Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Wednesday, 06.18.2025, 02:14 PM (GMT)

News - Haberler

Çamlıca olunca akan sular duruyor

Çamlıca olunca akan sular duruyor figure > Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “İstanbul’un her yerinden görülecek” talimatıyla Çamlıca Tepesi’ne yaptırılan cami söz konusu oldu mu akan sular duruyor. Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararı ile Çamlıca Camisi'ne giden raylı sistem hattının yapımı önceki gün Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na verildi. Karara göre İstanbul’un Üsküdar ilçesinde yer alan ‘Büyük Çamlıca Raylı Sistem Hattı’nın yapımını bakanlık gerçekleştirecek. Maliyeti 425 milyon TL olan 3.48 kilometre uzunluğundaki “Altunizade – Çamlıca Metro” hattında Altunizade, Çamlıca Tepesi, Ferah Mahallesi ve Çamlıca Camisi olmak üzere 4 adet istasyon yer alacak. Altunizade istasyonu aç-kapa tekniği ile inşa edilecek ve Üsküdar-Ümraniye-Çekmeköy Metro Hattı ile bağlantı noktası olacak.Gazetemize kararı değerlendiren İBB CHP Grup Sözcüsü Tarık Balyalı, söz konusu metro güzergâhının fizibilite ve tasarım çalışmalarının 2017 yılında tamamlandığını belirterek “Proje bedeli 192 milyon Avro olarak belirlenmiş ama şu anda güncellemeyle birlikte 250 milyon Avro'yu aşacağı tahmin ediliyor. Burası aslında çok da ihtiyaç gerektiren bir metro hattı değil. Buranın tek özelliği Çamlıca Camisi’ne gidiyor olması. İstanbul’da son derece işlek olan belli bölgelerde metroya ya da farklı toplu taşıma sistemlerine çok ciddi ihtiyaç duyuluyor. Bakanlığın elindeki bütçesini daha çok ihtiyaç olan bölgelere harcaması gerekir ancak bunun yerine aslında bir ihtiyaçtan kaynaklanmayan sadece özel bir durum gerekçesiyle Çamlıca Camisi’ne giden bir metro projesinin yapılmasını doğru bulmuyorum. Özellikle bu metro projesiyle kaynakların israf edildiğini düşünüyorum” diye konuştu. 2014 YILINDA TÜNEL YAPILDICami inşaatı sürerken 2014 yılının kasım ayında İBB Meclisi’ne gelen teklifle “camiye rahat ulaşım sağlanması için özel tünel” projesi oyçokluğuyla kabul edilmişti. CHP’liler projeye tepki göstermişti. Tünel projesinin ardından camiye özel metro projesi de 2017 yılında duyrulmuştu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca sunulan proje tanıtım dosyasında metronun amacı, “turizm ve ibadet amaçlı ulaşımın sağlanması” şeklinde özetlenmişti. Hazal Ocak

TBMM Genel Kurulu’ndaki 11 günlük bütçe maratonu dün sona erdi:‘Bu düzeni değiştireceğiz’

TBMM Genel Kurulu’ndaki 11 günlük bütçe maratonu dün sona erdi: ‘Bu düzeni değiştireceğiz’ figure > TBMM Genel Kurulu’nda bütçe görüşmelerinin son gününde AKP ile CHP arasında “diktatör” tartışması çıktı.  AKP Bursa Milletvekili Efkan Ala, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP’yi “vesayet savunucusu ve diktatör” olarak nitelendirince, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, “Bir ülkenin cumhurbaşkanı çıkıp muhalefete ‘beşinci kol’ derse, o lafı aldığı Franco ile anılırsa, ona da cevap verilirken de ‘diktatör bozuntusu’ denirse, orada düzeltilecek tek cevap vardır, ‘bozuntu’ kısmını alıyorum, diktatör sizin olsun” tepkisini gösterdi. 11 gün boyunca aralıksız devam eden 2021 yılı bütçesine ilişkin görüşmeler dün tamamlandı. Görüşmelere CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile MHP lideri Devlet Bahçeli de katıldı. HDP eş genel başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da katıldı. MHP adına konuşan Mustafa Kalaycı ve İsmail Faruk Aksu, bütçe üzerine konuşmak yerine genellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni övdü. Bu nedenle ara ara muhalefet sıralarından alkışlı protestolar yapıldı. HDP’li Meral Danış Beştaş, iktidarın kendine yakın şirketlerin vergi borçlarını sildiğini belirterek, “Siz kimlerin borcunu kimler için hangi gerekçelerle siliyorsunuz?” dedi. CHP’li Abdüllatif Şener de, İktidarın 2021 yılında bir avuç tuzu kuruya garantiler kapsamında 31 milyar TL verildiğini söyledi. Şener, Birleşmiş Milletler raporuna göre Türkiye’de nüfusun yüzde 1’inin elde ettiği gelirin nüfusun yüzde 50’sine verilmediğini kaydetti. Şener, “Gelir dağılımının en bozuk olduğu 5. ülke Türkiye’dir. Bir numara Katar. Bir gördüm; Aman dedim; bizimkilerin Katar sevgisinin nereden geldiği belli” diye konuştu. ‘YUVARLANIYORUZ’CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke de “Saray’a göre uçuyoruz. Oysa 2014’ten beri fiilen bu başkanlık rejimine Türkiye’ye hapsettiğinizden beri fakirleştik. 2014’te kişi başına milli gelir 12 bin 158 dolardı. Bugün 8 bin 455 dolar ve düşüyor. Uçmuyoruz, yuvarlanıyoruz. Hep birlikte fakirleşiyoruz” diye konuştu. Gerçek verilere göre 10 milyona aşkın işsiz olduğunu söyleyen Böke, “Hatta saraya göre işsizlik yok, iş beğenmeyen gençler var” dedi. Böke, “Saray’ın gerçekleri ile halkın gerçekleri uyuşmayınca bütçe de halkın bütçesi olmuyor. Bu bütçe bir Saray bütçesidir. Bu bütçe bir talan bütçesidir. Bu bütçe torpilin bütçesidir. Bu bütçe kayırmanın, toplumu bölüp, parçalamanın bütçesidir. Hiç kimsenin endişesi olmasın biz buradayız. Halkla birlikte halkın bütçesini ilk seçimden sonra biz yapacağız. O bütçe ağır yıkımı yaratan bu düzeni değiştirecek” diye konuştu.Güçlendirilmiş parlamenter demokrasiyle şahsım devleti yerine kurulacak hukuk devletiyle hakça zenginleşmenin önünün açılacağını kaydeden Böke, “Hayat pahalılığına son vermek için her sofraya her yurttaş et koyabilsin diye bu düzeni değiştireceğiz” diye konuştu. Kamu özel işbirliği projelerine kur farkından artan tutar nedeniyle 2020 yılında 83 milyar 700 milyon lira ödendiğini söyleyen Böke, “Rantçı 5’li çetenin cebine gidivermiş. O para halkın parası. 5’li çete yerine 5 milyon aileye devlet destek verebilirdi. Türkiye ekonomisi 5’ten büyüktür, Türkiye de birden büyüktür” dedi.  Böke, denetlenemeyen ve aile şirketine dönüşen Türkiye Varlık Fonu’nunu kapatarak bünyesindeki Cumhuriyet miraslarının Hazine’ye devredileceğini söyledi.AKP’li Efkan Ala da konuşmasında CHP’yi ve Kılıçdaroğlu’nu hedef aldı. Sağlık alanında “büyük başarılara imza attıklarını” ileri süren Ala, CHP sıralarına dönerek “Sizin Genel Başkanınızın müdürlüğü dönemini de biliyoruz. Oradaki eksiklikleri de giderdik, alkışlayın, takdir edin” dedi. CHP’yi “darbelerin yanında, tankla yürüyenlerin destekçisi olmakla” suçlayan Ala, “İkide bir diktatör deyip duruyorsunuz. Kim diktatör? Her siyasi problemi mahkemeye taşıdınız. Onlardan medet umuyorsunuz. Sizin derdiniz millet iradesiyle. Diktatörlük sizin ruhunuza işlemiş.” ‘A HABER SPİKERİ’Ala ve Zengin’in sözleri AKP ile CHP arasında tartışmalara neden oldu. CHP’li Özgür Özel, “Ala’yı dinlerken sanki yanlışlıkla A Haber’in spikerini dinliyormuş hissiyatına kapıldıklarını” kaydetti. Özel, “Eğer hayata A Haber’in yaptığı montajlaran, iftiralardan ve hakaretlerden ibaret o bültenleri izlerseniz, Ala gibi kürsü performansı göstermek mümkün” dedi. Özel, şunları kaydetti: “Açmakla övündüğünüz o üniversitelere atadığınız, gaflarına sahip çıktığınız adamlardan bir tanesi, AKP’li, MHP’li, İYİ Parti’li, HDP’li milyonlarca anne ve babanın evlatlarına benim burada söylemekten utanç duyacağım sözler söylediler. ‘Ülkeyi vesayetten kurtardık’ diyorsunuz. Esas vesayet 5’li çeteye finans sağlayanlara Türk mahkemeleri karar verdiğinde Londra mahkemelerine taşımaktır. AB ile ilk anlaşmayı da İnönü yaptı. Ama AB ile köprüleri atmak da sizin başbakanınıza nasip odu” diye konuştu.  Mahmut Lıcalı / Selda Güneysu

CHP’li Taşkın,‘HDP kapatılsın’çağrısını‘güçgösterisi’olarak niteledi: Kapatma radikalleştirir

CHP’li Taşkın, ‘HDP kapatılsın’ çağrısını ‘güç gösterisi’ olarak niteledi: Kapatma radikalleştirir figure > Prof. Dr. Yüksel Taşkın, AKP hakkında 2008 yılında açılan kapatma davasını anımsatarak “Parti kapatmaların önünü açarlarsa bu okkanın altına kimin gideceği belli olmaz” dedi. CHP Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı siyaset bilimci Prof. Dr. Yüksel Taşkın, MHP’nin, “HDP kapatılsın” çağrısına yönelik “Partiler kapandığında tabanları yok olmuyor. Aksine partisi kapanan seçmen daha radikalleşip daha küskünleşiyor. Bu sefer de dağdan çare aramaya başlıyorlar. Seçimle gelen ve gidebilecek partilerin, oyunda kalması daha doğru olacaktır” değerlendirmesini yaptı. AKP hakkında 2008 yılında açılan kapatma davasını  anımsatan Taşkın, “Kıl payı kapatılmaktan kurtulmuştu. Neredeyse tüm söyleminde parti kapatmalara karşı bir dil kurdu. Bu açıdan bakıldığında AKP’nin eli kolu bağlanmış oluyor. Parti kapatmaların önünü açarlarsa bu okkanın altına kimin gideceği belli olmaz” dedi.İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun TBMM’de HDP’lilere yönelik sözleri ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin HDP’nin kapatılması yönündeki ısrarlı çağrısı siyasette gündemindeki yerini korurken, Prof. Dr. Yüksel Taşkın, süreci Cumhuriyet’e değerlendirdi. Bakan Soylu’nun açıklamalarının “parti içine yönelik kendini lider yerine koyan” bir konuşma olduğunu söyleyen Taşkın, “Sayın Soylu’nun akla değil, duygulara hitap ettiğini gördük. Sadece kutuplaştırma ve gerginlik siyasetine destek veren bir konuşma olduğunu gözlemledik. O tarz konuşmaları kamuyu yöneten siyasetçilerden beklememek lazım. Gerginlik ve kutuplaştırma, birilerinin dışlanması üzerine siyaset yapılmaması lazım. Çünkü bunun bedelini toplum olarak hepimiz ödüyoruz” dedi. Kayyım atamalarının toplum nezdinde karşılık görmediğini söyleyen Taşkın, “Toplumun oyuyla işbaşına gelenlerin bu şekilde görevden alınmaması lazım. Gerçekten suçu sabitlenip görevden alınıyorsa, anayasamızın gösterdiği şekilde belediye meclisinden bir başka arkadaşın seçilmesi gerekiyor. Bunun yapılmaması kısa vadede belki iktidarın işine geliyor ama orta ve uzun vadede Türkiye’de demokrasiyle yapılan yönetime zarar vereceği durumlar bunlar. Belli koşullarda belediye başkanları görevden alınabilir. Yolsuzluk yapar, suç işler... Ama bu, siyasi bir rakibinizi zayıflatmak, ortadan kaldırmak için yapılıyorsa bu doğru değil. Hukuku, yasaları işe gelinen biçimde uygulamamak lazım” diye konuştu.‘GÜÇ GÖSTERİSİ’Bahçeli’nin HDP’nin kapatılması yönündeki açıklamalarını da değerlendiren Taşkın şunları kaydetti: “Cumhur İttifakı’nda ‘kuralı ben koyarım, yönünü ben tayin ederim’ gibi bir tartışma olduğunu görüyoruz. (Alaattin) Çakıcı tartışması da bunun için devreye sokuldu. CHP üzerinden, AKP’nin muhtemel arayışlarına bir mesajdı. Ben bu tavrın, Cumhur İttifakı’nın kendi içindeki mücadelesinde bir güç gösterisi olduğunu düşünüyorum. Parti kapatmanın prosedürü bellidir. Kapatma zorlaştırılmıştır. Demokrasi adına da doğru olan budur. Bizim esas derdimiz, hukukun siyasal çıkarlar için araçsallaştırılmaması.” İlayda Kaya

SIPRI Raporu'nda Türk savunma sanayisinin durumu ele alındı: Teknolojide dışa bağımlı

SIPRI Raporu'nda Türk savunma sanayisinin durumu ele alındı: Teknolojide dışa bağımlı figure > ABD’nin uyguladığı S-400 yaptırımlarının Türkiye’ye olası etkileri tartışılmaya devam ederken Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) yayımladığı raporda, Türk savunma sanayisinin gelişmiş teknolojide dışa bağımlılığına dikkat çekildi. Türkiye’nin Altay tankı, TF-X muharip savaş uçağı gibi projelerde motor gibi kritik parçaların temininde sorun yaşadığı vurgulanırken bu durumun “savunma sanayisinde tam bağımsızlığın önündeki temel engeli oluşturduğu” belirtildi.SIPRI’nın önceki gün yayımladığı “Küresel Silah Ticaretinde Yükselen İhracatçı Ülkeler” başlıklı raporda Türkiye, Brezilya, Güney Kore ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin dünya genelinde savunma sanayisi ticaretinde oynadıkları rol incelendi. Türkiye’nin askeri teçhizat ihracatının yüzde 52’sini zırhlı muharebe aracı ve zırhlı personel taşıyıcıların, yüzde 30’unu ise askeri gemilerin oluşturduğu kaydedilen raporda, “2019 yılı sonu itibarıyla Türkiye’nin NATO ortakları ya da gelişmiş ekonomiye sahip ülkelerden hiçbiri Türkiye’den silah alımı yapmadı” denildi. Türkiye’nin Katar, Libya’da BM’nin tanıdığı Ulusal Uzlaşı Hükümeti (UUH) ve Azerbaycan’a yaptığı silah ve askeri teçhizat ihracatının arttığı, bu satışların, Türkiye’nin dış politika hedefleriyle bağlantılı olduğu belirtildi.İÇ TALEP BÜYÜTTÜRaporda, 1975’teki ABD’nin silah ambargosuna kadar Türkiye’de çok küçük ölçekli olan savunma sanayisinin ambargodan sonra uygulanan politikalarla hızlı bir şekilde büyüdüğü belirtilirken son 10 yılda Türk savunma sanayisindeki büyümenin, Türkiye’nin iç talebinin artması sonucu yaşandığı kaydedildi. Türk savunma sanayisinin halen yabancı teknolojiye bağımlı olduğuna da dikkat çekilen raporda, “Türkiye, Altay isimli yeni bir tank ve TF-X isimli savaş uçağı projelerini geliştiriyor. Fakat her iki projenin de ilerlemesi için Türkiye’nin en önemli bileşenleri (motor) ithal edebilmesi ya da kendisinin üretebilmesi gerekiyor” denildi. Türkiye’deki İHA üretiminin, Türk savunma sanayisinin gelişiminin göstergesi olarak tanımlandığı belirtilirken “Buna karşın bu İHA’lar da örneğin sensör ve motor gibi parçalar bakımından dışa bağımlı. Türkiye’nin askeri teçhizatta tam bağımsızlığa erişmesinin önündeki temel engel, Türkiye’nin yabancı yardım almadan savaş uçağı ya da denizaltı gibi karmaşık silah sistemleri üretemiyor olmasıdır” tespitine yer verildi.  Hüseyin Hayatsever

İthalatta altın yükseliş

İthalatta altın yükseliş figure > Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, eylül ayında altın ithalatında yüzde 278.1 artış gerçekleştiğini hatırlatarak “Bu gerçekleşme, eylül ayı ithalatındaki artışın arkasında temel unsurların başında gelmektedir. Yüzde 23 oranındaki ithalat artışı altın hariç tutulduğunda yüzde 8.8’e geriledi” dedi. Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın “Ekonomik Gelişmeler 2020 Yılı 3. Çeyrek Raporu”nda, ödemeler dengesi verilerine de yer verildi. Eylülde cari işlemler açığının 2.4 milyar dolar olarak gerçekleştiğine işaret edilen raporda, şu açıklamalar yapıldı:“Hizmetler dengesi bir önceki yılın aynı dönemine göre 2.9 milyar dolarlık negatif değişim göstermiştir. Net hizmet gelirlerindeki bu azalmanın 2.2 milyar dolarlık kısmı seyahat gelirlerindeki düşüşten kaynaklanmaktadır. Eylülde seyahat gelirleri 1.6 milyar dolar ile geçen seneki 3.8 milyar dolarlık değerin altında kalmıştır.” Eylülde enerji ithalatının 2.7 milyar dolar seviyelerinde olduğuna işaret edilen raporda, “Önceki yılın aynı ayına göre düşüş oranı yüzde 17.7’dir. Bununla birlikte, bu değer 2020 Mart ayı sonrası dönemin en yüksek enerji ithalatıdır” denildi. Raporda, eylül ayında altın hariç cari işlemler dengesinin 915 milyon dolar fazla verdiği, enerji hariç cari işlemler açığının ise 43 milyon dolar seviyesinde gözlendiği belirtildi. Raporda, altın ve enerji hariç cari işlemler dengesinin ise 3.236 milyon dolar fazla verdiğine işaret edildi.  Mustafa Çakır

Müzede tarot, sanatla bir tutam moral!

Müzede tarot, sanatla bir tutam moral! figure > Pera Müzesi’nde devam eden ‘Minyatür 2.0: Miniature in Contemporary Art’ sergisi her gün gezilebiliyor, haftada iki gün de Canan’ın tarot falı performansı var. Mahkemelerde bulamadığım adaleti falda arıyorum! Hiç tarot falı baktırmadım. Zaten arada bir arkadaş arasında kahve falı baktırmaktan öte pratiğim de yok bu konuda. Pera Müzesi’ndeki “Minyatürler Sergisi” içinde “Tarot Falı” performansı da olduğunu duyunca bir taşla iki kuş deyip pandeminin ve ekonomik krizin bunalttığı, kış havasının kararttığı ruhuma bir nefes olur umuduyla Canan Hanım’ın önüne oturuyorum. Canan, bir müze atmosferinde olmasak, kafamdaki falcı kimliğine cuk oturuyor. Siyah, şık bir kıyafeti ve parmaklarında ve boynunda bolca gümüş takısı var. Pandemi ve maske olayı başladığından beri ben de kendini bırakmışlardanım. Ne takı ne kıyafet. Bir zamanlar bayağı koketken, artık sade bile değilim, dökülüyorum! Performansa dönersek Canan’ın uzattığı kartları iki kez kesiyorum. İsteği üzerine bir dilek tutup bir soru soruyorum içimden. Ne dileği tutacağım canım, beyaz atlı prens değil elbet, şu davalar lehime sonuçlansın, içeri girmeyeyim, tazminatımı da alayım gibi somut ama masallardaki gibi ulaşılamaz istekler! /Archive/2020/12/18/235407603-sergi4-kulturmaxrnk.jpgCanan açıyor kartları ve anlatıyor. Ejderha, kılıç çıktıkça, kartları açtıkça, biraz mitoloji, biraz felsefe, biraz kişisel gelişim, biraz halk deyişleri, edebiyat, güzel şeyler anlatıyor. İyi düşün iyi olsun, sezgilerine güven gibi öğütler veriyor. Kılıç açıyor mesela, “Bütün dileklerini avlıyorsun, kılıç iyi bir şey, güç” diyor ve ekliyor: “Hiçbir kurt yavrusuna uslu ol demez! Kendini savun, gerekirse saldır, olmayacaksa da kaç der. Gerektiğinde hakkını arayacak ve alacaksın!” “Sıkıntıların geçici, bilinç ve bilinçaltın uyumlu, huzur ve denge geliyor, ayrıca bunlar haklı olduğuna inandığın ve emin olduğun alanlar” diyor. Haklı olduğumu biliyorum da mahkemeler biliyor mu ya da hâkimler hukuka uygun karar verebiliyor mu? Mesele bu, adalet var mı? Dileklerimin gerçekleşeceğini, haklı olduğumu bir başkasından da duyunca omuzlarım dikleşmiş, keyfim yerine gelmiş, teşekkür edip ayrılıyorum yanından! Falın amacı da bu değil mi zaten?/Archive/2020/12/18/235424493-sergi2-kulturmaxrnk.jpgCANAN VE MİNYATÜRLERİ!Şimdi tarot falı performansını bir kenara koyup sanata dönelim: Canan, tabii ki falcı değil! Minyatür 2.0 Sergisi içindeki 14 sanatçıdan biri! Sergide 1 Mayıs, Âdemler ve Havvalar, Güzel ve Çirkin, İbretnüma ve Falname başlıklı işleriyle yer alıyor. Falname 71 adet minyatürden oluşuyor. Bu seride İslam mitolojisindeki karakterler bir tarot destesine dönüşüyor! Yarı hayvan, yarı insan bedenli sembolik kahramanlar, mitoloji, kuşlar ve çiçekler var kartlarda. Sanatçı buradan işini bir performansta kullanarak “fal bakıyor”. Yaptığı performans, umut aşılamak, geçmişin deneyimleri ve geleceğin hayalleri ile şimdiyi oluşturmak. Tıpkı fal bakmak gibi şekillerden, renklerden anlamlar çıkarmak. Bu performansta siz de falınız bakılıyormuş gibi hissediyorsunuz. O hiç bozmuyor. Ben de sanatı ve işiyle ilgili sorular sormaya kalkıp oyunu bozmuyorum, falımı baktırıp kalkıyorum!/Archive/2020/12/18/235450462-sergi3-kulturmaxrnk.jpgSize de öyle anlatıyorum, böylece siz de oyuna katılıyorsunuz. Kartlar tarot kartı değil, Canan’ın minyatürleri. Anlattıkları da kartlardan esinlenerek mitolojik hikâyelerle süslü bir yorum, öykü! Ben aslında Canan’ın sergideki Güzel ve Çirkin, ceylanı yese mi sevse mi bilemeyen aslan heykelini çok beğeniyorum. Âdemler ve Havvalar da tam bir masal dünyası. 1 Mayıs biraz daha gerçek! İki kata yayılan sergi, uluslararası sanatçıların da katılımıyla çok zengin. Pandemi günlerinde evden çıkmadığınız zaman da sergiyi gezebilirsiniz. Pera Müzesi, çok başarılı bir video çalışmasıyla sergiyi adım adım gezdirmekle kalmıyor, küratör ve sanatçıları konuşturarak sizi bilgilendiriyor da. Ama fal baktıramıyorsunuz!  Yazgülü Aldoğan

Bergama Sunağıbağlamında müzecilik

Bergama Sunağı bağlamında müzecilik figure > Tarih bilimci Prof.Dr. Edhem Eldem, 17 Aralık’ta Zoom üzerinden Cevdet Erek’in Arter’de devam eden Bergama Stereotip başlıklı kişisel sergisi bağlamında ve Büyük Bergama Sunağı odağında bir sunum yaptı. Osmanlı İmparatorluğu’nda arkeoloji, müzecilik ve Osman Hamdi içerikli konuşma bugünün bilgileri ışığında ve bu başlık altında yapılması gereken bir sempozyuma duyulan ihtiyacı da gösterdi.YOĞUN İLGİ...Sergi bağlamında gerçekleşen, Cevdet Erek’in de katıldığı, 75 dakika olarak planlanıp yoğun ilgi dolayısıyla tam iki saat süren, 300’ün üzerinde katılımcı tarafından izlenip, soruların yanıt bulduğu konuşmada Eldem, Bergama Sunağı’nın keşfi, kazısı, yerinden sökülerek Berlin’e götürülmesi ve burada sergilenmesini kapsayan yaklaşık otuz yıllık süreci kritik etti.Çağdaş müzecilik ve eserlerin yerinde sergilenmesi konusundaki görüşlerini açıklayan Eldem, konuşmasını somutlaştıran belgeleri ve imajları da paylaştı. Bunlar arasında mekânından, doğallığından koparılarak müzede sergilenen Bergama Sunağı da vardı.Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi ve Collège de France’da Uluslararası Türk ve Osmanlı Tarihi kürsüsü olan Edhem Eldem, konuya dışarıdan ve içeriden bakabilen bir bilim insanı olarak bütün dünyada eserlerin geri dönüşlerinin problemliliğine dikkat çekti. Replika gibi yaratıcı çözümlerin de düşünülebileceğini ileri sürdü. Müzeciliğin orijinal eserler galerisi olarak yürütülmemesi gerektiğini vurguladı: “Geri getirdikten sonra arkasını getirebiliyor muyuz? İdeolojik olmayan, eğitimle güçlenen arkeoloji çalışmaları ve müzeciliği başarabiliyor muyuz” sorularını yanıtladı. Konuşmasında eleştirel bakışının gereği olarak iğneyi kendimize de batırdı. Dönemi, eğitimi ve koşulları içinde Osman Hamdi Bey’i kritik etti. Onun, “Buluntular Avrupalı bilim adamlarının ulaşabilecekleri bir yerde toplandıktan sonra bilimin gereğini yerine gelmiş olur ve açıkçası İstanbul, Londra, Berlin veya Paris kadar geçerli bir yerdir” sözlerini okuyarak kurduğu müzeyi aynı kulvarda göstermek için mücadele ettiğini, kaza yapılmasına değil buluntuları kaçırmalarına karşı yasa çıkardığını açıkladı. Gülçin Gülan

Feminizme ince eleştiri!

Feminizme ince eleştiri! figure > “The Queen’s Gambit” (Satranç Kraliçesi), ABD’de bir numara, Türkiye’de üçüncü sırada. Gençlerin de ilgisini çekti, herkesin sevdiği bir mini dizi oldu. Pandemi günlerine damgasını vuran ve daha da konuşulacağını düşündüğüm mini dizi “The Queen’s Gambit”, günümüz feminist savruluşa ince bir selam gönderiyor. 37 yıl önce, yani 1983’te Walter Tevis’in aynı adlı romanından 2020 yılında uyarlanan ABD yapımı mini dizinin yaratım sürecini (yönetmen ve senaryo) Scott Frank ve Allan Scott üstlenmiş. Danışmanlarından ilki, önce oyuncu olarak teklif geldiği halde sadece danışman olmayı kabul eden Garry Kasparov diğeri ise Bruce Pandolfini. Satranç oynanan sahnelerdeki hamlelerin hepsi önceden onlar tarafından hazırlanıyor. Ayrıca bütün aktörlere yardım ediyorlar. Dizinin ilginç yanlarından biri de set boyunca her biri satranç oynuyor.Anya Taylor’ın canlandırdığı Beth karakterinde, kocaman gözlerin masumluğu ile hiçbir şey söylemeden bağıran iddialı vücut dilinde harmanlanan, sadelik ve ışık arasındaki kontrast ustalıkla betimlenmiş. Dizinin diğer başrollerinde Joy Bill Camp ve Marielle Heller bulunuyor.9 yaşındaki Beth’in yetimhaneye gelmesiyle başlayan öykü, bir satranç dehasının ışığı ile öksüz ve yetim bir kadının dramı arasında şekilleniyor.SATRANÇ ÇALIŞMASI...Dizinin bölümleri, satranç çalışmasının ders başlıklarıyla isimlendirilmiş.1.  Açılışlar. (ağzında gümüş kaşıkla doğmak ya da dişinle, tırnağınla kazımak) 2. Değişimler. (kariyer planınız sürecinde, hayatın kendi planında yoğrulmak) 3. Duble Piyonlar. (bağımlılıklarla, zayıflıklarımız) 4. Oyun Ortası. (olgunlaşma) 5. Çatal. (kariyerin getirileri) 6. Erteleme Maçı/Ajurne. (geçmişinizle yüzleşmeden, kendinizi gerçekleştiremezsiniz!) 7. Oyun Sonu. (kutsal olan sonuç değil, yolun kendisidir)1950’ler ile 70’ler arasını dönemin kült arabaları, kültürü ve Beth’in muhteşem kıyafetleri ile 2020 yılında anlatan “The Queen’s Gambit”, “keşke o dönemlerde yaşasaydım” dedirtiyor.Günümüzün bazı feminist karakterlerinin bile sosyal medyada filtrasyondan geçerek -dijital estetik- 15-20 yaş genç görüntüsü ile kendini var etmesine “The Queen’s Gambit”, “Kadın, sadece güzellik değildir!” yanıtını veriyor.Beth’in, (süt beyaz) modellik yapan arkadaşına imrenmesi üzerine aldığı, “Sen de en az benim kadar güzel bir kadınsın, ayrıca sistemin bir kadından beklediği güzellik dışında bir artın var, zekân” sözü günümüzün savrulan kadın hareketlerine pusula niteliğinde.Stefan Zweig’in 1942’de kaleme aldığı kült kitabı, “Chess Story”nin yetimhanede zor şartlarda büyüyen, “olumsuz” erkek karakterini, “The Queen’s Gambit”te, “olumlu” bir kadın üzerinden anlatması dizinin en büyük artısı.Niye mi?Çünkü dünyada satranç turnuvaları, kadınlar ve erkekler diye ayrı ayrı yapılır. Bu durumun tek istisnası Çin ve Hindistan’dır. Diğer ülkelerin kadın sporcuları, erkek turnuvalarına katılma girişiminde bile bulunmazlar.Bununla birlikte gerçek hayatta, 15 yaşında en genç büyük usta (International Grand Master) unvanını alan Macar Judit Polgar’dır. Polgar, tarihin en güçlü kadın satranççısı olmasına rağmen, ortak turnuvanın dünya şampiyonu olamamıştır.Feminist hareketin görmezden geldiği bu duruma “The Queen’s Gambit”, incelikli bir selam gönderiyor. Emel Seçen

Maraşkatliamının izleri hâlâsilinmedi

Maraş katliamının izleri hâlâ silinmedi figure > Kahramanmaraş’ta Alevilere yönelik 19 Aralık’ta başlayan ve 26 Aralık 1978’de sona eren “Maraş katliamı”nın üzerinden 42 yıl geçti. Resmi rakamlara göre 111 kişinin yaşamını yitirdiği katliamda, dernek ile parti binalarının yanı sıra 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkıldı. 23 yıl süren davalar sonunda 22’si idam, 7’si müebbet, 321 kişi 1 yıl ile 24 yıl arasında hapis cezaları aldı. Ceza alanlar sonraki yıllarda birer birer serbest bırakıldı. Katliamın tanıkları Cumhuriyet'e konuştu. Ünal Ateş: İlkokul ikinci sınıf öğrencisiydim. Öğretmenimiz Ali Rıza İşbilir, tenefüse çıktığımızda gitti. Bir daha da gelmedi. Ali Rıza Hoca, Saygılı köyünden Sünni kökenliydi. Sol görüşlü olduğu için kızlarıyla katledildi. Babam yedi yetişkin, dört çocuğu bir arabaya bindirip şehirden çıkardı. Eğer bir saat geç kalmış olsaydık büyük ihtimalle şu an yaşıyor olmayacaktık.”Müslüm İbili: 19 yaşındaydım. Maraş olaylarının öncesinde bir hazırlık süreci vardı. Erzincan’da, Malatya’da, Sivas’ta kontrgerilla bu tür olaylar çıkarmaya çalıştı ancak Maraş üzerinde başarılı oldu. Bir hafta devlet yoktu. Yaralarımız hâlâ taze. Çünkü adalet yerini bulmadı. Maraş katliamı aydınlatılamadığı için Çorum, Sivas, Gazi yaşandı. ‘BERABER BÜYÜDÜK’Bayram Bozay: Bizi katleden, kapımıza bizi öldürmek için gelen çocuklarla beraber okudum ben. Sünni olan komşumuzun duvarından küt küt diye sesler geliyordu. Duvarı delip bizim evi yakmak için harekete geçmişlerdi. Ne kadar acı bir olay ki yirmi yıldır fakirler diye babam her bayramda onların çocuklarına, eşine elbise alırdı, yardım ederdi. Bu insanlar gelip orada babamı taradılar, evimizi yaktılar. Cenazelerimiz sokaklarda kaldı. Günler sonra gelip bizi alıp bir okula yerleştirdiler. Devlet yoktu, katliam bir hafta sürdü.  Mehmet Menekşe

KoçÜniversitesi Rahmi M. KoçBilim Madalyası’nın sahipleri: Bu iki harika bilim kadınınıiyi tanıyın

Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası’nın sahipleri: Bu iki harika bilim kadınını iyi tanıyın figure > İki harika bilim kadını... Biri 21. yüzyılın en önemli sorunlarından biri olan göç konusunda dünya çapında ses getiren araştırmaları gerçekleştiren ABD Cornell Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Filiz Garip. Diğeri ise fotonik ve nanoteknolojiyi kullanarak hastalıkları erken teşhis edebilen biyosensör geliştiren İsviçre’de École Polytechnique Fédérale de Lausanne (EPFL) Biyomühendislik Enstitüsü’nde Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Hatice Altuğ. İkisi de bu yıl online törenle açıklanan Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası’nın sahipleri. Prof. Filiz Garip pandemi yüzünden gerçekleştirilemeyen 2019 yılı ödülünü aldı. Prof. Hatice Altuğ ise 2020 ödülünü... Çok gençler... 2 farklı kıtadan dünya çapında başarılara imza atan bu iki bilim kadınımızın çalışma alanları birbirinden çok farklı. Ama ortak noktaları bilim tutkuları, ilham verici kişisel gelişimleri, ikisinin de anne olması ve son olarak eklemeliyim, ikisinin de çok güzel olması... Online törenin hemen ardından ikisi ile de Zoom üzerinden peş peşe 15’er dakikalık söyleşi yaptım. PROF. DR. HATİCE ALTUĞ: EN BÜYÜK TUTKUM FİZİKÖğretmen bir anne babanın çocuğu... Burdur Karamanlı’dan çıkıp önce Bilkent Ünivesitesi’ne, ardından ABD’ye Stanford Üniversitesi’ne, oradan da İsviçre Lozan’a uzanan yol... “Fizik benim en büyük tutkum” diyor. Lise yıllarında başarılı olduğundan çevresinin doktor ya da mühendis olması için ikna çabaları işe yaramamış. “Hem çok zor bir alan hem de iş bulamazsın, ne yapacaksın” sözleri ile karşılaştığını anlatıyor, “Ama zor olan beni çekiyor, küçük yaşlardan beri elektrik, ışık ilgimi çekiyordu, bilinmeyene yönelmek, keşfetmek tutkusu daha ağır bastı” diyerek. /Archive/2020/12/19/005322652-s1-hatice.jpgStanford’da fizik bölümüne henüz 28 yaşında iken Yardımcı Prof. unvanı ile kabul edilmiş. “Bir noktada yolum Mehmet Toner’in laboratuvarına düştü. Toner ve ekibi kanda dolaşan  kanser hücrelerini teşhis için bir elektronik kan testi geliştiriyordu. Bundan çok etkilendim ve yönümü fotonik ve nanoteknolojiyi sağlık bilimlerine uygulamaya çevirdim” diyor. İsviçre’de École Polytechnique Fédérale de Lausanne (EPFL) Biyomühendislik Enstitüsü’nden aldığı “Gel burada kendi laboratuvarını kur ve çalış” teklifini kabul etmiş. 15 yıldan beri burada.  “Laboratuvarımızın amacı ışık, fotonik ve nanoteknolojiyi kullanarak gelecek nesil biyosensör ve biyomedikal aletler geliştirmek. Işığı çip üzerinde manipüle ederek, ışığın hızını düşürerek cihazları geliştiriyoruz. Bu geliştirdiğimiz aletleri hastalıkların erken teşhisinden tutun da kişiselleştirilmiş tıp gibi değişik alanlarda sağlık üzerindeki uygulamalarına bakıyoruz. Genel amacımız, insan hayatının kurtarılmasına katkıda bulunmak. Geliştirdiğimiz bu aletleri kan, idrar ve hücre ya da değişik biyomedikal örneklerin üzerine uyguluyoruz” diyor. - COVID-19 pandemisinde hâlâ çok zorlu bir sürecin içindeyiz. Bu konuda da çalışmalarınız var mı?Evet, var. Koronavirüsün yol açtığı sitokin sendromunun bir benzeri sepsiste de var. Biz AB konsorsyumu bir proje teklifi kapsamında geliştirdiğimiz ölümcül bir hastalık olan sepsisi erken teşhis test kitlerimizi COVID-19’a da uyarladık. Laboratuvar ortamında denemelerini sürdürüyoruz. Bunlar hızlı ve ucuz testler, her ortamda yapılabiliyor. İlk başlarda hasta örneği bulmakta zorlanıyorduk ama artık onu da aştık. Tabii bunu üretecek şirket, üretimin onaylanması vs. belli süreçler var daha... ‘İŞBİRLİĞİNE AÇIĞIZ’- Fotonik, nanoteknoloji, dijital çözümler, sağlık biliminde giderek daha fazla yer tutuyor. Türkiye’de benzer çalışmaları takip ediyor musunuz? Nasıl buluyorsunuz? Kendi çalıştığım alanda Türkiye’de de kimi üniversitelerde başarılı çalışmalar var. Koç ve Bilkent bilip takip ettiğim üniversiteler. Ama diğerleri de var. Hepsi ile işbirliğine açığız. Sanırım Türkiye’de önemli sorunlardan birini bilimsel buluşu ürüne çevirmekte... - Türkiye’den teklif alırsanız dönmeyi düşünür müsünüz?Çok emek verdiğim bir laboratuvarım var. O yüzden şimdilik gündemimde yok. - Hem bir bilim kadını hem anne olarak yaşadığınız güçlükler var mı?Olmaz olur mu, üstelik destek alacağın ailen uzakta olunca. Örneğin saat 18.00’de kızımı kreşten almam lazım ama bu toplantı var. Çözümler geliştirmem gerek, annem yanımda yok ki.. - Gençlere önerileriniz?Sevdikleri işi bulmaya çalışsınlar ve tutku ile yapsınlar...  PROF. DR. FİLİZ GARİP: GÖÇ SORUNLARIN SONUCUGöçmen ailenin kızı Filiz Garip... Bulgaristan doğumlu. Yakın akrabalarını ziyarete giden ailesi SSCB döneminde kapıların kapanması ile uzun süre Türkiye’ye dönememiş. Sınıra yakın Karcaali şehrinde yaşamış ve fırsat kollamış. Filiz Garip, “Ben çok küçükken dönmüşler. Bulgaristan’dan Bursa’ya soğuk trende yolculuğun öyküsü ile büyüdüm” diye anlatıyor. Sonra Ankara, ardından Trakya Çerkezköy. Başarılı bir öğrenci tabii. Anadolu lisesini bitirdikten sonra ver elini Boğaziçi Üniversitesi. Orada endüstri mühendisliği okuyor, finansa yöneliyor. Doktora için New York’a Princeton Üniversitesi’ne gidiyor. “İlk kez orada bir sosyoloji dersine girdim. Çok etkilendim” diye anlatıyor. Yön değiştirerek doktorasını sosyoloji alanında göç üzerine yapıyor. “Tabii ailemi ikna etmek o kadar da kolay olmadı. Onlar da hayata sıfırdan başlamış insanlardı ama bana ve kardeşime inandılar, fırsat verdiler” diye ekliyor. /Archive/2020/12/19/005305168-filizsayfa15.jpgİlk çalışma, Tayland’daki iç göç üzerine. O dönem Tayland en hızlı büyüyen ekonomilerden, köyler hızla kentlere taşınıyor ama bir köyün göç verme hızı diğer köyden farklı. Bunların nedenleri ne? Aile ve çevre faktörlerinin rolü ne? İşte bunları araştırıyor.  Sonra iç göçün dar bir alan olduğunu anlıyor ve genişletmek istiyor. ABD’de Meksika doğumlu 40 milyonu aşkın insan var. Onlar üzerine çalışıyor. Büyük veri teknolojilerinden yararlanarak çığır açıcı bir modelleme geliştiriyor. “Meksika’dan ABD’ye 50 yıldır devam eden göç hareketi var ama sanki hiçbir değişim yokmuş gibi aynı şekilde devam ediyor görümünde. Ama gerçek hiç de öyle değil. Ben de bilgisayar modellemelerinden yararlanarak farklı modeller geliştirebilir miyiz diye düşündüm. 4 farklı göçmen dalgası var. Hepsini tetikleyen faktörler birbirinden farklı. Hepsini ayrı aynı modelledik. İşçi sınıfını göçünden eğitimli zengin Meksikalı sınıfın göçüne kadar... Diğer ülkeler için de bu modellerden yararlanmak gerek göçlerin nedenlerini doğru anlayabilmek için...” diyor. Araştırmalarında göç, ekonomik sosyoloji ve eşitsizlik kavramlarının kesişimine odaklanan Filiz Garip, bu çerçevede hareketliliğe olanak veren veya kısıtlayan, ekonomik eşitsizliğin artmasına veya azalmasına neden olan çeşitli mekanizmaları inceliyor. On the Move: Changing Mechanisms of Mexico-U.S. Migration adlı kitabı 4 ödül aldı... - Göç, dünyanın en büyük sorunlarından biri. Siz ana nedenlerini anlamadıkça göçü durduramayız diye yola çıkıp önemli bir modelleme geliştirdiniz. Biraz anlatabilir misiniz?Büyük sistemi görmüyor insanlar. Göç sorunların nedeni değil, sonucu. Ve bunda herkesin, hepimizin bir payı, sorumluluğu var. Dış ilişkilerdeki hamlelerden küresel iklim değişikliğine kadar birçok şey tetikliyor göçleri. Politika yapıcıların odaklandığı tek konu ise nasıl engelleriz, nasıl bir duvar öreriz oluyor. Bu işe yaramıyor. - Özellikle sosyal bilimlerde akademik dünyanın bilimsel bulguları çoğu zaman politika yapıcılar tarafından göz ardı ediliyor. Sizin bu konuda bir çabanız oluyor mu?Bilim insanının görevi sadece bilimsel çalışmalar üretmek olmamalı, aynı zamanda ürettiklerin  toplumda yer bulması için de çaba sarf etmeli. Ben buradan yola çıkıyorum her zaman. Karar vericilere nasıl ulaşabilirim. Keşke siyaset ile akademi arasında köprüler olabilse. Bu amaçla göçü her yönüyle irdeleyen bir kitap yazıyorum. Adını “Kökünden Sökülmüş” koyacağım. - Trump’ın göçmen politikaları feciydi. Yeni dönemden beklentiniz nedir?Biden, daha bilim odaklı ilerleyeceğinin sinyallerini veriyor. Açıkçası daha umutluyum. - Türkiye’de göçmen sorunu ile ilgili çalışma var mı gündeminizde?  2 yıl önce Ankara’da Suriyeli göçmenlerle konuşmalara başlamıştım. Pandemi yüzünden sekteye uğradı. Türkiye’nin problemi Avrupa’nın tavrından kaynaklanıyor. Avrupa dışladığı için Trükiye sorumluluk alıyor, bu aynı zamanda büyük bir yük ve görev. Türkiye’de doğmuş 1 milyonu aşkın Suriyeli çocuk var. Ülke olarak bir tek Türkiye’yi biliyorlar. Nasıl entegre olacaklar? Türkiye eskilden öteki taraftaydı, işçi ailelerinin Almanya’ya göçü örneğin. Şimdi tam tersi. Bu deneyimlerini doğru aktarabilir şimdiki sorunu çözmek için. ‘AYNI ÇELİŞKİ’- Siz de göçmen olarak başladığınız yaşamınızı başka bir ülkede yine göçmen olarak sürdürüyorsunuz. 2 çocuğunuz ve ailenizle... Bu duyguyu anlatabilir misiniz? Bu bir yandan kültürel çeşitlilik ve zenginlik ama bir yandan da arada kalma duygusu. Daima iç içeler. İkiz çocuklarım var. Deniz ve Leyla. 9 yaşındalar ve onlar da şimdiden aynı çelişkiyi hissediyorlar. - Son olarak... Göçmen olmak ne demek sizce?Her an yeni bir değişime hazır olmak demek. Göçmenlerde yeniden başlama enerjisi vardır ve bu çok olumludur. Yeterki doğru okuyabilelim.  cumhuriyet.com.tr

Prof. Daron Acemoğlu’ndan Türk bankalarıiçin korkutan uyarı

Prof. Daron Acemoğlu’ndan Türk bankaları için korkutan uyarı figure > Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden (MIT) Prof. Daron Acemoğlu, şu anda Türkiye’de bankaların ve şirketlerin bilançolarının çok kötü durumda olduğuna dikkat çekerek, bunun için yeni bir kaynak yaratılması gerektiğini vurguladı. Bilim Akademisi tarafından düzenlenen “Covid-19 Sonrası Dünya Ekonomisi” konferansında konuşan Acemoğlu, son dönemde gerilen Türkiye-ABD ilişkileri ile ilgili olarak, “Türkiye için zor zamanlar bunlar. Ama bence en büyük problemler Türkiye’de şu anda içten gelen problemler. Son 10 yıldır verimliliği düşük büyüme özellikle tüketime bağlı, devlet harcamalarına, devlet bankalarına bağlı bir büyüme tablosu var. Türkiye’deki şirket bilançoları, banka bilançoları kötü durumda. Tüketici bilançoları kötü durumda. Türkiye’nin ekonomik olarak çok zor dönemler var önünde. Tabi ki dışarıdan gelen unsurlar buna katkıda bulunabilir ama asıl problemler içeride” diye konuştu.DEMOKRASİ KUVVETLENDİRİLMELİ“Türkiye sizi göreve çağırsa yapacağınız düzenlemeler neler olur?” konusuna ilişkin olarak ise Prof. Acemoğlu, “Türkiye’nin kısa uzun dönemli problemleri var. En başta demokrasinin kuvvetlendirilmesi lazım. Ekonomik kurumlardaki iyileşme araçların daha bağımsız otonom hale gelmesi lazım. Örneğin Merkez Bankası, yargı kurumlarının daha güçlenmesi ve bağımsız hale gelmesi... Aynı zamanda makroekonomik olarak şirketlerin ve bankaların bilançolarının düzelmesi gerekiyor. Bunun için de yurtdışından para gelmesi gerekiyor. Şu anda sadece kurumsal açılardan yapılacak reformlarla Türkiye büyüyemez. Çünkü bankaların ve şirketlerin bilançoları o kadar kötü durumda ki bunun için yeni bir kaynak yaratılması lazım.HIZLI KÖTÜLEŞME VARMIT Profesörü Daron Acemoğlu, yaptığı sunumda şu tespitlere yer verdi: Demokrasinin bir krizden geçtiği doğru. Bunu en net olarak Türkiye’de görüyoruz. Türkiye’deki kurumların kalitesine bakalım. OECD verilerine göre, birçok kurumsal açıdan 2000’li yılların başında Türkiye’nin iyileştiğini görüyoruz. Bu tabi ekonomik reformların çok hızlı yapıldığı, yargı reformlarının yapıldığı, yolsuzlukların kontrol altına alındığı bir dönem. Ama 2008’den (hatta 2006’dan) sonra kurumların hepsi negatife gidiyorlar. Kurumlarda çok hızlı şekilde bir kötüleşme görüyorsunuz.Dünya Bankası raporuna göre, ekonomi konusundaki kararnameler ve yeni kurallarda 2008’den sonra korkunç bir artış var. 500’den 4 bine kadar çıkıyor. Yani devletin mikro bir şekilde şu şirket bunu yapabilir, bu sektör bunu yapabilir gibi kararlar var. Bunların büyük kısmı daha keyfi ve denetlemeye tabi olmadan Cumhurbaşkanı, başbakanlık kararı ya da başka denetlemeye tabi olmayan kararnameler olduğunu görüyoruz.MEDYA ÖZGÜRLÜKLERİ ÇOK GERİLEDİ- Türkiye’de sivil toplumun çok geri adım attığını görüyoruz. Medya özgürlükleri çok geriledi. Uluslarası Af Örgütünün ve gazetecilik örgütlerine göre son 6 yıl içinde dünyada hapishanede olan gazetecilerin yüzde 30’u Türkiye’de. Medya özgürlüğünün azaldığı yerde sivil toplumun zayıfladığını, demokrasinin çalışmadığını görüyoruz. Her yerde bir demokratik gerileme var ama Türkiye bunu en iyi özetleyen ülkelerden biri. Türkiye’de başka ülkelerden daha hızlı gerçekleşti bu gerileme.- 2006’dan önce demokrasiye giden ülkeler daha fazla. 2006’dan sonra hemen hemen demokratik ilerlemeler duruyor. Birçok ülke de demokratik olarak geriye gidiyor. Birçok ülkede bugün aslında demokrasinin o kadar da önemli olmadığı demokratik hükümetlerin krize doğru yanıt vermediği, hatta Türkiye’de vurgulandığı gibi tek adamlar ya da muhalefete daha fazla özveride bulunması gerekmeyen liderlerin daha iyi olduğu konusunda bir vurgu var. Hatta bazı insanlar demokrasilerin daha kötü ekonomi yaptığını savunuyorlar. Bu aslında çok yanlış bir düşünce.- Son 60 yılda 150 ülke demokrasiye geçmiş. Bunların her birini sıfıra koyuyorum ve bunların demokrasiye geçtikten sonraki büyüme oranlarına bakıyorum. Demokrasiye geçtikten sonra hafif bir büyüme, ondan sonra çok hızlı bir büyüme var. 20 yıl içinde demokrasiye geçenler, demokrasi olmayan ülkelere göre yüzde 20 daha fazla büyümüş oluyorlar. Şehriban Kıraç

Cumhuriyet Gazetesi dayanışmasıbüyüyor. 19 Aralık 2020 tarihli okur dayanışmasıilanları

Cumhuriyet Gazetesi dayanışması büyüyor. 19 Aralık 2020 tarihli okur dayanışması ilanları figure > Basın İlan Kurumu'nun gazetemize yönelik ilan cezalarına karşı okurlarımızın 'dayanışması' büyüyerek sürüyor. Cumhuriyet'e 'dayanışma ilanları'yla büyük güç veren gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın sayfalarımızda yayımlanan ilanlarına dijital dünyadaki sesimiz www.cumhuriyet.com.tr'de de yer vereceğiz. BASKI SÜRÜYOR, DAYANIŞMA BÜYÜYOR, OKURLARI CUMHURİYET'İ YALNIZ BIRAKMIYOR! BASIN İLAN KURUMU'NUN CUMHURİYET'E YÖNELİK İLAN KESME CEZALARINA KARŞI OKURLARIMIZ DAYANIŞMA İLANLARI VERİYOR, BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ CUMHURİYET'E DESTEK OLUYOR. DAYANIŞMA İLANLARI HAKKINDA BİLGİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İLETİŞİM BİLGİLERİNİ KULLANABİLİRSİNİZ./Archive/2020/12/19/010318434-ile.jpg/Archive/2020/12/19/010539088-ozek.jpg/Archive/2020/12/19/010350886-11.jpg/Archive/2020/12/19/010350949-17.jpg/Archive/2020/12/19/010351011-18.jpg/Archive/2020/12/19/010351090-19.jpg/Archive/2020/12/19/010351152-20.jpg/Archive/2020/12/19/010351246-21.jpg/Archive/2020/12/19/010351340-22.jpg/Archive/2020/12/19/010351433-23.jpg/Archive/2020/12/19/010351527-24.jpg/Archive/2020/12/19/010351636-25.jpg/Archive/2020/12/19/010351730-26.jpg/Archive/2020/12/19/010351777-27.jpg/Archive/2020/12/19/010351871-12.jpg/Archive/2020/12/19/010352355-28.jpg/Archive/2020/12/19/010352871-16.jpg/Archive/2020/12/19/010353386-14.jpg/Archive/2020/12/19/010353996-13.jpg/Archive/2020/12/19/010354418-15.jpg cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter