News - Haberler
Covid:İngiltere, mutasyona uğrayan yeni koronavirüs türünün yüzde 70'e kadar daha bulaşıcıolabileceğini açıkladı
İngiltere Başbakanı Johnson, başkent Londra ve civarında görülen vaka artışlarının koronavirüsün mutasyona uğramış yeni türünden kaynaklandığını açıkladı. Johnson, bu bölgeler için yarından itibaren yeni kısıtlamaların yürürlüğe sokulacağını söyledi.Habere Gitmek için Tıklayın‘Müjde’7’nci kez ertelendi!
‘Müjde’ 7’nci kez ertelendi! figure > Milyonlarca vatandaşa ‘müjde’ diye açıklanan yeni otopark yönetmeliğinin yürürlük tarihi bir kez daha ertelendi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yönetmeliğin 3 ay ertelendiğini duyurdu. Müteahhitlerin yeni yapacakları apartmanlarda, her daireye en az bir otopark yapmalarını zorunlu hale getiren yönetmelik, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yine ertelendi. Müteahhitlerin isteği üzerine yapılan son erteleme ile normalde 1 Haziran 2018 yılından itibaren uygulanması gereken otopark zorunluluğu 7'nci kez ertelenmiş oldu.Yeni yapılacak binalarda her daireye bir otopark yapma zorunluluğu 31 Aralık 2020'de başlaması gerekirken Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelikle 31 Mart 2021 tarihine uzatıldı.İlk kez 22 Şubat 2018 tarihinde yayımlan ancak uygulama tarihi 1 Haziran 2018 tarihi olarak belirlenen yeni yönetmelikle, normalde her 3 daireye 1 otopark yapma zorunluluğu ‘her 1 daireye 1 otopark' şeklinde değiştirilmişti.Yönetmeliğe göre, ön bahçe genişliği en az 7 metre olan parsellerde, binaya en az 2 metre mesafe bırakmak kaydıyla ön bahçede açık otopark yapılacak. Zeminin altında kalmak kaydıyla yan ve arka bahçelerin tamamının altı, ön bahçenin de yola 3 metre mesafe kalana kadar altı da tamamen otopark yapılabilecek.Otopark yapılamayan binalara yürüyüş mesafesindeki başka bir otoparktan yer gösterilmesi gerekecek, bu durum da tapuya şerh edilecek. Bu şekilde otopark yeri ayırmayan binalara yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinleri verilmeyecek. cumhuriyet.com.trCHP'li Altay: 'İnönükadar başınıza taşdüşsün desem ayıp olur'
CHP'li Altay: 'İnönü kadar başınıza taş düşsün desem ayıp olur' figure > CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün AKP’liler tarafından hedef alınmasına “Bu İnönü ile zorunuz ne sizin? İnönü kadar başınıza taş düşsün desem ayıp olur” diye yanıt verdi. TBMM Genel Kurulu’nda 2021 bütçesinin görüşmeleri sonlanırken konuşan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bakanlar ve Cumhur İttifakı’na teşekkür ederken muhalefete yer vermemesine tepki gösterildi. Bütçe görüşmelerinin son gününde sık sık gündeme gelen 'diktatör' tartışması Oktay'ın konuşmasıyla yeniden alevlendi. CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, Oktay’a “Bize? Bize? Bu kadar katkı verdik, bu kadar eleştirdik, sizi yoldan çıkarmamaya çalıştık. Bize teşekkür yok mu?” diye sordu. Altay’ın bu çıkışı teşekkür tartışmasına döndü. Kürsüye çıkan Altay’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Almanya Şansölyesi Adolf Hitler, SSCB Komünist Parti Genel Sekreteri Josef Stalin ve ABD Başkanı Donald Trump’a benzetmesiyle tartışma büyüdü.Konu eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye gelince CHP’li Altay, AKP’lilere “Bu İnönü ile zorunuz ne sizin. İnönü kadar başınıza taş düşsün desem ayıp olur” dedi.İnönü tartışması Meclis tutanaklarına şöyle yansıdı:CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI FUAT OKTAY (Devamla) - Sayın Bakanlarımıza, yine, aynı Cumhur İttifakı çatısı altında destek veren milletvekillerimize ve Sayın Genel Başkan Bahçeli'ye teşekkürlerimi sunuyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)ENGİN ALTAY (CHP İstanbul Milletvekili) - Bize? Bize? Bu kadar katkı verdik, bu kadar eleştirdik, sizi yoldan çıkarmamaya çalıştık. Bize teşekkür yok mu?MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (AKP Çankırı Milletvekili) - Etti etti, duymadın mı?ENGİN ALTAY (CHP İstanbul Milletvekili) - Bize niye etmiyor ya?CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI FUAT OKTAY (Devamla) - Yeni yılınızı şimdiden tebrik ediyor, salgının oluşturduğu zorluklarla geçen 2020'nin ardından 2021 yılının sağlık ve huzur dolu geçmesini temenni ediyorum. Bu düşüncelerle 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile ve 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi'mizin bir kez daha ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)BAŞKAN - Teşekkür ederim.ENGİN ALTAY (İstanbul) - Başkanım…BAŞKAN - Sayın Altay…ENGİN ALTAY (İstanbul) - Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı kürsüdeki konuşmasının "Altıda birlik" kısmında partimize sataştı dersem hafif kalır, hakaret etti.MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (AKP Çankırı Milletvekili) - Hakaret yok.….ENGİN ALTAY (İstanbul) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.Sizinle, Parlamentodaki bütün grupların temsilcileriyle Azerbaycan'a gittik, bizi götürdünüz, teşekkür ederim, keşke Cumhurbaşkanı da Kıbrıs'a ve Azerbaycan'a Parlamentodaki bütün siyasi parti gruplarından birer temsilci davet etseydi diye düşünüyorum. (CHP sıralarından alkışlar)Bu İnönü'yle zorunuz ne sizin ya? "İnönü kadar başınıza taş düşsün." desem ayıp olur. (CHP sıralarından alkışlar)İkincisi, hakikaten, cumhuriyet tarihinde herkesin kusuru, eksiği olabilir; siyasetçiler eleştirilir, eleştirilmeyecek olan belli, bizim kimi eleştiremeyeceğimiz belli inancımız vesaire gereği ama bir vefa olur ya, bir vefa olur ya. Türkiye'nin içinde bulunduğu o koşullarda -yani ömrü savaş cephelerinde geçmiş- üstelik devletin anahtarını kendi iradesiyle, çok partili hayata geçerek cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak için, Demokrat Partiye devrettiği gece "Bu benim en büyük siyasi zaferim." diyebilen bir yüce insanla didişmek bu milletin vicdanında karşılık bulmaz. (CHP sıralarından alkışlar)Azerbaycan'a yüksek hassasiyetimiz hepimizin var ama keşke 14 Ekim 2009'da Bursa'da Azeri bayraklarını yasaklatmasaydınız, polise toplatmasaydınız. (CHP sıralarından alkışlar)….ENGİN ALTAY (Devamla) - Minnettar kalırım.Franco'ya… Danışmanlara dedim ki: Biraz bakın bu adama. Yahu Kur'an çarpsın, yerli ve millî ya, yerli ve millî Franco.HASAN ÇİLEZ (AKP Amasya Milletvekili) - Franco sizin olsun sizin, hayrını görün.ENGİN ALTAY (Devamla) - Yani Franco'da da İspanyolluk, Katoliklik çok ön planda. Şimdi, bizim tabii, Cumhurbaşkanımızın "Ben gidersem tek devlet biter, tek bayrak biter." paranoyası onun kendi işi de. Bir benzerlik şu ama: "Ben düşersem Almanya yok olur." demiş Hitler, Almanya yok olmadı. "Ben gittiğimde kapitalistler sizi kör kedi yavruları gibi boğacak." demiş Stalin, orada duruyor, kimse boğulmadı. "Beni azlederseniz piyasalar çöker, herkes yoksullaşır." demiş Trump, bir şey olmadı. "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." (CHP sıralarından ayakta alkışlar, İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) İşte budur olay, olay budur kardeşim. Kimseye bağlı değiliz." ANKAAKP dönemindeİBB’ye verilen lüks araçlar Sayıştay'a takıldı
AKP döneminde İBB’ye verilen lüks araçlar Sayıştay'a takıldı figure > Sayıştay denetimi, 2011 ve 2014 yıllarında imzalanan protokollerle bir kamu bankasının İBB’ye 2 lüks araç verdiğini ortaya çıkardı. Sözcü'de yer alan habere göre; Sayıştay, kamu kurumlarının mali kaynaklarının değerlendirilmesi karşılığında sadece faiz ve kar payı alabileceğini, bunun dışındaki menfaatlerin yasak olduğunu vurgulayarak araçların bankaya iade edilmesini önerdi.Sayıştay'ın 2019 yılı İBB denetim raporunda bir kamu bankası ile değişik tarihlerde yapılan protokol ile İBB'ye 2 adet araç tahsis edildiği ve bu araçların hali hazırda kullanılmaya devam edildiği belirlendi.İBB, Sayıştay'a bu konuda gerekli işlemleri yapacağını bildirdi. Raporda; 2012 yılından itibaren yürürlükte olan Kamu Haznedarlığı Genel Tebliği ve ilgili yönetmeliklere göre kamu kurumlarının mali kaynaklarının değerlendirilmesi karşılığında sadece faiz ve kar payı alabileceği, bunun dışındaki menfaatlerin yasak olduğunun açık bir biçimde hüküm altına alındığı vurgulandı.BİR MERCEDES BİR AUDİİdarenin hesap ve işlemlerinin incelenmesi sonucunda; 3 Kasım 2011 tarihinde kamu sermayeli bir banka ve İBB arasında imzalanan protokol ile belediyenin kullanımına 2011 Model Mercedes Benz S 350 marka ve modelde bir araç teslim edildiği belirlendi. 3 Haziran 2014 tarihinde aynı banka ile İBB arasında imzalanan başka bir protokol ile belediyenin kullanımına 2013 model Audi A8L marka ve modelde bir araç daha olmak üzere toplamda iki araç teslim edildiği tespit edildi. Her iki protokol için herhangi bir yürürlük süresi belirlenmemiş olduğundan imzalandıkları tarihlerden bu yana yürürlüğünü sürdürdüğü aktarıldı.“ARAÇLAR BANKAYA TESLİM EDİLMELİ”Raporda denetim tespiti sonrasında, idare tarafından; bulgu doğrultusunda işlem tesis edileceğinin ifade edildiği aktarıldı. Raporda “Şirketin mali kaynaklarının değerlendirilmesi amacıyla bankadan faiz veya kar payı temini dışında, protokoller ile araç tahsis edilerek menfaat temin etmesi mümkün olmadığından, ilgili protokollerin Kamu Haznedarlığı Yönetmeliği'ne uygun olarak yenilenmesi ve tahsis edilen araçların bankasına iade edilmesi uygun olacaktır” denildi. cumhuriyet.com.trAdana’da kuyuçöktü: 2 kişi toprak altında
Adana’da kuyu çöktü: 2 kişi toprak altında figure > Adana’nın Sarıçam ilçesinde bir kuyunun çökmesi sonucu 2 kişi toprak altında kaldı. Adana'nın Sarıçam ilçesine bağlı Suluca Mahallesi'nde kuyunun çökmesi sonucu 2 kişi toprak altında kaldı. İtfaiye ekipleri bölgede kurtarma çalışması başlattı.AYRINTILAR GELİYOR... cumhuriyet.com.trBosnalıSırp liderin Lavrov'a hediye ettiği ikonaya inceleme başlattırdı
Bosnalı Sırp liderin Lavrov'a hediye ettiği ikonaya inceleme başlattırdı figure > Ukrayna'nın Saraybosna Büyükelçiliği, Bosna Hersek Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği notada ikonanın Ukrayna'ya ait olduğunu belirterek, bu eserin Bosna Hersek'e nasıl geldiği konusunda detaylı bilgi istedi. Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Sırp üyesi Milorad Dodik'in, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'a hediye ettiği ikona ülkede tartışmalara neden oldu. Ukrayna'nın iddiaları üzerine konuyla ilgili inceleme başlatıldı.Bosna Hersek Dışişleri Bakanı Bisera Turkovic, kendilerine gönderilen notayı Devlet Başkanlığı Konseyi’ne ilettiklerini kaydederek, Bosna Hersek'e ait olmayan bir eserin ülkeye nasıl ulaştığının ve başkalarına nasıl hediye edildiğinin belirlenmesi gerektiğini söyledi. Turkovic, ikona meselesinde ciddi bir hırsızlık ve Bosna Hersek'e yasa dışı yollardan getirilmiş olması durumunda polis ve savcılığın konuya müdahale etmesi gerektiğini belirtti.‘İDDİALAR DOĞRUYSA…’Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Hırvat üyesi Zeljko Komsic de ikonanın Ukrayna'daki çatışmalar sırasında çalınıp Bosna Hersek'e getirildiği yönündeki iddiaların gerçek çıkması durumunda sorumlularının hapse atılması gerektiğini ifade etti. AATaro Emir Tekin: En mutlu olduğum yer kendi bedenim
Taro Emir Tekin: En mutlu olduğum yer kendi bedenim figure > 23 yaşındaki oyuncu, Şevval Sam ile Metin Tekin’in oğlu. Oxford’da oyunculuk eğitimi alan Taro Emir kendini dürüstçe anlatabildiği için bu mesleği seçmiş. Sadakatsiz’de canlandırdığı Selçuk karakteriyle insanların tüylerini diken diken eden Taro Emir Tekin’de sizlere tanıdık gelen birşeyler olmalı. 23 yaşındaki oyuncu, Şevval Sam ile Metin Tekin’in oğlu. Oxford’da oyunculuk eğitimi alan Taro Emir kendini dürüstçe anlatabildiği için bu mesleği seçmiş, “Bir sürü varoluşu kendi bedeninde keşfediyorsun” diyor. Adaletsizliğe sinirleniyor, gücü olanın bunu kötüye kullanmasına ve canlıların alanının ihlal edilmesine... Taro Emir Tekin’le Sadakatsiz’den girdik, Oxford yıllarına kadar konuştuk...- Sadakatsiz’de canlandırdığın Selçuk Dağcı karakterinden bahseder misin biraz?Selçuk Dağcı, aslında günlük hayatımızda haberlerde maalesef karşımıza çıkan bir karakter. Ciddi psikolojik sorunları olan, neredeyse sosyopat denilebilecek seviyede empati yoksunluğunda olan bir karakter. Babasını tanımıyor, annesi alkolik, bu yüzden de çok göz ardı edilmiş Selçuk büyürken. Bundan dolayı da aidiyet duygusu eksik. Sevginin ne demek olduğunu bilmediği için hastalıklı bir sevgi algısı var; kız arkadaşından hem ayrılamıyor ama hem de ona şiddet uyguluyor. - Rolü nasıl aldın? Neslihan Yeşilyurt’la kısa film çektik. Orada çok güzel anlaştık. Sonra bana Selçuk karakterinden bahsetti. Ondan sonra bir deneme çekimi süreci başladı. Sonra, üzerine konuştuk; Selçuk’u nasıl kodlayabiliriz diye, çünkü az materyalimiz vardı karakter analizi olmasına rağmen. Sonunda, biraz yolda da keşfedeceğimiz bir karakter olduğuna karar verdik. Ben sunabileceklerimi söyledim, yapım tarafı da kabul etti ve bana bir şans verdi. - Nasıl hazırlandın?İlk olarak uzman psikolog Zehra Olcay Tuna’yla Selçuk karakteri üstüne konuştuk. Onun karakter özellikleri üstüne de bana fikir verdi. Benim de gözlemlerimle ve araştırmalarımla Selçuk’un genel hatları ortaya çıktı. Selçuk’un Tekirdağlı olduğu ve oranın şivesiyle konuşması gerektiği bana söylenmişti. Onun üzerine ben de karakterin fonetik notalarını tanımlayıp kendi konuşmamı biraz ona göre değiştirdim. Sonra karakterin fiziksel yapısını belirledik. Kartal gibi bir hayvan seçtik. Mesela Selçuk’un omuzları geride duruyor; postürü, göğüs dışarıda omuz geride durması bana kanatları andırıyor, kartal üzerinden ilerlediğim için. Sürekli tek başına olması ve her an saldırma potansiyeli de bu hayvanı seçmemdeki sebeplerden biri. Fakat dediğim gibi yolda daha çok keşfettik Selçuk’u. Aynı zamanda partnerim Nazlı Bulum’un fikirleri ve onun karakteriyle arasındaki dinamik de Selçuk’u daha doğru tanımladı. - Oxford’da tiyatro okuduğunu biliyorum. Müthiş olmalı. Nasıl girdin?İngiltere’ye okuma fırsatı çıktı, ben de bunu değerlendirdim ve lisede İngiltere’ye yerleştim. İlk senemde sosyoloji, fotoğrafçılık, sanat tarihi ve drama okudum. Sonra ‘University of the Arts London’ın yürüttüğü bir ön hazırlık programına girdim. Bunun için tabii 2 klasik 2 modern metin hazırlayıp bir seçme sürecine giriyorsunuz. Bu süreç 5 etaplı oluyor; doğaçlama, şan, dans, hareket ve bu materyallerin sunumu olarak. Bu deneme çekimi sürecinden sonra ‘University of the Arts London’ın bu ön hazırlık programına girdim. Orada kompozisyon, caz tarihi, ışık ve yoğunlukla drama eğitimi aldım. Ondan sonraki sene Cambridge’de ‘Royal Academy of Dramatic Arts’ın yürüttüğü bir hazırlık programına girdim. Burada drama üzerine daha detaylı çalışmalarda bulunduk; hareket, ses, nefes vb. Ondan sonra bir yıl eğitime ara verdim. Bir yıl durmak istedim. Ve o süreçte de daha sonra almak istediğim eğitime karar verdim. Çünkü aslında biraz sahaya çıkmaya ihtiyacım vardı. Yaparken öğrenmenin bendeki karşılığını biliyorum, hayatı deneyimleyerek öğrenen bir insanım. Bana bir alet kutusu verebilecek bir program arayışına girdim. Üniversite derecesinden ziyade, drama okullarının kapsamlı bir yıllık eğitimlerini araştırdım. Birkaç üniversitenin seçmelerine girdim. Oxford School of Drama da dünyanın ilk 10 okulundan biriydi. Oranın da seçmelerine girdim ve çok güzel geçti. Bana bir şans tanıdılar ve okula kabul edildim. Woodstock’ta bir çiftlik havasında her şeyden izole bir şekilde çalışıyorduk. Bütün drama okullarından hocalar vardı ve hepsiyle orada bire bir zaman geçirebiliyorduk. Bu da aslında bizim kendi materyalimizi anlamamız açısından çok yararlı oluyordu. Oxford’da beni en çok etkileyen olay da şudur ki; bize okula ilk girdiğimizde bir konuşma yapmışlardı ve bu okulda rekabetin olmadığını aksine bu okulun bir keşif ve oyun alanı olduğunu söylemişlerdi. Beni en çok bu etkilemişti aslında. - Biraz Oxford yıllarını anlatır mısın?Muhteşem yıllardı. En aşık olduğum işi en güzel yerinde tecrübe etme şansım oldu. Ben aktörlüğü hiçbir zaman kariyer seçimi olarak düşünmüyorum. Aktörlük benim karakterimin tanımı aslında. Hayatta o şekilde var oluyorum. Fakat benim için eğitim bitmiş değil. Ben doğru zamanı yakaladığımda geri dönüp biraz daha eğitim almayı planlıyorum.- Orada şansını denemeyi düşünmedin mi?Düşündüm tabii ki. Orada biraz iş de yaptım hatta tiyatro yaptım daha çok. İskoçya’da müzikalde oynadım mesela. Orada da devam etmeyi düşünüyorum. Ben göçebe gibi yaşayan bir insanım, çok fazla bir noktada duramıyorum. Oraya gittiğimde de şansımı yeniden deneyeceğim ama ana dilimde oynamayı çok merak ediyordum. Ben 8 yıl İngiltere’de yaşadım ve 8 yıl İngilizce eğitim aldım. Dilin fonetik kimyası, insanların ifade ediş biçimi ve beden dili kullanımı bambaşka olduğu için; acaba Türkçe’den uzak mı kaldım gibi bir düşünceyle gelip burada ana dilimde oynamak istedim./Archive/2020/12/19/115827778-taro-sevval.jpgANNEMLE BABAM ÇİZGİSİNİ BOZMADI- Çok güçlü bir aileden geliyorsun. Şevval Sam ve Metin Tekin’in oğlu olmak nasıl bir duygu?Muhteşem bir duygu. Çünkü aslında onlar da kendi bireysel yetenekleriyle bu hayatta bir yerlere gelmiş insanlar ve annemle babamı tanıdığım kadarıyla o çizgilerini bozmamış insanlar. Herhangi bir menfaat ve çıkar önünde duruşlarını değiştirmemiş insanlar. Bu bana çok güzel bir örnek oluyor. Kendi yeteneğimin hakkını vermem için çok güzel bir motivasyon sağlıyor. Benim her zaman sırtımda bir el vardı, fakat hiçbir zaman kısıtlanmadım. Her zaman özgür bırakıldım ve kendimi ifade etmek için sonsuz bir alan verildi bana onlar tarafından. Bunun da onlarında kendi tecrübelerinden geldiğini düşünüyorum. O yüzden muazzam bir duygu ve ikisini de birbirinden çok seviyorum. - Çocukluğun nasıl geçti? Nerede?Çocukluğum çok güzel geçti. Çocukluğumda babam bazı takımları çalıştırdığı için çeşitli şehirlerde kısa zamanlar geçirdim ama o zamanlar daha ufaktım. Genelde İstanbul’daydım. Annem, özellikle bana çok güzel aktiviteler yaratırdı her zaman. Aktif olarak oturup hayal kurduğumuz egzersizler yapardık. Yani benim çocukluğum çok güzel geçti ama ergenliğim biraz sert geçti. Ergenlikte biraz zincirlerimden kopup kendi konfor alanımdan çıkmaya başladım. - Üniversiteye kadar iyi bir öğrenci miydin?Hayır, katiyen değildim. 2 kere okuldan atıldım. Akademik hayatım hep çok kötüydü. Benim dikkat eksikliğim var. Büyük ihtimalle bundan kaynaklı, aldığım ders benim fiziksel olarak içselleştirebildiğim bir şey olmadığı zaman genelde çok dikkatim dağılırdı. Fakat çok kötü bir öğrenci olmama rağmen, çok değerli ve bana destek veren insanlarla kesişti yolum. Şişli Terakki’de okudum zaten 8.sınıfa kadar. Ondan sonra Pera Güzel Sanatlar Lisesi’nde okudum. 2 okulda da benim durumumun farkında olup bana yardım etmek için çok çabalayan insanlar oldu. - Oyuncu olmaya nasıl karar verdin?Hayatta çeşitli deneyimler ve tecrübelerden geçince insan bunu bir şekilde anlatma ihtiyacı duymaya başlıyor. Benim de kendimi en dürüstçe anlatabildiğim yolun oyunculuk olduğunu keşfettim. Annem ve anneannem bu konuda bana örnek oldular. - 23 yaşında bir genç olmak kolay mı?Ben çok yaşımın tadını çıkaran bir adamım. 15 yaşında da öyleydim, 12 yaşında da öyleydim. Yaşımı çok seviyorum, yaşanmışlığımı çok seviyorum. Şu anki algımın belki ileride değişeceğinin ve muhakememin yetersiz olabileceğinin farkındalığındayım. Bu farkındalığı hep kafamın bir kenarında tutup bugünün bana sunduğu her şeyi tecrübe etmeye çalışıyorum. - Gelecekten neler bekliyorsun?Benim gelecekten beklentim nefsi bir taraftan gelmiyor. Benim kendi büyüme olgunlaşma sürecimde başka hikayeler anlatabilmeyi bekliyorum. Başka varoluşları keşfedeyim istiyorum, gelecekten beklentim aslında sadece sanat yönünde. - Hiç başka bir mesleğin olmasını istedin mi?Bizim mesleğin en güzel yanı o. Çünkü binlerce başka mesleği dürüstçe tecrübe edebiliyorsun bizim mesleğimizde. O yüzden istemedim. Bir sürü varoluşu kendi bedeninde keşfediyorsun. - Tatillerinde ne yaparsın?Ben biraz evcimen bir adamım, biraz asosyalim. Çok fazla tatillerimde; çıkıp şuraya gidelim, buraya gidelim demem. Benim okuduğum okulda 68 ülkeden öğrenci vardı bu yüzden dünyanın her yerinden çok fazla arkadaşım var ve hepsi beni çağırıyor. Dolayısıyla tatillerde zaman zaman onları ziyarete gidiyorum ve onların sosyal ortamlarını tecrübe ediyorum. Bu bana çok keyif veriyor.- Yemek yapar mısın? Neler?Hiç mütevazı olamayacağım, iyi yemek yaparım. Yemek yapmak en sevdiğim şeylerden biri. Hatta meşhurdur arkadaşlarım arasında sofram. Çok sıklıkla sofra kurarım onlara. Cheesecaketen daha gurme yemeklere kadar… - Sporla aran nasıl? Babanın unutulmaz maçlarını izledin mi?99 depreminde bizim Değirmendere’de bir evimiz vardı, İzmit taraflarında ve Değirmendere’deki evdeydi babamın bütün kayıtları. Ondan dolayı depremde biz o kasetleri kaybettik ve ben Youtube’dan gördüğüm kadarıyla biliyorum babamın futboldaki performansını. Benim futbola hiç ilgim yok bu arada. Fakat sonuna kadar koyu bir Beşiktaşlıyım sadece. Bunun dışında spor ile alakalı olarak buz hokeyi oynadım yıllarca. Daha çok ekstrem sporlar yapıyorum; yamaç paraşütü, kaykay gibi... Hayranı olduğum, çok yakından takip ettiğim ve yaptığım bir de muay thai ve karma dövüş sporları var. - Boş zamanlarında neler yaparsın?Piyano çalmaktan ve resim yapmaktan çok keyif alıyorum. Aslında sanatın bütün dallarına çok ilgi duyuyorum ve boş vaktimi de bu gibi aktivitelere vakit ayırarak geçirmeyi tercih ediyorum.- Neler okursun?Ben aslında çok fazla roman okumam. Roman okumaktan çok fazla keyif alamıyorum nedense. Belki de çok çabuk dikkatim dağılıyor diye. Tiyatro metni okumayı çok seviyorum ama. Psikolojiyle ilgili makaleler okumayı seviyorum. Bir de Quantum fiziğini merak ediyorum ve onla ilgili okumalar yapmayı seviyorum. Sean Carroll’un hatta çok güzel bir kitabını okudum yakın zamanda. - Hangi sosyal sorumluluk projelerine katıldın veya katılmayı düşünüyorsun?Ben insan haklarını ihlal eden, yaşam hakkını ihlal eden, hayvan haklarını ihlal eden her projeye destek vermek isterim. Bu desteğimi de bugüne kadar bireysel seviyede veriyordum. Bundan sonra da elimden geldiğince farklı sosyal sorumluluk projelerinin içinde yer almak istiyorum.- Seni en çok sinirlendiren şeyler neler?Adaletsizlik sanırım. Güçlü olanın gücünü kötüye kullanması ve canlıların alanının ihlal edilmesi beni çok sinirlendiriyor. - Kendini en mutlu hissettiğin yer neresi? Kendi bedenim. Çok şanslı olduğumu düşünüyorum ve şükrediyorum. Bunu bir şekilde dünyaya geri döndürmem gerektiğini düşünüyorum. Bunu yapabildiğim takdirde tam anlamıyla en mutlu hissettiğim yer, kendi bedenim olacak.- Yanında en mutlu olduğun kişi kim? Ne yaparsınız?Galiba öyle en’lerim yok. Benim hayatımda çok değerli 6 tane yakın arkadaşım var, ailem var. Çok güzel aile ilişkilerim var. Sevgiyle büyümüş bir insanım. Yakınlarımı çok seviyorum ve hepsiyle geçirdiğim her an benim için çok değerli ve en keyifli an oluyor. Fatih Türkmenoğlu‘Doğaya ilişkin yaptıklarımın en cüretlisi’
Türkçe Haberler En Son Başlıklar ‘Doğaya ilişkin yaptıklarımın en cüretlisi’ figure > Faruk Duman imzalı Sus Barbatus!, doğanın tahrip edilmediği, ütopyaların diriliğini koruduğu, emeğin ve adaletin saygınlığını yitirmediği, masumiyetin egemen olduğu zamanların romanı. 2018’de yayımlanan roman aynı yıl Orhan Kemal Roman Armağanı ile Cevdet Kudret Roman Ödülü’nü alarak geniş bir yankı uyandırmıştı. Üçlemenin ilk kitabı olan Sus Barbatus!, çetin kış koşullarında geçen ürkünç olaylarla ilerliyordu. Üçlemenin kısa süre önce yayımlanan ikinci kitabı Sus Barbatus! 2’de ise bahar mevsimi bütün görkemiyle gözler önüne seriliyor. Arka planı oluşturan siyasal olaylar iyice belirginleşerek hız kazanıyor. Duman’ın yazmaya başladığı son kertede ise mevsim yaza dönecek ve üçleme 12 Eylül darbesiyle sona erecek. /Archive/2020/12/19/134228856-kapakic1.jpg‘ÖZ BAKIMINDAN MODERN BİR ROMAN’- Halk hikayelerinden ve söylencelerden istemli ya da içselleşmiş olması bağlamında istemsizce alınan öz, konuşma dilinle yazmak tutkunla giderek daha da bileşiyor yapıtlarında. Sus Barbatus! 2’de bu nasıl sürüyor?Modern edebiyatın kaynaklarından biri, geleneksel hikâyeler ve onların yorumlarıyla ilgili çalışmalar. Ben hikâye okumayı ve anlatmayı seviyorum, bu bir yana; ancak yazım modern. Burada bir denge oluşturabilmek için çok çabaladım elbette. Bu belki Cemal Süreya’nın “folklor şiire düşman” dediği şeydir, yazı tekniğinden ve üsluptan uzaklaştığınız zaman, işte bu bir tehlikedir.Sus Barbatus! bu alanda yapmak istediğim her şeyi yapmama olanak tanıyan bir roman. Bana esneklik kazandırıyor, Civan Yusuf köyünden çıkmamış bir genç, ama Faruk sayesinde Marksizm’den söz edebiliyor.Aslına bakılırsa, Sus Barbatus!’un gövdesi halk hikâyelerine ve söylencelere gönderme yapan kısa hikâyelerle dolu, bunlarla bir bakıma, bizim hikâye geleneğimize, menkıbe geleneğine de işaret etmiş oluyoruz, bana öyle geliyor. Yine de şunu unutmamak gerekir, öz bakımından modern bir roman yazıyorum ben.‘DOĞAYA İLİŞKİN YAPTIKLARIMIN EN CÜRETLİSİ’- Dil hasadına gidenlerden değilsin, denemeler yapacağım diye dili büsbütün ‘yenilemek’ taraftarı olmadığını biliyorum. Dil üzerine geliştirmeler ne bağlamda sürdü bu romanda?Sus Barbatus!’un içinde, dil anlamında süren bir çalışmam var, romanı mevsimlere ayırdım ve her bir ciltte bu mevsimlerin dilini oluşturmak istedim. Burada yalnız mevsim görüntüsü yok, ona özgü ses zenginliği ve dil biçimi de var. Benim doğaya ilişkin yaptıklarımın en cüretlileri diyebiliriz.Amaç kuşkusuz yalnızca dil bakımından böyleydi, hikâyenin asıl odaklandığı şey, biliyorsunuz, 12 Eylül’ün insanlara yaşattığı acılar, sözgelimi, Orhan’ı ayaklarından ağaca asıyorlar, sonra yoksulluk, Kenan’ın ilk kitapta, tereğe uzanıp da küçük tarhana kavanozunda bir şey kalmamış olduğunu gördüğü sahne… Sus Barbatus!’un asıl hikâyesi bunlar.Dile dönersek, halk dilini, konuşma dilini nasıl yansıtabiliriz? Ben öteden beri bunu cümleleri keserek vermeyi denedim, bana öyle geliyordu çünkü. Bu romanda bunun yanına kahramanların dili de karıştı, atı öpüyor çocuk, çünkü onun da kendisiyle kendi yöntemiyle konuştuğunu biliyor./Archive/2020/12/19/134241372-ic2.jpg‘İNSANI ANLAMAK İÇİN DOĞAYA BAKMALIYIZ’- Doğanın insanı kış aylarında dış dünyaya karşı adeta kapsüllediği Artvin - Macahel Vadisi’ne dayanıyor köklerim. Şimdilerde küresel ısınma pek çok şeyi değiştirdiğiyse de, kışın uygarlıkla bağın koptuğu bir coğrafyanın zorluğunu aile büyüklerimden hep dinledim. Artvin ile her iki Sus Barbatus!’un bağıntısına ilişkin neler söylersin?Tabii, Artvin’e yanılmıyorsam 2014 yılıydı, bir yaz köyde kalmak için gittim. Eşimin köyünde, onun yakınlarıyla, çevreyi de gezerek bir süre kaldım. Tabii oradaki yakınlarımızın 12 Eylül döneminde yaşadıklarını epey bir zamandır dinliyordum, ancak doğanın içinde, bütün bu olaylar sanki benim için birleşiyordu. Ağaçları, hayvanları yakından görünce, insanları da daha iyi anlıyordum.Bence insan hakkında daha çok şey öğrenmek için doğaya bakmalıyız. 12 Eylül öncesi, o dik ormanlarda bazı devrimci gençlerin saklandığı mağaralar vardı, bunları oralı dostlarla birlikte ziyaret ettik, bölgede yetişen yenebilir otları, bizim Ardahan’dan iyi bildiğimiz atları, ağaçları, pınarları dolaştık, hikâyeler dinledik.‘DİYEBİLİRİM Kİ, DEDE KORKUT BİZİ ORALIDIR!’Ancak, özellikle karda mahsur kalındığı yılları ben daha çok Ardahan’dan bilirim. Fındık’ın, Gülşen’in evi, yani benim romanda anlatmaya çalıştığım köy bir Ardahan köyüdür, ama dışarıdaki doğa Artvin doğasıdır, buraları birleştirmek zorunda kaldım. Tabii ilk cildin Kenan’ı da Ardahanlıdır. Ç.’de yaşadığı akıl almaz yaşam mücadelesi o kardan kapanmış yolların bir esinidir.Şimdi, diyebilirim ki, Dede Korkut bizim oralıdır, hemşehriliğimiz var. Bu bölgenin bunca hikâye yatağı olmasının nedeni işte bu çaresizlik ve kapanmışlıktır. Çaresiz insan hikâye anlatır. Canı sıkılan insan hikâye anlatır. Tabii sizin hemşeriler de bazı özel sözcükleri bulacaklardır romanda. Örneğin kalacoş’u bilirsin o halde, yemişsindir.- Bilmez olur muyum hiç! Doğaya dönersek bir ana kucağı ve bir inziva mı senin için?Bence doğanın inzivayla da ana kucağıyla da ilgisi yok. Bana yaşamı öğretiyor. Bir yaşam mücadelesi var, bir vahşet var. Benim bakışım biraz Jack London hikâyelerindeki gibidir; kararsızlığa ya da duygusallığa yer yoktur, karnınızı doyurmak zorundasınızdır. Beni etkileyen şey, el değmemişlik. Bunun içinde Jules Verne’e özgü keşif ruhu da vardır, Jack London’a özgü maceralar da. Ama her geçen gün daha fazla duyduğum bir istek var, çıkıp tek başıma ormanların içinde dolaşmak istiyorum./Archive/2020/12/19/134255512-ic3.jpg‘ÇOK AYRINTI VERMEYE ÇALIŞTIM’- Doğanın renkleri ve mevsimleri romanın gidişatında duygulara yetkince eşlik ediyor yine. Seslerle, renklerle, hayvanlarla ve tasvirlerle nasıl bir halay içinde bu kerte?Evet, burada ilk satırdan sonuncuya kadar, elimden geldiğince daha çok ayrıntı vermeye çalıştım, yinelemeye düşmeden, en çok ne kadar derine inebilirim? Bir anlatıcı olarak en çok nerede bulunabilirim? Kendi kendime de meydan okumuş oluyorum: Kaç değişik dil kullanabilirim? Doğa anlatımını bir peyzaj olmaktan çıkarıp geçişken, yorumlu bir dil yaratabilir miyim?Elbette bunun ayrıntılarını sergilemek benim işim değildir. Ama otuz yıldır edebiyatla uğraşan biri olarak diyebilirim ki, herhalde doğayı bu kadar çok anlatan son kişi olacağım. Şimdilik, tamamlandığında, doğaya ilişkin yazdıklarım bakımından Sus Barbatus!’un bir doruk noktası oluşturacağını söyleyebilirim.DEVRİMCİ COŞKU HALİ…- Gürültülü gürültülü akan nehirler bir akışa işaret ediyor, hayatın, doğanın, zamanın... Rüzgarlar kokular taşıyor, bellekleri harekete geçiriyor.. Ormanın kanı imlediğin gibi su... Doğa silkiniyor, hareketleniyor bu kertede. Bereketleniyor da... Buzdan dolayı adeta kör olan kırmızı kartalın buzları çözülüyor, kendine geliyor kral soylu. Hayvanlar da insanlar da payını alıyor bu durumdan.Burada yaratmak istediğim etki şu; okurlar da anımsayacaktır, Sus Barbatus! 1’de, toplumsal sistem tam bir umutsuzluk içindedir. Elbette, romanın zamanı, tıpkı coğrafyası gibi, bazı kısıtlamalar içermek zorundadır. Dolayısıyla toplumsal durum bazı pratik evrelere ayrılır. Denizlerin idamı, SOSYAL BİLİMLER ANSİKLOPEDİSİ’nin incelenmesi, ölüm haberleri vs, bunlar üst üste gelir.Ancak aynı anda, Kenan kendisini Mustafa Kemal’in bir askeri gibi bir rüyada görür, ama o rüyayı gördüğü zaman da yerin altındadır, yani tam bir gömülme durumudur bu. Ama orada iyileşir.Dolayısıyla, eski kuşaklar hep anlatır, 12 Eylül’den bir gün önce, devrimin eli kulağındadır. Bu durumda, coşkunun giderek artması ve manzaranın yeşermesi gerekir. Benim romanı mevsimlere ayırma nedenim budur. Böylece roman “çağşak suyla” başlar. Suyun sıçraması, su dantellerinin içinden uçan balıkların geçmesi, bana göre tam bir devrimci coşku halidir.Bu anlamda, romanı dilin çerçevesinde incelemek kuşkusuz eleştirmenin görevi, benim söyleyebileceğim bu kadar: Soğuktan sıcağa doğru hareket ediyoruz. Bu doğa bakımından da, toplumsal durum açısından da böyle. Romanın görsel tasarımını da böyle düşündük.- Sus Barbatus! 2’nin insanlarında katılaşma değil, daha bir iyimserlik, yumuşaklık gözlemleniyor.Çok uzun sürecektir bu. Ama iyimserlik ve yumuşama, baharla birlikte geliyor. Devrimin yaklaştığını düşünüyorlar. Dolayısıyla devrimcinin tezlerinin doğrulanmaya yüz tuttuğu bir dönemdir. Sona yaklaşılmaktadır. Bunu coşkuyla ve biraz da gururla karşılıyorlar. Bir yerde Halil, edebiyatçılara yönelik eleştiriler getiriyor hatta. Ama bunların hepsi kurgusal konular tabii; yorumlamak okura kalıyor.Sus Barbatus! 2 / Faruk Duman / Yapı Kredi Yayınları / 592 s. / 2020. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiKierkegaard ironisi...
Kierkegaard ironisi... figure > İroni Kavramı, Soren Kierkegaard’ın, ironiyi zihinsel faaliyet için önemli bir ilke olarak gören ilk felsefi kişilik olan Sokrates’e yönelerek doktora tezi olarak gerçekleştirdiği bir çalışma. Sokrates’i; Xenophon, Aristofanes ve Platonun gözünden incelediği ve Fichte, Schelling ve Hegel gibi 18. ve 19. yüzyıl filozoflarıyla karşılaştırdığı bir arayış. /Archive/2020/12/19/133909218-ic1-.jpgSoren Kierkegaard zihinsel ve sanatsal gelişimi sürecinde önceleri Alman romantizminin etkisi altındaydı. Kendini, geleneklerin zihinsel gelişimini sınırlamasına izin vermeyen yaratıcı bir birey olarak tanımlıyordu.Bu başkaldırının ana motifini ise ironi kavramı oluşturuyor ve böylece ironi genel bir zihinsel ilke düzeyine yükseltiliyordu. Bunun üzerine Kierkegaard, ironiyi zihinsel faaliyet için önemli bir ilke olarak gören ilk felsefi kişilik olan Sokrates’e yöneldi.Sokrates ironiyi tartışmaları yönlendirmek için kullanıyor, bunu da o zamana kadar bilindiği düşünülen konulardaki belirsizlikleri ve çelişkileri açığa çıkarmak amacıyla bilmiyormuş gibi yaparak sorular yöneltmek ya da bilgisizmiş gibi davranmak yoluyla yapıyordu.Böylece Sokrates üzerine yoğun bir çalışma yapan Kierkegaard, İroni Kavramı adlı çalışmasında büyük filozofu Xenophon, Aristofanes ve Platonun gözünden inceler ve onu Fichte, Schelling ve Hegel gibi 18. ve 19. yüzyıl filozoflarıyla karşılaştırır. İroni perspektifinden bakarak Platon diyaloglarındaki sokratik unsurları ortaya çıkarmayı dener.İroni Kavramı, Kierkegaard’ın doktora tezi olarak gerçekleştirdiği bir çalışma. Bu nedenle birinci bölümünde mümkün olduğunca akademik bir dil kullanmaya çalışan Kierkegaard, metin ilerledikçe, özellikle ikinci bölümde şiirsel ve yaratıcı üslubunu bulur.İroni Kavramı, çağın en önemli filozoflarından biri olan Kierkegaard’ın yazarlığındaki bu büyük dönüşümü izleme açısından da ayrı bir değere sahip. Öyle ki yazarlık yeteneği adeta bu sayfalardan doğmuştur denebilir.İroni Kavramı - Sokrates’e Yoğun Göndermelerle / Soren Kierkegaard / Çeviren: Sıla Okur / İmge Kitabevi / 366 s. Cumhuriyet Kitap Eki15 TemmuzŞehitler Köprüsügirişinde otomobil yandı
15 Temmuz Şehitler Köprüsü girişinde otomobil yandı figure > 15 Temmuz Şehitler Köprüsü girişinde otomobilde yangın çıktı. Köprüde denetim yapan polis ekipleri yangını söndürürken, trafik yoğunluğu oluştu. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü girişinde Melih Şengüler'in kullandığı 35 APF 899 plakalı otomobil seyir halindeyken ön kısmından dumanlar yükselmeye başladı. Sürücü aracını emniyet şeridine çekerek aşağıya inerken, köprüde denetleme yapan polis ekipleri yardıma koştu. Polis, yangın söndürme tüpleriyle yangına müdahale ederek büyümeden kontrol altına aldı. İhbar üzerine olay yerine gelen itfaiye ekipleri soğutma çalışması yaptı. Sürücü Melih Şengüler "İlerliyordum, dumanlar çıkmaya başlayınca araçtan indim. Sağ olsun polis arkadaşlar hemen müdahale etti" diye konuştu. Yangında ölen ya da yaralanan olmazken otomobilde hasar oluştu. Öte yandan olay nedeniyle trafikte yoğunluk oluştu. DHAZeytin ağacına bırakılan not ve para duygulandırdı
Zeytin ağacına bırakılan not ve para duygulandırdı figure > Bursa’nın İznik ilçesinde bir zeytin ağacında asılı bulunan not herkesi hayrete düşürdü. Ağaca asılan bir poşetin içinde 150 TL ve bir not bulundu. Notun üzerinde, “Yapraklarınızı almak zorunda kaldım. Ailem koronaya yakalandı. Hakkınızı helal edin” yazıyordu. Zeytin yaprağının çayının koronavirüse iyi geldiği iddiası zeytin yaprağına ilgiyi de artırdı.Geçimini yüzde 90 zeytin ile sağlayan İznik’te zeytin yaprağına ilgi büyümeye başladı. İznik Boyalıca yolu üzerinde bir zeytin bahçesinde ağacın dalına içinde not ve para bırakılan poşet asıldı. Tarlasına giden Veysel Çil, gördüğü poşet karşısında şok oldu. Poşeti açan ve içinden not ile birlikte 150 TL’yi gören Çil, şaşkınlığını gizleyemedi./Archive/2020/12/19/133227998-zeytinagacindakinotveparasoketti.jpg PARA BİLE BIRAKMASINA GEREK YOKTUNotun üzerinde “Yapraklarınızı almak zorunda kaldım. Ailem koronaya yakalandı. Hakkınızı helal edin” yazısını gören Çil duygulandı.Konuyla ilgili açıklamada bulunan Çil, “Hakkım sonuna kadar helal olsun. Para bile bırakmasına gerek yoktu. Derdine deva olur inşallah. Herkes isteyen gelsin isterse ağacımızı söksün götürsün hiç önemli değil” dedi. cumhuriyet.com.tr