele tam bir kaybet-kaybet oldu. 2,5 milyar dolar parayı kaybettik, F-35 için harcadığımız kaynakları kaybettik, para verdiğimiz S-400’lerin de kapağını açıp kullanamıyoruz. Bu nasıl bilgisiz, bilinçsiz bir dış politikadır, anlamak güç.”‘ERKEN SEÇİM OLUR’2023’ten önce bir erken seçim olacağını düşündüğünü söyleyen, Erdoğan istemese de Türkiye’nin olası erken seçime “öngörülemez ortak” olarak nitelediği MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından götürülebileceğini belirten Babacan, “Ortak daha önce beklenmeyen seçim açıkladı. Yine desteği çekerse erken seçim olabilir” dedi. Babacan, partilerinin 74 maddeden oluşan bir anayasa değişikliği önerisi olduğunu, “anayasanın ilk 4 maddesiyle ilgili bir sorunlarının olmadığını” dile getirdi. ‘130 MİLYAR DOLARI ÇARÇUR ETTİ’“Taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan el ele verip Merkez Bankası’nın 130 milyar dolar rezervini çarçur etti. Sayın Erdoğan, Merkez Bankası’nın 95 milyar dolar brüt rezerv rakamını söylüyor fakat 139 milyar dolarlık borcundan bahsetmiyor. Bu şuna benziyor: Cüzdanındaki paradan bahsediyor ama kredi kartı borcundan bahsetmiyor. Merkez Bankası’nın, bankalara borcu var. Bir de swaplar yoluyla piyasadan aldığı 58 milyar dolarlık borç var. Sadece rezerv değil, yedek akçe hesabı da vardı. Merkez Bankası’nın kârının her yıl belli bir yüzdesi yedek akçe hesabına konur, kötü günler için biriktirilir. 2019’un ocak ayında bir günde harcadılar. 2019 yılında biriken yedek akçeleri de 2020’nin ocak ayında alıp bir günde harcadılar. İçimiz cız ediyor. Bunun bir siyasi hesabının verilmesi lazım.” Sertaç EşDoğu Akdeniz’de Türkiye’sizçözüm olmaz
Doğu Akdeniz’de Türkiye’siz çözüm olmaz İtalya’nın Ankara Büyükelçisi Massimo Gaiani, Diplomasi Muhabirleri Derneği üyeleriyle düzenlenen çevrimiçi toplantıya katıldı. İtalya’nın Ankara Büyükelçisi Massimo Gaiani, Diplomasi Muhabirleri Derneği üyeleriyle düzenlenen çevrimiçi toplantıya katıldı. Gaiani, Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarının paylaşımı konusunda Türkiye’nin içinde olmadığı bir çözümün sürdürülebilir olmayacağını, bölgedeki gerilimin çözümü için tüm tarafların içinde bulunduğu bir diyalog sürecinden yana olduklarını belirtti./Archive/2021/3/12/015038491-12gaianidise14sb.jpg Türkiye ve İtalya’nın Libya konusunda yakın diyalog içinde olduğunu belirten İtalyan Büyükelçi, Libya’daki son gelişmelerle ilgili “Birlik hükümetinin kurulmasıyla atılan önemli adım, Libya’da olumlu bir ortam yarattı ve diğer ülkelerin Libya’daki askeri varlığı meselesi de bu ilerleme doğrultusunda sorunsuz şekilde çözülecektir” görüşünü dile getirdi. “Libya’da gerilimin düşürülmesi ve Libyalılar tarafından yürütülen sürecin başarıya ulaşması, ülkedeki tüm yabancı güçlerin azaltılması için çaba sarf etmemiz gerekiyor” dedi. Hüseyin HayatseverKadıköy’deki Yoğurtçu Parkı’nda iki sivil devrimci gençle buluşuyoruz: Sinan Cemgil ve Tuncer Sümer
Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı’nda iki sivil devrimci gençle buluşuyoruz: Sinan Cemgil ve Tuncer Sümer 68 kuşağının öğrenci liderlerinden Sinan Cemgil, teğmenler Atilla Özsever ve Sabahattin Sakman’dan bir eylem için silah ister. Teğmenler, şahsi tabancalarını vermezler ancak Sakman’da Başbakan Demirel’in hediye ettiği bir tabanca daha vardır. O tabanca verilir fakat eylem gerçekleşmez... B A Ş L A R K E N12 Mart 1971 Muhtırası’nın 50. yıldönümü nedeniyle hazırladığımız bu yazı dizisinde, bir askeri darbe sürecine yol açan olayları kısaca sunmaya çalışacağız. 12 Mart sürecini bizzat yaşayan bir asker kişi olarak da çeşitli anekdotlarla pek bilinmeyen bazı olayları aktarmayı amaçlıyorum. 12 Mart, bir anlamda “yarım” darbe sayılır. Askerlerin muhtıra vermesi üzerine Başbakan Demirel istifa eder ve yerine partiler üstü Nihat Erim hükümeti kurulur. Ancak TBMM kapatılmaz.İlerici, devrimci gençlik örgütleri ise kapatılır, birtakım sendikal haklar kısıtlanır, memurlara sendika hakkı yasaklanır, ülkenin tek sol partisi olan Türkiye İşçi Partisi (TİP) kapatılarak yöneticileri tutuklanır.Erim hükümetinin meşhur “Balyoz Harekâtı” ile de Türkiye’deki sol, ilerici aydınlar, sendikacılar cezaevlerine konur. Bu durum, sol kesime yönelik ilk büyük darbedir. 12 Eylül 1980 müdahalesiyle bu yarım darbe tamamlanır. Meclis ve bütün siyasi partiler kapatılır. Özellikle emek kesiminin hakları büyük ölçüde budanır, DİSK yöneticileri ağır cezalara çarptırılır.12 Eylül askeri yönetiminin hazırladığı 1982 Anayasası ile demokratik hak ve özgürlükler kısıtlanıp emek kesimine yönelik baskılar artarken zorunlu din dersine olanak sağlanarak laiklik ilkesi çiğnenir. Ve böylece siyasal İslamcı hareketin gelişimine zemin hazırlanır...Yıl: 1970. Aylardan kasım. Yer: Yoğurtçu Parkı. 1967 yılında Kara Harp Okulu’nu bitirdikten sonra piyade teğmeni olarak Kartal / Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay’da göreve başladım. Tugayda görevli arkadaşım Topçu Teğmen Sabahattin Sakman’la birlikte Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı’nda iki sivil devrimci gençle buluşacağız.THKO KURUCUSUTanıştığımız kişiler, Sinan Cemgil ve Tuncer Sümer’di. Sakman’ın Tuncer’le daha önceden bir tanışıklığı vardı. Sinan ve Tuncer, daha sonra THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) isimli örgütün kurucuları arasında yer alacaklardı. 68 kuşağının öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş de bu örgütün kurucuları arasındaydı.Kuşkusuz bu bilgileri daha sonra edinmiştik. Sinan Cemgil, bir eylem için silaha ihtiyaçları olduğunu söyledi. Bizim ise 9 mm Kırıkkale yapımı şahsi, zimmetli tabancalarımız vardı. Üzerlerinde Harp Okulu’ndan mezuniyetimizi gösteren sicil numaralarımız bulunuyordu.Herhangi bir eylem sırasında ele geçmeleri halinde bizlere ait olduğu ortaya çıkacaktı, riskli bir durum söz konusu idi, o nedenle şahsi tabancalarımızı vermedik. Ancak Sakman, kendisinde ikinci bir tabancanın bulunduğundan söz etti.HEDİYE VERİLİRDİKara Harp Okulu’nu birinci, ikinci ve üçüncü sırada bitirenlere çeşitli hediye verilirdi. Sabahattin Sakman da 1968 devresinin ikincisi olduğundan kendisine zamanın başbakanı Süleyman Demirel tarafından ikinci bir tabanca verilmişti. Bu tabancada herhangi bir sicil kaydı yoktu.Sakman, daha sonra bu tabancayı Sinan Cemgil’e verdiğini ifade etmişti. Sinan ve Tuncer, daha önce, keskin nişancı olan Deniz Binbaşısı Cihangir Erdeniz’in evinde nitelikli hafif silahlar bulunduğunu öğrendikleri için bu eve baskın yapıp o tür silahları almak istemişler. Tuncer’in daha sonra bize anlattığına göre, o sırada bu eylem için bizim silahlarımızı talep etmişler.Deniz binbaşısının evinin korunaklı olması ve girişte bir kurt köpeğinin bulunması nedeniyle Sinanların eylemi sonuçsuz kalmış, silah kullanılmamış ve daha sonra da eylemi gerçekleştirmekten vazgeçmişler. THKO’nun kurucularından Sinan Cemgil, 31 Mayıs 1971 günü Adıyaman’ın Nurhak Dağları’nda güvenlik güçleri tarafından öldürülecekti...‘KOOPERATİF’ SÜSLÜ CUNTA TOPLANTISI!/Archive/2021/3/12/021726288-70859089.jpegFenerbahçe’deki toplantı evine girdiğimizde masalarda imar paftaları duruyordu. Cunta toplantısının ev sahibi olan deniz yüzbaşısı, “Arkadaşlar herhangi bir şekilde bir baskın olursa burada kooperatif toplantısı yaptığımızı söyleyelim” demişti.1971 yılı başlarında ordu içindeki cuntaların daha belirgin hale geldiğini gözlemliyorduk. Devrim gazetesi çerçevesinde belli bir sol Kemalist cunta eğiliminin olduğu hissediliyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler ile Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur’un başını çektiği grubun daha çok Devrim gazetesi ile ilişki içinde olduğu şeklinde duyumlar alıyorduk.Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ile 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün’ün ise sağda, daha farklı bir kesimde yer aldığı söylentileri yayılıyordu.2. Zırhlı Tugay’da bu tür gelişmeler, pek gizlisi, saklısı olmadan konuşuluyor, işe gidip gelirken servislerde ve öğle yemeklerinde subaylar arasında tartışılıyordu.SOL CUNTA NE YAPIYOR?1971 Şubatı’nın sonlarına doğru bizim Tugay mensuplarına böyle bir toplantının yapılacağı duyuruldu. Hatta aleni bir biçimde özellikle genç subayların o gün Fenerbahçe semtinde bir deniz yüzbaşısının evinde yapılacak toplantıya gelmeleri istendi.Ben de bizim tugayda görevli arkadaşım Üsteğmen Yücel Top’la birlikte bir cumartesi öğleden sonra bu eve gittik. Evde çoğu bizim tugayda görev yapan genç subaylar olmak üzere 20 dolayında asker kişi bulunuyordu.Yücel ile bizim esas amacımız, “Sol cunta ne yapıyor, bir askeri müdahale yakın mı, değil mi” şeklindeki sorulara yanıt bulmak ve bu bilgileri bizim gibi düşünen sosyalist arkadaşlara aktarmaktı. Tanıdığımız kimi havacı arkadaşların da sol kesimdeki sivil devrimcilerle bağlantısı vardı. Edindiğimiz bilgileri bu arkadaşlarla da paylaşacaktık.2. Zırhlı Tugay’da diğer subaylara nazaran bizim daha solda olduğumuz bilinirdi ama bu tür toplantılara katılmamıza da karşı çıkılmazdı. Zaten toplantıya da davetli olduğumuz için gittik.CELİL GÜRKAN GRUBUFenerbahçe’deki toplantıda, daha sonra 12 Mart 1971 muhtırasının hemen ertesinde emekliye sevk edilecek beş generalden biri olan Tuğgeneral Lütfü Erol da bulunuyordu. Sol cuntanın İstanbul koordinatörü olduğu iddia edilen 66. Mekanize Piyade Tümeni Kurmay Başkanı Kurmay Albay Nedim Arat ile Piyade Okulu’ndan tanıdığımız komutanlar da toplantıya çağrılı olarak gelmişlerdi. Çok daha sonra bu komutanların 9 Martçı olarak bilinen Tümgeneral Celil Gürkan’ın grubuna yakın olduğu ifade edilmişti.Fenerbahçe’deki toplantı evine girdiğimizde masalarda imar paftaları duruyordu. Cunta toplantısının ev sahibi olan deniz yüzbaşısı, “Arkadaşlar herhangi bir şekilde bir baskın olursa burada kooperatif toplantısı yaptığımızı söyleyelim” demişti.Üst rütbeli komutanlar, Başbakan Demirel’in memleketi kötü yönettiğini, bu konuda orduya görev düştüğünü belirterek bizim gibi genç subaylara G günü, yani ihtilal günü ne yapacağımızı söyleyeceklerdi. Ben ve Yücel, ordudaki genç subay-yüksek rütbeli subay çelişkisinin yarattığı psikolojik bir duyguyla komutanların karşısında ayak ayak üstüne atıp sorular sormaya başladık./Archive/2021/3/12/021702866-img-20210308-wa0001.jpgHepimizde sivil giysi vardı. Üst rütbeli subaylara “Ordu içinde bir tarafta Gürler-Batur, diğer tarafta ise Tağmaç grubunun yer aldığını, Devrim gazetesinin 500 kişilik bir Devrim Konseyi’nden bahsettiğini, ne gibi bir ekonomik programa sahip olduklarını” ifade eden sorular sormaya başladık.Hem komutanlar hem de arkadaşlarımız bu sorulardan rahatsız oldular. Piyade Okulu’ndan bizi yakından tanıyan komutanlar, “Atilla, biz sana ekonomik, sosyal ve siyasal görüşlerimizle ilgili dosyayı veririz. Bu kadar soruya gerek yok” diyorlardı.İTTİHAT VE TERAKKİ YEMİNİDeniz yüzbaşısının evindeki toplantı odasına daha sonra küçük bayraklar getirildi. Tabancalarımızı çıkarmamız söylendi. Tabancaları bayrakların yanına koyup yemin edecektik. Tıpkı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yeni giren üyelerin yemin töreninde olduğu gibi. Laik subaylar olduğumuz için o törenden sadece Kuran eksikti.Ben, üst rütbeli subaylara, “Komutanım, biz zaten Harbiye’ye girerken de mezun olurken de yemin etmiştik. Tekrar etmemize gerek var mı” diye sormuştum. Komutanlar, yemin etmemiz gerektiğini söylediler.AYAĞIMIZI MI KALDIRSAK?Yücel’le birbirimize şaşkın bir şekilde bakıştık. Hatta, “Biz sosyalist adamlarız, böyle cunta yemini etmek de nereden çıktı” diye söyleniverdik. Bu yemini edersek, cuntacı olacağımız şeklinde bir duyguya da kapılmıştık. “Yemin ederken ayağımızı mı kaldırsak” diye de espri yaptık. Neyse yemin diye bir şeyler söylendi ama hemen akabinde yüzbaşıdan aşağı rütbeli olanların toplantı odasını terk edip yandaki odaya geçmeleri istendi. Genç subay arkadaşlarla öteki odaya geçtik. Üst rütbeli subaylar kendi aralarında konuştuktan sonra toplantının bittiğini söylediler. Ve evden ayrıldık.Ertesi gün kışlaya gittiğimizde diğer subay arkadaşlarımız bize oldukça kızgındı. “Sizin yüzünüzden G günü ne yapacağımıza ilişkin sarı zarfları alamadık” dediler. Yani, darbe günü örneğin Ahmet Üsteğmen bölüğü ile Kadıköy Kaymakamlığı’na gidip enterne edecekti, bu emirlerin içinde bulunduğu zarflar bizim toplantıdaki tavrımız yüzünden dağıtılmamıştı. Genç subay arkadaşlarımızın görüşleri bu yöndeydi. Biz de toplantı sonrası karacı ve havacı arkadaşlarımızla bir araya gelip toplantıyı değerlendirdik.9 MART OLAYIO günlerde Gürler-Batur ikilisinin başını çektiği sol Kemalist cuntanın 9 Mart’ta darbe yapacağı söyleniyordu. Bazı havacı subay arkadaşlarımız, o gün Ankara’ya gidip bu darbeyi daha sola çekecek eylemlerde bulunmayı öneriyordu.Örneğin büyük banka şubelerinin, Tuslog gibi Amerikan yardım kuruluşlarının taciz edilmesi gibi öneriler gündeme geldi. Karacı subaylar olarak cuntasal eylemlere fazla bulaşmamak gerekçesiyle bu önerilere karşı çıktık ve 9 Mart günü Ankara’ya gitmeme kararı aldık. 9 Mart 1971’de bir darbe girişimi gerçekleşmedi. Böyle bir darbenin gerçekleşmemesinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler’in son anda kararsız kaldığı ve ürkek bir tutuma girdiği, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur’un da son tahlilde Gürler’le birlikte hareket ettiği ifade edildi. 9 Mart girişiminin planlamasında görev alan Celil Gürkan ve Lütfü Erol paşalarla birlikte beş general, bir amiral ve sekiz albay, 12 Mart muhtırası sonrasında 15 Mart 1971 tarihi itibarıyla emekliye sevk edildi. Emekliye sevk edilen subayların sayısı daha sonra arttı. l YARIN: 12 Mart döneminin tahribatı Atilla Özseverİletişim uzmanından 'dijital obezite' uyarısı
Türkçe Haberler En Son Başlıklar İletişim uzmanından 'dijital obezite' uyarısı İletişim uzmanı Ayşen Yalman, yapılan araştırmalara göre bireylerin günde 7 saatini internet başında geçirdiğini belirterek, "Nasıl ki vücuda yakabileceğinden fazla miktarda kalori yüklemesi obeziteye neden oluyorsa, aynı şekilde zihne kullanabileceğinden fazla miktarda bilgi ve bildirim yüklemesi de dijital obeziteye neden oluyor" dedi. /Archive/2021/3/11/215928566-camilo-jimenez-qzenogq7qa-unsplash-1.jpgAkdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi, Sağlık İletişimi Uzmanı Ayşen Yalman, hayatımıza yeni giren 'dijital obezite' kavramının, aşırı ve sağlıksız zihin şişmanlığı anlamı taşıdığını belirtti.Yalman, “Nasıl ki vücuda yakabileceğinden fazla miktarda kalori yüklemesi obeziteye neden oluyorsa, aynı şekilde zihne kullanabileceğinden fazla miktarda bilgi ve bildirim yüklemesi de dijital obeziteye neden oluyor" dedi.FARKLI DİJİTAL HASTALIKLAR ORTAYA ÇIKIYORDijital obezitenin sağlığı etkileyerek birtakım fiziksel rahatsızlıkların ortaya çıktığını anlatan Yalman, uzun süre ekran karşısında olmanın kas, iskelet ağrıları, uyku bozuklukları, göz hastalıkları, psikolojik sorunlara yol açabildiği gibi dijital hastalıklara da neden olduğunu söyledi.Bu hastalıkların siberhondrik, tıkınmalı izleme, nomofobi ve ego sörfü olduğunu kaydeden Yalman, sözlerini şöyle sürdürdü:“Ego sörfü, bireylerin arama motorlarına kendi isimlerini yazıp kendileri hakkında bilgi aramaları ve bunu bir takıntı haline getirmeleridir. Mesela ulaştıkları kendi fotoğraflarına tekrar tekrar bakmaları ve ne kadar etkileşim aldığını takip etmeleridir. Tıkınmalı izleme ise dijital platformlardaki dizi, film ve değişik içerikleri hızlı bir şekilde arka arkaya, herhangi bir zaman kısıtlaması olmaksızın izlemek anlamına geliyor. Nomofobi de bireylerin internetin kesilmesi ya da telefonun şarjının bitmesi korkusu ve dolayısıyla sosyal medya platformlarına ulaşamama korkusu olarak tanımlanıyor. Çok önemli bir dijital hastalık ise siberhondrik. Bu da bireylerin, kendi hastalıklarını ya da hasta olduklarını düşündükleri belirtileri internet üzerinden araştırıp, oradaki bilgilerle kendilerine teşhis koymaları. Koydukları teşhis doğrultusunda da kendi tedavilerini uygulamaya başlıyorlar. Çok tehlikeli bir durum. Sonu ölüme bile gidebilir."TÜM DÜNYA DİJİTAL OBEZİTEYLE MÜCADELE EDİYORYalman, yapılan araştırmalara göre bireylerin günde 7 saatini internet başında geçirdiğini belirterek, “Bu uzun bir süre. Aslında herkes birer dijital obezite adayı. Bu durumdan kendimizi korumalıyız. Covid-19 pandemisiyle birlikte dijital içeriklerin izlenmesi, sosyal medya platformlarında geçirilen zaman da arttı. Aslında zihinsel anlamda doyma noktasını kaybettik. Bu nedenle de hepimiz birer dijital obez adayıyız ve tüm dünya bugün bununla mücadele ediyor" dedi.BİREYİN TAMAMEN İNTERNETTEN UZAKLAŞMASI DOĞRU DEĞİLBireyin kendisini internet kullanımı ve sosyal medya platformlarından uzaklaştırmasının yanlış olduğunu da vurgulayan Yalman, şöyle devam etti:“Çünkü bu durum bir taraftan da bireyleri yoksunluk sendromuna taşıyabilir. Bizler psikolog değiliz ama iletişimciler olarak, sosyal medya diyetini öneriyoruz. Nasıl ki normal obezitede düzenli beslenmeye bağlı bir diyet öneriliyorsa, dijital obezitede de benzer süreç işliyor. Yani doğru miktarda doğru biçimde sosyal medyayı kullanmak. Dijital platformlara yüklenen içerikleri zamana yayarak izlemek en doğrusu."Yalman, 'We Are Social 2021' raporuna göre dünya genelinde internet kullanıcısı sayısının 4,6 milyar olduğunu, tüm dünyada insanların günlük yaklaşık 7 saatini internette geçirdiğini belirterek, dijital yayın platformlarının en popüler olanını 2300'den fazla film ve 1200'den fazla dizi oluşturduğunu hatırlattı. DHAMeghan Markle-Prens Harry: Prens William 'Kraliyet Ailesiırkçıbir aile değil, kardeşimle konuşacağım' dedi
Meghan Markle-Prens Harry: Prens William 'Kraliyet Ailesi ırkçı bir aile değil, kardeşimle konuşacağım' dedi Cambridge Dükü Prens Williams, Prens Harry ve eşi Meghan'ın bir televizyon röportajındaki suçlamaları sonrası ilk kez konuştu ve kraliyet ailesinin "ırkçı bir aile olmadığını" söyledi. ReutersCambridge Dükü Prens Williams, kardeşi Prens Harry ve Sussex Düşesi eşi Meghan Markle'ın Amerikalı ünlü televizyoncu Oprah Winfrey'e yaptıkları açıklamaları ve dile getirdikleri suçlamaları değerlendirdi. Röportajla ilgili olarak ilk kez konuşan Prens William, İngiltere Kraliyet Ailesi'nin "ırkçı bir aile olmadığını" söyledi.Prens William, Londra'da bir okula yaptığı ziyaret sırasında gazetecilerin röportajla ilgili sorularını yanıtladı.William, "Kraliyet Ailesi ırkçı bir aile mi?" sorusuna, "Irkçı bir aile değiliz" yanıtını verdi.Cambridge Dükü'nün "Röportajın ardından kardeşiniz Harry'yle konuştunuz mu?" sorusuna yanıtı ise "Hayır. Henüz konuşmadık ama konuşacağım" oldu.Sussex Düşesi Meghan Markle röportajda, adını açıklamadığı bir Kraliyet Ailesi üyesinin kendisine, oğulları Archie'nin derisinin "ne kadar koyu" olacağını sorduğunu söyledi.Prens Harry daha sonra, bu soruyu soranın, Kraliçe 2. Elizabeth ya da Edinburgh Dükü eşi Philip olmadığını belirtti.Buckingham Sarayı'ndan Salı günü yapılan açıklamada, Kraliyet Ailesi'nin bir üyesinin Harry ve Meghan'ın bebeklerinin derisinin rengini sorgulamasının "kaygı verici" olduğu vurgulanmıştı.Yazılı açıklamada, konunun aile arasında "özel olarak ele alınacağı" belirtilmiş, "Hatırlananlar farklı olabilir" denilmişti.Açıklamada ayrıca Harry ve Meghan'ın daima "Kraliyet Ailesi'nin çok sevilen üyeleri" olacakları kaydedilmişti. BBC TürkçeAltın Kozaödüllüoyuncu Beran Soysal'dançevreci film
Altın Koza ödüllü oyuncu Beran Soysal'dan çevreci film Altın Koza'dan ödülle dönen oyuncu Beran Soysal, çevre sorunlarına karşı duyarlılığı artırmak için çekilen “Bahçeler Put Kesildi" isimli kısa filmde rol aldı. /Archive/2021/3/11/215434596-whatsapp-image-2021-03-11-at-19.43.47.jpeg26.Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Umut Veren Erkek Oyuncu ödülüne değer görülen oyuncu Beran Soysal, çevre sorunlarına karşı duyarlılığı artırmak için çekilen “Bahçeler Put Kesildi" isimli kısa filmde rol aldı.Ali Cabbar'ın yazıp yönettiği filmde Soysal’a oyuncu Yüksel Ünal da eşlik etti.Manisa'nın Sarıgöl ilçesinde çekilen film, geleneksel tarım üreticilerinin çevre sorunlarına karşı verdiği mücadeleyi konu alıyor.Filmde rol almaktan heyecan duyduğunu belirten Soysal, "İzleyenin hayatına dokunacak, davranış değişimine yol açabilecek işlerde olmayı istiyorum. Benim için hikâyesi, ekibi ve yönetmeniyle çok özel bir film oldu. Alın teriyle çalışıp, toprağa elleriyle hayat veren insanları dinlemek onlarla sohbet etmek ve meselelerine kulak vermek çok kıymetli ve değerliydi" diye konuştu./Archive/2021/3/11/215451253-whatsapp-image-2021-03-11-at-19.43.46.jpeg"SORUMLULUĞUM ARTTI""Kronoloji" filmiyle 26.Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Umut Veren Erkek Oyuncu ödülüne değer görülen Soysal, ödüle dair şunları söyledi:"Böylesine sancılı bir süreçte adında 'umudun' olduğu bir ödül almak, benim için ayrıca bir anlam ifade etti. Gelecekte karşıma engeller çıksa bile dönüp baktığımda umut etmekten vazgeçmemi hatırlatacak, anlamlı bir ödüle sahibim. Ve bu ödülün sorumluluğumu daha da arttırdığını düşünüyorum." cumhuriyet.com.trGerhard Lamprecht’in filmleri Kundura Sinema’da:‘Sessiz Drama’
Gerhard Lamprecht’in filmleri Kundura Sinema’da: ‘Sessiz Drama’ Kundura Sinema, erken Alman sinemasının önemli yönetmenlerinden Gerhard Lamprecht’in dört sessiz filmine ev sahipliği yapacak. “Sessiz Drama: Gerhard Lamprecht’in Sahiciliği” başlıklı program 12 Mart – 12 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek. /Archive/2021/3/11/220633872-gerhard-lamprecht-kundura-sinema.jpgGoethe-Institut İstanbul ve Deutsche Kinemathek işbirliğinde düzenlenen programda yer alan filmler, Kundura Sinema’nın yeni çevrimiçi izleme platformu Kundurama’da sınırlı kontenjanla ve ücretsiz olarak izlenebilecek.Bugün Alman Sinematek’inin temelini oluşturan koleksiyonuna 9 yaşında başlayan Lamprecht’in, sinema tarihinin ilk senarist kadınlarından Luise Heilborn-Körbitz ve dönemin en popüler karikatür sanatçısı Heinrich Zille ile birlikte kaleme aldığı, hapisten yeni çıkmış bir adamın kayıtsızlık ve reddedilmeyle karşılaştığı toplumda kendine yer bulabilme mücadelesini anlatan 1925 yapımı “Berlin’in Kenar Mahalleleri” (Die Verrufenen); Çocuk İstismarını Önleme Derneği’nin ülkede tartışmalar yaratmış resmi raporundan esinlenerek koruyucu ailelerinin elinde acı dolu bir hayat süren üç çocuğun hikâyesini anlatan 1926 yapımı “Gayrimeşru Çocuklar” (Die Unehelichen); yoksul bir mahallenin sıradan insanlarının hayatlarını konu edinen 1926 yapımı “Aramızdaki İnsanlar” (Menschen untereinander) ile Berlin’in eğlence dünyasının gerisinde yaşananları genç bir kadının başından geçen talihsiz olaylar eşliğinde anlatan 1928 yapımı “Fenerin Altında”(Unter der Laterne) adlı sessiz filmleri gösterilecek.Kundura Sinema’nın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde başlayan “Sinemanın İlk Edepsiz Kadınları” programı ise devam ediyor.“Sessiz Drama: Gerhard Lamprecht’in Sahiciliği” programı hakkında daha detaylı bilgi edinmek için buraya bakılabilir. cumhuriyet.com.trPink Floyd’un 1990 Knebworth konseri canlıalbüm olacak
Pink Floyd’un 1990 Knebworth konseri canlı albüm olacak Efsanevi rock grubu Pink Floyd’un 1990’daki Knebworth konseri canlı kayıt albümü olacak. “Live at Knebworth 1990” adlı albüm 30 Nisan’da yayımlanacak. /Archive/2021/3/11/221817813-pink-floyd.jpgPink Floyd, 1987’de yayımlanan “A Momentary Lapse of Reason” albümünü desteklemek için büyük boyutlu dünya turunu tamamlamasından birkaç yıl sonra, 1990’da İngiltere’nin Hertfordshire şehrinde bulunan Knebworth köyünde ses getiren bir konser vermişti. Konserde Paul McCartney, Genesis ve Eric Clapton da sahne almıştı.1990’da verilen büyük konserde Pink Floyd, 120 bin kişinin önünde sahneye çıkmıştı. MTV’nin küresel olarak yayınladığı konserden elde edilen gelir, Londra yakınlarındaki bir performans sanatları okulu olan BRIT School’u inşa etmek için fon kullanan müzik terapisi yardım kuruluşu Nordoff Robbins’e aktarılmıştı.Dünyaca ünlü İngiliz rock grubu, “Wish You Were Here”, “Comfortably Numb” ve “Money” gibi sevilen şarkılarını seslendirdiği konserini canlı albüme dönüştürecek. “Live at Knebworth 1990” albümü 30 Nisan’da CD formatında yayımlanacak. Albüm dijital platformlarda da yer alacak.NTV'nin aktardığına göre, düzenlemesi Andy Jackson ve David Gilmour tarafından yapılan “Live at Knebworth” 1990 albümünde, “Shine On You Crazy Diamond, Parts 1-5”, “The Great Gig In The Sky”, “Wish You Were Here”, “Sorrow”, “Money”, “Comfortably Numb” ve “Run Like ****” şarkıları yer alıyor.DÜNYA ÇAPINDA BAŞARI1965’te Londra’da kurulan İngiliz rock müzik grubu, felsefi şarkı sözleri, yenilikçi albüm kapakları, etkileyici-girift sahne şovları ile dünya çapında başarıya ulaştı.Pink Floyd, gitar ve vokalde Syd Barrett, davulda Nick Mason, basta ve vokalde Roger Waters ve klavye ve vokalde Richard Wright adlı üniversite öğrencileri tarafından kuruldu. 1960’ların sonunda Londra verdikleri konserlerle popülerlik kazanan Pink Floyd, Barrett’in liderliği altında listelere giren iki single ve başarılı bir ilk albüm olan “The Piper at the Gates of Dawn”u (1967) yayımladı.Gitarist ve vokalist David Gilmour Aralık 1967’de gruba katıldı. Bu dönemde zihinsel rahatsızlık geçiren Barrett, durumunun kötüleşmesinin ardından Nisan 1968’de gruptan ayrıldı. Waters grubun birinci söz yazarı ve yaratıcı lideri oldu ve “The Dark Side of the Moon” (1973), “Wish You Were Here” (1975), “Animals” (1977), “The Wall” (1979) ve “The Final Cut” (1983) gibi konsept albümlere imza attı.“The Dark Side of the Moon” ve “The Wall” tüm zamanların en çok satan albümlerinden oldu. Grubun simgesi haline gelmiş olan “The Dark Side of the Moon”, tüm zamanların en uzun süre zirvede kalan albümü olarak Billboard 200 listesinde 741 hafta kaldı. cumhuriyet.com.trTürkçede Hamlet yaratmak! Adnan Binyazar'ın yazısı...
Türkçede Hamlet yaratmak! Adnan Binyazar'ın yazısı... Çeviri, sözcükleri söylem gücüyle bir dilden başka dillere aktarma edimidir. Sözcüklerin tam karşılığını bulması yeterli sanılır çeviride. Oysa başarılması gereken o değil, çevirinin, yazıldığı dildeki algısını, çevrilen dilde de uyandırmasıdır. Tarık Günersel, Hamlet çevirisinde, konuşma dilimizin geniş olanaklarından yararlanarak gerçekleştirmiştir bunu. /Archive/2021/3/11/181232990-ic1.jpgFotoğraf: NESRİN KADIOĞLUDiyarbakır’ın bir yazlık sinemasında 17 akşam gösterilen, ilk gençlik yaşımın coşkusuyla hiçbirini kaçırmadığım Romeo ve Juliet filminden ezberlediğim sözlerle sokaklara düşmüş, yanına yaklaşıp, “Sevgi iç çekişlerin buharıyla yükselen bir dumandır,” deyip ardından da, “Habeş kulağında duran pırlanta gibi, gecenin ortasında haşmetle ürperendir o!” diye Juliet’i tanıtmaya çalıştığım bir arkadaşım şaşırıp kalmış, “Delirdin mi sen!” deyip benden uzaklaşmıştı.O sonbahar Köy Enstitüsü’ne yazıldığımın ertesi günü kitaplıkta Romeo ve Juliet’i arayıp bulmuş, o gece sabaha kadar okumuştum. Diyarbakır’da yeni iktidarın sokaklara döktüğü klasik kitaplar arasında Hamlet’i görünce yerden alıp, koynuma sokuvermiştim.Shakespeare sevdam böyle başlamıştı.../Archive/2021/3/11/181247568-kapakic2.jpgHAMLETŞair, tiyatrocu,dramaturg, onlarca kitabın çevirmeni olarak sanatını kendi içinde ipek böceği kozası aklığıyla ören Tarık Günersel’in, Gülce Başer’ce yönetilen sorulara yanıtını görünce merakla okumaya başladım. Sunumda, Hamlet¹ oyunundan belleğime kazınan sözlerle karşılaşınca dünyalar benim oldu:“Alçağın alçağı biri çıkar,/ Erdemli kalır öbür alçaklar.”“Aç kulağını, Hamlet: Kandırıldı millet!/ Güya ben bahçemde uyurken/ Zehirli yılan sokmuş./ Herkes inandı./ yalan!/ Bil ki/ Babandan can çalan yılan/ Başında taçla şu an.”“Sözüm utandırsın,/ Ama şiddet olmadan:/ Acımasız olayım ama insan kalayım./ Hançer dilimde olsun, elimde değil.”“Her kötülük elbet çıkar göz önüne,/ Dünyanın tüm toprağı gömdüyse bile.”Klasikler, olay anlatımlarından çok, olayların insanın beynine yerleştirdiği sözlerle yüzyılları aşıp ulaşmıştır çağımıza. Shakespeare’in oyunları, Soneleri bu yönden, dünya yazınının coşkun akan söz ırmaklarıdır.KONUWilliam Shakespeare, ölümsüz oyunu Hamlet’te, kralın, işlediği cinayetle yol açtığı ihanetle, iktidarı nasıl ele geçirdiğini sergiler. Oyunun başkişisi Hamlet, babasının hayalinden, onu, amcasının, kulağına uyurken zehir akıtarak öldürdüğünü, annesiyle evlendiğini öğrenince çılgınlığa vurarak ayrı bir kimliğe bürünür.Babasının ölümünden sonra başa geçen amcası, onunla evlenen annesi olayı ne denli gizlese de, Hamlet, ironili diliyle her şeyi açığa çıkarır. Annesini sorguladığını Polonius’u kral sanarak öldürür. Hamlet’le babası Polonius arasında kalan Ophelia sonunda delirerek ölür. Ağabeyi Leartes, kralın oyununa gelerek can verir. Hamlet’i, Leartes’in ucu zehirli kılıcı öldürür.Cinayetler, ihanetler, darbeler sürdükçe, Hamlet toplum vicdanındaki yerini koruyarak güncelliğinden bir şey yitirmeyecektir./Archive/2021/3/11/181244224-ic3.jpgÇEVİRİÇeviri, sözcükleri söylem güçleriyle bir dilden başka dillere aktarma edimidir. Sözcüklerin tam karşılığını bulması yeterli sanılır çeviride. Oysa başarılması gereken o değil, çevirinin, yazıldığı dildeki algısını, çevrilen dilde de uyandırmasıdır. Tarık Günersel, Hamlet çevirisinde, konuşma dilimizin geniş olanaklarından yararlanarak bu düzeyi tutturmuştur.Sunuşta, Shakespeare, “Keşke piyesteki dil korunabilse!/^Ne yazılışlar değişse, ne sesler, anlamlar./ Her bebek anlama yetisiyle doğsa,/ Çeviri sorunu olmadan, bağlantılı bilgilerle.” diyor.Günersel oyunda belasını bulmak, vız gelir tırıs gider, bülbül kesilmek, çivisi çıkmak, içi kan ağlamak, dile gelmek, iki eli kanda olmak, kulağa küpe olmak, deliliğe vurmak, dünyanın çivisi çıkmak, volta atmak, kafa kafaya vermek, iş bitirmek... günlük yaşamda sıkça kullanılan deyimlere yer vererek, Shakespeare’in dileğini yerine getirmiş oluyor. Bu bağlamda yeri geldikçe Güneş balçıkla sıvanmaz türünden atasözlerine de rastlanıyor.Günersel, Gülce Başer’in, “Amacınız ne oldu?” sorusunu, “Şiirselliğe saygı, oyuncu ve seyirci için uygunluk. Shakespeare’in yaptığı gibi, güncelliğe önem vermek, hem atıflar hem de dil bakımından.” diye yanıtlıyor.Anlatısını şiirin özüyle besleyen şairin dilinden iyi şair anlar.Günersel, oyunda yalnızca halk söylemini yerli yerine oturtmakla kalmıyor, şiirsel algıyla betimlemeyi gerektiren kişileri şiir diliyle konuşturuyor.Kraliçe’nin, “Nasılsın?” sorusunu Ophelia, ağıtla karşılar: “‘Sevgili’ denir, ama/ sevgisi gerçek midir/ nasıl bilinebilir?/ Yüz vermeden önce/ bak bakalım:/ Başta külah,/ ayakta çarık/ yollara düşerek/ diyar diyar gezerse,/ aşkı gerçek demek.”Hamlet de kraliçe annesine sorar:“Buraya sızlanmaya mı geldin?/ Sanki sahnedeyiz! Mezarına atlamaya mı?/ Diri diri gömülmeye mi/ Ben hepsini yaparım. Ölümüne./ Dağlara meydan okumak iş mi,/ canımla yan yana gömüleyim,/ Üstümüzde milyon dönüm toprak/ öyle yükselsin ki/ en dev dağ, tepe kalsın yanında;/ doruğumuz gökyüzünü delsin geçsin,/ güneşe varsın. Bak,/ ama süslü laf etmekse,/ işte püskürür benden de.”Tarık Günersel, yarattığı şiirsel anlatımıyla, dilimizin en geniş kanadını açarak dünya şairi Shakespeare’i, Türkçenin de şairi kılmıştır. Hamlet, asıl işlevini, gençlere seslenmesiyle işlevini yerine getirir. Günersel’in asıl başarısı, çeviride o dilsel kıvamı yaratmış olmasında aranmalıdır...¹ William Shakespeare, Hamlet, Çev.: Tarık Günersel / Kırmızı Kedi Ya. / 216 s. / 2020. Adnan Binyazar / Cumhuriyet Kitap Eki