News - Haberler
CİMER bir haftayıaşkın süredir internetüzerinden bilgi edinme hakkıbaşvurusu almıyor
CİMER bir haftayı aşkın süredir internet üzerinden bilgi edinme hakkı başvurusu almıyor Çalışmaları ve bütçesi ile sık sık gündeme gelen Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na bağlı Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER), bir haftayı aşkın süredir internet üzerinden başvuru almıyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, basına ilişkin görevleri dışında CİMER aracılığı ile yurttaşlardan “istek”, “görüş/öneri”, “ihbar”, “şikâyet”, “bilgi edinme hakkı” ve “teşekkür” başlıkları altında başvurular alıyor. Bu başvuruların bazıları, CİMER’in iletişim numarasından da yapılabiliyor. Ancak bilgi edinme hakkı başvurusu, yalnızca CİMER’in internet sitesi üzerinden gerçekleştirilebiliyor. Sisteme e-Devlet üzerinden giren yurttaşlar, kimlik bilgileri, başvuru tipi ve başvuru konusu gibi konuları yazdıktan sonra, başvurunun muhatabı kurumu seçerek başvurusunu tamamlıyor. “Başvuruyu tamamla” diyen yurttaşlara, başvurularının kabul edildiğine dair bir bildirim çıkıyor ve başvuru numarası veriliyor. Ayrıca başvuruya ilişkin tüm süreç, başvuru tamamlandıktan sonra e-Devlet ve CİMER üzerinden “başvurularım” sekmesinden kontrol edilebiliyor. Ancak CİMER, bir haftayı aşkın süredir internet sitesi üzerinden hizmet vermiyor.‘ARIZA OLABİLİR’Sisteme giren ve bilgi edinme hakkı kapsamında başvuru yapmak isteyen yurttaşlar, sistemde gerekli tüm bilgileri doldurduktan sonra “başvuruyu tamamla” demesine karşın site, başlangıç sayfasına geri yönlendiriyor. Yurttaşlara, başvurunun tamamlandığına dair bildirim yapılmıyor ve başvuru numarası verilmiyor. e-Devlet üzerinden başvurularını kontrol eden yurttaşlar, başvurunun alınmadığını görüyor. CİMER’in iletişim numarasını arayan yurttaşlara ise “sistemde arıza olabileceği” söyleniyor ancak arızanın ne kadar süreceği belirtilmiyor. Yurttaşlar, bilgi edinme başvurusu yalnızca internet üzerinden yapılabildiği için de başvuru gerçekleştirememiş oluyor. Sefa UyarHrant Dink davasında 130. Celse görüldü: Yine kararçıkmadı
Hrant Dink davasında 130. Celse görüldü: Yine karar çıkmadı Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin 6’sı tutuklu 76 sanığın yargılandığı davada, üye hâkimlerden birinin kalp ameliyatı olması nedeniyle karar çıkmadı. Duruşma karar için 26 Mart’a ertelendi. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin, FETÖ elebaşı Fethullah Gülen, eski savcı Zekeriya Öz, gazeteciler, Jandarma ve eski Emniyet görevlilerinin de aralarında bulunduğu 6’sı tutuklu 76 sanığın yargılandığı davada, üye hâkimlerden birinin kalp ameliyatı olması nedeniyle karar çıkmadı. Duruşma karar için 26 Mart’a ertelendi. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, tutuklu sanıklar Ali Fuat Yılmazer, Ercan Gün, Ramazan Akyürek, Muharrem Demirkale, Okan Şimşek, Veysal Şahin Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katıldı. Tutuksuz sanıklardan Ali Öz, Reşat Altay, Celalettin Cerrah’ın da aralarında olduğu bazı sanıklar ile Dink Ailesi avukatları da duruşmada hazır bulundu.26 MART’A ERTELENDİDuruşmada, iki tanık dinlendi. Daha sonra mahkeme başkanı, mahkeme heyeti üyesi hâkimlerinden Ferhat Şahin’in kalp ameliyatı geçirdiğini belirterek karar çıkmayacağını söyledi. Mahkeme heyeti ara kararında, “Duruşma günü son sözlerinin alınması ile karar verileceği belirtilmişse de mahkememizde dosyaya üye hâkimlerden en baştan beri hâkim Ferhat Şahin ile hâkim Şenol Kartal’ın çıktığı, diğer üye hâkimlerimizin mahkememizde yapılan işbölümü uyarınca diğer dosyalara çıktıkları, üye hâkimlerinden Şahin’in kalp ameliyatı geçirdiği, bu duruşmaya aynı mahkemeden çıkan hâkim Mücteba Akkaya’nın arızi (gecici) olarak duruşmaya çıktığı, duruşmanın Şahin’in sağlık raporu nedeniyle 26 Mart’a bırakılmasına, sanıkların son sözlerinin alınarak hükmün açıklanacağının taraflara bildirilmesine” hükmedildi. Duruşma, 26 Mart’a karar açıklanmak üzere ertelendi.ADALETİ BULANA DEKDava öncesinde Hrant’ın Arkadaşları İnisiyatifi, basın açıklaması yaptı. Grup adına açıklama yapan Bülent Aydın, “Hrant Dink cinayeti davası 2007’den bu yana yani 14 yıldır sürüyor. Hrant için adalet için demeye devam edeceğiz. Bu cinayetten hemen sonra yüz binlerce kişiyle Hrant Dink’in arkasından yürürken söylediğimiz gibi bu cinayetin üstündeki karanlık perde kalkana, tüm ortakları gerçekten yargılanana ve hak ettikleri cezayı bulana kadar ‘Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz’ demeye devam edeceğiz” dedi. Zehra ÖzdilekAnayasa Mahkemesi’nin emeklilik hakkıyla ilgili kararı, yeni bir tartışma başlattı
Anayasa Mahkemesi’nin emeklilik hakkıyla ilgili kararı, yeni bir tartışma başlattı Emekli maaşı talebi için “çalıştığı işten ayrılma” şartının iptali, bu hakkı kullanmak isteyen işçinin kıdem tazminatını nasıl alacağı konusunda belirsizlik yarattı. Anayasa Mahkemesi (AYM), 3 Mart’ta Resmi Gazete’de yayımlanan kararıyla Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (SSK) mülga 62. madde birinci fıkrasındaki “çalıştığı işten ayrıldıktan sonra” ibaresini anayasaya aykırı bularak iptal etti. Bu, emeklilik hakkını kazanan işçinin SGK’den maaş talebinde bulunabilmesi için çalıştığı işten ayrılma şartının iptali anlamına geliyor. YARGIDA EN AZ 2 YILAYM’ye itiraz için başvuru yapan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, düzenlemenin çalışma hak ve özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürerken, AYM de kararında emekli maaşı bağlanacak işçinin tahsis taleplerine SGK’nin en geç 3 ay içinde yazılı yanıt verilmesinin öngörüldüğünü hatırlattı ve sigortalının yaşlılık aylığı talebinde bulunabilmesi için işten ayrılması gerektiği gözetildiğinde bu kuralın, işçinin 3 aylık dönemde herhangi bir gelir elde edememesine yol açacağını vurguladı. Ancak iptal kararının ardından uzmanlar ve sendikacılar arasında “peki, işçinin kıdem tazminatı ne olacak?” tartışması başladı.Çünkü normalde bir işçinin emekliliği geldiğinde, dilekçesi verilir, işten çıkışı yapılır, SGK’ye başvurulur ve 3 ay sonra emekli maaşı bağlanırdı. Ayrıca kıdem tazminatı işçiye ödenirdi. Çalışmaya devam etmek isteyenlerin de yeniden işe girişi yapılırdı. Ancak AYM’nin kararından sonra bu işçi işten ayrılma dilekçesi vermeyeceği için normalde kıdem tazminatını alamaz. Ayrıca işveren son dönemde olduğu gibi “Kod 29” kapsamında “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymadığı” gerekçesiyle işçiyi işten atabilir ve tazminat en azından yargı süreci sonuna kadar yanar. Bu durumda kıdem tazminatının nasıl korunacağı önemli belirsizlik içeriyor. İşçi, yargıya başvurabilir ancak o da 2 yıl sürer. Yine, AYM sadece SSK’de iptal kararı verdi. Kıdem tazminatı ise İş Yasası ve Yargıtay kararları ile güvence altında. AYM kararında İş Yasası’yla bağlantı kurmadığı için işveren haksız şekilde kıdem tazminatını ödemezse işçi yargıya başvurur ve tazminatını alabilir. Bu nedenle iptal kararının kıdem tazminatı için bir sonuç doğurmağı vurgulanıyor ama yargı süreçlerinin uzunluğu endişe kaynağı.BİRİKMİŞLER NE ZAMAN ÖDENECEK?Bir diğer tartışma ise emekliliği gelen ama işten ayrılmayan ve kıdemini almayan bir işçinin, bir süre sonra “artık işten ayrılmak istiyorum” demesi halinde tazminatın ne olacağıyla ilgili yaşanıyor. İşveren, işçinin bu talebine “hayır, olmaz” derse, işçi buna karşılık daha önceden hak ettiği kıdem tazminatını almak isterse ve yine işveren “ben seni işten atmıyorum” derse ne olacak? İşçi kendi isteği ile ayrıldığına göre tazminatını alamayacak mı? Süreç yine uzun süren yargıya mı taşınacak? Ayrıca emeklilik işlemleri SGK’de genelde 3 ay sürüyor, sonrasında birikmiş maaşlar da ödeniyor. Bu karardan sonra “zaten işçi maaşını almaya devam ediyor, 3 aylık birikmişi de sonra verelim” denirse ne olacak? Mustafa ÇakırHükümetlere acilçağrıyapan dünya işçileri: Salgın ençokçalışanlarıvurdu
Hükümetlere acil çağrı yapan dünya işçileri: Salgın en çok çalışanları vurdu Türkiye’den aralarında Türk-İş ve DİSK’in de bulunduğu konfederasyonların da üyesi olduğu Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu, 30-31 Ekim 2021’de Roma’da yapılacak G20 Zirvesi için dünya işçilerinin taleplerini raporlaştırdı. Dünya işçileri, salgının düşük ücretli ve savunmasız çalışanları vurduğuna, yüz milyonlarca işçinin işlerini, çalışma zamanlarını ve gelirlerini kaybettiklerine dikkat çekti. Uluslararası sendikalar, hükümetlerden acilen Covid-19’un meslek hastalığı olarak tanınmasını, işçilerin aşılama ve toplu testlerden yararlandırılmasını istedi. Raporda yer alan talepler özetle şöyle:- Acil eylem olmadığı takdirde, kemer sıkma politikaları ile ateşlenen ve güvencesiz çalışma, yüksek işsizlik ve ekonomik belirsizlikle göze çarpan küresel ekonomi yine kırılgan ve eşitsiz bir iyileşme riskiyle karşı karşıya kalacak.- Kayıtlı ve kayıt dışı yüz milyonlarca işçi işlerini, çalışma zamanlarını ve gelirlerini kaybetti. - Diğer krizlerde olduğu gibi Covid-19 da kadınları, gençleri, kayıt dışı çalışanları ve standart olmayan istihdam biçimlerindeki işçiler de dahil olmak üzere en düşük ücretli ve savunmasız çalışanları vurdu.- Bütün ülkelerdeki insanlar için aşılama, test ve tedavilere evrensel erişim pandemiden çıkmanın tek güvenilir yoludur. İlaç firmalarının kârları küresel halk sağlığının önüne konulduğu takdirde başarılamaz. - Ulusal hükümetlerin evrensel sosyal korumayı sağlamaları, uluslararası vergiden kaçınma uygulamalarını sona erdirmeleri, asgari kurumlar vergisi oranı, aşırı servetin yükselmesini engellemek için vergilendirme, finansal işlem vergileri ve servet vergileri gibi aşamalı vergilendirme önlemlerini desteklemeleri için gerekli mali alanı yaratmalarını sağlamak amacıyla yerel gelir seferberliği desteklenmelidir.KÜRESEL DAYANIŞMA İSTENDİ- Sosyal koruma sistemleri güçlendirilmeli, ruh sağlığı, yaşlı bakımı, erken çocukluk eğitimi, çocuk bakımı ve diğer sosyal bakım hizmetleri dahil olmak üzere ücretsiz ve evrensel sağlık ve bakım hizmetleri desteklenmelidir.- Borç azaltma ve silme işlemleri için uluslararası çabalar desteklenmeli ve dünyanın en azgelişmiş ülkelerinde evrensel sosyal korumayı desteklemek için bir “Küresel Sosyal Koruma Fonu” oluşturularak küresel dayanışma gösterilmeli.- Özellikle gençlik ve çıraklıklara odaklanarak kaliteli kamu eğitimine yatırım yapılmalı ve sosyal ortaklarla birlikte herkes için yaşam boyu öğrenmeyi sağlamak için iddialı bir gündem uygulanmalı. - ILO’nun kadınlar ve erkekler arasında “eşit değerde işe eşit ücret” ilkesinin uygulanmasını yasallaştırmak, izlemek ve yürürlüğe koymak ve işyerinde şiddeti ortadan kaldırmak için ILO’nun 190 sayılı sözleşmesi onaylanmalı. - Sağlık ve bakım alanında kamu yatırımları artırılmalı. - Eğitim ve öğretimde fırsat eşitliği sağlanmalı. Mustafa ÇakırKritik hastalara aşıönceliği verilmesi istendi
Kritik hastalara aşı önceliği verilmesi istendi Kritik hasta olarak yaşamlarını sürdüren böbrek nakli olmuş hastalar, diyaliz hastaları ve kanser hastaları salgından korunmak için 1 yıla yakın süre izole bir hayat yaşıyorlar. Salgın riskinden dolayı aşıda öncelik bekliyorlar. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gazetemize ulaşan böbrek nakli olmuş hastalar, diyaliz hastaları ve kanser hastaları, koronavirüs salgını nedeniyle 1 yıla yakın bir süredir izole bir hayat yaşadıklarını ve koronavirüse karşı aşı sırasında öncelik beklediklerini aktardı.Böbrek nakli olmuş bir hasta, durumunu “Bir yıldır köydeyim. İzole yaşıyorum. Nakil geçirmiş insanlar aşılanmıyor. Aldığımız organları vücut reddetmesin diye bağışıklık düşürücü ilaçlar kullanıyoruz. Bir mikrop kapmada ölümcül hasta oluruz. Grip bile olmamak gerekiyor” sözleriyle aktardı.İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu, “Bu hastalara tabii ki öncelik sırası verilmeli. Şu anda bir aşılama tablosu oluşturulmuş durumda. Sorunumuz, aşının yavaş yapılıyor olması” dedi. “ASIL SORUN AŞIDAKİ YETERSİZLİK”Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut ise aşı programında 2. aşamada risk faktörlerinin önceleneceğini belirtti. Her hastalığın özel olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Bulut, “Asıl sorun aşıdaki yetersizlik” diye konuştu. Bilim Kurulu’nun da kanser ve nakil olmuş hastaların öncelikli olarak aşılanması için çalıştığı öğrenildi. Sarp SağkalÇin’e uzanan tarihi dolandırıcılıktan eski TÜGVA yöneticisiçıktı
Çin’e uzanan tarihi dolandırıcılıktan eski TÜGVA yöneticisi çıktı TÜGVA Genel Başkanı Eminoğlu, dolandırıcılıkta adı geçen Soner Çokyiğit’in gönüllü olarak görev yaptığını, 2 yıldır da bağlantısı olmadığını söyledi. İsviçre merkezli bir firmanın, İstanbul üzerinden Çin’e göndermek istediği 36 milyon dolarlık bakır külçeleri kaldırım taşıyla değiştiren dolandırıcılık şebekesinin ilginç bağlantılarına ulaşıldı. “Beyin takımı” olduğu belirtilen 3 kardeşten Soner Çokyiğit’in, AKP’ye yakınlığıyla bilinen eski Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) yöneticisi olduğu ortaya çıktı. TÜGVA Genel Başkanı Enes Eminoğlu, Çokyiğit’in gönüllü olarak görev yaptığını, 2 yıldır da TÜGVA ile bir bağlantısı olmadığını söyledi. İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, 2 Mart’ta, İsviçre merkezli bir madencilik firmasının Türkiye’den satın aldığı ve denizyoluyla Çin’e gönderdiği 36 milyon dolar değerindeki külçe bakırların yerine konteynırlardan bakır rengine boyanmış kaldırım taşı çıktığı şikâyeti üzerine çalışma başlattı. Gemilerin Çin’e varması ile ortaya çıkan dolandırıcılığa ilişkin 4 ay süren çalışmalar sonucunda, 14 kişi gözaltına alındı. Cumhuriyet tarihinin en büyük meblağlı dolandırıcılıklarından biri olarak gösterilen olayda, gözaltına alınanların 11’ine ev hapsi şartı verildi, 3’ü ise adli kontrolsüz serbest bırakıldı. ‘İMZA YETKİSİ YOK’İsviçreli firmanın yetkilileri tutuklama olmamasına tepki gösterirken, olayın beyin takımının ise Sinan Çokyiğit (41), Dursun Çokyiğit (37) ve Soner Çokyiğit (36) kardeşler olduğu ileri sürüldü. Soner Çokyiğit’in ise eski TÜGVA yöneticisi olduğu ortaya çıktı. TÜGVA İstanbul Çalışan Gençlik Koordinatörlüğü de yapan Çokyiğit, 22 Aralık 2018’de tek liste ile gerçekleştirilen TÜGVA 3. Olağan Genel Kurulu’nda, genel merkezdeki Çalışan Gençlik Koordinatörlüğü’ne getirildi. Cumhuriyet’in ulaştığı TÜGVA Genel Başkanı Eminoğlu, “Çokyiğit’in İstanbul’da görev yaptığını, görevini gönüllü olarak sürdürdüğünü, imza yetkisinin olmadığını ve yaklaşık 2 yıldır da TÜGVA ile bağlantısının olmadığını” söyledi. Eminoğlu, geçen aralık ayında Çokyiğit’i ziyaret etmiş, ziyareti “Vefa varsa veda yoktur” etiketi ve “Bir önceki dönem yol arkadaşlığımızı yapan yönetim kurulu üyelerimize misafir olmaya devam ediyoruz. Rabbim muhabbetimizi ve dostluğumuzu baki kılsın” ifadeleri ile sosyal medya hesabından duyurmuştu. Sefa UyarİBB Genel Sekreter YardımcısıPolat, tarihi Divanhane Karakolu binasının yıkılmasına tepki gösterdi
İBB Genel Sekreter Yardımcısı Polat, tarihi Divanhane Karakolu binasının yıkılmasına tepki gösterdi İstanbul’un önemli bir tarihi mirası, Koruma Kurulu onaylı yol genişletme çalışması nedeniyle yok oluyor. Kasımpaşa'da bulunan ve Sultan Abdulaziz dönemine ait yapı olan Divanhane Eski Karakolu'nun yıkım kararı tüm çabalara rağmen engellenemedi. İstanbul Kasımpaşa’daki Sultan Abdulaziz’in yaptırdığı tarihi Divanhane Karakolu binasının tartışmalı Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi’ne (Haliçport) etki alanında kaldığı ve bu kapsamda yıkıldığı ortaya çıktı. Tüm itirazlara karşın yıkımın sürdüğüne dikkat çeken İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, “Tarihi binaya kefen mi biçtiniz, tabut mu? Hiçbir gerekçesi olmayan yok etmenin ve yıkmak için gösterilen bu telaşın anlamı nedir” diye sordu. Haliçport olarak projenin ihalesini 2013 yılında 1.3 milyar dolar bedelle Rixos otellerinin sahibi Fettah Tamince almıştı. Türkiye ile Katar arasında, Katar’ın İstanbul Haliç Altın Boynuz Projesi’ne yatırım yapmasına dair bir anlaşma imzalandığı belirtilmişti.HİLTİYLE GİRDİLERBina geçen aylarda iş makineleri ile yıkılmaya başlamıştı. Yıkım çalışmasıyla ilgili gelen ihbarlar üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekipleri olay yerine şubat ayı başında giderek tutanak tuttu ve Divanhane’deki çalışma durduruldu. Tutatanakta yıkımın hilti, ağır iş makineleri ve vinç ile gerçekleştirildiğine not düşüldü. Bakanlık yaptığı açıklamada karakol binasının sökülerek yeni yerinde özgün malzemeler ile ihya edileceğini açıkladı. İBB 2 Şubat’ta Koruma Kurulu’na başvurarak yıkımın durdurulmasını ve iptalini istedi. Koruma Kurulu 11 Şubat’ta aldığı özgün malzemelerin korunduğunu belirterek yıkımın devam etmesine karar verdi. İBB önceki gün İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurarak yıkımın ve kurul kararlarının yürütmesinin durudurulmasını talep etti. İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat söz konusu karakol binası önünde dün basın açıklaması yaptı. Süreç hakkında bilgi veren Polat söz konusu alanın ana arterde olduğuna dikkat çekerek İBB yetkisinde kaldığını söyledi. Polat, İBB’nin 4 Şubat’ta yeni bir karar alarak yıkıma gerekçe gösterilen yol güzergâhını değiştirdiğini belirterek bu nedenle yıkımın acilen durdurulmasını istedi. Polat, “Burada uygulama yapanların tamamı bir tarihi eseri dayanak olmadan yıktıkları için suç işlemektedirler. Yapının içerisini hem hava görüntüleri hem de belgeleme yöntemiyle takip ettik. Şu anda içeride bütün volta döşemelerin büyük oranda yıkıldığını, binanın kabuğunun kaldığını içerideki tahribatın artık bu kararlar durdurulsa bile binanın yıkılma düzeyine getirildiğini görüyoruz. Bu açıdan vahim bir durumla karşı karşıyayız. Binanın kurtarılıp restore edilmesi lazım” dedi.SÜREÇ NASIL BAŞLADI?Tarihi binayı yıkıma götüren süreç, Koruma Kurulu’nun binanın yıkılabileceğine yönelik 2015 yılında aldığı kararla başladı. İBB Ulaşım ve Trafik Düzenleme Kurulu 2018 yılında aldığı kararla Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi’ne ait otopark giriş-çıkışları ile tesise erişimi sağlayan yolların düzenlenmesi kapsamında binanın taşınmasına karar verdi. Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile Haliç Altınboynuz Marina Turizm şirketi arasında imzalanan protokol ile eski karakol binası için yıkım ruhsatı düzenlenmesi istendi. Daha sonra yıkım kararı geldi. Hazal Ocak‘Covid-19’gerekçe gösterilerek demiryollarında denetim yapılmamış
‘Covid-19’ gerekçe gösterilerek demiryollarında denetim yapılmamış Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın demiryollarında emniyet sağlanmasına yönelik denetim çalışmalarının, faaliyet raporunda hedeflenen noktaya ulaşılmadığı anlaşıldı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Akın, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın demiryollarında emniyet sağlanmasına yönelik denetim hedeflerine ulaşılamadığını itiraf ettiğini açıkladı. Akın, “Bakanlık denetimsizliğe, lebaleb dolu AKP kongrelerine engel olmayan Covid-19’u gerekçe gösterdi. Yeni kaza endişemiz artıyor” dedi.10 DENETİMDEN TEK BİR TANESİ BİLE YAPILMAMIŞCHP’li Akın, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın 2020 yılı Faaliyet Raporu’nda demiryolu ulaşımıyla ilgili emniyet hedeflerinin gerçekleşmediğinin ortaya çıktığını belirtti. Akın, “Faaliyet raporuna göre bakımdan sorumlu kuruluş ve birimlere dair hedeflenen 10 denetimden tek bir tanesi bile yapılmamış” dedi. Erdem SevgiMimarlığa ilahiyatçıdekan atanmasına Mimarlar Odasıtepki gösterdi
Mimarlığa ilahiyatçı dekan atanmasına Mimarlar Odası tepki gösterdi Prof. Dr. Ali Osman Öztürk’ün 2019'da Hitit Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasıyla birlikte Halil İbrahim Şimşek de rektör yardımcılığı görevine getirildi. Uzmanlık alanı Temel İslami Bilimler olan Şimşek, 4 fakültenin de dekan vekilliği görevine getirildi. Hitit Üniversitesi’ne 2019 yılında Prof. Dr. Ali Osman Öztürk’ün rektör olarak atanmasıyla birlikte Bayburt Üniversitesi’nden naklini yaptırarak rektör yardımcılığı görevine getirilen Halil İbrahim Şimşek, 4 fakültenin dekan vekilliği görevine getirildi. Şimşek, Ensar Vakfı Çorum Şubesi Başkan Yardımcılığı görevi de yapmıştı.Şimşek, uzmanlık alanı Temel İslami Bilimler olmasına karşın Hitit Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi dekan vekilliği, Spor Bilimleri dekan vekilliği ve Turizm Fakültesi Dekan vekilliği görevi yapıyordu. Şimşek, Rektör Ali Osman Öztürk tarafından Fen Edebiyat Fakültesi dekan vekilliği görevine de atandı.Şimşek, geçmişte Ensar Vakfı Çorum Şubesi’nde başkan yardımcılığı görevini yürütmüştü. Şimşek, geçen yıl Çorum’da düzenlenen bir açılış programında açılış duası bilmediğini söylemesiyle gündeme gelmişti. ‘EĞİTİM VERİLEMEZ’Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nden yapılan açıklamada, Şimşek’in atanmasına tepki gösterildi. Açıklamada, “Atama, Cumhuriyet değerlerinden, laiklik ilkesinden ve bilimsel eğitimden ne kadar uzaklaşıldığını, yönetenlerin şirazesinin ne denli bozulduğunu bir kez daha göstermekte. Mimarlık ve tasarım bölümleri için öncelikli gereklilikler eleştirel düşünce, bilimsel bilgi ve yaratıcı zekâdır. Tersinin gerçekleşmesi halinde karşılaştığımız tablo, deprem başta olmak üzere yaşanan afetlerde ‘takdiri ilahi’ diyenler olmakta. İlahiyatçı Halil İbrahim Şimşek, Mimarlık Fakültesi’ne vekâlet edemez, mimar olmayan yerde mimarlık eğitimi verilemez” denildi. Seyfettin MeteBedri Baykamöncülüğünde‘Demokratik Dijital Devrim’tüzüğüaçıklandı
Bedri Baykam öncülüğünde ‘Demokratik Dijital Devrim’ tüzüğü açıklandı Bedri Baykam öncülüğünde CHP için oluşturulan “Demokratik Dijital Devrim” tüzüğü tanıtılarak önümüzdeki günlerde taslağın detayları Kemal Kılıçdaroğlu’na sunulacağı açıklandı. Tüzük, parti üyelerinin her birini karar alma mekanizmalarına taşımayı hedefliyor. CHP için oluşturulan “Demokratik Dijital Devrim” tüzüğü ressam Bedri Baykam öncülüğünde tanıtılarak CHP’nin iktidar olma gücünü ittifaklardan önce örgütünden alabileceği vurgulandı. Parti üyelerinin her birini karar alma mekanizmalarına taşımayı hedeflediklerini belirten Baykam, önümüzdeki günlerde taslağın detaylarını CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na sunacağını açıkladı.Eski CHP Parti Meclisi üyesi ressam Bedri Baykam CHP’de parti içi demokrasi adına en gerçekçi adım olarak gördükleri, “Demokratik Dijital Devrim” (D3) tüzük taslağını Taksim’deki Piramid Sanat Galerisi’nde düzenlenen basın toplantısıyla kamuoyuna duyurdu. Prof. Dr. Tolga Yarman, Tevfik Kızgınkaya ve Mustafa Pınar’ın da katıldığı toplantıda konuşan Baykam, amaçlarının halkla siyaseti doğrudan buluşturmak olduğunu belirterek “Her üyenin bulunduğu noktadan milletvekilini, belediye başkan adayını, ilçe başkanını ve genel başkanını kendisinin seçebileceği bir sistemi uygulamaya sokmak istiyoruz” dedi. Teknolojik sistemleri kullanarak parti içi demokratikleşmeyi sağlamanın önemine vurgu yapan Baykam, “Hayatımıza uyguladığımız teknolojik girişimleri siyasete uygulamıyoruz. O yüzden insanlar, gençler ve Z kuşağı siyasete uzak kalıyor. Biz diyoruz ki bırakın İzmir milletvekilini İzmir’de oturanlar seçsin, Kütahya’nın il başkanını Kütahya’da oturanlar seçsin” diye konuştu. ‘TEKELİ KIRMAK İSTİYORUZ’Prof. Tolga Yarman ise “Yeni bir ‘ekmek için Ekmeleddin’ faciası istemiyoruz. CHP’yi kimseye yedirmeyiz. Cumhurbaşkanı adayımızı kendimiz belirlemek istiyoruz. Bizim yapmaya çalıştığımız siyasette tekeli ve tekelleşmeyi kırmak” dedi. Mustafa Pınar ise “Tek adam rejimine karşı çıkan bir siyasal parti liderinin, parti içerisinde tek adayı dayatmasını kabul etmemiz mümkün değildir” diye konuştu. Tevfik Kızgınkaya da “Bizim burada hepimizin bir tek hedefi var, örgütüyle bütünleşmiş, üyeleriyle, enerjisiyle iktidara inanmış, kitlenmiş bir CHP. Ancak böyle iktidar olacağına inanıyoruz” ifadelerini kullandı. 3D TÜZÜĞÜNDE NELER VAR- Cumhurbaşkanı adayının tüm üyelerle belirlenmesi.- Genel Başkan, PM üyeleri, milletvekilleri, belediye başkanları yüzde 3’lük genel merkez kontenjanı dışında tüm üyelerle seçilmeli.- Gençler ve kadınlar için kota seçilebilir yerden olmalı. - 2 kez üst üste seçim kaybeden genel başkan görevi bırakmalı. Leyla KılıçTürkiye Barolar Birliği Başkan YardımcısıÖzbek: Yunanistan tarihsel gerçekleriçarpıtıyor
Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Özbek: Yunanistan tarihsel gerçekleri çarpıtıyor Türkiye ile Yunanistan arasındaki yeniden başlayan istikşafi görüşmelerini, Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Hüseyin Özbek’e sorduk. Türkiye ile Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmeler, kısa süre önce yeniden başladı. Ardından iki ülke heyeti NATO kapsamında buluştu. Belli ki görüşmelerin devamı gelecek. Yunanistan, Türkiye’ye müzakere konuları, müzakere çerçevesi dayatmayı sürdürecek. Arkasına ABD ve Avrupa Birliği’ni alarak Türkiye’den ödün koparmaya çalışacak. Mübadele de Yunanistan’ın kullanmak istediği konu başlıklarından biri. Bu konuda Türkiye’de de belli adımlar atıyor Atina. Konuyu, hukuki ve tarihi boyutuyla, mübadele ile ilgili çalışmaları da olan Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Hüseyin Özbek’e sorduk. - Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan mübadele, hangi koşulların ürünüydü? Lozan görüşmeleri sürerken 30 Ocak 1923’te Türkiye ile Yunanistan arasında, “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” imzalandı. Protokole göre Yunanistan uyruklu Müslümanlar Türkiye’ye, Türk uyruklu Ortodoks Rumlar Yunanistan’a gönderilecekti. Yunanistan’da Batı Trakya Müslümanları (Türk), Türkiye’de ise İstanbul (Adalar dahil) Rumları mübadele dışı kalacaklardı. - Türkiye’de özellikle liberal çevrelerde, mübadele konusunda da Türkiye’yi ve Atatürk’ü suçlayan bir tutum var. Bunu neye bağlıyorsunuz? Günümüzde liberal çevreler ve bazı aydınlarımız, mübadelenin Türkiye’nin isteği ve zorlamasıyla gerçekleştiğini, 1.2 milyon Rumun yerinden yurdundan edildiğini söylüyor. Tarihsel gerçeklik bunun tam tersi. Lozan tutanakları, bunun tam tersini belgeliyor. Mübadeleyi hararetle isteyen taraf Yunanistan. Hatta Venizelos, 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına birkaç ay kala, 1914 Mayıs ve Temmuz aylarında, İzmir ve Havalisi Rumları ile Makedonya’daki Türklerin karşılıklı yer değiştirmesini önermiştir. Yunanistan’ın nüfus ihtiyacını bu yolla karşılamayı düşünmüştür. Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı’nı kaybedince Atina, Anadolu’dan pay kapmak istemiştir. Mübadeleye gerek kalmadığı düşüncesi baskın çıkmıştır. Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanınca Yunanistan açısından işler tersine dönünce değişti. Venizelos, mübadeleyi yeniden gündeme getirdi.- O dönemin koşullarında mübadele dışında bir seçenek mümkün müydü? Değildi. Türkiye, Türkiye’de yaşayan, Türk uyruklu Ortodoks Rumların da vatanıdır. Ülkelerini savunmaları gerekirken, ülkelerini işgale gelen Yunan ordusu ile işbirliği yapmak, Yunan ordusuna asker yazılarak Türkiye’ye silah çekmek, “vatana ihanet” suçunu oluşturur. Bu yurttaşların bir kısmı da üniforma giyip silah kuşanarak, işgalciler tarafından örgütlenen, “Mikrasiati Amina - Küçük Asya Savunma Örgütü” bünyesinde Türkiye’ye karşı faaliyet göstermiştir. Karadeniz bölgesinde yaşayan Ortodoks Rumların bir bölümü, Yunanistan destekli Pontus devleti kurmak için Pontus çeteleri kurup çevredeki Türk köylerinde etnik temizlik yapmıştır. Atatürk; Nutuk’ta, Pontus kalkışmasına değinirken önemli bilgiler verir. Bu çetelerin silahlı unsurlarının 25 bin kişiyi bulduğunu, Karadeniz bölgesinde sayısız katliamlar yaptığını söyler. Buna karşılık Müslüman (Türk) azınlığın, uyruğu bulundukları Yunan devletine karşı bir kalkışması, aleyhte siyasi faaliyeti yoktur. - Büyük Taarruz sonrasında dengeler nasıl değişmiştir? Büyük Taarruz sonrası, kısa zamanda, 9 Eylül 1922’de İzmir kurtarılmıştır. İşgalcilerle işbirliği yapanlar, Yunan ordusuyla birlikte Anadolu’dan kaçmıştır. O nedenle 30 Ocak 1923’te Mübadele Protokolü imzalandığında Yunanistan uyruklu 500 bin civarında Müslüman - Türk Türkiye’ye gönderilmiştir. Bizde ise mübadele kapsamına giren 1.2 milyon Ortodoks - Rum’un büyük çoğunluğu, mübadele protokolü uygulanmadan önce Anadolu’yu terk ettiğinden, geriye kalanlar mübadele kapsamında Yunanistan’a gönderilmiştir. Mübadele Yunanistan’ın ısrarıyla gündeme gelmiştir. - Bu tarihsel gerçeklere karşın Yunanistan’ın düşmanca tutumunu nasıl açıklamalı? Yunanistan parlamentosu, 25 Ağustos 1998’de, 14 Eylül 1922 tarihini, (Yunan birliklerinin ana unsurlarının Anadolu’yu terk ettiği tarih) “Küçük Asya Helenlerinin Soykırımı” tarihi olarak kabul etti. Ardından 24 Şubat 1994’te, 19 Mayıs 1919 tarihini, “Pontus Rumları Soykırımı” tarihi olarak kabul etti. Türklerin, işgalcilere karşı verdiği destansı mücadelenin simgesel tarihlerinin, onur günlerinin, işgalciler tarafından “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali bu şekilde çarpıtılması düşündürücüdür. Yunanistan; komşu bir ülkeyi işgale kalkışmış, Atatürk’ün; “Askerlik şerefinden yoksun katiller sürüsü” olarak nitelediği zalim Yunan ordusu, Anadolu’da yağma, talan, katliam yapmıştır. Bunların hesabını vermesi veya utanç içinde başını önüne eğmesi gerekir. Fakat Yunanistan tam tersini yaparak mazlum bir millete iftira atmaktadır.- Yunanistan, mübadele konusunu nasıl kullanıyor? Yunanistan, mübadeleyi Türkiye’ye yönelik siyasi ve kültürel ataklarında koçbaşı olarak kullanıyor. 30 Ocak 1923’te Lozan’da Yunanistan baş delegesi Venizelos’un büyük bir istekle imzaladığı protokole hiç değinmiyor. Mübadeleyi, Rumları Anadolu’dan zorla göndermek için Türkler tarafından uygulanmış tek taraflı, hukuk dışı bir tasarruf olarak yansıtıyor. Türkiye’de kendisini aydın, entelektüel olarak gören bazı yurttaşlarımız üzerinde de etkili oluyor maalesef. Türklerin kolektif bilinci, milli duyarlılığı tahrip ediliyor. İyi düşünülmüş, en ince noktasına dek planlanmış, hiçbir ayrıntısı ihmal edilmemiş bir toplum mühendisliği ile karşı karşıyayız. ‘KÜLTÜREL KARASULAR KAÇ MİL?’- Son dönemde mübadele konusunu bütünüyle Yunanistan’ın gözünden ele alan çok sayıda kültürel, sanatsal faaliyet göze çarpmıyor mu? Mübadele konusunu Yunanistan’ın bu politikası çerçevesinde işleyen romanlar, makaleler, incelemeler, hatıratlar, filmler dikkat çekiyor. Bu tesadüf değil. Ülkemizde bilinç körlüğüne, bellek felcine yol açan kültürel operasyonlar, bundan sonra da artarak sürecek. Türkiye; Yunanistan’ın Ege Denizi’nde karasularını 12 mile çıkarmasını savaş nedeni saydığını defalarca ilan etti. Fakat Yunanistan’ın kültürel karasularının 12 milin çok ötesine geçtiğini fark edemedi. Suyun iki yakasına uzanan sevdaların, yarım kalmış aşkların, neredeyse yüz yıl saklanan çeyiz sandıklarının hikâyeleri Türk okurunu duygulandırıyor. Sinemadan, TV ekranlarından yansıyan çağdaş aşk masalları seyirciyi ağlatıyor. Bu tür toplum mühendisliğiyle oluşturulan algı o dereceye vardı ki ortalama yurttaşımız, tarihsel zorunluluk olan, Türkiye’nin uluslaşmasında büyük etkisi olan mübadeleye lanet okur hale geldi. En son, mübadele sonrası alevlenen yarım bir aşkın hikâyesi olarak ekranlarda göreceğimiz filmin adının “Paramparça” olduğunu okuduk basında. Verilen demeçlerden, senarist ve yönetmen çiftin (Orhan Tekelioğlu - Nurdan Tekelioğlu) üçüncü kuşak mübadil torunları olduğunu öğrendik. Başroller; Türk ve Yunanlar arasında paylaştırılmış. Kurgusunu ve görüntü yönetmenliğini Lukas Agelastos yapıyormuş. Filmde, Yunanistan İstanbul Başkonsolosluğu Eğitim-Kültür Ataşesi Stavros Yolcuoğlu da (Samsun’dan Yunanistan’a giden bir mübadil ailesinin üçüncü kuşağı) önemli sorumluluk almış. Acaba, Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik kültürel karasuları kaç mil? Türkiye’nin, bırakalım kültürel karasularını, kültür politikası var mı? Barış Doster