Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Thursday, 07.17.2025, 12:49 PM (GMT)

News - Haberler

Ankara Tabip Odası(ATO) Yönetim KuruluÜyesi Dr. LaleşTunç, asistan hekimler için: 'Güneşışığıgörmeyen var'

Ankara Tabip Odası (ATO) Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Laleş Tunç, asistan hekimler için: 'Güneş ışığı görmeyen var' Ankara Tabip Odası (ATO) Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Laleş Tunç, asistan hekimlerin sorunlarını anlattı. Kendisi de bir asistan hekim olan Ankara Tabip Odası (ATO) Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Laleş Tunç, asistan hekimlerin uğradığı mobbingi, “Asistan hekime mobbingi bu kadar artıran şey, asistan hekimin iş tanımının net olmaması. Her pozisyonda çalıştırılabiliyor ve net bir iş tanımı olmadığı için ciddi mobbinge uğruyor” sözleriyle anlattı. Alanları dışında verilen işlerden uzun çalışma saatlerine kadar yaşadıkları pek çok sorunu aktaran Tunç, “Resmi çalışma saatimiz bile 36 saat. Bu zaten çok uzun ama bunun da ötesine çıktığımız çok oluyor. Hiç güneş ışığı görmeden aylar geçiren asistanlar var” ifadelerini kullandı.Asistan hekimlere yönelik mobbingi artıran en önemli unsurun “iş tanımlarının net belirlenmemesi” olduğunun altını çizen Tunç, “Her uzmanlık alanının alması gereken eğitimler belirlidir. Ama günlük hayatta bu uygulanmıyor. Daha çok kâğıt işleri gibi hastanenin işinin dönmesi için yapılması gereken işler asistan hekimlere veriliyor. Bu nedenle de asıl eğitimimize vakit kalmıyor. İşleyiş içinde eğitimimiz hep ikinci planda kalıyor” ifadelerini kullandı. Çalışma saatlerinin uzunluğuna da dikkat çeken Tunç, “Resmi çalışma saatimiz bile 36 saat. Bu zaten çok uzun ama bunun da ötesine çıktığımız çok oluyor” dedi. Sarp Sağkal

Antidepresan ilaçkullanımıyüzde 9.6 arttı.İntiharlar korkutuyor

Antidepresan ilaç kullanımı yüzde 9.6 arttı. İntiharlar korkutuyor Salgın nedeniyle ekonomik kriz giderek derinleşti. Son iki ayda işini kaybeden ve geçim sıkıntısı yaşayan 95 yurttaş yaşamına son verdi. 2020 yılında 99 bin 588 esnafın dükkânı ve 40 bin 735 şirket kapandı, gerçek işsiz sayısı 10.7 milyona ulaştı. Bir hanede bir değil, birden fazla kişi borçlu. Salgın nedeniyle ekonomik kriz giderek derinleşirken, 2021 yılında geride bıraktığımız 2 ay içinde işini kaybeden ve geçim sıkıntısı yaşayan 95 yurttaş yaşamına son verdi. Ticaret Bakanlığı verilerine göre 2020 yılında 99 bin 588 esnafın dükkânı ve 40 bin 735 şirket kapandı, gerçek işsiz sayısı ise 10.7 milyona ulaştı. Salgının ekonomik etkilerini azaltmak için ilk olarak 17 Nisan 2020 tarihinde ilan edilen işten çıkarma yasağı mayıs ortasında bitecek. Yasağın bitmesiyle birlikte işsizler ordusuna binlerce kişinin daha katılması bekleniyor.Kocaeli’nde son 10 gün içerisinde ekonomik sıkıntı nedeniyle 7 kişi yaşamına son verdi. İzmir’de 31 Ocak’ta iki çocuk babası müzisyen Erdem Topuz, 19 Şubat’ta bir yıldır işsiz olduğu belirtiyen 29 yaşındaki müzisyen Mehmet Mert El, canına kıydı. 2021 yılında geride bıraktığımız yaklaşık 2 ay içinde eden 95 kişinin benzer gerekçelerle yaşamına son vermesi ağır tabloyu gözler önüne seriyor.CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, CHP Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) Meclisi üyesi Pınar Abdal, acı tabloyu Cumhuriyet’e değerlendirdi.‘YÜZDE 80’İ YOKSUL’- CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba: Gerçek işsizliğimiz 11.2 milyonu aşmış. İşsiz kalan, geçim sıkıntısı yaşayan, ailesine bakamayan milyonlar artık tek çare olarak intiharı düşünmektedir. Türkiye’de neredeyse her bir hanede artık tek bir kişi değil, birden fazla birey borçlu durumda. Kısa çalışma ödeneği pandemi sonrasına kadar devam ettirilmezse ilerleyen aylarda kitlesel işten çıkarmaların yaşanması kaçınılmazdır. Kısa çalışma ödeneği devam etmeli ancak ücretsiz izin köleliğine ve kod29’dan işten çıkarmalara son verilmelidir. Ayrıca salgın sürecinde işverenlere İşsizlik Fonu’ndan verilen desteklere son verilmeli, fon sadece işçiler için kullanılmalıdır.- CHP Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer: 81 ilin yerel gazetelerini tek tek taradık ve ocak ayında en az 95 kişinin intihar ettiğini belirledik. Kaç kere sormamıza rağmen bakanlık bize veri vermiyor. İntiharların en büyük nedeni şüphesiz pandemi koşullarıyla birlikte ağırlaşan ekonomik sıkıntılar.- İSİG Meclisi üyesi Pınar Abdal: İşsizlik pandemi döneminde had safhaya ulaştı. 10 milyonu aşkın işsiz var. İstihdamda olup pandemiden dolayı işbaşında olmayan 5 milyon kişiyi de düşünmek gerekiyor. Pandemi döneminde sözde işten çıkarma yasaklanmıştı. Fakat bu dönemde ücretsiz izin silah olarak kullanıldı. Bu kapsamda 2 milyon kişi ücretsiz izne çıkarıldı. Diğer yandan Kod 29’da suistimal edilerek işten çıkarmalar yaygınlaştı. Bunlar buzdağının görünen kısmı. Biz bir yandan da işyerinde ve işe bağlı intiharların kaydını tutuyoruz. TÜİK verilerinde de intihar edenlerin yüzde 80’inin yoksullar olduğunu görüyoruz. Türkiye’de işsizlik ve yoksulluk oranlarının artmasıyla beraber intihar oranlarının da arttığını görüyoruz. İşsizlik, borçluluk, güvencesizlik ve işyerinde baskı, intiharların başlıca sebepleri. Tedbirlerin bırakılması durumunda bu rakamların daha da artacağı ortada.DÖRT BİR YANDA BUHRAN VARCHP Ankara Milletvekili Eczacı Gamze Taşcıer, antidepresan ilaç kullanımındaki artışa dikkat çekerek “Saray’dan görünmüyor olabilir ancak Türkiye’nin dört bir yanında büyük bir buhran var” dedi.Antidepresan kullanımındaki artışa dikkat çeken CHP’nin eczacı kökenli milletvekili Gamze Taşcıer, “2019’da 49.8 milyon kutu antidepresan ilaç satılırken bu sayı 2020’de 54.6 milyona çıktı. Artış oranı ürkütücü boyutta. 2018’den 2019’a artış oranı yüzde 1.8 iken 2019’dan 2020’ye artış oranı yüzde 9.6 olmuş. Bunların reçeteli ilaçlar olduğu ve pandemi nedeniyle sağlık kurumlarına gitmeye çekinildiği de düşünüldüğünde, antidepresan kullanma ihtiyacı olan vatandaş sayısının aslında çok daha fazla olduğu da ortada” dedi. Türkiye’nin görülmemiş bir krizle karşı karşıya olduğunu belirten Taşcıer, “Sonuçta da antidepresan kullanım oranı olağanüstü düzeyde artıyor. AK Parti Türkiye’nin psikolojisini bozuyor” ifadelerini kullandı. Zehra Özdilek

28Şubat’ın 24. yılında emekli OrgeneralÇetin Doğan, sahte belgeyi açıkladı

28 Şubat’ın 24. yılında emekli Orgeneral Çetin Doğan, sahte belgeyi açıkladı 28 Şubat, 1997’de yaşandı. 103 sanıklı dava, AKP’nin yargıyı FETÖ’ye teslim ettiği yıllarda açıldı. Davanın sanıklarından emekli Orgeneral Doğan, “Son günlerde yandaş medyada 28 Şubat sürecinin gündeme getirilmeye başlanması Yargıtay safhasındaki davanın incelemeye alındığının işaretidir” dedi, FETÖ’nün 28 Şubat davasında da sahte belge ürettiğini söyledi. - “Genelkurmay Başkanlığı, ‘Gizli’ gizlilik derecesine sahip evrakın dışarıya sızdırılmasına karşı bir önlem olarak 5 Kasım 2002 tarihinden itibaren ‘evrak güvenlik numarası’ uygulamasına geçmiştir. Bu tarihten itibaren Genelkurmay Karargâhı dışına yayımlanan evrak ‘numaratör’ ile kaşelenmeye başlanmıştır.”- “Kumpasçıların 1997 tarihini taşıyan, ürettikleri ve amaçlarına uygun olarak tahrif ettikleri gerçek belgeler üzerinde ‘evrak güvenlik numarası’ bulunmakta. 28 Şubat davasının ek klasörlerinde 2002 yılı öncesine ait bir kısım gerçek tarih sayılı belgelerin üzerinde ‘evrak güvenlik numarası’nın bulunması, bu belgelerin içeriklerinin de tahrif edilmiş olduğunu kanıtlıyor.”- Sayın Doğan, Türkiye bir ara yargı reformunu tartışıyordu, şimdi de yeni anayasayı.. “Amaç, gündem değiştirmek” diyenler de var... Siz ne düşünüyorsunuz?Amaç, gündem değiştirmekse “uzay muhabbeti” türünden konuların ortaya sürülmesinin kamuoyunda çok daha fazla ses getirdiğini birileri “Encümen-i Daniş”e fısıldasa iyi olur. Bu tür muhabbetlerle ahali kasvetli karantina günlerinde Nasreddin Hoca’nın torunlarının ürettikleri gülmeceler ile nasipleniyorlar. “Bir kahkaha bir kilo pirzolaya bedeldir” diye bir atasözümüz bile var, unutulmasın. Yeni anayasa tartışmasını gündeme taşımak bizim sadece içimizi acıtıyor. Uygulanmayan bir anayasa ve usul hukuku varken, yargı erkinin ahaliye çektirdiği çile ortadayken, yeni anayasa ve yargı reformu tartışması açmak ahalinin ne işine yarıyor? Havanda su dövmenin zamanı olmadığını belirtmek için, bazı hatırlatmalar yapmak uygun olacaktır. Yeni anayasa ve yargı reformlarının gündeme getirilmesi hep toplumsal düzeni aşamalı olarak siyasi İslama taşıma amaçlı olmuştur. Şimdiye kadar “Özgürlük, bağımsız ve tarafsız yargı” ve de “Yeni Türkiye, güçlü Türkiye, etkin yürütme sistemi” sloganları ile gündeme taşınan, kabul gören iki referandumun ardından ulaştığımız nokta ortadadır. Hafıza tazelemesi amacıyla konuyu biraz daha açıklığa kavuşturalım.AMAÇ CUMHURİYET KURUMLARINI TESLİM ALMAK- Az önce bir ifadeniz oldu, onu açalım diyorum: “Yeni anayasa ve yargı reformlarının gündeme getirilmesi hep toplumsal düzeni aşamalı olarak siyasi İslama taşıma amaçlı olmuştur.”Evet, öyle dedim. Bakınız, FETÖ ile kol kola başarı ile tamamlanan 12 Eylül 2010 referandumunun amacı, siyasi İslam ve keyfi yönetime karşı direnç gösteren Cumhuriyet kurumlarını teslim almaya yönelik olmuştur. Bu amaç için referandumda hiç kimsenin itirazı olamayacak “Tam bağımsız ve tarafsız yargı” sloganı başarıyla kullanılmıştır. Bu başarıda, “kullanılmaya elverişli liberal (!) aptal” kesimlerin katkıları da elbette yadsınamaz. Sonuçta adaletin simgesi Themis’in giysisi hoyratça yırtılmış, elindeki kitap parçalanmış, ayağının altındaki yılan serbest kalmış ve de elindeki kılıç yobaz ellerde laik, demokratik, Atatürkçü yurtsever güçlere karşı acımasızca kullanılmıştır.- 16 Nisan 2017 referandumu için de aynısı söylenebilir mi?15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminin ardından devlet yönetiminde tek hâkim güç olarak cumhurbaşkanı “zuhur” etmiştir. Cumhurbaşkanı’nın anayasaya aykırı fiili uygulamalarını yasal bir zemine kavuşturmak acil bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda yeniden referanduma yeşil ışık yakan Sayın Bahçeli’nin sözleri hatırlanacaktır. 16 Nisan 2017 referandumunda AKP’nin kullandığı “Kararımız evettir... Yeni Türkiye, güçlü Türkiye, Türkiye’nin sorunlarını aşacağı etkin bir yürütme sisteminin kurulabilmesi için evettir” sloganını hatırlayalım. Referandum sonucunda fiilen demokratik parlamenter sistem sonlandırılmış, ülkemize özgü, II. Meşrutiyet dönemi padişahlarından daha yetkili, buna karşılık icraatından sorumsuz, ülkemize özgü bir “başkanlık sistemi” hayata geçirilmiştir.ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ERKEN GENEL SEÇİMLE İLGİLİ- Yargı reformu ve yeni anayasa tartışmasının niçin gündeme taşındığını konuşmaya devam edelim. Bu istemin ardında nasıl bir akıl var?“Yargı Reform Paketi” ve de anayasa değişikliği için başlatılan süreç, kaçınılmaz görünen erken genel seçimle ilişkilidir. Yaşam tutkusu, geleceğini güvenceye alma, hesap verme kaygısı, insanoğlunun doğal içgüdüleridir. Cinci hocalar, “sevap işleyerek” ahrette hesap vermekten kurtulmanın bin bir yolunu gösterseler de yaşadığımız bilgi çağında kul hakkı yiyenler için “Sap döner, keser döner; gün gelir, hesap döner” söylemi daha geçerlidir. Bu nedenle iktidar sahiplerinin kamuoyunda kuşku verici iddialarının gelecekte yasal zeminde sorgulanmasını önlemeye yönelik metinleri şu veya bu şekilde reform paketine sıkıştırmak isteyecekleri bilinmelidir. Özetle: Baskın bir erken seçime, Millet İttifakı’nın toparlanmasına fırsat vermeden takviyeli bir Cumhur İttifakı ile gidilmesini sağlamak, bu arada hazırlanacak metinlerde cumhurbaşkanın üçüncü defa seçimi, eski hesapların kapatılması, cumhurbaşkanın yemin metni ile uygulamadaki çelişkinin giderilmesi gibi mevcut pürüzleri gidermek ve yanı sıra inisiyatifin kamuoyunca genel kabulünü sağlayıcı kozmetik nitelikte tatlı/ekşi sosların metinlerde yer alacağından kuşku duyulmasın.- Röportaj yaptığım tüm hukukçular aynı noktaya dikkat çekerek “Türkiye’de yasalarda sorun yok... Sorun uygulamada” diyor. Öyleyse biz niye sürekli reform yapıyoruz?Tabii. Ülkemizde “adaletin” acınası hali bütün eksikliklerine rağmen anayasa ve yasa metinlerinin uygulanmasından değil, daha çok, uygulanmamasından kaynaklanıyor. Yargıdan duyulan şikâyetin kaynağı yargı erkinin siyasetin tasallutunda bulunması ve yargı içine siyaset simsarlarının çöreklenmiş olmasıdır. Yargıyı siyasetten arındırmadıkça, çağdaş demokratik bir toplum için vazgeçilmez demokratik hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması olanaksızdır. Bu nedenle, önce anayasa ve yasa metinlerinde görülen eksikliklerin tartışmaya açılması, arabayı atın önüne koşmaktan başka bir şey değildir. Silah arkadaşlarımla birlikte 10 seneyi aşkın süredir yargı girdabında çektiğimiz ve hâlâ da çekmeye devam ettiğimiz çilenin kaynağı, ülkemizde “yargı erk”inin tepen tırnağa büyük ölçüde siyasallaşmış olmasıdır. Yaşadığımız Balyoz ve 28 Şubat davaları sürecinde hâkim ve savcıların gözlerinin, adaletin terazisine değil, daima iktidarın işaretine, söylem ve eylemlerine odaklı olduğunu gördük. Her iki davanın bizce hâlâ devam eden sürecinde iktidar sahiplerinin davaya müdahale niteliğinde onlarca demeci tazeliğini korumaktadır. Siyasi davalarda hâkim ve savcıların yönlendirilmesinde “yandaş medyanın” da önemli işlevi olmaktadır. Ne zaman bizim “yandaş medyanın” silahşorları Bremen mızıkacıları gibi hep bir ağızdan Balyoz ve 28 Şubat davalarını gündeme getirseler, bilirim ki “yargı” ve “yönetime” bir hizmet yarışı başlamıştır. Son günlerde “yandaş medyada” 28 Şubat sürecinin gündeme getirilmeye başlanması Yargıtay safhasındaki bizim davanın incelemeye alındığının işaretidir.3 BİN 500 SAYFALIK GEREKÇELİ KARAR ÇÖPTEN İBARET- İlginç. Bu sonuca nereden vardınız?Önce 28 Şubat davasının neden ibaret olduğunu özetlemek isterim. Avukatımız Sayın Aykanat Kaçmaz, bütün sanıklar ve sanık avukatları adına, 8.7.2020 tarihinde 1734 sayfa, 18 ek, 1 CD ve 1 DVD’den oluşan bir bavul dolusu belgeyi “ortak savunma dilekçesi” olarak Yargıtay’a teslim etmiştir. Dilekçede sunulan belgeler 28 Şubat davasının gerek davayı kotaranlar gerek davayı sürdüren hâkim ve savcılar ve gerekçeli karara esas alınan sahte dijital kanıtlar, bilirkişi raporları açısından, Balyoz ve türevi davalarının karbon kopyası olduğunu kanıtlamıştır. Bu bilgiler, çok ayrıntılı olarak 28 Şubat davasının neden ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekte hiçbir ayrıntıya girmeye gerek kalmadan Genelkurmay Başkanlığı’na ait güncel tek bir resmi belge ile Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin davaya ilişkin 3 bin 500 sayfalık gerekçeli kararının çöpten ibaret olduğunu ortaya koymaya yeterlidir.- Nasıl bir belge! “Çöpten ibaret” ifadesi çok iddialı... Sahte mi?Söz konusu belge, Ankara 21. İstinaf Bölge Mahkemesi ve Yargıtay’a sunulan dosyada yer almaktadır. Madde başlıkları halinde açıklayalım: 28 Şubat davasının 3 bin 500 sayfalık gerekçeli kararında “Mahkeme heyetinin suçun sübutuna ilişkin kanaate ulaşmasında esas alınan deliller” yer almaktadır. Bu delillerin tamamının üzerinde sahte olduklarını kanıtlayan rakamsal damgalar bulunmaktadır.- Damgaları vuran kim(ler)?“Kusursuz cinayet olmaz” söyleminin doğruluğunu kanıtlayan bu damgalar, sahte delilleri üretenler tarafından vurulmuştur. Genelkurmay Başkanlığı, “Gizli” gizlilik derecesine sahip evrakın dışarıya sızdırılmasına karşı bir önlem olarak 5 Kasım 2002 tarihinden itibaren “evrak güvenlik numarası” uygulamasına geçmiştir. Bu tarihten itibaren Genelkurmay Karargâhı dışına yayımlanan evrak “numaratör” ile kaşelenmeye başlanmıştır. Gel gör ki kumpasçıların 1997 yılı tarihini taşıyan ürettikleri ve de amaçlarına uygun olarak tahrif ettikleri gerçek belgeler üzerinde evrak güvenlik numarası bulunmaktadır. Genelkurmay Başkanlığı arşivindeki bütün gerçek belgelerde ise 2002 yılı öncesinde yayımlanmış hiçbir belgede doğal olarak evrak güvenlik numarası bulunmamaktadır.BELGE İÇERİKLERİNİN TAHRİF EDİLMİŞ OLDUĞUNUN KANITI- Tüm bu olup bitenler bize neyi gösteriyor?28 Şubat davasının ek klasörlerde 2002 yılı öncesine ait bir kısım gerçek tarih sayılı belgelerin üzerinde evrak güvenlik numarasının bulunması bu belgelerin içeriklerinin de tahrif edilmiş olduğunu kanıtlıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın evrak güvenlik numarası uygulamasına ilişkin resmi yazısının başlık kısmı ile ilgili maddesini içeren fotoğraf alıntısını da size vereceğim. Belgenin aslı, Ankara 21. Bölge İstinaf Mahkemesi’ne ve Yargıtay’a sunulan dava dosyasındadır. 28 Şubat davasının gerekçeli kararında “Suçun sübutuna ilişkin kanaatin oluşmasına esas alınan delillerden” olduğu nitelendirilerek yüzlerce defa atıfta bulunulan ilk üç sahte belgenin tarih sırasına göre fotoğraf alıntıları görülmektedir. Fotoğraf alıntılarının üzerinde “evrak güvenlik numarası” belirgin olarak görülmesi için kırmızı kalemle işaretlenmiştir. Sahte belgelerin tamamı Genelkurmay amblemli 5 No’lu CD’ye kayıtlı olup çıktıları alınarak dava dosyasına konmuştur. Söz konusu CD’yi FETÖ savcısına teslim eden ise TSK’den “Fethullah Gülen cemaati ile ilişkisi nedeniyle” 1997 yılında ilişiği kesilen bir tabip yüzbaşıdır.- Belgeden ne zaman haberdar oldunuz?“Evrak güvenlik numarası” uygulanmasına Genelkurmay Başkanlığı’nca ben emekli olmadan bir yıl önce başlanmıştır. Dava dosyasındaki 1997 tarihli belgelerde “evrak güvenlik numarası”nın vurulmuş olmasını, evrakların soruşturma evresinde Genelkurmay Karargâhı’ndan 2012 yılı itibari ile gönderilmiş olmasından dolayı hiç yadırgamamıştık. Söz konusu evrakı çok ayrıntılı bir şekilde inceleyen davanın sanıklarından Sayın E. Alb. Erkan Yaykır, Ankara Bölge 21. İstinaf Mahkemesi’ne sunulmak üzere “Ortak Çatı Savunmasını” hazırlama aşamasında dikkatimizi çeken bir tespitini paylaşmıştır. Sahte ve tahrifata uğramış 1997 tarihli gerçek belgelerin tamamı “evrak güvenlik numarası” ile taranmış olarak Tamer Tatar tarafından savcılığa teslim edilen CD’nin içeriğinde bulunmaktadır. Bu suretle Genelkurmay Karargâhı’ndan cumhuriyet savcılığına gönderilen belgelerin aslında CD’den çıktı alınarak Genelkurmay Başkanlığı’ndaki işbirlikçilere gönderilen belgeler olduğu belirlenmiştir. Sahte ve tahrifata uğratılmış belgelerin orijinal kaynağı olan CD’de taranmış olarak “evrak güvenlik numarası” taşıması, kurulan kumpasın tartışmasız kanıtıdır. Bu kanıt Genelkurmay Karargâhı’nda “evrak güvenlik numarası” uygulamasının tarihçesi hakkında bilgi sahibi olmayan kumpasçıların “olay mahallinde” farkına varmadan bıraktıkları izleridir.GENELKURMAY BAŞKANLIĞI’NIN TEYİDİNDE SORUN YAŞADIK- Nasıl ele geçirildi?Evrak güvenlik numarasına ilişkin söz konusu Genelkurmay belgesinin ele geçirilişi biraz “pehlivan hikâyesine” benziyor. Uzatmadan özetleyeyim: Sayın Yaykır’ın önerisi üzerine ortak çatı savunmasının hazırlanmasında görev alan avukat Sayın Ömer Çelikkese, 22 Temmuz 2019 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’na “Bilgi Edinme Hakkı” kapsamında bazı bilgi ve belgeleri talep eden bir dilekçe göndermiştir. Talep edilen bilgiler arasında “evrak güvenlik numarası” uygulamasının Genelkurmay Başkanlığı’nda ne zaman başladığı hususu da yer almaktadır. Yapılan resmi yazışmalardan anladığımız kadarı ile Genelkurmay Başkanlığı’nca 21. Bölge İstinaf Mahkemesi’ne 30 Temmuz 2019 tarihinde bir yazı göndererek söz konusu dilekçeye cevap verilip verilmeyeceği hususunda bilgi talebinde bulunmuştur. 21. Ankara Bölge İstinaf Mahkemesi 12 Eylül 2019 tarihli cevabi yazısında “Talep edilen bilgi ve belgelerin verilmesi hususunda bir değerlendirme yapılmasının uygun olmadığı” şeklinde yanıt vermiştir. Bunun üzerine Genelkurmay Karargâhı’nda başkanlıklar düzeyinde bir toplantı yapılarak durum değerlendirmesi yapılmış ve nihayet evrak güvenlik numarası uygulamasına Genelkurmay Karargâhı’nda 5 Kasım 2002 tarihinde başlandığına ilişkin emrin tarih ve sayısı dilekçe sahibine resmen bildirilmiştir. Bu noktada dava sürecinde ortaya çıkardığımız sahtekârlıkların Genelkurmay Başkanlığı’nca teyidinde neden sorun yaşadığımıza açıklık kazandırayım.- Lütfen...Adli Müşavirliğin koordinesinde, Genelkurmay Genel Sekreterliği ve Personel Başkanlığı’nda görevli bir kısım subayların 28 Şubat davasının kotarılması ve davanın devamı sürecinde eski savcı Mustafa Bilgili ile yakın işbirliği içerisinde olduğu duruşmalarda kanıtlanmıştır. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminden sonra açılan davalarda, iddianameyi hazırlayan Mustafa Bilgili 17 yıl, eski Genelkurmay Adli Müşaviri Alb. Muharrem Köse ve işbirlikçi arkadaşları ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olmuşlardır. Bu konuya mahkemenin dikkatini çekerek 15 Temmuz darbe girişiminden sonra davaya ilişkin soruşturmanın genişletilmesi yolunda defalarca yapılan talepler kabul görmemiştir.İŞTE O BELGE/Archive/2021/2/22/020954384-iste-o-belge.pngBu belgeye gerekçeli kararda 209 kere atıfta bulunulmakta. Kararın 163. sayfasında yer alan “6 sayfadan oluşan belgenin aslının emanetin 2013/10 sırasında kayıtlı olduğu, belgenin onaylı suretinin Genelkurmay Başkanlığı’nın 30 Ocak 2013 tarihli cevabi yazı ekinde başsavcılığa gönderildiği” şeklindeki ifade de ilk bakışta ıslak imza olmayan belgenin Genelkurmay Başkanlığı’nca onaylandığı izlenimi yaratılmıştır. Söz konusu dijital sahte belgenin 28 Şubat davasının soruşturma evresinde kitlesel tutuklamaların gerçekleşmesinden başlayarak bütün süreçlerinde TSK mensuplarına kurulan kumpasın temel dayanaklarından birisi olmuştur. Gerekçeli Kararın 396. sayfasında sahte belgenin içeriğinden atılı suça dayanak yapılan aşağıdaki ifadeler yer almaktadır: “Refahyol Hükümetini takip ve düşürmek için faaliyet göstermek üzere Batı Çalışma Grubu oluşturulmasına ilişkin Genelkurmay Başkanlığı’nda Genelkurmay II. Başkanı Çevik Bir’in başkanlığında 7 Nisan 1997 tarihinde yapılan ve hükümete muhtıra verilmesi, sıkıyönetim ilan edilmesi, hükümetin değişimi, hükümetin devamını önleyecek tedbirler, gelecek hükümetin oluşumu, kriz yönetimi oluşturulması, eylem planı yapılması, yargı ve kamu yöneticilerine destek/tehdit. Üniversite, sendika ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılması, cesaret verilmesi. Basın ve medyaya hâkimiyet sağlanması, yanlarına alınması. Batı Çalışma Grubu’nun kurulması. İki kez yapılan YAŞ toplantıları ile personelin atılmasının yeterli olmadığı. Halkın yanlarına değil, önlerine alınması; taarruzi psikolojik harekât icra edilmesi. Polise havuç ve sopanın gösterilmesi. Bilgi toplayan, eyleme dönüştüren psikolojik harekât yapan bir grup oluşturulması ve buna benzer konuların gündeme geldiği…” 28 Şubat kumpas davasını kotaranlar ürettikleri 1997 yılının tarihini taşıyan sahte belgelerin üzerine, “evrak güvenlik numarası” kaşesini vurarak kendilerini ele vermişlerdir.NEDEN ÇETİN DOĞAN? Hukuk ve siyaset tarihine kara bir leke olarak geçecek kumpas davalarında 10 yılı geride bıraktık. AKP’li Binali Yıldırım, “Balyoz’lar, Ergenekon’lar yalan mıydı” deyince ortam gerilmiş, büyük tartışmalar yaşanmıştı. Başbakanlık görevinde bulunmuş bir isim bunları hâlâ nasıl söyleyebiliyordu? Batı Çalışma Grubu’nun başkanlığını yapmış, 2003’te 1. Ordu komutanıyken Balyoz darbe planlarını hazırladığı iddia edilen ve 1 numaralı sanık olarak 2010-2014 arası hapis yatan Orgeneral Çetin Doğan, bir sohbetimizde yeni anayasadan ve Balyoz davalarının hukuki süreçlerinden konuşurken 28 Şubat davasına ilişkin öyle bir belgeden söz etti ki bize de ayrıntılarını sormak kaldı...YARIN: 2. SAHTE BELGE: BATI HAREKÂT KONSEPTİ İpek Özbey

2002’de 70’lik rakının fiyatı8 TL civarındayken aradan geçen 19 yılda fiyat yüzde 2 bin arttı

2002’de 70’lik rakının fiyatı 8 TL civarındayken aradan geçen 19 yılda fiyat yüzde 2 bin arttı Geçen yıl Türkiye’de alkollü içki tüketimi 20 milyon litre civarında azaldı. Ancak bu alanda toplanan ÖTV geliri yüzde 12 artışla 16.467 milyon liraya yükseldi. Pandemi, yasaklar, fahiş zamlar ve mahalle baskısı nedeniyle Türkiye’de alkollü içki tüketimi dramatik şekilde düşüyor. 2020 yılında Türkiye’de toplam alkollü içki tüketimi bir önceki yıla göre 19 milyon 981 bin litre azalışla, 1 milyar 8 milyon 180 bin litreye geriledi. Geçen yıl en dramatik azalış bira kategorisinde görüldü.T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı Tütün ve Alkol Dairesi Başkanlığı’nın verilerine göre, birada iç piyasa tüketimi bir yılda 10 milyon 740 bin litre düşüş gösterdi. Aynı dönemde şarap tüketimi 7 milyon 827 bin litrelik düşüş gösterirken, votka da ise 1 milyon 438 bin litrelik azalış söz konusu. 2020'de viski tüketimi ise 3 milyon 424 bin litrelik artış gösterdi.Son yıllarda alkollü içki kategorilerine bakıldığında tüketimi en fazla düşen grup milli içki ve tamamen Türkiye’de üretilen rakı oldu. 2011 yılında iç piyasaya arz edilen toplam rakı miktarı 48 milyon 810 bin litreyken arada geçen 10 yılda bu miktar yüzde 62’lik düşüşle 30 milyon 103 bin litreye geriledi. Geçen yıl iç piyasaya arz edilen rakı miktarı ise bir önceki yıla göre 2 milyon litre arttı. Tanıtım ve reklam yasakları ve pandemi nedeniyle ülkeler arası uçuşların da sınırlanmasının etkisiyle rakı ihracatı da düşüyor. 2019’da 3 milyon 491 litre olan rakı ihracatı geçen yıl 3 milyon 267 bin litreye geriledi.BÖYLE ZAM GÖRÜLMEDİRakı fiyatlarında ise sınırları zorlayan zamlar söz konusu. 2002’de 70’lik rakının fiyatı 8.25 TL civarındayken aradan geçen 19 yılda fiyat yüzde 2 bin artışla 175 liraya fırladı. Alkol oranı yüzde 45 olan 70’lik rakının yüzde 287’si vergilerden oluşuyor. 70’lik rakıdaki vergi oranı alkol oranının 2.5 katını aşıyor.Her yıl ocak ve temmuz olmak üzere alkollü içkideki özel tüketim vergisi (ÖTV) iki kere zamlanıyor. Tüketici astronomik ÖTV artış oranları nedeniyle alkollü içkide evde üretim de artıyor. Aynı zamanda “merdiven altı” kaçak rakı, viski imalatında da büyük yükseliş var. Her yıl yaklaşık 12-13 milyon litre hazır alkolden üretim yapılıyor. Kaçak üretim nedeniyle devlet 2.5-3 milyar TL’ye yakın vergi kaybediyor. Sadece 2020 yılında kaçak üretim kaynaklı 100’ü aşkın kişi yaşamını kaybetti.OECD’nin yayımladığı 2019 verilerine göre Türkiye kişi başına 1.4 litre ile en az alkollü içki içen ülkeler arasında yer alıyor. Yurttaş, gelen zamlar nedeniyle alkollü içkiye ayırdığı bütçe de artııyor. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine hanehalkı tüketim harcaması içinde alkol ve sigaranın payı yüzde 2018’de yüzde 4 iken bu oran 2019’da yüzde 4.3’e çıtı./Archive/2021/2/22/025341562-alkoltablo.jpgDEVLETİN UMUDU TİRYAKİLERAlkollü içkilerin vergilerine yapılan zamlar, bu kalemden elde edilen ÖTV miktarını da zirveye taşıdı. 2006’da tahsil edilen her 100 liralık ÖTV’nin 5 lirası alkollü içeceklerden elde edilmişken, 2019’da 100 liralık ÖTV’nin 10 lirası alkollü içeceklerden tahsil edildi. Alkollü içkilerin vergi geliri içerisindeki payı yüzde 3.5 civarında.Son 13 yılda alkollü içkilerden devletin elde ettiği ÖTV geliri 94 milyar 869 milyon TL’yi aştı. ÖTV’den elde edilen gelir 13 yılda yüzde 729 artışla 2020’de 16 milyar 467 milyon TL’ye çıktı.T.C, Tarım ve Orman Bakanlığı Tütün ve Alkol Dairesi Başkanlığı’nın verilerine göre, geçen yıl alkollü içki satışının en düşük olduğu aylar pandeminin de etkisiyle ocak, şubat, mart ve nisan ayları oldu. Normalleşmenin başladığı haziran ayından itibaren, restoranların da açılmasıyla tüketimde artış söz konusu. Ocak 2020, 38 milyon 688 bin litrelik iç piyasaya arz miktarıyla en düşük dönem olurken ağustos ise 122 milyon 850 bin litrelik satışla en yüksek rakamın yakalandığı ay oldu. Şehriban Kıraç

Yabancıyatırımcının, ekonomide istikrardan sonra bir beklentisi daha var

Yabancı yatırımcının, ekonomide istikrardan sonra bir beklentisi daha var Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımları 2015 yılından beri düşüyor. 2013’te Türkiye’ye gelen yabancı sermaye 20 milyar doları bulurken, 2019’da bu rakam 8.4 milyar dolara gerilemişti. Salgının yaşandığı 2020 yılı ocak-ekim dönemi verilerine göre ise son 16 yılın en düşük seviyesine düşerek 4 milyar 382 milyon dolar olarak gerçekleşti. İstihdam yaratan yatırım anlamına gelen doğrudan yabancı sermaye miktarının gerilemesinde Türkiye ekonomisinde yaşanan dalgalanmalar etkili oldu. Geçen yıl ekonomi yönetiminin yeniden yapılanmasından sonra hukuk ve adalet reformlarının yapılacağının açıklanması da iş dünyasında yeni umutlar doğurdu.SALGIN SONRASI FIRSAT VARDış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Yurtdışı Yatırımlar İş Konseyi Başkanı Abdullah Çerekçi, geçen yıl salgın nedeniyle küresel doğrudan yatırımların dibi gördüğünü, 1.5 trilyon dolar seviyesinde olan yatırım tutarının 1 trilyon doların altına gerilediğini söyledi. Çerekçi, 2020’de Türkiye’nin aldığı doğrudan yatırımlardaki kaybın ise küresel düşüşe göre daha az olduğunu belirtti. Çerekçi yatırımların artması konusunda ise şunları söyledi:“Türkiye, son 2 yıldır Dünya Bankası iş yapma kolaylığı endeksinde hızlı bir yükselişte. Bunun üzerine ekonomi parametrelerindeki stabilitenin ve öngörülebilirliğin eklenmesi ve hukuk reformlarının katacağı olumlu etki, salgın sonrası dönemde Türkiye’nin çekeceği doğrudan yatırımları artıracaktır.”DEİK Türkiye-Almanya İş Konseyi Başkanı Steven Young da Türkiye’de faaliyet gösteren 7 bini aşkın Alman kökenli şirket bulunduğunu, “Türkiye’nin altyapısının Avrupa ile uyumlu olması, mevcut dönemi Türkiye’de yabancı yatırımlar için en elverişli dönem olarak göstermektedir” diye konuştu. cumhuriyet.com.tr

Dr. Alaz Pesen:‘Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz’

Dr. Alaz Pesen: ‘Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz’ Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan müzisyen Dr. Alaz Pesen, yeni bir tekli çıkardı. Yeni albüm çalışmalarını ve Boğaziçi Üniversitesi’nde yasanan olayları konuştuğumuz Pesen, “Müzisyen kimliğimle de akademisyen kimliğimle de üniversitenin tüm bileşenlerince belirlenmeyen bir rektörlük anlayışına karşıyım” diyor. Müzisyen Alaz Pesen, yeni albüm çalışmaları yaparken yeni bir tekli çıkardı. “Yabancısıyım Bu Şehrin” adlı albümünün de çıkış parçası olma özelliği taşıyan şarkının sözleri yaşanmış gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Pesen, müzisyen bir ailenin çocuğu, bir dedesi kendini “Türkülerin Efesi” olarak tanımlıyor, yalnızca kahramanlık türkülerinin değil, bu topraklarda yazılmış tüm türkülerin tutkunu ve yorumcusu Hasan Mutlucan... Diğer dedesi ise ressam Mehmet Pesen, ancak o da hem bateri, hem de trompet çalarmış... Anne ve babası ise Ruhi Su Dostlar Korosu’nda tanışmışlar, daha sonra da Timur Selçuk’un korosuna devam etmişler... Kendisi de bu vesileyle küçük yaşlarda defalarca Timur Selçuk’un provalarına katılma imkânı bulmuş... Pesen dedesi Hasan Mutlucan’ın evinde yan yana duran iki portreden bahsediyor; Mustafa Kemal Atatürk ve Nâzım Hikmet... Pesen, konservatuvarın viyola bölümünde bir süre okuyup bıraktıktan sonra, klasik gitar dersleri almış ve ilk bestelerini de Nâzım Hikmet şiirlerine yapmış. Daha sonra ise şarkı sözü yazmaya başlamış. Pesen, “Bestecisi ve solisti olduğum “Dalga” isimli grubun “Denizim Olsun” albümü, profesyonel olarak yayımladığım ilk şarkılar anlamına gelir benim için” diyor ve ekliyor: “Bu albümün prodüktörlüğünü Cenk Erdoğan yapmıştı, dedem Hasan Mutlucan’la da bir düetimiz oldu yine bu albümde... Daha sonra profesyonel müziğe akademik çalışmalarım sebebiyle ara verdim. Sonrasında profesyonel müzik kariyerime “Acaba” (2019) isimli single çalışmamla solo olarak devam etme kararı aldım... Ardından da “Ölüyorum Sana”, “Vampirella” ve “Çatlak” geldi. Son olarak Ocak 2021’de “Bazen Tek, Bazen Duble”yi yayımladım.” Şarkı çevirisi alanında yazdığı doktora tezini tamamlayıp Boğaziçi Üniversitesi’nden “Yılın Doktora Tezi” ödülünü de aldıktan sonra, Boğaziçi Üniversitesi tarihinde bir ilki gerçekleştirerek “Şarkı Çevirisi” dersini vermeye başlayan (Dr. Öğretim Görevlisi, Boğaziçi Üniversitesi, Yabancı Diller Yüksekokulu & Çeviribilim - Kuzey Kampus) Pesen, bu sıralar ilk solo albümü “Yabancısıyım Bu Şehrin”in son dokunuşlarıyla uğraşıyor. Pesen, “Burak Yıldırım ile, içinde içime sindire sindire yazdığım, çaldığım ve söylediğim şarkılar, sürpriz bir şarkısı çevirisi ve bir de sözleri Sema Göksel’e ait olan bir parça yer alıyor albümde. Umuyorum ki 2021 yılının sonlarına çok kalmadan yayımlayacağım bu albümü de” diyor.‘ÜLKEMİZ İÇİN ÜZÜCÜ’- Boğaziçi Üniverisitesi’nde öğretim görevlisi olarak görüşlerinizi merak ediyorum. Son yaşanan olayları nasıl yorumluyorsunuz?Müziyen kimliğimle de akademisyen kimliğimle de üniversitenin tüm bileşenlerince belirlenmeyen bir rektörlük anlayışına karşıyım. Rektörlük seçimi üniversitenin bileşenleri, yani öğretim elemanları dediğimiz öğretim üye ve görevlileri, çalışanları ve öğrencilerinin de temsili şekilde dahil olduğu bir seçimle belirlenmeli, bu seçimde ilk sıralarda yer alan isimler Cumhurbaşkanlığı’yla paylaşılmalı ve elbette Cumhurbaşkanı da en çok oy alan kişiyi atamalıdır. Hem hukuki, hem de meşru olan yöntem bu olacaktır. Bu şekilde yalnızca Boğaziçi Üniversitesi ya da söz konusu demokratik seçimle rektörü belirlenen üniversite değil, tüm ülke kazanır. Akademiyi liyakat ve demokrasiden koparmak, hem bugün hem de yarın ülkenin dört bir yanından gelen/gelecek/gelmeye devam edecek öğrencilerimizin okuyabileceği çok değerli devlet üniversitelerinin sayısının azalması ve hatta sıfıra inmesi anlamına gelir ki bu ülkemiz için çok üzücüdür. Çok üzücüdür, çünkü bizi ileriye değil, geriye götürür. “Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz” dememizin ve de bunu söylemeye devam etmemizin sebebi işte tam da budur. Öznur Oğraş Çolak

Sanatta bu hafta

Sanatta bu hafta Sanatta bu hafta ‘CELİLE’ OYUNU ONLİNE GÖSTERİLECEKKadıköy Halk Tiyatrosu’nun yeni sezon oyunu “Celile” online olarak seyirciyle buluşuyor. Nâzım Hikmet’in annesi, Yahya Kemal’in sevgilisi Celile Hanım’ın hayatını ilk kez tiyatro sahnesine taşıyan oyun, 26 - 27 - 28 Şubat tarihlerinde Oyun Seyretix üzerinden izlenebilir. Ali Yalçıner’in yazdığı ve yönettiği oyunda, Ayşegül Yalçıner rol alıyor.‘AŞKI VE BOLŞEVİK DEVRİMİNİ ANLATIYORUZ’Erdal Beşikçioğlu’nun yönetmenliğinde sahneye konulan ‘Nina-İçi Doldurulmuş Martıların Hassasiyeti’ oyunu Fişekhane’den online olarak ilk kez seyirciyle buluşuyor. Erdal Beşikçioğlu, Elvin Beşikçioğlu ve Ünsal Coşar’ı oyuncu olarak sahnede buluşturan Tatbikat Sahnesi oyunu, seyretix platformu üzerinden izlenebilecek. Tiyatro klasiği Martı oyununun üç ana karakterini Matei Vizniec’in kalemiyle 1917 Devrimi dönemine taşıyan oyun, savaşların ortasında insani hesaplaşmaları konu ediyor. Oyunun yönetmeni ve oyuncusu Erdal Beşikçioğlu, ‘’Aşkın ve Bolşevik Devriminin kişiler üzerinden anlatıldığı bir hikâye. Yer yer dışarıdan bakıyoruz ve gülüyoruz. Yer yer içinde onlarla beraber olup ağlıyoruz. Bütün duyguları beraber yaşadığımız şahane bir eser’ şeklinde konuştu. Biletler Biletix’ten temin edilebilir.‘ÇEVRİMİÇİ SERGİ KÜRASYONU’Sabancı Üniversitesi ve digitalSSM Arşiv ve Araştırma Alanı yürütücülüğünde gerçekleştirilen “Teknolojik Sanat Eserlerinin Korunması” projesi etkinlikleri, “Çevrimiçi Sergi Kürasyonu” başlıklı uluslararası konuşmayla devam ediyor. New Museum - New York bünyesinde faaliyet gösteren, dijital sanat ve kültürü destekleyen Rhizome’un Sanat Yönetmeni Michael Connor’ın konuşmacı olacağı etkinlik 26 Şubat Cuma günü Türkiye saati ile 18.00, New York yerel saatiyle 10.00’da çevrimiçi olarak gerçekleştirilecek.ROBOT, DANS VE MÜZİKGedik Sanat, Roboweld Robot teknolojileri markasıyla birlikte dans ve müziği bir araya getiriyor. Projede İDOB Baş Koreografı Ayşem Sunal Savaşkurt’un hazırladığı koreografiyle İDOB Baş Dansçısı İlke Kodal’ın performansı, robotlarla bir araya gelerek teknolojik dönüşüme mercek tutuyor. Projenin mimarları ve uzman kimliklerle sohbetler gerçekleşecek, ardından Roboweld Uygulama ve Araştırma Alanı’nda çekimleri yapılan performansın ilk gösterimi 25 Şubat’ta saat 21.00’de Gedik Sanat Sosyal Medya Hesaplarında yayımlanacak. Öznur Oğraş Çolak

Günün koşullarına ayak uyduramayan zekâyok oluşu tetikler

Günün koşullarına ayak uyduramayan zekâ yok oluşu tetikler Dünyanın önde gelen psikiyatrlarından Dr. Robert Sternberg’in başını çektiği yeni bir akım, bugüne dek zekânın yanlış tanımlandığını ileri sürüyor. Halihazırda kullanılmakta olan IQ testleri dar kapsamlı, bilimselliği kuşkulu, yalnızca bireye hizmet eden ve çağa ayak uydurmakta zorlanan bir zekâ katsayısını ölçüyor. Sternberg, Covid-19 pandemisinin, iklim değişikliğinin, gelir adaletsizliğinin, su ile hava kirliliğinin, “sözde zeki” kişilerin aldığı yanlış kararların bir sonucu olduğunu iddia ediyor. Bugün dünyanın geldiği nokta zeki olduğunu varsaydığımız insanların eseri. Zekâlarına güvenerek kritik mevkilere getirdiğimiz insanların aldıkları kararların ne kadar yanlış olduğunu tartmak zor değil. Dünya düzeninin bugün pek çok açıdan kritik eşiğe dayanmış olmasının nedeni zekâ kavramını çok dar bir açıdan ele almamız olabilir mi? Amerikan Psikoloji Derneği’nin eski başkanı, Cornell Üniversitesi Psikoloji ve Psikometri Bölümü profesörü Dr. Robert Sternberg ve onun görüşlerini destekleyenler bugün yaygın olarak kullanılmakta olan zekâ tanımının çok dar, bilimselliği kuşkulu, yalnızca bireye hizmet eden bir kavram olduğunu ileri sürüyor. Sternberg’in temsil ettiği bu akım, pek çok açıdan zekâyı yanlış değerlendirmemize bağlı olarak, gerçek dünya sorunlarına akıllı çözümler üretemediğimize işaret ediyor.ADAPTİF ZEKÂZekânın ilk tanımlarından biri değişen çevreye uyum sağlama yeteneğidir. Bu uyum sağlayabilen adaptif zekâ sürekli olarak çevre ile ilişkilerinizle birlikte güncellenir. Sternberg, zekâyı tek bir zekâ testi ile ölçemeyeceğimizi söylüyor. Bugün çok iyi eğitim almış insanların çoğu, IQ’ları ne kadar yüksek olursa olsun acil çözüm bekleyen problemlerin çözümünde yetersiz kalabilir. Şu anda en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey adaptif zekâ. Zekâ ile ilgili tek geçerli kavram değişebilme yeteneğidir.ADAPTİF ZEKÂNIN BİLEŞİKLERİSternberg, adaptif zekânın, koşullara uyum sağlama, değiştirme veya yeni koşullar yaratma konusunda dört tip yetenekten oluştuğunu ileri sürüyor.YARATICI YETENEKLER: Anlamlı, yararlı fikirler üretmek için yararlanırız: İçinde bulunduğunuz koşulları hayal gücünüzü kullanmadan değiştiremezsiniz.ANALİTİK YETENEKLER: Kendi fikirlerimizin veya başkalarının fikirlerinin işe yarayıp yaramadığını araştırmakta kullanırız: İçinde bulunduğumuz koşullarda neyin işe yarayıp neyin işe yaramadığını tartarız.PRATİK YETENEKLER: Koşulları değiştirirken kendi fikirlerimizi uygulamak için ve diğerlerini bu değişikliğe ikna etmek için kullanırız.BİLGELİĞE DAYANAN YETENEKLER: Fikirlerimizin toplumsal bir yarar sağlaması için kullanırız. Kısa ve uzun uzun vadede kendi çıkarlarımızla toplumsal çıkarlar arasında denge kurmamızı sağlar.COVID-19 aşısının geliştirilme süreci bu dört yeteneğin nasıl ve nerede kullanılacağı ile ilgili güzel bir örnek oluşturuyor. Yeni mRNA aşısının geliştirilmesi tam bir yaratıcılık örneğidir. Aşı denemelerinin bilimsel açıdan sağlam ve eksiksiz olması, elde edilen verilerin doğru yorumlanmış olması analitik yeteneğin eseridir. Araştırma sonucunda ortaya çıkan aşıların geniş ölçekte üretimi ve dağıtımı tam anlamıyla pratik yetenek gerektirir.Gelelim bilgelik gerektiren yeteneklere. Karar vericiler bazı insanların aşı karşıtı olmalarına, aşıdan kokmalarına hoşgörü ile yaklaşmak zorunda. Aşının yalnızca kendimiz için değil, toplumsal sağlık için de gerekli olduğu gerçeğini toplumlara kabul ettirmek ise bilgeliğe dayanan zekâ gerektirir.BİLGELİK İSTERRobert J. Sternberg COVID-19 pandemisinin bir anlamda geleneksel zekâ kavramının artık köhnediğini gösterir bir uyarı olduğunu söylüyor: “Bu dar kapsamlı, modası geçmiş, bireyselliği besleyen zekâ kavramından artık kurtulmamız gerekiyor. Eskiye devam etmemiz durumunda yok oluş kaçınılmaz. Zekâyı, yalnızca bireysel hedeflere değil, olumlu toplumsal hedeflere ulaşmayı sağlayan bir yetenek olarak düşünmekte fayda var. Küresel iklim değişikliği, pandemi, çevre kirliliği aşırı bireysellik ile birleşince Einstein’ın IQ’suna bile sahip olmanız sizi yok olmaktan kurtaramaz.” https://www.newscientist.com/article/ mg24933174-700-weve-got-intelligence-allwrong-and-thats-endangering-our-future/ https://exploringyourmind.com/whatsadaptive-intelligence/ Reyhan Oksay / Cumhuriyet

Ergendeöfkeçocukta sosyal sıkıntı

Ergende öfke çocukta sosyal sıkıntı Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Klinik Psikolog Dr. Ece Varlık Özsoy, “Pandemi döneminde bazı insanlarda aşırı yeme atakları olabileceği gibi diğer uçta ‘sağlıklı yeme’ bir takıntı haline gelmeye başlamış olabilir. Bu durum bir psikolojik sorun olan ortoreksiya nervoza olarak karşımıza çıkabilir” diyor. Özsoy, “Dengeli beslenme konusunda uzmanlarımızın dediklerini dikkate almalı ve gerekli olan vitamin ve besin değerlerini alacak şekilde öğünler oluşturmalıyız. Kendi ortamımızda hazırlanmış besinleri tercih edebiliriz. Yemek saatlerinin rutinini oluşturulabiliriz” önerilerinde bulundu.Özsoy, koronavirüs sürecinde çocuklarda ortaya çıkabilecek psikolojik durumları da anlattı.Özsoy, “Bir buçuk-iki yaş civarı bebekler için, salgın döneminde kısıtlamalarla ev içinde kapalı kalma ve insanlarla daha az iletişim kurmaları, fiziksel aktivitenin azalması olumsuz etkiler yaratabilir. Ayrıca evde bebeği oyalama yolu olarak kullanılan televizyon, tablet veya cep telefonu gibi ekrana uzun süreli maruz bırakılma, bebeklerin bilişsel, zihinsel ve psikolojik gelişimleri açısından risk oluşturur” dedi.GELİŞİM SÜRECİİlk çocukluk (oyun) döneminde olan çocuklar için bu dönemde evde kalmalarından kaynaklı sosyalleşmede ve fiziksel harekette azalmanın söz konusu olabileceğini dile getiren Özsoy, son çocukluk (ilkokul) döneminde ise çocukların okula gidememeleri, sosyalleşme ve iyi ilişkiler kurma ihtiyacı kapsamında sıkıntıların yaşanmasına sebep olabileceğini anlattı. Özsoy, şöyle devam etti: “Ergenlik dönemi için ise salgın sürecinde, sosyalleşme ve kimlik kazanımı ile ilgili gelişim süreçlerinin sekteye uğraması, sürekli aileyle birlikte evde vakit geçirme, ergende öfkenin artmasına, hızlı duygusal tepkilerin görülmesine sebep olabilir, aile içi çatışmalar artabilir. Bu noktada çocuklar için mutlaka psikolojik bir yardım alınmalıdır.” Sibel Bahçetepe

Fransa’da kırmızıetin okul yemeklerindençıkarılmasıeleştiriliyor

Fransa’da kırmızı etin okul yemeklerinden çıkarılması eleştiriliyor Fransa’nın Lyon kentinde belediye başkanının, okullarda verilen yemeklerden kırmızı eti çıkarma kararı hükümetin tepkisini çekti. PA MediaFransa'nın Lyon kentinde belediye başkanının, okullarda verilen yemeklerden kırmızı eti çıkarma kararı hükümetin tepkisini çekti.Yeşiller üyesi Belediye Başkanı Gregory Doucet, bu sayede pandemi koşullarında yemek servisinin daha kolay yapılacağını savunuyor.Hükümet ise bunun çocukların sağlığını riske atabileceği uyarısında bulunuyor.Sosyal medya hesabından bir paylaşım yapan Tarım Bakanı Julien Denormandie "Çocuklarımızın tabağına ideoloji koymayı bırakalım, büyümeleri için ihtiyaç duydukları şeyleri koyalım. Et de onlardan biri" diyor.İçişleri Bakanı Gerald Darmain ise bunun Fransız çiftçileri ve kasaplarına "bir hakaret" olduğu görüşünde:"Yeşillerin ahlakçı ve elitist politikalarının geniş halk kitlelerini dışladığını görüyoruz. Pek çok çocuk yalnızca okullardaki yemeklerde et yiyebiliyor."Belediye Başkanı Doucet ise öncülü olan sağcı belediye başkanının da 2020'de koronavirüs salgını nedeniyle aynı önlemi aldığını hatırlatıyor.Lyon'daki okul menülerinde balık ve yumurta varlığını sürdürüyor. Doucet menülerin tüm çocuklar için dengeli bir beslenme imkanı sunduğunu söylüyor.Beslenme uzmanları çocuklar için vejetaryen beslenmekte bir sakınca olmadığını fakat yeterli protein, demir ve mineral alımına dikkat edilmesi gerektiğini vurguluyor.Özellikle et ve sakatatıyla bilinen Lyon mutfağı dünyaca üne sahip.Öte yandan mutfaktaki tercihlerin değiştiğini gösteren göstergeler de var.Et içermeyen ürünlerin satışları artıyor. 2018'deki bir yasa değişikliği de okulların haftada en az bir gün vejetaryen menü çıkarmasını zorunlu kıldı. İlk defa bir vegan restoranı Michelin yıldızı kazanarak tarihe geçti.Lyon Belediye Başkanı Doucet daha önce de Fransız geleneklerini eleştiren açıklamalar yapmış, Tour de France bisiklet yarışlarının "maço olduğunu ve kirliliğe yol açtığını" söylemişti. BBC Türkçe

İngiltere'de Başbakan Johnson kısıtlamaların nasıl kaldırılacağınıaçıklayacak

İngiltere'de Başbakan Johnson kısıtlamaların nasıl kaldırılacağını açıklayacak İngiltere'de Başbakan Boris Johnson, koronavirüs kısıtlamalarının nasıl kaldırılacağı konusunda bugün bir yol haritası açıklayacak. Getty Imagesİngiltere'de Başbakan Boris Johnson, koronavirüs kısıtlamalarının nasıl kaldırılacağı konusunda bugün bir yol haritası açıklayacak.BBC'nin edindiği bilgilere göre ilk atılacak adım, 8 Mart'ta okulların açılması olacak.Açık havada farklı hanelerden iki kişinin buluşmasına izin verilecek. Huzurevlerinde kalanların bir ziyaretçi ile fiziksel temas kurmasına olanak sağlanacak.29 Mart'tan itibaren açık havada altı kişiye kadar buluşmalara izin verilecek. Buna evlerin bahçeleri de dahil olacak. Açık hava spor tesisleri de kapılarını tekrar açacak.Başbakan Johnson, her aşamada virüsün yayılımının inceleneceğini ve bir sonraki adımın ona göre atılacağını belirtti.Johnson'ın hedefi, kaldırılan bir önlemi geri getirmeyecek bir şekilde ilerlemek.Bu adımlar aşılamanın planlandığı gibi gitmesi, yeni varyantların ekstra risk getirmemesi ve hastaneye kaldırılan kişilerin sayısının artmaması gibi faktörlere bağlı olacak.ANALİZ: NİCK TRİGGLE, SAĞLIK MUHABİRİYol haritasında en ilginç şeylerden biri, vaka sayılarındaki artışın önlemleri gevşetmek için bir engel olarak görülmeyecek olması.Bazı bilim insanları ve öğretmen sendikaları, vakalarda artışa izin verilmemesi gerektiği görüşünde.Fakat hükümet vaka sayılarını değil hastaneye kaldırılan kişilerin sayısındaki artışın kararlarda etkili olacağını belirtiyor.Bu önemli bir fark. Aşı programı vaka sayılarıyla hastaneye yatışlar arasındaki paralelliği kıracak.Hükümetin danışmanları okulların önemli bir bulaşım kaynağı olmadığı görüşünde. Fakat tüm okulları açmak elbet bir miktar artışa yol açacaktır.Hastanelerde tedavi görenlerin sayısı hâlâ 2020 baharındaki zirve seviyelerine yakın seyrediyor.Dahası, aşıların yapılmaya başladığı bir dönemde vaka sayısının artması mutasyon riskini artıracaktır.Ancak İngiltere'nin aşılamada yol aldığı mesafe bu konuda manevra alanı sağlıyor.Başbakan'ın yol haritasının bir parçası olarak İngiltere Kamu Sağlığı Kurumu aşıların bulaşım oranına etkisine dair verileri de yayınlayacak.Konuyla ilgili bir açıklama yapan Sağlık Bakanı Matt Hancock, ilk verilerin aşılanan kişilerin bulaştırıcılığının da azaldığını gösterdiğini söyledi.Ülkede 50 yaş üzerindeki herkesin 15 Nisan'a kadar, geri kalan nüfusun da Temmuz sonuna kadar aşı olması hedefleniyor.50 yaş altı grupta aşılamanın hangi kriterlere göre ilerleyeceği konusunda da bu hafta bir açıklama yapılması bekleniyor. BBC Türkçe

Covid krizi küreselleşmeyi nasıl etkileyebilir?

Küreselleşme tartışmaları Covid-19 krizinden sonra "Küreselleşmenin sonu mu geliyor?", "Yeni bir küreselleşme dönemi mi başlıyor?" soruları etrafından yeniden yoğunlaştı. İktisatçı Ergin Yıldızoğlu bu alandaki güncel tartışmaları aktarıyor.Habere Gitmek için Tıklayın




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter