Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Thursday, 05.15.2025, 09:47 PM (GMT)

News - Haberler

Camerata BarokİstanbulİşSanat’ta

Camerata Barok İstanbul İş Sanat’ta İş Sanat’ın klasik müzik konserleri “Camerata Barok İstanbul” ile devam ediyor. Topluluk, konserinde orkestra eserlerinin yanı sıra dönemin operalarından aryaları da icra edecek. Konser 25 Mart’ta saat 20.30’dan itibaren İş Sanat’ın YouTube kanalından ve internet sitesinden sezon sonuna kadar izlenebilecek. 2011 yılında topluluğun başkemancısı Ceren Gürkan tarafından kurulan Camerata Barok İstanbul, barok müziğin önde gelen bestecilerinden Antonio Vivaldi, Biagio Marini, Johann Adolf Hasse ve Jean-Philippe Rameau’nun eserlerini; konserin solisti kontrtenor Kaan Buldular ise Vivaldi’nin eserlerinden aryaları seslendirecek.  Kemanda, Ceren Gürkan, Gizem Korkmaz, Ezgi Karasu, Ayşen Tözeniş; viyolada Filip Kowalsky, Verda Gül; viyolonselde Burak Ayrancı, kontrbasta Ceren Akçalı ve klavsende Müge Hendekli yer alacak. cumhuriyet.com.tr

Foucault:‘Modern iktidar büyük gözaltıdır’

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Foucault: ‘Modern iktidar büyük gözaltıdır’ Michel Foucault'un Hapishanenin Doğuşu adlı yapıtında; kendini öne çıkaran iktidar, bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir. Böylece modern iktidar, çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kayıt altına almış, sayısal hale getirmiş, böylece egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır. /Archive/2021/3/22/160742506-kapak-.jpgİktidarın gücünü gösterişten aldığı eski siyasal sistemden, mümkün olduğunca ve giderek artan bir şekilde görünmez hale geldiği modern siyaset sistemine geçiş; bir yandan, iktidarı kişileştiren hükümdarın yerine adsız kişiler tarafından kullanılan bir yönetim aygıtının yerleşmesiyle, diğer yandan da kamuya açık cezalandırmadan gizli cezalandırmaya geçişle belirlenmektedir.Foucault'un Hapishanenin Doğuşu adlı yapıtında; kendini öne çıkaran iktidar, bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir.Böylece modern iktidar, çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kayıt altına almış, sayısal hale getirmiş, böylece egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır.Michel Foucault, daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir filozof olarak tanınıyor. Nietzsche ve Heidegger’in düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çalışmalarında çoğunlukla Karl Marx ve Sigmund Freud’un fikirleriyle mücadele etti.Hapishaneler, polis, sigorta, delilik, eşcinsellik ve sosyal haklar konularında çalıştı. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar ilişkileri üstüne kurdu. Öte yandan post-modernist yahut post-yapısalcı olarak tasnif edilmeyi reddettiğini de söylemiştir.Hapishanenin Doğuşu / Michel Foucault / Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay / İmge Kitabevi / 445 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Edebiyatımızın eşsiz bir yaratıcısıydı! Ataol Behramoğlu'nun yazısı...

Edebiyatımızın eşsiz bir yaratıcısıydı! Ataol Behramoğlu'nun yazısı... “İçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali’nin 1940 yılında yayınlanan ikinci romanı.Yine çok genç, otuz üç yaşında bir yazarın ürünü. Öyleyken, üzerinde pek çok düşünülmesi gereken önemdeki bireysel ve toplumsal sorunları konu edinmiş bir yapıt. Romanın odağındaki kahramanı Ömer’in ilginç ve karmaşık kişiliği, yanı sıra bilinç akışı, iç monologlar gibi anlatım özellikleri bakımından da Sabahattin Ali’nin dünya edebiyatıyla belki en çok ilişkilendirilmesi gereken romanı.” /Archive/2021/3/22/160524804-ic1.jpgİçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali’nin acı, talihsiz bir ölümle, dönemin siyasi polisince planlanıp uygulandığından kuşku duyulamayacak alçakça bir cinayetle sona eren 41 yıllık yaşamına sığdırdığı üç romanından ikincisidir.1907 doğumlu olduğuna göre henüz otuz yaşında, 1937’de yayınlanan ilk romanı Kuyucaklı Yusuf’u ortaokul yıllarımda okuduğumda sözcüğün tam anlamıyla çarpılmıştım. Bu romanın toplumcu-gerçekçi edebiyatımızın öncüsü, kendi türünün bir başyapıtı olduğu kuşkusuzdur.Çok sonraları okuduğum Kürk Mantolu Madonna’nın bende benzer bir etkisi olmamıştı. 1943’de yazarın üçüncü ve son romanı olarak yayınlanan bu kitabın üzerimde yarattığı hayal kırıklığına benzer duygu, sanıyorum belki deonda adının çağrıştırdığı romantik ortamı ve roman kahramanlarını bulamayışımdandı…İçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali’nin 1940 yılında yayınlanan ikinci romanı.Yine çok genç, otuz üç yaşında bir yazarın ürünü. Öyleyken, üzerinde pek çok düşünülmesi gereken önemdeki bireysel ve toplumsal sorunları konu edinmiş bir yapıt. Romanın odağındaki kahramanı Ömer’in ilginç ve karmaşık kişiliği, yanı sıra bilinç akışı, iç monologlar gibi anlatım özellikleri bakımından da Sabahattin Ali’nin dünya edebiyatıyla belki en çok ilişkilendirilmesi gereken romanı./Archive/2021/3/22/160543054-ic2.jpgDÜŞÜNDÜRÜCÜ BİR AŞK HİKÂYESİEdebiyat, ya da sinema vb ürünleri üzerine yazılarda söz konusu yapıtın öyküsünün özet olarak bile anlatılmasını anlamlı bulmam. Okuyan, izleyen kişinin kendisi bunu öğrenecektir. Bu nedenle, İçimizdeki Şeytan’ın odağında, yukarıda sözünü ettiğim roman kahramanının karmaşık kişiliğine de bağlı olarak, farklı, düşündürücü bir aşk öyküsünün bulunduğunu söylemekle yetineyim.Fakat burada, ayrıntıya biraz aşağıda girmek üzere, romanın kadın (daha doğrusu genç kız) kahramanı Macide’den de söz etmem gerekir. Bütünsel, tarihsel, dönemsel, bir inceleme yapmış değilim. Fakat öyle sanıyorum ki toplumcu-gerçekçi edebiyatımızda Macide, hem yerli (ulusal) hem evrensel-insanî değerleri kişiliğinde buluşturmuş bir roman kahramanı olarak (Reşat Nuri’nin, Halide Edip’in kadın kahramanlarından da izler taşıdığı söylenebilecek) bir ilktir./Archive/2021/3/22/160557054-kapakic3.jpgFAŞİZM YANLILARINA CİDDİ ELEŞTİRİLERİçimizdeki Şeytan’ın, hem adından, hem yayınlandığı dönemde ırkçı-tutucu çevrelerin saldırısına, ağır eleştirilerine uğramasından ötürü, bütünüyle siyasal içerikli bir roman olduğunu düşünürdüm.Oysa bir bölümünde dönemin savaş taraftarı, faşizm yanlısı çevrelerine yönelik ciddi eleştiriler bulunmasına karşın, yukarıda belirttiğim gibi, konunun odağını bir aşk öyküsü, Ömer-Macide aşkı oluşturuyor…Romanda aşk üzerine özelikle Ömer’in iç monologlarında geçen düşünceler çokça yer tutuyor. Örneğin henüz ilk karşılaşmalar sonrasında aklından geçirdikleri gerçekten ilginçtir:“Ne tuhaf şey! (…) Bir çok bayıldığım kızların bir çok büyük iltifat ve müsaadeleri beni bu kızın manasını bile iyi anlayamadığım bir bakışı kadar sevindirmiyor. Evet, sadece bir bakış ve belki de biraz merhametle karışık… Fakat bunun hiç olmazsa lakayt bir bakış olmaması beni yerimden sıçratıyor. İçimde müthiş bir hafiflik ve genişlik duyuyorum. Belki de hakikaten sevmek budur.”Romanın sonlarına doğru Macide’nin Ömer’e “kurşun kalemiyle ve acele acele yazmaya başladığı” mektubunda aşkları üzerine söyledikleri ise belki daha da düşündürücüdür:“…biz, hiçbir tarafları birbirine benzemeyen, hiçbir müşterek görüşleri ve düşünceleri olmayan iki insanız… Kim bilir ne gibi sebeplerle tesadüfler bizi birleştirdi. Sen beni sevdiğini söyledin, ben buna inandım. Ben de seni seviyordum. Hem de nasıl seviyordum… Hislerimde bugün de bir değişiklik yok. Fakat niçin seviyordum, işte bunu bulamadım ve beni düşündüren, seninle olan hayatımızın devamından şüphe ettiren bu oldu.”Sadece bu iki alıntı, söz konusu olanın, sıradan, bilinen bir aşk öyküsü olmadığı konusunda sanırım yeterince düşündürücüdür…/Archive/2021/3/22/160610382-ic4-.jpgDÜRÜST ÖMER’İN ŞEYTANI!Ömer’in kişiliğinin irdelenişine de burada girmeyeceğim. Kitabı okurken bu kişilikle ilgili olarak işaretlediğim yerlerin sadece ve özetlenerek sıralanması bile sayfalar doldurur… Dürüst bir genç olduğu kuşkusuzdur. Sonuna kadar da öyle kalmaya çaba göstermesine karşın içinde sanki dürtülerine karşı koyamadığı, özellikle güçlüklerle karşılaştığında onu kötülük yapmaya yönelten bir “şeytan” vardır…Bu “şeytan” sözcüğü ilk kez (romanın yayınlanışının 80’inci yılı nedeniyle Yapı Kredi Yayınlarınca yapılan özel baskının) 47-48. sayfalarında geçiyor… Üniversiteli gençlerin, aralarında dönemin tanınmış şair ve yazarlarının da bulunduğu bir meyhane buluşmasında, Ömer cebinden çıkardığı bir edebiyat dergisinde yayınlanan “Şeytan” adlı bir şiiri heyecanla okuyor… Şiirdeki “Onun korkusu içimde / Ürkek bir dünya yaratan…” dizelerinin ardından “haykırır gibi” tekrarlıyor: “Evet, evet onun korkusu… İçimde bu ürkek dünyayı yaratan onun korkusu… Ben bu değilim… Ben başka bir şeyler olacağım… Yalnız bu korku olmasa… Hiç bir şeyi bana tam ve iyi yaptırmayacağına emin olduğum bu şeytandan korkmasam…”Toplulukta bulunan bir şair, Emin Kâmil, “başını sallayıp gözlerini sinirli sinirli kırpıştırarak” bu genç üniversite öğrencisine şöyle tepki gösteriyor:“Neden kızıyorsun? Neden şikâyet ediyorsun? İçinde şeytan dediğin o şeyin en kıymetli tarafın olmadığını nereden biliyorsun?”Yanılıyor olabilirim, fakat bu şiirde ve şair tipinde, Necip Fazıl vb., dönemin sağ eğilimli, mistik, karanlıkçı vb. edebiyat çevrelerinin hedef alınmış olduğunu düşündüm.Söz konusu “parodi” şiir ise, Nâzım Hikmet’in körlüğü öven “parodi” şiirini anımsattı…Buradan devam edecek olursam; romanın ilerdeki sayfalarında da Ömer ya da başka roman kahramanlarınca tekrar edilen “içimizdeki şeytan” kavramının bir tek Ömer’e değil, onun aralarında yer almadığı, fakat başta arkadaşı Nihat olmak üzere dönemin üniversite gençliğini etkisi altına alan ırkçı, faşist çevrelere yönelik olduğu açıktır.Nitekim, bu çevrenin önemli isimlerinden Nihal Atsız, romanın yayınlanışının ardından, kitaba ve yazarına (ve genel olarak savaş ve faşizm karşıtı çevrelere) saldırı niteliğinde İçimizdeki Şeytanlar başlıklı blr kitap yayınlamış, sonrasında da Sabahattin Ali ölümüne kadar sağcı çevrelerin başlıca saldırı hedeflerinden biri olmuştur./Archive/2021/3/22/160624210-ic5.jpgSABAHATTİN ALİ’NİN YAZARLARI...Ömer ve Macide’nin yanı sıra gerçekten bir iyilik ve dürüstlük simgesi olan Bedri öğretmen, yine iyi kalpli ve dürüst muhasebe memuru Hafız Hüsamettin (ve yaşadığı dram), dış görünüşüyle de iç dünyasıyla da ürkütücü bir kişilik olan Prof. Hikmet gibi üzerinde ayrı ayrı durulabilir. Bu sonuncusu romanda sahne aldığında, Macide’nin başına da Kuyucaklı Yusuf’un Muazzez’inin başına gelen gibi bir felâket geleceğinin önsezisiyle doğrusu içim daralmıştı… Bereket öyle olmadı…İçimizdeki Şeytan, başlıca kahramanları, olay örgüsü, bazen fazlaca uzun olmakla birlikte iç monolog ve diyaloglarda dile getirilen düşünceler, bilinç akışı vb. yenilikçi anlatım özellikleriyle bir inceleme yazısının sınırları içine sığdırılamayacak bir roman.Almanya’daki öğrencilik yıllarından arkadaşı Melahat Togar bir yazısında onun Almancayı tam öğrenmeden Almanca üzerinden Rus yazarlarını da okuduğunu belirterek yapıtlarından esinlendiği büyük dünya yazarları arasında Turgenyev, Gorki adlarını da sayıyor. Ben bu adlara, Yevgeni Onegin’iyle Puşkin’i, Oblomov’uyla Gonçarav’u da ekleyebilirim.İçimizdeki Şeytan’ın Ömer’i, egemen olamadığı, üstesinden gelemediği iradesizliğiyle, Rus edebiyatının “gereksiz aydın” diye adlandırılan tipleri Onegin’den, kahramanı olduğu romanla aynı adı taşıyan Oblomov’dan, Turgenyev’in Rudin’inden dolaylı da olsa izler taşıyor… Sabahattin Ali döneminin kibirli, bencil, eylemsiz yazar, şair vb. “aydın”ları için bir yazısında kullandığı “omurgasız” nitelemesini de belki ilk kez bu romanında kullanmaktadır…Tertemiz, dupduru Macide ise, Onegin’in Tatyana’sını anımsatıyor. Kuşkusuz bunlar tamamen öznel, kişisel yakıştırmalar da olabilir. Asıl kuşkusuz olan ise, alçakça cinayete kurban edilmeden kısa bir süre önce Ehrenburg’un Paris Düşerken’inden etkilediğini ve “Ankara” adıyla bir roman tasarlamakta olduğunu bir yerde okuduğum bu sevgili yazarımızın kişiliğinde, gelmiş, geçmiş, gelecek en büyük yazarlarımızdan birini, edebiyatımızın eşsiz bir yaratıcısını yitirmiş olduğumuzdur…İçimizdeki Şeytan / Sabahattin Ali / Yapı Kredi Yayınları / 260 s. / 2020. Ataol Behramoğlu

İzmir’de sessiz‘İstanbul Sözleşmesi’eylemi

İzmir’de sessiz ‘İstanbul Sözleşmesi’ eylemi AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine tepkiler sürüyor. İzmir Alsancak’ta toplanan kadınlar, sessiz eylem yaptı. Eylemin ardından açıklamalarda bulunan kadınlar, “Kendi yarattığımız bu bağımsız çatının altında bugünden itibaren sokaklarda olacağız ve her yerde var olduğumuzu dile getireceğiz” dediler. Erdoğan’ın kararıyla feshedilmesi istenen İstanbul Sözleşmesi’ne tepkiler sürüyor. İlk günden bu yana Türkiye’nin her yerinden yükselen seslere bir yenisi de İzmir’de eklendi. İzmir Alsancak’ta bir araya gelen kadınlar, tepkilerini sessiz eylemle ifade etti. Yoldan geçenlerden de destek gören eylem, polis izlemesiyle sürdü. Eylemi sonlandıran kadınlar, “Kadınız. Varız. Var olacağız” vurgusunu yenileyerek bir açıklama yaptı.“Yarattığımız bu bağımsız çatının altında bugünden itibaren sokaklarda olacağız ve her yerde var olduğumuzu dile getireceğiz” diyen kadınların açıklaması şöyle:Kadının varlığını her geçen gün yok sayan ötekileştiren ayrıştıran hatta reddeden bir anlayış karşısında her gün, her yerde sistematik bir şiddete maruz kaldığımız, kazanılmış haklarımızın bir gece yarısı elimizden alındığı bugünlerde bizler “varız” demek için burada bir aradayız.Farklı iş kollarından farklı kampüslerden şehrin farklı yerlerinden kadınlar olarak kendi yarattığımız bu bağımsız çatının altında bugünden itibaren sokaklarda olacağız ve her yerde var olduğumuzu dile getireceğiz. Bazen hep beraber sohbet edecek, bazen şarkılar söyleyeceğiz. Bazen tablolar boyayacak bazen danslar edip, bazen deneyimlerimizi aktarıp birlikte öğrenip birlikte öğreteceğiz, aktaracağız. Çünkü kadınız, varız ve var olacağız. Bu hayatı yaşamanın başka bir yolu var. Burada ve her yerde. cumhuriyet.com.tr

Başeğmeyenlerin tarihi

Baş eğmeyenlerin tarihi Ateş Anıları - III, Rüzgârın Yüzyılı’nda, objektif olayları bir tutam öznel sosla anlatırken nasıl alternatif bir tarih yaratılabileceğini kanıtlamış adeta Eduardo Galeano. Ona göre tarih, deneyimlenebilen, tanıklık edilebilen bir insanlık yürüyüşü... Biraz deneme, biraz roman, çokça kronolojik bir tarihin itinalı anlatımı… Güney Amerika’nın yüz yıla yakın kesiti, tüm insanlık tarihinin minik bir özeti gibi. /Archive/2021/3/22/160231776-ic1.jpgObjektif olayları bir tutam öznel sosla anlatırken nasıl alternatif bir tarih yaratılabileceğini kanıtlamış adeta Eduardo Galeano. Ona göre tarih, deneyimlenebilen, tanıklık edilebilen bir insanlık yürüyüşü...Biraz deneme tadında, biraz roman havasında, çokça kronolojik bir tarihin itinalı anlatımı, 20. yüzyılın başlarından neredeyse koca bir yüzyılın sonlarına kadar geçmişten günümüze kurulan bir köprü adeta. Bu köprü, bazen ayna işlevi de görüyor, bire bir yansılayabiliyor günümüzü. Güney Amerika’nın yüz yıla yakın kesiti, tüm insanlık tarihinin minik bir özeti gibi.ZAPATA’DAN CHE’YE İZLERTarihe dönük anlatılar da mevcut, sinemaya dair izlenimler de... Şarkılardan bozma hüzünlü dörtlükler de isyankâr Zapata’dan izler/sessizlikler de... Kiminin kimine istilası da, başkasının başkasına eziyeti de... Eğitimin eğitilemezliği de, devrimin aldığı bir milyon can da... Frida’nın acıyla yoğurulmuş kahkahalarıyla harmanlanan olağanüstü yağlıboya tabloları da...“Kunduracı devrimci” Miguel Marmol’ün yeniden doğuşları da... 1930 Buhranı da... General Maximiliana Hernandez Martinez’in komünist partinin kazanmasıyla oyların sayımını sonsuza kadar askıya alması da... “Siyah” ve “Kızıl” tehdidine karşı izlenecek yol da.../Archive/2021/3/22/160329884-kapak-.jpgAlbert Einstein’ın atom bombasını bulmak istemeyişi de... Picasso’nun Neruda’ya saygılarını sunması da... Marilyn Monroe’nun vaftiz edilmesi de... Tüm bunlara dahil...Fidel’in köleliğe isyanı ve onun güçlerine katılan Che de... Eğer onları ciddiye alsaydı, Küba tuvalet cennetine dönüşebilirdi onun deyişiyle... “Aradığım bu değil ama olasılıkların mantıksal hesabında bu da var” diyor üstelik Che Guevara, anne ve babasına veda ederken de...Astronotlar Armstrong ve Aldrin’in dünyaya farklı bir açıdan bakan gözleri de konuşuyor sanki: “Yeryüzü bizi süt ve zehirle emziren bir meme değil, evrenin ıssızlığında dönen, muhteşem bir donmuş kütle.”Gabriel Garcia Marquez’in Nobel alıp yüz yıllık yalnızlığa mahkûm topraklardan bahsetmesi de... “Dinmeyen acılar eksik olan özgürlüklerdir” ve tüm bunların toplamıdır öznesi insan...Ateş Anıları - III - Rüzgârın Yüzyılı / Eduardo Galeano / Türkçesi: Süleyman Doğru / Sel Yayıncılık / 375 s. / Haziran 2020. Sevda Fidan

'Søren Kierkegaard’da KaygıKavramı'

'Søren Kierkegaard’da Kaygı Kavramı' Varoluşçuluk deyince akla gelen isimlerin başında her ne kadar Sartre yer alsa da bu harekete yön veren, felsefenin gamlı baykuşu Søren Kierkegaard. Onunla beraber girdiği yol ayrımı belirginleşen Varoluşçuluk, “Hıristiyan” ve “Tanrıtanımaz” olarak adlandırılmaya başladı. Yasemin Akış, Søren Kierkegaard’da Kaygı Kavramı adlı çalışmasıyla filozofun kaygıya yüklediği anlamı inceliyor. /Archive/2021/3/22/155942059-ic4.jpgVaroluşçuluk deyince akla gelen isimlerin başında her ne kadar Sartre yer alsa da bu harekete yön veren, felsefenin gamlı baykuşu Søren Kierkegaard. Onunla beraber girdiği yol ayrımı belirginleşen Varoluşçuluk, “Hıristiyan” ve “Tanrıtanımaz” olarak adlandırılmaya başladı.Kierkegaard ilkin “ben başka kişilerden ayrı olmam nedeniyle varım” diyerek işe koyulur ve Hegel’le hesaplaşmaya girişir.İnsan aklının güçsüzlüğüne paradoks kavramıyla değinirken kesinlik (rasyonellik) yerine belirsizliği, umut yerine umutsuzluğu, mantıksallığın ve ahlaki rahatlığın yerine duyguları öne çıkarır.Aklımızla ve bilgimizle kavrayamayacağımız pek çok şeyin bulunduğu evrende Kierkegaard’un Hegel’i eleştirisi tam buraya denk gelir: Kişisel duygu yoğunluğu ve öznellik ağır basar ve Kierkegaard bir anlamda Hegel’i ters yüz eder.AHLAKİ KÖTÜLÜKHıristiyan Varoluşçuluğu’ndaki temel kavramlardan biri olan ahlaki kötülüğü Kierkegaard da sıkça işler. Bunun yanında yazgı Kierkegaard’un vazgeçemediği bir kavram.Nihayet paradoks, öznellik, umutsuzluk, duygu yoğunluğu ve bir başınalık gibi dönemeçler bizi asıl durağa; kaygıya götürür.Yasemin Akış, Søren Kierkegaard’da Kaygı Kavramı adlı çalışmasıyla bu durakta olup bitenleri inceliyor.Akış, Kierkegaard’un kaygı kavramını Hıristiyanlık’taki günah ve kalıtsal günahla bir arada işleyişine ve eğitici bir tavır takındığına da değiniyor./Archive/2021/3/22/160000512-ic2.jpgKaygıyı besleyen bu iki kavramın yanı sıra korkudan da bahseden Kierkegaard, korkunun belli bir nesne veya olaydan kaynaklandığını söyler ama kaygının membaında hiçlik bulunur.Kierkegaard için kaygı günahın koşulu değil. Günahın aktif hale gelip kişinin kaygılanmasına neden olan şey, bireyin kendi sorumluluğuyla yaptığı eylemler; bu yüzden Kierkegaard psikolojiyi esas yöntem olarak belirleyip çözümlemeler yapar.Buradan bakınca, Akış’ın da altını çizdiği gibi Kierkegaard, psikoloji ve felsefi antropolojinin harcını karmaya başlar.Kierkegaard’un kaygıyı “kişiyi ele geçiren ve korkulan” bir durum değil de insan olmanın bir parçası şeklinde ele alması kendi dönemi için büyük yenilik. Akış bunu “olağan dışı olan, var oluşun kendisi” diye özetliyor.TİTREYEN İNSANKierkegaard’a göre insan nedensel olarak var olmaz, önce kendisi olması gerekir. Onu kendisi yapan şey ise tarihselliği, aklı, inançları ve özgürlüğü.Akış’ın da belirttiği üzere Kierkegaard insanı bu bakımdan bir sentez olarak algılar. Söz konusu sentez içinden özgürlük uçsuz bucaksız imkânlar sununca kişi tutumlarıyla, kararlarıyla ve seçimleriyle doğadan uzaklaşır.İşte Kierkegaard’un bahsettiği özgürlük karşısındaki tutum önce sancıyı sonra da kaygıyı doğurur.Kaygı aynı zamanda özgürlüğü kısıtlayan bir şekle bürünür ve kişi kaygı içinde yaşamayı öğrenmeye başlar. Yani “kaygı, belirsiz ve bizi sürekli takip eden niteliğiyle hayatımızda varlığını sürdürür.”Dolayısıyla Kierkegaard için kaygı, hem özgürlük hem de umutsuzlukla bir aradadır; umutsuzluk ve özgürlük insan varlığının değerlendirilmesinde çok önemli birer tutamaç olur./Archive/2021/3/22/160015246-ic3.jpgÖZGÜRLÜĞÜN OLANAĞIÖzgürlüğünü kavrayan insan kaygıyla da yüzleşir. Bu nedenle Kierkegaard, Akış’ın da hatırlattığı gibi kaygıyı “özgürlüğün olanağı” şeklinde tanımlar. Yani kişi seçimde bulunur ve bundan sonra da kaygı devreye girer.İnsan iyiyi tercih edip seçebileceği gibi kötüye de yönelebilir, bu da seçme sorumluluğunun yaratacağı korkuyu ve en sonunda kaygıyı gündeme getirir; insana bir titreme gelir.Akış, kaygıyı dillendiren Kierkegaard’un aslında insanın en halis tecrübesine atıf yaptığını söyler. Bu kaygı tecrübesi ise özgürlüğün ve var oluşun anlamına işaret eder.Akış’ın kitapta “ilk günahtan” başlayarak Kierkegaard’un bir başınalık, korku, titreme, paradoks, duygu ve özgürlük gibi kavramlardan kaygıya uzanan yolculuğunu anlatırken kaygı karşısında insanın sessizlikle çığlık atma arasında kaldığı anları da özetliyor sanki.Zamanın kuşatıcılığıyla savrulan insanın yaşadığı gerilimin bir yansıması olması bakımından Kierkegaard’un kaygı kavramı, Akış’ın yaptığı gibi dikkatle incelenmeli. Varoluşçuluğun anlaşılıp kavranabilmesi için bu gerekli.Søren Kierkegaard’da Kaygı Kavramı / Yasemin Akış / Ayrıntı Yayınları / 192 s. Deniz Yılmaz

Enkaz yaşamlar...

Enkaz yaşamlar... Öykü, anı ve oyun kitaplarıyla da okurlarla buluşan M. Caner Alper, Şeref Motel adlı romanında, İzmir yakınlarındaki Şeref Motel’e sahip olan bir ailenin yaşamını ve motelin enkazıyla ailenin enkazını birlikte yansıtıyor. Ailenin tarihinde, ülkenin tarihini de anlatırken yakın geçmişte yaşananlara tanıklık sunuyor. /Archive/2021/3/22/155744967-ic1.jpgÖykü, anı ve oyun kitaplarıyla da okurlarla buluşan M. Caner Alper, Şeref Motel adlı romanında, İzmir yakınlarındaki Şeref Motel’e sahip olan bir ailenin yaşamını yansıtıyor.Romanda benöyküsel anlatım vardır ve anlatıcı Cem, ailenin küçük oğludur. Baba, dinsel kurallara bağlı olarak yaşarken çocuklarına sanatla adam olunamayacağını düşünür. Anne Sevgi, çok kardeşli bir aileden gelir. Cem’in ağabeyi Cihan da motelde yaşananlara tanıklık eder. Ailedekiler geçmişleriyle övünürken savrulmalar yaşanır ve “ânı yaşamak” ilkeleri olur.Anlatıcı Cem’in ailesi otomobilleriyle son kez Şeref Motel’e gittiklerini bilir. 1960’ların başlarında yapılan motelin sonu gelir. Motelin yıkıldığını gören Cem, başa dönerek motelin en parlak yıllarından başlayıp yıkılışına kadar geçen sürede yaşananları anlatır.KAYIP BELGEAiledeki kardeşler Şeref, Sevgi, Nezaket, Nazire, Saadettin ve Doğan’dır. Şeref, bonkör, küfürbaz ve herkesi sevindiren biri olarak tanınır. İstanbul’da askerken Şeref’i at üstünde gören 16 yaşındaki Fikriye, ona âşık olur. Ailesi vermeyince kaçıp trenle Ağrı’ya giderler.Şeref’in iş yaşamı nedeniyle aile birçok yere yerleşir ve son olarak İzmir’de kalır. Oğulları Ümit doğar, Fikriye onu büyütürken Şeref, başka kadınlarla ilişki kurar. Fikriye gerçeği bilse de olanlara katlanır.Anlatıcı Cem, motelin yapılışını anlatırken belediyeden yasal izin alınmadığını, ancak turuncu zarf içinde saklanan bir “kayıp belge” olduğunu bilir, onu gizler. Yapım sırasında rüşvet verilir. Cem, motel çalışanlarını da tanıtır. Hasan Usta, Garson Osman, Emin Usta en çok adı geçenlerdir. Şeref’in oğlu Ümit büyür, Ülker’le evlenir ve 1980’lerde motelin işletmesini üstlenirler./Archive/2021/3/22/155801982-kapakic2.jpgAŞK VE MUTLULUK YUVASI!Şeref Motel, o yıllarda “aşk ve mutluluk yuvası” olarak bilinir. Evlilik cüzdanının sorulmadığı bir moteldir ve bir gecelik eğlenceler yaşanır. Anlatıcı Cem, sekiz odalı motelin her odasını ayrı bölümlerde yansıtır.Şeref dayısının odasındaki kitapları okumayı sever. Fikriye akıl sağlığını yitirir. Şeref Hakkı ölür. Saadettin Dayı, batakçı olup içkisi ve gece yaşantısı vardır. Motelin zarar etmesine neden olur.Cem’in çocukluk arkadaşı altı yaşındaki Tülin’e sarkıntılık eder, Cem’i yüzme bilmezken denize atar, ağabeyi Cihan’ı döver. Sevilmeyen bir tiptir. Miras paylaşımında payını aldığı söylenip dışlanır.Doğan ise milletvekili olur. Ailenin kökeni araştırılırken de tartışmalar yaşanır. Ümit’le on yıldır evli olan Ülker, “arsız sülâle” dediği aileden ve “maço” bildiği Ümit’ten kurtulmak için boşanır, geçmişini sorgular, liseden arkadaşı Cenk’i anımsar. Daha sonra parfüm işine girerek yükselir.KABULLENİCİ BABA, MUTSUZ ANNECem, liseyi bitirir, üniversitede istediği bölümü kazanır. Aileden uzaklaşmak ister, babasıyla yüzleşir. “Baba kabullenici, anne mutsuz”dur. Motel sürekli zarar ettiği için çözümü Cem’in babası bulur. Motel kiraya verilir, arsaya müşteri bulunup satılır. Sonunda motel yıkılır.Saadettin Dayı’nın sarhoşken denizde boğulduğu gizlenir, oteldeki 8 numaralı odada ölü olarak bulunur. Emin Usta, olayın cinayet olduğunu ve Cem’in babası tarafından denizde boğulduğunu söyler.Yazar M. Caner Alper, Şeref Motel’de, motelin enkazıyla ailenin enkazını birlikte yansıtır. Ailenin tarihinde, ülkenin tarihini de anlatırken yakın geçmişte yaşananlara tanıklık eder. Aile kişilerinin yaşantılarında, herkesin kendisinden izler bulabileceğini söyleyebiliriz.Şeref Motel / M. Caner Alper / Doğan Kitap / 166 s. / 2020. Hasan Akarsu

Klasik müzikıslıklaçalınmaz!

Klasik müzik ıslıkla çalınmaz! “Büroda çalışırken, Beethoven’in 5. Senfonisi’ni ıslıkla çalma alışkanlığım vardı. ‘Cengiz, lütfen... Beethoven’i ıslıkla çalamazsın!’ Bu, ani ve beklenmedik bir şeydi. Kahn devam etti: ‘Klasik müziği ıslıkla çalamazsın, ama mırıldanabilirsin.’” /Archive/2021/3/22/155604827-ic1.jpgCengiz Yetken, Louis Kahn’ın Pennsylvania Üniversitesi Mimarlık Okulu’nun yüksek lisans stüdyosunda öğrencisi olarak, ardından 1501 Walnut Caddesi’ndeki bürosunda genç bir meslektaşı olarak birlikte çalışıp, ürettiği bir isim.Yirminci yüzyıl dünya mimarlığının önemli aktörlerinden aynı zamanda düşünür, sanatçı, bir mimarlık gurusu olan Louis Kahn’ın, 1950’ler ve 70’ler arasındaki görece kısa ama parlak kariyerinde önemli projelerin masada olduğu bir dönem.Kitap, mimarlığı bir yaşam biçimi olarak içselleştirmiş iki mimarın, yaşamın olağan akışı, müziğin tonaliteleri, tasarlama sanatı, bir binanın tuğla ve harç dışındaki deneyimleri, başlangıcının, oluşumunun, yaşamının, ölçülebilen ve ölçülemeyen değerlerinin, ışık ve sessizliğin esasının üzerine deneyimlerini aktarıyor./Archive/2021/3/22/155615217-ic2.jpgCengiz Yetken kitabı şöyle anlatıyor:“Hem mimarlık pratiğinde hem de tasarım eğitiminde bir profesör olarak geçirdiğim mesleki yaşamım boyunca, sık sık 20. yüzyılın belki de en seçkin mimarlarından biri olan Louis Kahn hakkında sorularla karşılaştım.Pek çok dostum Kahn hakkında yazmam için beni teşvik etti. İlk önce, çocuklarıma Lou ile yaşadığım deneyimi ve binalarının neden bu denli özel olduğunu aktaran bir dizi mektup yazmayı düşündüm.Ancak sonradan fark ettim ki, bunları aslında mimarlık okullarındaki öğrencilere ve uygulamadaki arkadaşlarıma aktarmalıydım. Binalarının içine işlemiş tasarım duygusunu ve onları doğuran fikirleri iletmek için bu en iyi yol olacaktı.Giderek yazdıklarımın salt anılardan ibaret kalamayacağını ve tasarım eylemi üzerine ışık tutacağını anladım. Bu aynı zamanda, kendi tasarım anlayışımı da yeniden keşfetmemi sağlayan bir kişisel yolculuk oldu.Bu kitap Kahn’ın mimarlık yaklaşımını veya onun görüşlerini anlatmayı amaçlamıyor. Bu anılar Kahn ile beraberliğimden, sınıfından, bürosundan, binalarından ve bunca yıl mesleğin içinden öğrendiklerimdir. Yanıtlaması zor bir soruyu yanıtlamaya çalışıyorum: Kahn’dan ne öğrendim?”Klasik Müzik Islıkla Çalınmaz - Louis Kahn Stüdyo ve Atölyesinde Birlikte Üretmek / Cengiz Yetken / Çeviren: Özlem Erdoğdu Erkarslan / YEM Yayın / 272 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Saray'dan Merkez Bankası'ndaki değişikliğe ilişkin açıklama:' Sadece Cumhurbaşkanıbiliyor'

Saray'dan Merkez Bankası'ndaki değişikliğe ilişkin açıklama:' Sadece Cumhurbaşkanı biliyor' Dolar cinsi tahvilleri, Merkez Bankası (TCMB) başkanı Naci Ağbal'ın hafta sonunda görevden alınmasının ardından tarihteki en büyük günlük düşüşünü kaydetti. Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisi Başkanı Göksel Aşan, "Merkez Bankası Başkanı'nı değiştirmek Cumhurbaşkanımızın bir tasarrufu" dedi. AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kararıyla Merkez Bankası Başkanlığı'ndan Ağbal'ın alınarak yerine Kavcıoğlu'nun getirilmesine ilişkin Aşan,"Ne sebeple yaptığı sadece Cumhurbaşkanımızın bilgisi dahilindedir" dedi. Aşan aynı açıklamada,döviz kurlarının geçtiğimiz cuma günü seviyelerine döneceğini belirtti. CNN Türk Canlı yayınında Aşan, açıklamalarına  şu şekilde devam etti:"MB Başkanı'nı değiştirmek Cumhurbaşkanımızın bir tasarrufu. Ne sebeple yaptığı sadece Cumhurbaşkanımızın bilgisi dahilindedir. Sosyal medyada yalan yanlış şeylere insanlar prim vermesinler.Eğer Cumhurbaşkanımız ihtiyaç görürse nedenini paylaşır. Birincisi bu. İkincisi burada dikkat edilmesi gerekilen değişikliğin hemen ardından yeni MB başkanımızın verdiği mesajdır. Hemen arkasından da Sayın Maliye ve Hazine Bakanımız Lütfi Elvanın verdiği mesajdır. Bu mesajlara lütfen bakılsın."20 YILDIR SERBEST PİYASAYA BAĞLIAKP'nin 20 yıllık iktidarının serbest ekonomi piyasasına bağlı olduğunu söyleyen Aşan, "Sermaye kontrolü yapılacak, bankalardaki mevduatlar dondurulacak gibi haberler çıkmaya başladı. Bu haberlerin bir karşılığı yok. Sosyal medyada konu hakkında böyle haberler çıkıyor. Hükümetin yaklaşımı bu noktada hiçbir zaman piyasanın işleyişini bozacak bir hamle olmayacak" dedi. cumhuriyet.com.tr

AytunÇıray'dançifte Boynukalın tepkisi: "İmamın hukuk inşa edeceği aşiret devleti mi burası?"

Aytun Çıray'dan çifte Boynukalın tepkisi: "İmamın hukuk inşa edeceği aşiret devleti mi burası?" İYİ Parti Milletvekili Aytun Çıray, Ayasofya Camii Baş İmamı ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Boynukalın'a tepki gösterdi. Çıray,"İmamın hukuk inşa edeceği aşiret devleti mi burası?" dedi. İstanbul Sözleşmesi'ni ve laikliği hedef alan siyasi açıklamaları ile tepki çeken 'Ayasofya Baş İmamına' AKP'den 'kardeşçe tavsiye' gelmesinin ardından Aytun Çıray, hem Bülent Turan'a hem de Boyunukalın'a sosyal medya üzerinden tepki gösterdi.Aytun Çıray Twitter'dan AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan'ın Boynukalın'ın polemiklerin içinde olmasının 'Ayasofya için bedel ödeyen herkesi üzdüğünü' söyleyediği ifadelerini alıntılayarak şu açıklamada bulundu:'Devlet memurları kanunu ve Anayasa'yı tanımıyor. Haddini aşmış beyanları ile Erdoğan'a nasihat ediyor. İngilizcesi iyi.. Bir okula atayıp soruşturma başlatın. İmamın hukuk inşa edeceği aşiret devleti mi burası?'/Archive/2021/3/22/214834057-aytun-ciray1.jpg cumhuriyet.com.tr

Sağlık Bakanlığı, son koronavirüs tablosunu paylaştı: Korkutan artış

Sağlık Bakanlığı, son koronavirüs tablosunu paylaştı: Korkutan artış Sağlık Bakanlığı, son koronavirüs tablosunu paylaştı. Tabloya göre, 22 bin 216 kişiye vaka, 981 kişiye koronavirüs hasta (Covid-19) tanısı konuldu. 117 kişi daha yaşamını yitirdi. Sağlık Bakanlığı'nın internet sitesinde yer alan Türkiye Günlük Koronavirüs Tablosu'nun güncel verileri paylaşıldı.Türkiye'de koronavirüs nedeniyle 117 yurttaşın daha yaşamını yitirdiğini, 22 bin 216 kişiye vaka, 981 kişinin koronavirüs hastası olarak tespit edildiğini bildirdi. Koronavirüs nedeniyle 30 bin 178 kişi yaşamını yitirirken, koronavirüs vaka sayısı 3 milyon 35 bin 338'e yükseldi. Bugün iyileşen sayısı 19 bin 494 oldu.  AĞIR HASTA SAYISI BİN 644Tabloya göre, toplam test sayısı 36 milyon 556 bin 589, toplam ağır hasta sayısı bin 644, toplam iyileşen sayısı 2 milyon 844 bin 981, bugünkü test sayısı 201 bin 215 olarak kayıtlara geçti.Türkiye'nin 22 Mart 2021 güncel koronavirüs tablosu şöyle:/Archive/2021/3/22/210704510-22-mart-2021-korona-tablosu.jpg cumhuriyet.com.tr

A Milli Takım hazırlıklarına başladıgözlerŞenol Güneş'te

A Milli Takım hazırlıklarına başladı gözler Şenol Güneş'te Teknik direktör Şenol Güneş, milli formayı ilk kez giyen Taylan Antalyalı ve Halil Akbunar’ı idman öncesi kutlarken, resmi ve hazırlık maçlarına çıkacak 11'ler merak konusu. /Archive%5C2021%5C3%5C22%5C211717641-a-milli-takim-hazirliklarina-basladi_3.jpgA Milli Futbol Takımı, 2022 FIFA Dünya Kupası Elemeleri’nde oynayacağı Hollanda müsabakasının hazırlıklarına bugün yaptığı antrenmanla başladı. Teknik direktör Şenol Güneş, milli formayı ilk kez giyen Taylan Antalyalı ve Halil Akbunar’ı idman öncesi tebrik etti.NASIL BİR 11Şenol Güneş'in oldukça geniş bu kadrodan nasıl bir 11 çıkaracağı ise merak ediliyor.Milliler, 2022 FIFA Dünya Kupası Elemeleri’nde 24 Mart’ta Hollanda, 27 Mart’ta Norveç ve 30 Mart’ta Letonya ile karşılaşacakları müsabakalar öncesi Riva Milli Takım Kamp Eğitim Merkezi’nde kampa girerek, ilk çalışmasını gerçekleştirdi. Teknik Direktör Şenol Güneş yönetiminde yapılan antrenmana aday kadroda yer alan tüm futbolcular katıldı. İdmanda ısınma hareketlerinin ardından pas ve dar alan oyunları üzerine çalışıldı. Haftasonu maç takvimine göre bazı futbolculara rejenerasyon programı uygulandı.Antrenmanın başında tüm kadro ile sahada toplanan Teknik Direktör Şenol Güneş, ilk kez A Milli Takım aday kadrosuna çağrılan Halil Akbunar ve Taylan Antalyalı’yı tebrik ederek tüm takıma alkışlattı.Kırmızı-beyazlıların antrenmanını A Millî Takımdan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Selim Soydan da izledi.Ay-yıldızlılar, Hollanda ile oynayacakları karşılaşma öncesindeki son çalışmasını 23 Mart Salı akşamı saat 18.00’de TFF Hasan Doğan Millî Takımlar Kamp ve Eğitim Tesisleri’nde yapacak. İHA




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter