Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Friday, 06.20.2025, 10:55 PM (GMT)

News - Haberler

Kasa arkasıbir toplum eleştirisi; 'Kasiyer'

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Kasa arkası bir toplum eleştirisi; 'Kasiyer' figure > Japon Edebiyatının yeni kuşak yazarlarından Sayaka Murata, bir kasiyerin hayatından yola çıkıp Japon toplumunun ataerkillikle kapitalizm arasına sıkışan çıkmazlarını irdeliyor. /Archive/2020/12/27/010907983-ic1.jpg Tokyo’da halen yarı zamanlı kasiyerlik yapan Japon yazar Sayaka Murata, bize çok iyi bildiği bir yerden sesleniyor: Bir marketin kasa arkasından. Kasiyer, 1979 doğumlu ödüllü yazarın onuncu romanı. Roman kahramanımız Keiko, geleneksel Japon toplumuna ayak uydurmayı becerememiş yani evde kalmış ve markette çalışan otuz altı yaşında bir kadındır. Bir gün çevresi tarafından garipsenmekten kurtulmak için kendisi gibi bekâr ve uyumsuz bir erkek olan Şiraha’yı evine alır. Onu kelimenin tam anlamıyla evcil bir hayvan gibi sahiplenir, çünkü Şiraha işsiz ve beş parasızdır. Üstelik çalışma ve toplum hayatına karışma gibi bir gayesi de yoktur.Yazar; Keiko ve onun ilişkileri aracılığıyla ataerkil zihniyeti ve kapitalist toplumun sahteliğini eleştirir. Bu anlamda romandaki yaşantının çoğunlukla markette geçmesi tesadüf değildir. Kahramanımız bir gün eve dönerken yolunu kaybeder ve marketi ıssız bir yerde karşısında buluverir. Aslında market bütün yapaylığı, saydamlığı ve tekdüzeliğiyle Keiko’nun kendisidir. Çünkü Keiko, çocukluğundan beri garip biri olduğuna inanmış/inandırılmış, çareyi de insanları taklit etmekte ve duygularına yabancılaşmakta bulmuştur. Öyle ki roman boyunca karakterin duygularından bahsettiğini görmeyiz. Zaten karakter duygulandığı zaman bile bunun neden olduğunu anlamaz ve okura da anlatamaz. /Archive/2020/12/27/010936139-kapak.jpgUyum sağlamamış, sağlamış gibi yapmış, bunu yaparken de kendi içini boşaltmıştır. Ta ki Şiraha ile karşılaşıncaya kadar... Şiraha da toplumun baskısından nasibini almıştır. Fakat Keiko’dan farklı olarak o sürekli isyan eder ve uyum gösteriyormuş gibi yapmayı reddeder. Fakat bu isyan da görünüştedir ve aslında nefret ettiği zihniyetin düşüncelerini ne kadar sahiplendiğini Keiko’yla olan iletişiminde görürüz. “Senin gibiler bakire bile olsa ikinci el sayılır... Erkek olduğum için ben bir nebze paçamı kurtarabilirim ama artık senin elinden hiçbir şey gelmez” der ve Keiko’nun evindeki penisli varlığının, toplum baskısının kesilmesi için gerekli olduğuna onu inandırır. Böylece Keiko ona bakmak için daha fazla çalışmaya, Şiraha da evin küvetinde parazit bir yaşam kurmaya başlar.Karakterin donuk anlatımı hikâyeyi yer yer kara komediye dönüştürse de karakterle bağ kurmamızı güçleştirdiğinden metni zayıflatan bir unsur olarak karşımıza çıkar. Nitekim Keiko’nun market yaşamı sayfalarca anlatılırken Keiko’nun ailesi, eski arkadaşları ve Şiraha ile olan ilişkilerine görece az yer ayrılmıştır. Karakterin birdenbire topluma daha fazla uyum sağlama çabasına neden girdiğini okur olarak anlamakta zorlanırız. Keiko’nun hayatını market raflarının önünden geçer gibi izler, tüketiriz. Belki de yazarın amaçladığı şey tam da budur.Kasiyer / Sayaka Murata / Çeviren: H. Can Erkin / Turkuvaz Kitap / 126 s. Sena Keskin

Beyniniz hakkında ne biliyorsunuz?

Beyniniz hakkında ne biliyorsunuz? figure > Özgür irade bir hayal midir? Hiçbir psikiyatrik bozukluğu olmaksınız vahşi cinayetler işleyen insanlar neden böyle davranırlar? Duygularımızın, yeni ortaya çıkan şaşırtıcı görevleri nelerdir? İnsanlık tarihinin, yaklaşık 100 yılda tamamlanan en önemli çalışması nedir? ‘Kafatasının içindeki karanlıkta yaşayan gizemli doku beyne’ dair merak ettikleriniz ve çok daha fazlası Nörolog Doktor Ece Balkuv’un, 14 Ağustos Cuma yayınlanacak “Beyniniz Hayatınızı Nasıl Şekillendirir?” (Müptela Yayınları) adlı kitabında. Zihnin dünyasını gözler önüne seren, klinik anekdotlarla geliştirilmiş kitap, insan doğasına ve beyninize farklı gözlerle bakmanızı sağlayacak. /Archive/2020/12/27/010611110-ic2.jpgMüptela Yayınları tarafından yayımlanan Nörolog Doktor Ece Balkuv’un “Beyniniz Hayatınızı Nasıl Şekillendirir?” isimli kitabı, 14 Ağustos Cuma günü raflarda.İnsan bilincinin gizemlerine ışık tutan kitap, Balkuv’un çalışmaları ve deneyimlerini anekdotlar şeklinde yazdığı eğlenceli üslubuyla okurun zihninde bilinmeyene kapılar açacak.Balkuv’un “Türkiye’deki ilk popüler nörobilim kitabı” diyerek altını çizdiği kitap, 12 bölümden oluşuyor ve 232 sayfa.Çalışmanın yanıt getirdiği başlıca sorular ise şöyle:Beynin, kişiliğimizi, bilincimizi, ruhumuzu oluşturduğu gerçeği ilk olarak nasıl bir kaza sonucu ortaya çıktı?Aldığımız her kararda farkında olmadığımız şeylerden mi etkileniyoruz?Beynimiz dış dünyayı olduğu gibi mi algılar yoksa ‘durumu idare mi eder’?Özgür irade bir hayal midir?Hiçbir psikiyatrik bozukluğu olmaksınız vahşi cinayetler işleyen insanlar neden böyle davranırlar?Duygularımızın, yeni ortaya çıkan şaşırtıcı görevleri nelerdir?İnsanlık tarihinin, yaklaşık 100 yılda tamamlanan en önemli çalışması nedir?Çocuklarda sağlıklı beyin gelişimi için neler yapmalıyız?Hayattaki başarının öngörülebilirliğini ölçen en güvenilir yöntem nedir?Pozitif düşüncenin gücü gerçek mi yoksa şarlatanlık mı?Yaşlı ve ciddi beyin hasarlı hastalarda bile hızla iyileşme sağlayan rehabilitasyon yöntemi nedir?Doğuştan ve sonradan kaza eseri edinilmiş doğaüstü güçlere sahip insanlar hakkındaki bilimsel açıklama nedir?/Archive/2020/12/27/010622016-ic3.jpgKitap, cadı avlarından trajik tedavi yöntemlerine nörolojinin geçmişindeki saklı öykülerini gün ışığına çıkarmasının yanında, telekineziden yapay zekaya nörolojinin geleceğini şekillendirecek tüm büyük bilimsel çalışmaların da meta-analizini yapıyor.Son olarak kitapta beden dondurmadan dijital zihne, ölümsüzlük ve ölüme yakın deneyimler üzerine yapılan tüm çalışmaların da sade ve kısa özetini bulacaksınız. Zihnin dünyasını gözler önüne seren, klinik anekdotlarla geliştirilmiş kitap, insan doğasına ve beyninize farklı gözlerle bakmanızı sağlayacak.UZM. DR. ECE BALKUV: 1984 tarihinde İstanbul Kadıköy’de doğdu. Orta ve lise öğrenimini Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’nde tamamladı. 2000’de Los Angeles UCLA Üniversitesi’nde İngilizce eğitimi aldı ve aynı yıl Fransızca Felsefe Olimpiyatları’nda ikincilik ödülü kazandı. Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenim gördü. Pratisyen tabip unvanıyla mecburi hizmetini Van’da tamamladı. Ardından Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde nöroloji asistan doktoru olarak göreve başladı. Uzman doktor devlet hizmet yükümlülüğü kapsamında Ağrı Devlet Hastanesi’nde bir müddet görev yaptıktan sonra hâlen görev yaptığı Üsküdar Devlet Hastanesi Nöroloji Kliniği’nde çalışmaya başladı. 2013’te Ulusal Nöroloji Board Sınavı’nı başarıyla geçti. 2017’de Venedik’te düzenlenen Avrupa Nöroşirurji Birliği Kongresi’ne konuşmacı olarak katıldı. 2019’da İtalya Lanciano ve Fransa Paris’te Alzheimer Hastaları ile çalıştı. (Broca Geriyatri Hastanesi ve Résidence les Glycines Huzurevi) Çok sayıda ulusal ve uluslararası bilimsel dergilerde yayınlanmış makaleleri ve kongrelerde sunulmuş bilimsel çalışması bulunuyor. İngilizce, Fransızca ve İtalyanca konuşabiliyor. Evli ve bir çocuk annesi. Cumhuriyet Kitap Eki

Ataol Behramoğlu'ndan 'Ali Suavi'

Ataol Behramoğlu'ndan 'Ali Suavi' figure > Ataol Behramoğlu, Ali Suavi’yi tüm insani yönleriyle yansıttığı oyununda; ondaki hürriyet imgeleminin oluşmasını, düşün evrenini, kendiyle ve çevresiyle hesaplaşmalarını adım adım çözümlüyor. /Archive/2020/12/27/005944044-kapakic1.jpg- Yazarın kafa sesiyle ve tasvirli bir dille başlayan oyunda; görüyoruz ki; genç yaşta hızla yükseliyor Ali Suavi. En baştan ilerlersek; on beşinde çıktığı hac yolculuğundan nasıl bir Ali Suavi olarak dönüyor?Ben, Ali Suavi’nin kişiliğinde adaletsizliğe karşı isyanın onun çok erken yaşlarında kendini duyumsatan bir duygu olduğunu, bilgi edindikçe de bilinçli düşünce ve davranış biçimi kazandığını düşünüyorum. Ergen bir yaşta Hac ziyareti ve oradan da ezberinde binlerce Hadisle (Peygamber kelâmı ve öğüdüyle) dönüşü bu özgün kişiliğin oluşumunda belirleyici bir gözlem ve öğrenim dönemi olmuştur.YAZAR İLE ALİ SUAVİ’NİN İNTERAKTİF İLETİŞİMİ- Yapıtta yazar anlatıcı kişiliğiniz; bire bir iletişime giriyor Ali Suavi’yle. Karşılaştığınız o anlarda adeta mini bir söyleşi yapıyorsunuz onunla. Hatta konuşturmak adına kimi zaman inceden provoke de ediyorsunuz. Bu yaklaşımın metne katkısını anlatır mısınız?İnteraktif saptaması çok yerindedir. Oyun yazarının kahramanıyla bu içten konuşmaları hem kahramanın kişiliğini daha yakından tanımamızı hem olay akışının dağılmaksızın ilerlemesini sağlıyor... Bir yandan da onu tarih sayfalarında sararmış bir resim olmaktan çıkararak yaşamakta olan bir kişiliğe dönüştürüyor. O bölümlerde ben Ali Suavi ile gerçekten konuşuyormuşum duygusunu yaşadım.FARKLI BİR MEŞRUTİYETÇİ! HALKA YAKIN...- Dönemin Meşrutiyetçi aydınlarından farkını nasıl ortaya koyuyorsunuz?Düşüncelerinin bütünü ve eylemleriyle onlardan biri, Yeni Osmanlı ya da Batıdaki adlandırmayla Jön Türk hareketinin bir öncüsüdür. Ötekilerden farkı, halkın içinden çıktığı için halk insanına daha yakın olması, referansını (çıkış kaynaklarını) Batıdan çok Doğu kaynaklarından, özellikle de Hadislerden alması, bir de hem atak hem içine kapanık ve belki biraz benmerkezci kişiliğidir... Oyunun akışında, çeşitli sahnelerde görüyoruz bunları...- Ali Suavi’nin başdöndürücü olarak nitelediğiniz yaşamında öne çıkan bir vurgunuz da kısa yaşamının Filibe öncesi ve Filibe sonrası aşamaları…Bursa’dan sonra Filibe de kader gibi girmiş yaşamına. Bursa sonrasındaki Filibe döneminde tanıştığı, yakınlık kurduğu halk insanları yıllar sonra İstanbul’a Türk - Rus savaşının ateşinden kaçarak göçmen olarak geldiklerinde, Ali Suavi destek oluyor onlara. Sonrasında da Çırağan Sarayı baskınında canları pahasına yanında yer alıyorlar onun. Burada benim dikkatimi çeken, bu halk insanlarının bu gözüpek devrimciye bağlılıkları, sevgileri, ona duydukları güvendir./Archive/2020/12/27/010211035-ic2-.jpgDEVRİMCİNİN SARIĞI!- Sisteme eleştirileri… Eğitim, dil ve ekonomik anlamda çağına göre modernist değerlendirmeleri yazarın kafa seslerinde sıklıkla ifade ediliyor. Oyun, Ali Suavi’nin bu duygularıyla ve iç, dış hesaplaşmalarıyla biçimleniyor diyebilir miyiz?Evet, diyebiliriz. Önemli olan bütün bunları olay akışını ağırlaştırmadan verebilmektir... Bunu başarmaya çok özen gösterdim...- Deyiş yerindeyse sarığı başına hangi sorgulamalarla sarıyor ve çıkarıyor Ali Suavi? Dünyevilik ile uhrevilik ayırdında başlıca vargıları neler?Sarığını ne zaman çıkarır ne zaman sarardı bilmiyorum... Fakat Namık Kemal’in o sarık üzerine harika bir sözü var, oyunda bir yerde geçiyor... Herhangi bir sarık değil o, bir devrimcinin sarığıdır... Vaazlarını bir din adamı - bir hoca olarak veriyor. Fakat bu vaazlarda da söylediği her şey, tıpkı gazete yazılarındaki gibi bilime, adalete, bu dünyaya dairdir...DÖNEMİN BASIN ORTAMI- Âli Paşa’nın zulmü altında nefes almaya çalışan dönemin basın ortamı ne alemde ve Ali Suavi o ortamda adeta günümüz izdüşümleri, günümüze uzantılarını nasıl tarif ediyor?Namık Kemal, Ziya ve Agâh Beylerin çıkardığı Tasvir-i Efkâr var. Derken Ali Suavi yönetiminde Muhbir yıldız gibi parlıyor. Bunlar iki kardeş muhalif gazetedir. 150-200 yıl sonra bugünkü yandaş basının utanç verici durumunu düşünürsek, o günlerin basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü savaşçılarını bir kez daha yerlere kadar eğilerek selâmlamak gerekiyor.Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Bey yurt dışı sürgünlerinde de savaşımlarını sürdürüyorlar. Ali Suavi arkadaşlarının ülkeye dönüşlerinden sonra da Paris’te Ulûm (Bilimler), Lyon’da Muvakkaten (Geçici Olarak) gazetelerini çıkarıyor... Bunlar çok güç koşularda, el baskısı, taş baskısı olarak hazırlanıp, basılıp, yine güçlükler aşılarak çeşitli yollarla ülkeye ulaştırılan gazetelerdir.../Archive/2020/12/27/010236441-ic3.jpgYURTSEVERİN KORKUSU- İngiltere… Hürriyet fikirlerinin iyice olgunlaşması ve kesinkes bilgisiz, bilimsiz bir halkın derdine parlamentonun da, Meşrutiyet’in de derman olamayacağı kanısına varışı bu döneme denk geliyor denilebilir mi?Sanıyorum evet. Ali Suavi’nin parlamenter sisteme karşı kuşku duymaya başlamasını Hyde Park’ta, Ziya Bey’le kurgusal konuşmasında simgesel olarak gösterdim... Fakat asıl neden, öyle sanıyorum ki, onun bir Osmanlı yurtseveri olarak, merkezî otorite zayıflarsa zaten dağılmakta olan imparatorluğun daha da hızlanarak dağılacağı korkusudur...‘SON SAHNELERDE GÖZLERİM YAŞARDI!’- II. Abdülhamit’e elçilik yoluyla bir af dilekçesi gönderen Ali Suavi’nin talebi kabul ediliyor, Sultanın çıkardığı harcırahla eşi Marie ile birlikte dönüyor. Galatasaray Lisesi Müdürlüğünde atılım üstüne atılım yaparken atılıyor! Yazarla son konuşmasında da geçiyor bu. Yazarın Ali Suavi ile ilgili bu çalışma öncesine kıyasla düşüncelerinin geldiği nokta, tazelenen bakış açısı nedir?Oyunda Ali Suavi’nin toplumsal konulu düşüncelerinin yanı sıra, bazen belki daha da çok, bireysel kişiliğine ilişkin düşüncelerim, duygularım da yer alıyor… Buralardaki Ali Suavi, diyebilirim ki benim Ali Suavi’mdir...Onu anlamaya çalıştım, saygı duydum, senin de saptadığın gibi sonlara doğru “provoke” etmeye bile çalıştım... Ve çok üzüldüm ölümüne... Arada bir göz atarken bile, son sahnelerde gözlerimin yaşarmasına engel olamıyorum.- Son olarak vatanı nasıl sevmekti onunki? Çırağan düşüncesi nasıl doğmuştu Ali Suavi’de?Rus ordusu Doğuda Erzurum’a Batıda İstanbul’a doğru ilerliyor. Ayastefanos (Yeşilköy) Andlaşması antlaşma filan değil yok oluşun ilanı, iflasın kabulüdür. Çırağan baskını (sarayda mahpus 5. Murat’ı oradan kaçırarak askerin başına geçirmek düşüncesi) belki çılgınca ama vatansevercedir. Böyle düşünmesem bu oyunu yazmazdım, yazamazdım.Ali Suavi - Oyun (3 Bölüm) / Ataol Behramoğlu / Tekin Yayınevi / 104 s. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

‘Simone de Beauvoir Aramızda’

‘Simone de Beauvoir Aramızda’ figure > Julia Kristeva'nın hayranlık ve eleştirellikle ele aldığı, dönemini önceleyen ve kendisini kuşatan Simone de Beauvoir üzerine yazılarından oluşan bu derleme Simone de Beauvoir'ı yeniden okumaya davet ediyor. /Archive/2020/12/27/005615921-ic.jpgJulia Kristeva ve Simone de Beauvoir... Kadın özgürlüğü mücadelesinde ufuk açıcı çalışmalarıyla anılan iki isim, iki düşünce insanı, iki yazar...Kristeva'nın hayranlık ve eleştirellikle ele aldığı, dönemini önceleyen ve kendisini kuşatan Simone de Beauvoir üzerine yazılarından oluşan bu derleme Beauvoir'ı yeniden okumaya davet ediyor.Hem yaşamıyla hem de eserleriyle antropolojik bir devrim gerçekleştirmiş, bireysel ve toplumsal geleceğimize damgasını vurmuş Beauvoir'dan bu yana feminist hareketin temel sorunlarına, farklılaşan algı ve yaklaşımlarına güçlü bir değini niteliği taşıyor.Çin'den Afganistan'a uzanan bir coğrafyada temel yaşam haklarından dahi mahrum kadınların mücadelesini yine Kristeva'nın kaleminden okuduğumuz bu derleme, her ikisinin de düşün evrenine derinlemesine bir giriş.../Archive/2020/12/27/005652608-kapak.jpgOKUMA PARÇASI İÇİN: https://www.selyayincilik.com/pdf/SimonedeBeauvoirAramizda_okuma_parcasi.pdfSimone de Beauvoir Aramızda / Julia Kristeva / Çeviren: Özgü Berksyo / Sel Yayıncılık / 118 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Bir içhuzurunun ifadesi!

Bir iç huzurunun ifadesi! figure > Leon Bahar’ı Takdimimdir, vergi mağduru Yahudi tüccar Leon Bahar’dan kalan sürgün mektupları ve dilekçeler üzerinden İkinci Dünya Savaşı yıllarının Türkiye’sine ışık tutuluyor. HANDE SÖNMEZ/Archive/2020/12/27/005305607-ic1.jpgLeon’un Aşkale’den karısı Jenny’ye gönderdiği tek fotoğrafın arkasında şunlar yazılı: ‘’Canım karıcığım, Pırnakaban’ın bu köhne ortamında daha iyisini çektirmek mümkün olmadı. Açık havada çektirdiğim bu fotoğrafta da görebileceğin gibi, birkaç tel dışında saçımda hiç beyaz yok... Uçup giden gençliğimden bana kalan tek iz de bu zaten... Hasretle kucaklarım... ”Varlık Vergisi’nin 77. yılında, tam da verginin TBMM’de kabul edildiği tarih olan 11 Kasım’da okurla buluşan Leon Bahar’ı Takdimimdir aynı hafta içinde ikinci baskıyı yaptı. Nurten Yalçın Erüs’ün kitabı, vergi mağduru Yahudi tüccar Leon Bahar’dan kalan sürgün mektupları ve dilekçeler üzerinden İkinci Dünya Savaşı yıllarının Türkiye’sine ışık tutuluyor.Kitabın kahramanı Leon Bahar vergi ilan edildiğinde 38 yaşında. Sultanhamam’da küçük bir tüccar. Kendisine 120 bin TL vergi geliyor. Bu, ödenmesi mümkün olmayan bir tutar. Leon Bahar da ödeyemiyor ve Şubat 1943’te Aşkale’ye sürgüne gönderiliyor. Oradan Sivrihisar’a sevk ediliyor.İstanbul ile, İstanbul’daki sevdikleri ile arasındaki mesafenin kısalması tek tesellisi oluyor, yoksa koşullar Aşkale’den beter, sarı sıcakta uçsuz bucaksız bir bozkırın ortasında kalıyor öteki mükelleflerle birlikte...MÜCADELE AZMİ...Leon Bahar’ın 1941 Mayıs ayında zorunlu askerlik vesilesiyle (Yirmi Kur’a Askerlik) Kandıra’ya gidişinden 1943 Şubat ayında Aşkale’ye sürgüne gönderilişi ve aynı yıl Aralık ayı sonunda Sivrihisar’dan salıverilmesine kadar geçen zaman kitapta gerçek belgeler ve güçlü betimlemelerle hayat bulan usta bir kurguyla okura sunuluyor.‘’Bu kitap benim için bir iç huzurdur. Varlık Vergisi gibi acı ve karanlık bir dönemle yüzleşmekten korkmadan, umuda ve insana dair, birlikte yaşama umuduna dair not düşebilmiş olmanın huzurudur. Bunu yapmama, kahramanım yani hikayenin gerçek sahibi Leon Bahar, mücadele azmi, adalet arayışı ve eşsiz muhakeme gücü ile imkan verdi’’ diyor Nurten Yalçın Erüs.LEON BAHAR’IN EDEBİ KİŞİLİĞİBelgelere uzun yıllar önce ekonomi gazeteciliği yaptığı dönemde ulaşmış. Hemen yazmak yerine beklemeyi tercih etmiş.“Leon Bahar’dan bana kalan külliyatı çok önemsedim. Bu önemi, bu değeri hak eden çok kapsamlı bir içerik vardı elimde. Bir yandan haksızlığa uğradığı kesin olan bir gayrimüslimin devletine yazdığı hak arama dilekçeleri; öte yandan sürgünden yazılan mektuplarla kamp yerinin, sürgün hayatının bugüne kadar hiç bilinmeyen ayrıntıları... Öte yandan bir baba, bir eş olarak yaşadıkları. Karısına yazdığı aşk dolu, hasret dolu mektuplar. Toplumsal vicdana seslenen kuvvetli metinler. İşte bu külliyatı hazmettiğimi, Leon Bahar’ın edebi diline yakınlaştığımı, dönem kitabı hassasiyetini karşılayacak araştırma ve bilgi derinliğine ulaştığımı hissettiğim an oturdum yazmaya” sözleri, kitabın ince örülmüş sıkı dokunmuş, oya gibi işlenmiş dünyasının, her biri özenle seçilmiş cümlelerinin ardındaki emeği anlamak için bir referans olabilir./Archive/2020/12/27/005335232-ic2.jpgPÜR GERÇEĞİN BELGE VE MEKTUPLARIBiyografik romanlarda gerçek nerede başlar nerede biter, neresi kahramanın neresi yazarındır sorusu çokça merak uyandıran, cevabı da çoğu zaman her okuru memnun etmeyen bir meseledir. Kitabın pür gerçeğini romanın kahramanından kalan belge ve mektuplar oluşturuyor. Belgeler arasındaki anlatımlar ise yazarın dönem araştırmalarından ve kendi yazınsal ve entelektüel birikiminden doğmuş, işin kurgu tarafını oluşturuyor. Ama kabul etmek gerekir ki yazar, gerçekle kurguda ya da bir başka deyişle kahramanı ile kendisi arasında tercihini daha çok Leon’dan yana kullanmış.“Okumaya meraklı, yazmaya meraklı bir adam Leon. Öğrenme merakı içinde. Fransızcayı da keman çalmayı da onca imkânsızlık içinde kendi kendine öğrenmiş... Güzelliklerden hoşlanıyor. Kitabı her şeyi bilen -omniscient- tekniğini kullanarak yazmaya çalıştım. Ama bildiğim her şeyi, Leon’un da bildiğini, hatta benden daha da iyi bildiğini hissettirmeye çaba harcadım’’ diyor Nurten Yalçın Erüs.GERÇEK VATANSEVERLİK!Gazete kupürleriyle, siyasi figürleriyle, şehrin türlü mekânlarıyla, devrin Türkiye ve dünya halleriyle, ekonomiyle, diplomasiyle, sanatla ilgili bir ansiklopedi dolusu bilgi var kitapta ama kahramanı ile okurunun arasına giren bir yazar yok karşımızda. Başka bir deyişle, okurun kahramana bağlanmasını şansa bırakmamış Nurten Yalçın Erüs.Şair Edip Dürüst Tüccar Leon Bahar’ı Takdimimdir; yazarının akıcı anlatımıyla Nişantaşı, Bebek, Sultanhamam’dan başlayarak 1940’lı yılların İstanbul’unu, Haydarpaşa’dan Fındıklıyan Han’a İstanbul’u güzelleştiren tarihi binaları ve şehre dair pek çok ayrıntıyı okuyucunun gözünde canlandırıyor.Bunun yanı sıra Kandıra’dan Aşkale’ye, Aşkale’den Sivrihisar’a uzanan bir Anadolu güncesine de ev sahipliği yapıyor. Bir karı kocanın zorunlu ayrılığını, çetrefilli aile ilişkilerini, evlat sevgisini, dostlukların yarattığı mucizeleri, gerçek vatanseverliğe dair samimi ifşaatları ve adalete olan özlemi alabildiğince derinlikli işleyen kitap, yeni yıl okumaları için kuvvetli bir tavsiye...Şair, Edip, Dürüst Tüccar Leon Bahar’ı Takdimimdir / Nurten Yalçın Erüs / Kırmızı Kedi Yayınevi / 480 s. Hande Sönmez

AykırıGombrowicz

Aykırı Gombrowicz figure > Polonya’nın en yıkıcı ve aykırı yazarı Witold Gombrowicz’in başyapıtı kabul edilen ve Günlük’ünü bütünleyen eksik parça Kronos'ta tüm yaşamı kronolojik bir izlekte sunuluyor. /Archive/2020/12/27/005006403-ic.jpgÖzgün yazınsal ve entelektüel kimliğiyle Polonya’nın en yıkıcı ve aykırı yazarı Witold Gombrowicz’in (1904-1969), başyapıtı kabul edilen ve devasa bir parşömene işlenmiş bir resmi andıran Günlük’ünü bütünleyen eksik parça Kronos ilk kez, yazarın ölümünden 44 yıl sonra yayımlanmıştı.Kronos, İkinci Dünya Savaşı başlamadan hemen önce Arjantin’e göç eden yazarın olgunlaşma çağı ile başlıyor. Sağlık sorunları, cinsel yaşamı, finansal meselelere ilgisi, yazınsal ün savaşımı ana izlekleri oluştururken, kafeler, başka coğrafyalar, iklimler, yazarlarla ve yayıncılarla ilişkiler, anlaşmalar, dostluklar, tartışmalar, polemikler, mevsimler, kitaplar, plaklarla tüm yaşamı kronolojik bir izlekte sunuluyor. Kronos / Witold Gombrowicz / Çev.: Neşe Taluy Yüce / Yapı Kredi Yay. / 280 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Beşiktaş, TRT sunucusu Ersin Düzen'i ağır dille eleştirdi

Beşiktaş, TRT sunucusu Ersin Düzen'i ağır dille eleştirdi figure > Beşiktaş Basın Danışmanı Erol Kaynar, "Teknik Direktörümüz Sergen Yalçın hakkında saygı sınırlarını aşan ifadeler kullanan Ersin Düzen, bugünkü programda başta Teknik Direktörümüz olmak üzere Camiamızdan ve taraftarlarımızdan özür dileyeceği yerde, top çevirmeyi tercih etmiş ve küstah bir tavırla milyonlarca Beşiktaşlının aklıyla dalga geçmeye çalışmıştır" dedi. TRT Spor'da yayınlanan" Stadyum" programında Ankaragücü-Beşiktaş maçı sonrasında yapılan yorumlar, siyah beyazlı taraftarların tepkisine neden olmuş, Ersin Düzen ve Tümer Metin eleştirilmişti.Beşiktaş'tan flaş açıklama geldi. Beşiktaş'ın açıklaması şöyle:"Futbol Takımımızın Süper Lig’de Ankaragücü ile oynadığı maçın ardından ülkemizin güzide yayın kuruluşlarından TRT Spor’da yayınlanan Stadyum programında, Takımımızın haklarını saha kenarında canla başla savunan Teknik Direktörümüz Sergen Yalçın, paranoyaklıkla itham edilmiş, ardından programın moderatörü Ersin Düzen, sonraki yayında amacını aşan bu ifadeleri düzelteceğini tarafımıza bildirmişti. Sabırla özür dilemesini bekledik ancak Ersin Düzen’in bugünkü programda konuyla ilgili yapmış olduğu açıklamayı büyük bir şaşkınlıkla takip ettik.Türk futbolunun saygıdeğer isimlerinin başında gelen Teknik Direktörümüz Sergen Yalçın hakkında saygı sınırlarını aşan ifadeler kullanan Ersin Düzen, bugünkü programda başta Teknik Direktörümüz olmak üzere Camiamızdan ve taraftarlarımızdan özür dileyeceği yerde, deyim yerindeyse top çevirmeyi tercih etmiş ve küstah bir tavırla milyonlarca Beşiktaşlının aklıyla dalga geçmeye çalışmıştır.Yaptığı hatayı kabul edip özür dileme erdemi gösteremeyen Ersin Düzen ile yine aynı programda, altyapımızdan yetişerek, görev aldığı her maçta şanlı armamız için terinin son damlasına kadar mücadele eden futbolcumuz Necip Uysal’ın emeklerini itibarsızlaştırmaya çalışan yorumcu Tümer Metin’i esefle kınıyoruz!Bu olayda olduğu gibi; 117 yıllık dev bir çınar, milyonlarca gönülvereni olan Kulübümüzü temsil eden; Başkanımıza, Yönetim Kurulumuza, Teknik Direktörümüze ve sporcularımıza yönelik haddini aşan ifadelere gerektiği şekilde cevap verileceğini ilan eder, spor medyasının temsilcilerinin dikkatine önemle sunarız.Erol KaynarBeşiktaş JK İletişim ve Medyadan Sorumlu Başkan Danışmanı" cumhuriyet.com.tr

Abdullah Avcı: Trabzon yenilgiyi kabullenmez!

Abdullah Avcı: Trabzon yenilgiyi kabullenmez! figure > Avcı, "Beni üzen tarafı ikinci golden sonra kabullenmiş durum. Trabzonspor, bunu kabullenmez, bu beni üzdü ama çalışmaya devam edeceğiz" dedi. Trabzonspor Teknik Direktörü Abdullah Avcı, oyunun ilk 15 dakikasında Galatasaray’ın baskısı üzerinden nasıl çıkacaklarını planladıklarını, çalıştıklarını, ilk yarının istedikleri gibi gittiğini ifade etti.Süper Lig’in 15. haftasında Trabzonspor sahasında Galatasaray’a 2-0 mağlup oldu. Maçın ardından Teknik Direktör Avcı, “İlk 15 dakika dışında her seferinde daha fazla oyuna girdik. Hiç beklemediğimiz anda savunmanın merkezini boşalttığımız anda kaleci kurtardı ancak sonrasında gol yedik. Belki de 7 haftalık sürecin daha iyi oyunuydu. İkinci yarı oyuna tekrar ortak olacağımız dönemde kalemizde gol gördük. Oyun, oyuncuya da bize de iyi hissettiriyordu. Ancak ikinci golü yememiz kopukluklar oluşturdu. 2-3 pastan sonra kaybettiğimiz toplar, final pasları, oyundan kopma Trabzonspor’a yakışmadı. Oyun disiplininden kopmak Trabzonspor’a yakışmadı. 2-0’dan sonra anları doğru yaşamamız lazım. Oyuna her an ortak olabilirdik ki o fırsatlar ilk iki devrede önümüze çıktı. İlk yarı oyun daha iyiydi, ikinci yarı golden sonra kopukluklar oldu ama fırsatlar vardı, kazanamadık. Bazen sınırlı kadro yapısının olmasından hamlelerde bir takım durumumuzu netleştirmiyor. Bugün kaybettik. Beni üzen tarafı ikinci golden sonra kabullenmiş durum. Trabzonspor, bunu kabullenmez, bu beni üzdü ama çalışmaya devam edeceğiz" dedi. İHA

Seyircisiz maçta olayçıktıpolis biber gazıile müdahale etti

Seyircisiz maçta olay çıktı polis biber gazı ile müdahale etti figure > Türkiye Basketbol 2. Ligi C Grubu’nda Çorlu ile Mersin Büyükşehir takımları arasında oynanan ve pandemi tedbirleri nedeniyle seyircisiz oynanan maçın sonunda olaylar çıktı. Polis olayları biber gazı sıkarak yatıştırdı. Türkiye Basketbol 2. Ligi C Grubu’nda Çorlu Belediyesi ile Mersin Büyükşehir Belediyesi takımları arasında oynanan ve pandemi tedbirleri nedeniyle seyircisiz oynanan maçın sonunda olaylar çıktı. Polis olayları biber gazı sıkarak yatıştırdı.Çorlu ve Mersin temsilcileri arasında Çorlu Belediyesi Kapalı Spor Salonu’nda oynanan karşılaşmada ilk periyodu 32 - 13 ilk yarıyı 46 - 33 önde tamamlayan ev sahibi ekip bir ara skor 54 - 54 eşitlense de final periyodunu 26 - 18 karşılaşmayı da 80 - 71 kazandı.Maçın son bölümünde maçı yenik sürdüren konuk ekip sporcuları ile protokol tribününde maçı izleyenler arasında gerginlik yaşandı./Archive/2020/12/26/224719387-seyircisiz-macta-olay-cikti-polis-biber-gazi-ile-mudahale-etti_1.jpgSporcuların tribünde yöneldiği maçın gergin geçen son bölümlerinde tribünden maçı takip eden az sayıdaki kişi polis tarafından dışarı çıkarıldı.Mersin Büyükşehir Belediyesi sporcularından bazıları maçın bitiş düdüğünün ardından soyunma odasına giderken, tribünlerden atılan bir su şişesi sporculardan birine isabet edince konuk takım sporcuları bu kez tribünlere yönelerek kendilerine küfür edildiğini de öne sürüp tribüne çıkmak istedi.Devreye giren polis ekipleri tarafları ve sporcuları sakinleştirmekte güçlük çekince takviye ekipler çağırarak olayların büyümesini biber gazı kullanarak önledi.Maçın sonunda salondan çıkan konuk takım oyuncuları polisin kendilerine biber gazı sıktığını öne sürerek polis ekipleri ile tartışmayı sürdürdü.Polisin doğrudan kendisine biber gazı sıktığını iddia eden Mersin Büyükşehir Belediyesi sporcusu Barboros Bozkurt olay anına ilişkin görüntüleri göstererek duruma tepkisini dile getirdi.Polis ekipleri ile bir süre daha konuşan konuk takım kafilesi yine polis ekiplerinin kontrolünde salondan ve ilçeden ayrıldı.Bu skorla Çorlu temsilcisi ligde oynadığı 3. karşılaşmadan da galibiyetle ayrılırken konuk Mersin temsilcisi 4. maçında 2. yenilgisini almış oldu. İHA

Yazar Ezgi Polat: Tüm kız kardeşlerimiz için bunu yapmak zorundayız

Yazar Ezgi Polat: Tüm kız kardeşlerimiz için bunu yapmak zorundayız figure > Kadın yazarların cinsel saldırı ifşalarıyla başlayan #MeToo hareketi edebiyat dünyasında sarsıntı yarattı, kısa sürede yayıldı. Her kesimden, sosyal statüden kadın yaşadığı cinsel saldırıyı sosyal medyadan duyurmaya başladı. Yayınevleri ifşa edilen yazarların ilişiğini keserken, önce özür dileyen Hasan Ali Toptaş birkaç gün sonra çark etti. Çizer Metin Üstündağ, yazarlar Bora Abdo, Hüseyin Kıran, yönetmen Batuhan Bilgiç de listede. Kadın örgütleri ayakta. PEN Yazarlar Derneği, ‘önleyici, onarıcı bir adalet sağlamak’ için onur komisyonu kurma kararı aldı. Cesurca yaşadıklarını paylaşan kadınlara çok sayıda destek gelse de cinsel saldırıyı flört ilişkisine indirgemek isteyenler de ‘Neden şimdi konuştunuz’ diye soranlar da vardı. Biz de psikiyatrist Arzu Erkan Yüce ve hukukçu vekiller Filiz Kerestecioğlu ve Sera Kadıgil ile “Hareket nereye evrilmeli” sorusuna yanıt aradık. İfşayı başlatan yazarlardan Ezgi Polat’la söyleştik. Ezgi Polat, yazarlığı ve mühendisliği aynı bedende buluşturabilmiş. “Hiçbir Yerin Ortasında” ve “Susulacak Çok Şey Var Aramızda” adlı iki öykü kitabı Can Yayınları’ndan çıktı. Tezgahında başka hikâyeler de var demlenen. Uzun yıllar çeşitli dergi ve gazetelerde öyküleri yayımlandı. 10. İstanbul Şiir ve Edebiyat Festivali'nde gelecek vaat eden genç yazarlar arasında yer aldı. İfşayı başlatan yazarlardan. Yağmurlu bir İstanbul gününde bir araya geldik. Hem kendisini biraz daha yakından tanıdık hem de yankıları süren #MeToo hareketini konuştuk.Yazar olmaya ne zaman karar verdiniz? Nasıl bir yolculuk yazmak?Yazar olmak benim için evet şimdi oluyorum diye giriştiğim bir serüven değil aslında. Yazma eyleminin içinde yaşamaya başladığımı anladığım ve bundan tuhaf bir şekilde keyif aldığımı keşfetmemle ciddileşti her şey. Yazmak gerçeğin sunduğu imkânlarla yetinemeyen, bambaşka hayatları, bambaşka bedenleri ve beyinleri deneyimlemek isteyen biri için hem sancılı hem de çok keyifli bir iş. Sorgulananların, yüzleşilen meselelerin , düşünülenlerin, sıkıntıların başka biçimlerde ifade edilmesi mümkündür. Benim de hep heybemde taşıdığım bir arkadaş oldu yazmak. O yüzden başını sonunu bilmiyorum.İlk edebi metninizi ne zaman kaleme aldınız? Neden o konu üzerinde durmuştunuz? Edebi olduğunu söyleyemem ancak ilkokulda tuttuğum bir defterde şiirlerim ve başlığını öykü olarak attığım kısacık komik bir metnim var. Dans grubu olan çok güzel bir kızla, çok yakışıklı bir oğlanın kavuşamamalarının hikâyesi. Sonrasında mutsuz bir yaşam sürüyorlar. Onları durduran dev bir güç var fakat ne olduğundan asla söz etmemişim. Neden bu konu üzerinde durduğumu bilmiyorum. Muhtemelen okuduğum masallardan, izlediklerimden etkilenmişimdir. Şiirlerim de ayrı dram. Hiç konuşmayalım bence. /Archive/2020/12/26/221301314-4051b85a-b250-4fdf-90fc-4b5cb0ca940f.jpg "Öyle ya da böyle bize ait olan şeyleri alacağız. Çok daha ağırını yaşayan, bu gücü kendinde bulamayan, sesini duyuramayan, bir köşede kadınlığına can çekiştirilen tüm kız kardeşlerimiz için bunu yapmak zorundayız."ÇOCUKLUK YARALARIÇocukluğunuzun yazarlığınıza etkisi nasıl? Şöyle bir söz var ya  ‘insanın anayurdu çocukluğudur’ diye... Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?Çok doğru bir söz. Şu an sahip olduğum iyi ve kötü ne varsa hepsi o kız çocuğuna ait. Güçlü olmaktan başka bir çaremin olmadığı bir çocukluktu benimkisi. O bedene ağır gelecek yüklerdi. Çocukken sizi yaralayan ne varsa hayatınız boyunca bunun acısını türlü şekillerde çekmek zorunda kalıyorsunuz. Mücadeleniz hiç bitmiyor. Sizin bozmadığınız yüzlerce antika eşyayı hiçbir zaman tam olarak beceremeyeceğinizi bile bile hayat boyu tamir etmeye çalışıyorsunuz. Bu gerçekten yorucu. Ama şu an şeyleri başka biçimlerde görebiliyorsam, bir meselenin en dibine inmekten gocunmuyorsam nedeni budur. Bu yüzden yazabiliyorum. Dertlerim var ve onlarla uğraşmayı sevmek zorundayım. Kendimle olan yolculuğumda bilinenin tam aksine bir yere varmamak için sürdürüyorum bu oyunu. Çünkü bir yere varırsam bitebilir.Son kitabınız “Hiçbir Yerin Ortasında”nın yazılış serüveni nasıldı? Biraz son kitabınızdan bahsedebilir miyiz? Bir yazar için ikinci kitap her zaman büyük derttir. Bir öncekinin gölgesinden çıkmak için yazdıklarını olgunlaştırmak gerekiyor. Her zaman bir öncekinden daha iyisini yapmaya çalışan biri oldum yazarken. Dolayısıyla ‘Hiçbir Yerin Ortasında’yı tamamlamak benim için kendimi epey zorladığım sancılı bir süreç oldu. Bu özellikle tercih ettiğim bir şeydi, zorluydu ama keyifliydi de. Kendi yarattığım dünyaları bizzat tekrar tekrar keşfetmeye, didiklemeye usanmadan devam ettim. Ve nihayetinde hepsi beni odaklarında yer alan öze götürdü. Bir şeyin özünü avuçlarınızda tuttuğunuzu gördüğünüzde anlamı da yeniden keşfetmiş oluyorsunuz ve, Tamam diyorsunuz, şimdi yola devam edebilirim.NE ACI TARİHİ ERKEKLER YAZDISusmak tam da kadınların konuştuğu bu günlerde ne ifade ediyor sizin için? Konuşmanın ne denli önemli bir ifade ediş biçimi olduğunu unutuyoruz çoğu kez. Kitaba adını veren öykümde de söylendiği gibi, “Çünkü bize bir şeylerden kurtulmanın en güzel yolunun onu yok etmek olduğu öğretildi hep.” Susmak aynı zamanda bir yok ediş biçimi. Bir şeylerle mücadele edemediğimizde bazen susmayı tercih ediyoruz. Benim de sıkça başvurduğum bir yöntemdi bu. Artık sözlerimin hiçbir anlam ifade etmeyeceğini anladığımda susuyorum sanırım. Bu günlerde yaşadıklarımıza gelecek olursak belli öğrenilmişlikler yüzünden ne yapacağını bilemediği, yargılanmaktan ve yaftalanmaktan korktuğu için susan binlerce kadınlar var. Evet geç oldu ama kadınların bu cesareti toplaması, korkularını bir kenara bırakıp artık bizi esir almış bu erk sorununa karşı cesur adımlar atması çok değerli. Şimdi bugün susmadıklarımız yarın yaşanabilecek her acı olayın önüne bir tuğla koymaktır.İfşalarla başlayan süreci bir devrim olarak nitelendirebilir miyiz? Edebiyat dünyasını nasıl etkiler sizce?Ne acıdır ki kadınların tarihini erkekler yazdı. Çünkü yaratılan bu dünya kodlanırken kadınlar takma isim kullanıyor ya da bir köşede saklanmak zorunda kalıyorlardı. Şu an bunları konuşuyorsak nedeni, erk egemen dünyanın bizi toplumsal olarak sınıflandırdığı, sıkıştırdığı bu köşeleri yıkmamızdır. Bu politik bir mesele ve biz erkin ele geçirdiği binanın altında zelzeleler yaratıyoruz artık. Hepsi birbirinden bağımsız birçok hikaye duyduk bu süreçte. Kimileri konuları sınıflandırmakta güçlük çekiyor ama bu meselenin bir özü var ve bütün itirazlar aslında bu öze hizmet ediyor. Dolayısıyla bunun yalnızca edebiyat dünyasıyla bir ilgisi yok. Öyle ya da böyle bize ait olan şeyleri alacağız. Çok daha ağırını yaşayan, bu gücü kendinde bulamayan, sesini duyuramayan, bir köşede kadınlığına can çekiştirilen tüm kız kardeşlerimiz için bunu yapmak zorundayız./Archive/2020/12/26/221318689-e6cd6d58-ff60-4312-a698-63867e0b200c.jpg"O dakika itibariyle kesinlikle çok güçlü ve cesur hissettim. Sanki bir eşik aşıldı. Elbette bu sürecin biraz yorduğunu da söylemem gerek."BU MESELE POLİTİKBu süreçte sizi en çok ne umutlandırdı, ya da ne yaraladı? Destekleyenler olduğu kadar konuyu bağlamından koparmak isteyen de çok oldu...Bu süreçte beni en çok umutlandıran şey yıllar sonra hep birlikte bu gücü bulmamızdı. Kadın erkek fark etmez bu davanın destekçisi herkesin el ele tutuşması, ortak paydada buluşması inanılmaz güzel bir duygu. İki taraflı da konular saptırılmadan, amacını aşmadan ilerlerse bu sözlerin bir anlamı olacak. Ama burayı korumayı başarmak önemli çünkü güç, kullanmasını bilmeyen insanların elinde çok ürkütücü bir araç haline gelebiliyor. Beni en çok yaralayan, aklımdan atamadığım şey bir babanın kızına zarar vermiş olma ihtimali. Bu ihtimali aklımdan atamıyorum.İfşanın üzerinden günler geçti, ne hissediyorsunuz şimdi? Size psikolojik açıdan iyi geldi mi? İfşa süreci kuşkusuz çok zor olmalı…?Öncelikle o dakika itibariyle kesinlikle çok güçlü ve cesur hissettim. Sanki bir eşik aşıldı. Elbette bu sürecin biraz yorduğunu da söylemem gerek. Hem işime odaklanmak hem buradaki yoğunluğu sırtlamak beni biraz zorladı. Duyduğum korkunç olaylar yüzünden hala kendime gelmiş değilim. Ama buna değer diye düşünüyorum. Kadınlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Sizce bundan sonra nasıl davranmalı?Kadınlara korkmamaları gerektiğini söylemek isterim. Yaftalanacaklarını, başlarına kötü şeyler geleceğini düşünmesinler. Çünkü zaten tam da bize dayatılan bu düşünce ve davranış kodları yüzünden yıllardır susuyoruz. Belki konuştuğumuz ve belki birçok derde göre insanların eften püften bulacağı şeyler yarın içimizi yakabilecek bir acıya engel olabilir. Bunu unutmamamız gerekiyor./Archive/2020/12/26/221333282-9a45f406-4a15-4740-a8dd-5102edb9b4bf.jpgYüce, Türkiye Psikiyatri Derneği Medya ve Ruh Sağlığı çalışma Birimi Eş Koordinatörü, Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın Çalışma Birimi Üyesi. " Fail evli, çocuklu, entelektüel, 'şiddet karşıtı', kadın hakları savunucusu, toplum tarafından parmakla gösterilen biri olabilir. Diğer kadınlarla şahane dost olur, asla çizgiyi aşmadan. O nedenle suçu ortaya çıktığında savunanı boldur. Maruz kalanın korktuğu başına gelir" diyor.İstanbul Kültür Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim görevlisi psikiyatrist Dr. Arzu Erkan Yüce,  “Fail evli, çocuklu, entelektüel, “şiddet karşıtı”, kadın hakları savunucusu, toplum tarafından parmakla gösterilen biri olabilir” diyor.Öncelikle günlerdir tartıştığımız soruyla başlayalım. Rıza nedir?Bir zamanlar biriyle sevgili olmanız, rızanızla sevişmeniz, hatta evli olmanız, partnerinizin/eşinizin size tecavüz etmediği yönünde kanıt oluşturmaz. İlişki içi, evlilik içi tecavüz vardır, cinsel şiddetin en yaygın ve gizli kalan biçimlerinden biridir ve suçtur. Onay tek seferliktir. Her seferinde onay olmalı. Her seferinde rıza gözetilmeli. Psikolojik baskı, manipülasyon şantaj ile rıza inşası da şiddettir. İstemiyorsa, zorlayamazsınız. Bir de sevişmedi diye hayatı zindan etmek versiyonu var, daha sinsi bir şiddet. Sırf tadı büsbütün kaçmasın, evdeki çoluk çocuk o gerginlikten etkilenmesin diye istemeye isteme birlikte olmaya katlananlar var, bu da bir şiddet.İfşalarla ilgili ne düşünüyorsunuz?Diğer yöntemlerin mümkün olmadığı koşullarda, fail çok güçlü konumda ve kitlelerce korunuyor ise yaşananları ortaya çıkaracak başka yol olmadığında, olay hukuki olarak zaman aşımına uğradığında, işlemediğinde vs. “ifşa” bir yardım çığlığı, bir dayanışma, bir özsavunma aracıdır.Cinsel şiddeti açıklamak kolay mıdır? Bir kadın flört ettiği biriyle ilgili ‘intikam’ almak için ‘beni taciz etti’ diyebilir mi?Cinsel şiddet başta olmak üzere, şiddete maruz kalanların değil iftira etmek, yakın çevreleri, avukatları ya da yeri geldiğinde terapistleri tarafından şikâyetçi olmaya defalarca yönlendirildikleri halde bunu -kolaylıkla- yapamazlar. Sırf birini karalamak amacıyla yapıldığı iddiası, tanıklıklarımız, bilimsel veriler ve istatistiklerle bağdaşmamakta, maruz kalanı çaresizleştirmeye hizmet etmektedir. Cinselliğin tabu olduğu bir toplumda bir kadının kendisinin toplumun belli bir kesimi tarafından damgalanacağını ve hedef haline geleceğini tahmin ettiği halde, bu ifşayı başka çaresi kalmadığı için gerçekleştirdiği göz önüne alınmalıdır. Şiddet beyanında bulunan kadının "itibarını zedelemek için iftira attığı" iddiası, erkeğin itibarının kadının kendi itibarından yüksek olduğu önermesini içerir. Herkesin bir itibarı var ve failin elinden gelen mağduriyet hiçbir kadına itibar kazandırmaz. Bu eril kibirdir!/Archive/2020/12/26/221613327-3a93e491-1ba2-4568-b0c3-3065478179cf37014456.jpgÇin'in tanınmış televizyon sunucularına karşı açılan cinsel taciz davası için mahkeme önünde bekleyen bir kadın... 2 Aralık- PekinTACİZ Mİ FLÖRT MÜ?Flört ve taciz arasındaki ince çizgi…Tekrar hatırlatabilir miyiz?Flört, kur olumlu hisler uyandırıyorsa hoş; kişi taciz ve baskı hissediyor, bundan rahatsız oluyor ve buna rağmen sürdürülüyorsa tacizdir.  Koyduğunuz sınırdan dolayı mesleki, sosyal ya da akademik olarak hayatınızı zorlaştırıyorsa bu da tacizdir. Bir tarafın hoşlanmadığı iletişim biçimi nasıl flört olur, anlaşılır gibi değil. “Taciz değil flört” diyenler asimetrik/hiyerarşik ilişki içindeki hele de genç yaştaki kadınları açıkça reddedemeyeceği biçimde örtük tacizlerle köşeye kıstıranlardan bihaber! Bir diğer sorun da bu kişilerin usta manipülatör oldukları için farklı kimselerle farklı ilişkiler kurarak, aşırı "düzgün, güvenilir, saygın" imaj çizmeleridir. Maruz kalan kendini sorgular durur "acaba ben mi yanlış anlıyorum, ben mi yanlış davranıyorum?" diye. Yalnızlaşır.Faillerin ortak özellikleri var mı?Fail evli, çocuklu, entelektüel, "şiddet karşıtı", kadın hakları savunucusu, toplum tarafından parmakla gösterilen biri olabilir. Diğer kadınlarla şahane dost olur, asla çizgiyi aşmadan. O nedenle suçu ortaya çıktığında savunanı boldur. Maruz kalanın korktuğu başına gelir. Failin taciz davranışlarının camiada o zaten biraz "sapıktır", "çapkındır", "kızlara düşkündür" "ama iyi çocuktur" gibi tanımlarla, normalize edildiği de sıktır. En acısı da budur. "Karıncayı incitmez" bu insana "bazı zaaflarından" dolayı, adeta bazı kadınlar kurban edilir. Faille dayanışma içinde olup şiddete maruz kalanı yalnızlaştıran, ötekileştiren, şiddeti meşrulaştıran kimse potansiyel faildir.Erkekleri linç ediyorlar söylemine ne dersiniz?İfşada amaç taciz edeni cezalandırmak, yıpratmak da değil. Amaç herkesçe bilinen, söylenemeyen, önü alınamayan mükerrer davranışlara bir son vermelerini sağlamak, hukuki süreçler için alan açmak. Amaç dayanışmak ve taciz ederken arkalarını yasladıkları kimselerin de kime destek olduklarını bilmelerini sağlamak. İtibarını, unvanını, şanını, şöhretini, gücünü, zenginliğini, yaptığı iyi işini, şiddet davranışına perde eden her kim ise bu perdenin çekilip alınması gerekir. Yani kişi kendini var kıldığı bu alanlarda bulundurulmamalı, boykot ve protesto ile sosyal yaptırımlar uygulanmalı. Tacize, şiddete maruz kalan kimseler sesini çıkarmaya devam ettikçe; dayanışma ve her türden fail karşısında alınacak tavır sayesinde, faillerin kurdukları bu düzen yıkılacak. Taciz ve şiddet baş gösterdiğinde birbirimizi gözetmeliyiz. Toplumda bilinirliği olan, söz ve etki sahibi kişilerin bu türden kararlı paylaşımları şiddetle mücadelede lokomotif rolü görmektedir. Tüm dünyada bu türden yaşantıların uygun ortam ve koşullarda, uygun yöntemlerle paylaşılması, maruz kalanın haklılığını ispat edebilmesi, bu sürecin kazanımla sonuçlanması ve yaraların sarılması için uygun yollar aramaya, tartışılmaya devam edilmektedir./Archive/2020/12/26/221402954-filiz-kerestecioglu.jpg"Ben hakikaten adalete bir çağrı yapamayacağım, hayatın her alanında bu konuda eksiklik hissediliyor. Erkeklere bir çağrı yapmayacağım çünkü bunun sorumlusu onlar. Benim çağrım kadınlara, birbirimize tutunmalıyız dayanışmayı hissetmeliyiz, hiçbir kadın yalnız olduğunu hissetmemeli, bunları yapanların uykuları kaçmalı."NEDEN SOSYAL MEDYADAN DUYURDULAR?HDP Ankara Milletvekili avukat Filiz Kerestecioğlu: Kadınların yaşadıklarıyla bir tür yüzleşmesi bir yerde aslında toplumu buna teşvik etmeleri. Burada kadın dayanışmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü hiç kolay bir şey değil. Deniyor ya kaç yıldır niye sustu neden anlatmadı, hiç kolay bir şey değil. Eğer adaletin gerçekleştiği bir ülkede dünyada yaşıyor olsak kadınlar yaşadıklarını tekrar tekrar anlatmak zorunda kalmasalar, kadınlar dava süreçlerinden sonuç alabileceklerini düşünseler, kadın beyanı esastır ilkesinin bir kural olarak yerleştiğine tanık olabilsek bütün bunlar çok daha kolay olabilir. Ama böyle bir gerçekliğimiz var. Ben 35 yıllık hukuk hayatımda yaşadığım çok sayıda olayda gördüm. Ensest, aile içi şiddet… Bunların çoğu statü sahibi güçlerini kullanan erkekler… Güç kullanımının altında ezilen kadın ne yapacağını şaşırıyor. O anda yanında birkaç kadını bulabilse birlikte mücadele edebilirler. Kendilerini yalnız hissediyor kadınlar. Kendiyle yüzleşerek bunu ortaya çıkarmak bile kolay olmuyor. Adalete erişememek de açığa çıkarılmasını engelliyor. Hatta hakimlerin tacizine uğramak tekrar tekrar anlatırken… Olayların detaylarını özellikle anlatmasını isteyen hakimler gördüm, çocuklarla ilgili dahi buna tanık oldum… Şimdi kadınları geri püskürtmek istiyorlar, birlikte oldukları görüntüleri paylaşanlar var. Birlikte olmak tacize uğrayabileceğiniz anlamına gelmiyor. Sanık filmini hatırlayın... Metin Kaçan’ı hatırlıyorum Güneş’e yaşattıklarını… Ben hakikaten adalete bir çağrı yapamayacağım, hayatın her alanında bu konuda eksiklik hissediliyor. Erkeklere bir çağrı yapmayacağım çünkü bunun sorumlusu onlar. Benim çağrım kadınlara, birbirimize tutunmalıyız dayanışmayı hissetmeliyiz, hiçbir kadın yalnız olduğunu hissetmemeli, bunları yapanların uykuları kaçmalı. Ünlü olsun ünsüz olsun asla böyle bir hakka sahip değiller. Paralel adım da kamu görevlisi erkeklerin suçlarını ifşa etmek bununla bütün toplumun yüzleşmesini sağlamak diye düşünüyorum./Archive/2020/12/26/221504422-pd-sera.jpg"Kadınlar susuyor, susmak zorunda kalıyor ve İpek Er gibi pek çok kadın susmakla ölüyor! Çünkü öve öve bitiremedikleri tüm o toplum ve aile yapısı esasen kadının susması üzerine kurulu..."BU SESSİZLİKTE KADINLAR ÖLÜYOR!CHP İstanbul Milletvekili avukat Sera Kadıgil: Nihayet kadınlar konuşacak ve hep birlikte birbirlerinin yaralarını saracak güce eriştiği için çok mutluyum. İspat et diyorlar niye sustun gibi aşırı yaratıcı(!) sorular soruyor erkek akılları. Birincisi; bir ofiste, bir sınıfta, en güvenmen gereken akrabalarınla olduğun bir evin bir odasında uğradığın tacizi, kime nasıl ispat edeceksin?  Bir cesaret söylemeye çalıştığında “Aman kızım sus kan çıkar, ona bir şey olmaz olan senin namusuna olur” diye verilen ahlaksızca akılları, bu saçma soruları soranlar vicdanlarının neresine koyuyorlar, çok merak ediyorum. Kadınlar susuyor, susmak zorunda kalıyor ve İpek Er gibi pek çok kadın susmakla ölüyor! Çünkü öve öve bitiremedikleri tüm o toplum ve aile yapısı esasen kadının susması üzerine kurulu!  Eşinden şiddet mi görüyorsun, sus. Tacize mi uğruyorsun, sus. Ekonomik, psikolojik şiddet altında mısın? Sus! Neden? Çünkü bu bir erkek dünyası. Ve sen aileyi korumakla çocuğa bakmakla mükellefsin. Neden? Çünkü toplum böyle buyuruyor, çünkü sırf kadın olarak doğdu diye devletlerin, toplumların alması gereken sorumluluğun tümü tek başına kadının sırtına yükleniyor, bu yaklaşımın absürtlüğünü fark edip bu sömürü düzenini reddeden kadınlar ise ortaçağda olduğu gibi neredeyse cadı ilan ediliyor! Hukuk, iktidarın hukuku olmasa yapacağı şey çok açık! İmzalayıp uygulamamak için kırk takla attıkları İstanbul Sozleşmesi’nde de aslında madde madde yazıyor. Yüzyıllardır sömürülen kadını koruyacaksın, cinsiyet eşitliği sağlayacaksın ey devlet diyor! Eşinden şiddet gören bir kadın karakola gittiğinde öğüt verilip eve yollamayacaksın diyor mesela! Ayşe Tuğba Aslan 23 kez koruma talebiyle düzenin savcılarına başvurduğunda adını öğrenmek için öldürülmesini beklemeyeceksin mesela! Çocukların velayetini istismarcı babaya vermeyeceksin, bir tacizciye sırf kravat takıp karşına dikildi diye erkek aklınla merhamet(!) göstermeyeceksin!/Archive/2020/12/26/221521344-uykulariniz-kac%C2%B8sin.jpeg Tüm dünyada ülkeden ülkeye değişmekle birlikte kadınların ortalama yüzde 70’e yakını erkekler ve özellikle eşleri/sevgilileri tarafından çeşitli şekillerde şiddete maruz bırakılıyor.Ülkemizde 18 yaş öncesi evlenen her 2 kadından biri, 18 yaş sonrası evlenen her kadından biri yakınlarındaki erkeklerin fiziksel ve/veya cinsel şiddetine maruz kalıyor.Saldırı sonrası delilleri kaybolmaması için saklamak, yedeklemek, bir yakın ile paylaşmak önemlidir.Kadın örgütlerinden destek almak, ruhsal yardım, haklarını bilmek, güçlenmek, özsavunma yöntemlerini öğrenmek korunmak için gereklidir.Cinsel istismarda beden ve zihin, inkâr bastırma gibi savunma düzeneklerini devreye sokar, adeta saldırı hiç yaşanmamışçasına yok sayılmasına neden olabilir.Travmayla baş etmede en önemli adım saldırının dile getirilmesidir.Sonra travmanın hasarları yavaş yavaş onarılır, kişi güçlenir ve travmatik yaşantısının esaretinden kurtulur./Archive/2020/12/26/221544203-fc5b9835-36b0-4f95-ba01-487644309aa436940656.jpg25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücedele Günü'nden bir kare- İstanbulCinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin kavramlar sözlüğünden...Cinsel taciz: Kişinin onayı olmaksızın gerçekleştirilen, fiziksel temas içermeyen rahatsız edici cinsel eylem, söz ve davranışlar.Onay: Kişinin belirli bir cinsel davranışı yaşamak istediğini özgür iradesiyle, sözlü veya bedensel ifade yoluyla net ve açık olarak belirtmesi. Tek seferliktir. Onay geri çekilebilir. Onay inşası: Kişinin onay vermediği herhangi bir cinsel davranışta onay almak için kişinin karar verme yetisini manipüle etmek.Mağdur suçlayıcılık: Yaşanılan bir mağduriyette çeşitli gerekçelerle kabahati o mağduriyeti yaşayan kişiye yapıştırarak faili aklayan yaklaşım. Kişinin yaşadığı şiddeti gizlemek zorunda kalmasının önemli sebeplerinden biridir. Cinsel şiddetin sürekli mağdur olan kişi üzerinden konuşulmasına, faillerin yok sayılmasına neden olur. Seyirci kalan: Bir şiddet veya zorbalık durumuna müdahale etmeyen kişiler. Seyirci kalanlar failin şiddet davranışına devam etmesine neden olabilir./Archive/2020/12/26/223941495-pd-kitaps.jpg Hilal Köse

Mutasyonlu koronavirüsİsveç’te de tespit edildi

Mutasyonlu koronavirüs İsveç’te de tespit edildi figure > İsveç Sağlık Ajansı, İngiltere’de ortaya çıkan mutasyonlu koronavirüsün (Covid-19) ülkede tespit edildiğini duyurdu. İsveç Sağlık Ajansı’ndan yapılan açıklamada, İngiltere’den İsveç’e gelen bir kişinin hastalandığı ve koronavirüs testinin pozitif çıktığı ifade edildi. Açıklamada, yapılan testlerde virüsün mutasyonlu halinin tespit edildiği bildirildi. DHA

Mansur Yavaş, belediyeçalışanlarının yeni maaşlarınıduyurdu

Mansur Yavaş, belediye çalışanlarının yeni maaşlarını duyurdu figure > Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, belediye bünyesinde çalışan personellerin en düşük maaşının 3100 TL olacağını duyurdu. Mansur Yavaş sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada,"Yılbaşıyla birlikte belediyemizde görevli mesai arkadaşlarımızın maaşının en az 3100 TL olmasına karar verdik. Tüm çalışma arkadaşlarıma emekleri için teşekkür ediyor, aldığımız kararın şimdiden hayırlı olmasını diliyorum" ifadelerini kullandı./Archive/2020/12/26/214634920-263332580x430.jpg cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter