News - Haberler
Hepimiz kendi lojmanımızdayız
Hepimiz kendi lojmanımızdayız figure > Yazar Ebru Ojen ile sert, gerçekçi ve çarpıcı üslupta yazdığı yeni romanı “Lojman” için buluştuk. Etkileyici bir yazar. Dünya üzerinde her toplumun bir şekilde anneliği mantık sınırları dışında kutsadığını düşünüyor. Fotoğraf: Vedat ARIKBir yazar olarak asıl meselesinin yapı-beden ilişkisi olduğunu söylüyor. Ebru Ojen ile buluştuk. - Yeni romanınız Lojman’da karlar içinde küçük bir lojmanda yaşayan bir ailenin hikayesini anlatıyorsunuz. Oldukça sert, cesur ve geleneksel söylemlerin dışında bir anlatım. Hepimiz kendi lojmalarımızda nefessiz mi yaşıyoruz?Romanın bakış açısıyla evet. Bununla ilintili olarak lojman alegorik oluşunun dışında göründüğü gibidir de. Bir kuruntu olmanın ötesine geçtiği halde yapıyı temsil eden öğelerin en acımasızı en sinsisidir. Bir fanatizm simgesi olmakla kalmayarak sahtekar yaratıcısının emirlerini harfi harfine yerine getirir. Lojman benzeri herhangi bir yapıdan dışarı adımımızı attığımızda fiziksel olarak dışarıya çıkıyor olmamız tüm benliğimizle ondan kopmuş olduğumuz anlamına gelmeyecektir. Biz artık ona, o artık bize bulaşmıştır. Yapı, ilk temastan itibaren bedenimizde, ruhumuzda, düşünce sistemimizdedir. İlişkilerimizi bu şekilde örgütler, yalnızlığımızı bile onun üzerinden kurarız. - Biz kadınlar üzerinde yüzyıllardır varolan annelik baskısına da değiniyorsunuz. Anneliğin kutsal olmadığını düşünüp savunsak da yaşadığımız toplumda annelik abartılan, hatta ilahi bir durum. Herkes anne olmak zorunda değil ve bu bir görev de değil. Anneliğin kutsal ve ilahi olduğunu düşünmek samimiyetsizliğe girmiyor mu?Bu konu uzunca üzerine düşünülmesi tartışılması gereken bir konu. Burada kısaca cevap vermek bizi ne kadar tatmin eder bilemem ama şöyle ki; anneliğin kutsanması gerçekleştiği sınırlar içerisinde devamlılık arz eden organize bir kötülüğün kokusunu ulaştırıyor burnuma. Üstelik bu gerçek sadece bizim toplumumuza ait bir mesele değil. Dünya üzerinde her toplum bir şekilde anneliği mantık sınırları dışında kutsamış bulunuyor. Bunun birçok nedeni elbette vardır ama bu ayrı bir araştırma konusu. Bir yazar olarak benim özellikle ilgimi çeken bir alan olmadığı için romanıma çalışırken de asıl meselem olan yapı- beden ilişkisi üzerine yoğunlaşarak araştırmalarımı sürdürdüm. Kadınlık - annelik üzerine özellikle çalışmadım, genel olarak yazarlığımda da ilgimi çeken, ilgilendiğim konular arasında değildir. Annelik konusu romanımın temel konusu olmamakla birlikte karakterleri yazarken, düşünmeler, okumalar, deneyimler sonucunda ulaştığım açık gerçekte görüyorum ki gündelik hayatın yaratımı da dahil cinsiyetlerin ve onlara yüklenenlerin (babalık, annelik gibi) durduğu yerin doğamıza ait nüveleri yok ettiği. Bu kendince bireysel, toplumsal deformasyonlara sebep oluyor tabii ki. Samimiyetsizlik de bu bağlamda toplum ve birey için önemsenecek boyutlardaki erozyonlardan biri. - Anne-çocuk ilişkisi ne kadar sahici?Bilmiyorum. Buna vakıf olmam zor. Hele ki bugüne kadar dünyaya bir çocuk getirmemiş biri olarak benim söyleyeceklerim, konu üzerine fikir yürütmenin ötesine geçemez. Ama elbette düşünmek isteyeceğim! Buna yani düşünmeye cesareti olan bir kimse olarak ben, anne- çocuk ilişkisini kişilerin deneyimlerinden bağımsız ele aldığımda bu karanlık münasebetin sahiciliğini tartışacağım alanı açmış oluyorum. Bu tarafı işin neşe verici tarafı, iş “sahi” olana gelince sanırım bu ilişki birçok kişi için yaralı, düğümlü bir problematiğe dönüşüyor. - Sanal bir alemde yaşıyoruz ve bütün ilişkiler gerçekliğini kaybetmiş durumda. Sadece pozitif duygular barındıran, sürekli gülen, çizgi film karakterleri gibi davranılmamız bekleniyor. Halbuki gerçek negatifi ve acıyı da içinde barındırıyor. Romanda da gerçek ve sanrı ayrımını görüyoruz. Duvarlarımızı yıkıp sanrılardan kurtulup gerçek ve özgür olabilecek miyiz? Keşke bununla ilgili bir öngörüm olsaydı. Yazık ki bunu bilme gücüm yok. Özgürlüğün anlamı ise herkes için değişkenlik gösterebilir. Bazen başka kültürlerden insanlarla tanıştığınızda davranışları, düşündükleri ile o güne kadar özgürlük kavramı üzerine düşünmediğiniz bir fikri yapısıyla karşınızda beliriverirler ve inandıklarınız bir anda yıkılıverir. Özgürlük kavramı da diğer kavramlar gibi çok boyutlu bir kavram ve tek başına düşünüldüğünde elimize çok fazla şey bırakmaz. M. D. Sade’ın Can çekişen ateist adlı kitabında geçen şu cümle kavramları tek başına düşündüğümüzde başımıza gelecek olanı çok güzel açıklar aslında “koca bir meyve hasadı yapabilecekken çiçek toplamakla yetinmiş oluruz” SUÇLU ARAMAK ZAMAN KAYBI- İktidar beden ilişkisi üzerine konuşalım biraz. Günümüz gösteri çağında bedenimizle ilişkimiz ruhumuzun önüne geçmiş durumda. Lojman’da da iktidar beden ilişkisine değinip, bir nevi yapıların bedenimizin davranışını etkilediğini ve değiştirdiğini ima ediyorsunuz. Peki neden ve nasıl? Yapılar duyguya, bedene elbette etki eder. Bunu (yaşadığımız evler, binalar da dahil olmak üzere) kurum üzerinden ele alırsak bir adliye binasına girdiğimizde, ya da bir şekilde karakolda, okulda, hastanede olmak zorunda kaldığımızda, ilk andan itibaren fark ederiz. Onlarla temas içinde olmak duygusal alanımızdan düşüncelerimize kadar bizi etkiler. Bu anlamda romanda da bu konu bir imanın dışına çıkıyor. Açık açık kurumsal yapının roman karakterleri üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu görüyoruz. Karakterlerin hareket alanı kısıtlanıyor, iletişim biçimleri şekilleniyor, bir doğa manzarasının orta yerinde olmalarına rağmen doğanın sağaltıcı kuvvetinden mahrum kalabiliyorlar. Suç konusu ise başlı başına bir alan. Suç bir yasağa aykırı davranış ise eğer, suçlu yasağa aykırı davranan kişidir. Bu bağlamda bir suçlu aramak zaman kaybı. Meseleye suç- suçlu bağlamında bakamayız. Bu bizi bir yere götürmez. Yıkıma ya da çözüme yönelik fikirsel çalışmalar bizim konuyu yüksek bir düşünce alanından ele almamızı sağlar. - Her konuğuma soruyorum. Nasıl yazıyorsunuz? Belli bir ritüelim yok. Ama yazmak için çok erken saatleri tercih ediyorum. Masa başında çalışamam, zorlanıyorum. Genelde bir yere yaslanıp uzanarak yazarım ve okurum. Yazarken kahve sigara vs gibi yardımcı unsurlar kullanmam. Sesizlik ve düzen benim için mühimdir. Yazma alanım düzenli, temiz değilse düzenler, temizler yazmaya öyle başlarım. DOSTLAR SOFRAM YOKTUR- Ekşi sözlükte sizin için tatlı, neşeli hatun yorumlarını okuyunca rahatladım gerçi… Sofralar bizi kendimize ve birbirimize yakınlaştıran, çözüme ulaştıran bir yer sanki. Dostlar sofranızı anlatır mısınız?Benim için kim neşeli demiş bilmiyorum ama teşekkür ederim, ince ruhlu bir kişiymiş. Oysa gerçek bu mu? Benimle uzun vakitler geçiren insanlara sormak gerek belki de. Bunu yazan kişinin benimle yakın bir ilişki içinde olmadığı aşikâr. Dostlar sofram ise yoktur. Misafir seven biri değilimdir. İnsanların birbirlerini çok kısa ziyaret etmesinden yanayım. Ben de başkalarının evlerinde uzun vakitler geçirmekten pek hoşlanmam. Hemen evime dönmek isterim. - Philiph Roth hakkında bir makale okurken, Roth’un hayatında hiç yemek yapmadığını ve sadece güvendiği insanların yaptığı yemeği yediğini öğrendim. Her zaman en çok tercih ettiği de çorba ve türevleriymiş. Yemek yapma konusunda ne düşünüyorsunuz? Klasik lezzetler ilgimi çeker. Sebze yemekleri yapmayı ve yemeyi severim. - En sevdiğiniz yemek ve severek yaptığınız yemek? Özel olarak çok sevdiğim bir yemek yok aslında. Yemek konusu bana rahatsızlık (olumsuz anlamda değil) veren bir konu. İkinci romanımda yazdığım ana karakter ile ilgili olarak birçok zehirli yemek tarifi vermiştim. Merak edenler okuyup o bölümü özellikle inceleyebilirler.- Nasıl eğleniyorsunuz?Beni çok şey eğlendirebilir. Karikatürler, filmler, kitaplar, oyunlar, yakın arkadaşlarım. Özellikle kardeşim beni çok güldürür. Hayatımda hiç kimseye ona güldüğüm kadar gülmemişimdir. - Bu aralar ne okuyorsunuz? Ne izliyorsunuz?Gün içinde bir kaç kitap birden okuyorum aslında. Bu hafta başladığım bir roman var, Javier Cercas’ın Sahtekâr adlı kitabı. Film ise; en son gündelik yaşamı sinemaya müthiş bir lirizmle aktaran minimalist yönetmen Yasujiro Ozu’nun 1949 yapımı “Geç gelen bahar” filmini tekrar izledim. Kendisi o ekolden sevdiğim bir yönetmendir. Ebru D. DedeoğluCHP lideri Kılıçdaroğlu'ndan Erdoğan'a başörtüsüyanıtı
Türkçe Haberler En Son Başlıklar CHP lideri Kılıçdaroğlu'ndan Erdoğan'a başörtüsü yanıtı figure > CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, katıldığı televizyon programında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Eerdoğan'ın başörtüsü çıkışına yanıt verdi. Kılıçdaroğlu, " Hiçbir kadın vitrin süsü, konusu değildir, olamaz. O kadar çok kişi var ki, Erdoğan sadece Adalet Yürüyüşü'ne baksa görecekti" dedi. /Archive/2021/1/2/134423555-kk.jpgCHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş'ın sorularını yanıtlıyor.başörtüsü yanıtlıyor. Kılıçdaroğlu'nun konuşmasından satır başları:CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Erdoğan da yılın ilk günü vatandaşlarına sıcak sevgi dolu bir mesaj verebilirdi. Ama bir TV programındaki bir tartışmadan yola çıkarak CHP'yi tekrar başörtüsü üzerinden suçlaması akıl alacak şey değil. Yeni bir yıla girmişiz, bari sevgiden, saygıdan söz et. Pandemi var, ekonomik sıkıntılar var... Ama onun üzerinden fırsat bilip CHP'yi suçluyor."ERDOĞAN'IN BÜTÜN HAYATI CHP VE KEMAL KILIÇDAROĞLU"Ama nedeni şu aslında Erdoğan gündem yaratmıyor. Erdoğan'ın bütün hayatı CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu. Nasıl ben Kemal Kılıçdaroğlu'nu zor duruma sokarım? Sokamazsın kardeşim. Ben yeri geldiğinde CHP'yi de eleştiren birisiyim, insanlar hata yapabilirler, kurumların da eksiği yanlışı olabilir."BU TARTIŞMA ARTIK TÜRKİYE'NİN GÜNDEMİNDEN ÇIKMALI"Bizim konuşmalarımızı havuz medyası diye tanımladığımız medya vermiyor, vermediği için de Erdoğan da onları izlediği için benim hiç konuşmadığımı sanıyor. Oysa ben konuştum, düşüncemi söyledim. Konuşmadı diyor, konuştum. Bu tartışma artık Türkiye'nin gündeminden çıkmalı. Kadınlar arzu ettikleri gibi giyinirler, bizim görevimiz siyasetçi olarak herkese saygı duymak. Biz kimsenin kimliği ile yaşam tarzı ile uğraşmıyoruz."ERDOĞAN SADECE ADALET YÜRÜYÜŞÜ'NE BAKSA GÖRECEKTİ"Çıkıp özür dilemesi lazım bütün kadınlardan. Hiçbir kadın vitrin süsü, konusu değildir, olamaz. O kadar çok kişi var ki, Erdoğan sadece Adalet Yürüyüşü'ne baksa görecekti. Gerçekgündem.com'da yer alan habere göre Kılıçdaroğlu şöyle devam etti: Vaizelerle toplantı da yaptım 2-3 sene önce. Zaman zaman yapıyorum. Bizim bu toplantılar genelde 2-2,5 saat süren toplantılar ve genelde 25 kişiden fazla olmaz. Benim de öğreneceğim çok şey var. Önyargılardan arınmamız lazım.Benim için bu konu kapanmış bir konudur, boşuna tartışıyoruz. Ben senin giyimine, inancına saygı duyuyorum. Dostlarımızla beraber iktidara geleceğiz, bizim kimsenin yaşam tarzıyla uğraşacak zamanımız yok uğraşmayacağız da."MİLYARLARCA DOLAR LONDRA'DAKİ BİR TEFECİYE GİDİYOR"Erdoğan'ın bir amacı var zaten. O amacı ben biliyorum. Devletin zenginleşmesi, insanların işsiz olmaması bunlarla Erdoğan'ın bir ilgisi yok. Erdoğan bu işleri bırakmış vaziyette. Erdoğan tümüyle sarayında oturuyor, kendi hayal dünyasında yarattığı bir Türkiye var, saraya baktığı zaman herkesin 4-5 maaşı var. Erdoğan sarayın dışına çıkabilir mi? Geçen fırından ekmek alıyor, kaç araçla gidiyor kaç polisle gidiyor oraya? 3 bin polisle.(Yeni bir adalet yürüyüşüne ihtiyaç var mı?) Yok hayır. Bugünkü tablo geçtiğimiz tablodan biraz daha ağır, her geçen gün ağırlaşıyor. Milyarlarca dolar Londra'daki bir tefeciye gidiyor. Bu milletin ağzındaki lokmadan alıyorlar vergiyi. cumhuriyet.com.trCNN Türk'te zam sansürü
CNN Türk'te zam sansürü figure > Devletin ve geçiş garantisi verilen özel sektörün işlettiği köprü ve otoyollara gelen 2021 yılı zammı, iktidara yakınlığıyla bilinen CNN Türk ekranlarında "ücret artışı" oldu. /Archive/2021/1/2/134105104-dsdddd.jpgKarayolları Genel Müdürlüğü, köprü geçiş ücreti tarifelerini yenilerini yayımladı. Yeni tarifelere göre neredeyse yüzde 30’luk zam geldi.15 Temmuz Şehitler ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri geçiş ücreti yüzde 26 artışla 10.50 liradan 13.25 liraya yükseltildi. Motosiklet geçiş ücreti de yüzde 23.5 artışla 5.25 liraya çıktı.Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Osmangazi Köprüsü ücretlerine de zam geldi. Osmangazi Köprüsü geçiş ücreti otomobiller için yüzde 25 oranında artışla 117,90 liradan 147,50 liraya çıktı.Zam haberlerini iktidara yakın medya hiç haberleştirmezken CNN Türk haberi önce “zam” diyerek verdi sonrasında ise “ücretler arttı” ifadesini kullandı.İşte o iki haber:/Archive/2021/1/2/134032214-rrrrr.jpg cumhuriyet.com.trHasan Can Kaya'dan 'Exxen'için yeni proje
Hasan Can Kaya'dan 'Exxen'için yeni proje figure > Youtube'ta 'Konuşanlar' isimli programıyla dikkat çeken ve Exxen'e transfer olan Hasan Can Kaya, Exxen için yetişkinlere özel çizgi film yapıyor. Program yapımcısı Acun Ilıcalı, yeni kurduğu dijital platformu Exxen'in projelerinden biri daha ortaya çıktı. Youtube'ta Konuşanlar isimli programıyla ünlenen Hasan Can Kaya Exxen'e "Hayallerim, Aşkım ve Ailem" dizisi ve programın yanı sıra bir de yetişkinler için çizgi film yapacak.'DİZİNİN MÜZİKLERİNİ KİBARİYE YAPACAK'O Ses Yılbaşı çekimleri sırasında konuşulan proje, yerli Simpsons çizgi filmi tarzında olacak. Adı "Ekmek Kapısı" olan çizgi filmin kesinleşen oyuncuları; Ezgi Gör ve Tuna Orhan, müziklerini ise Kibariye yapacak.SOSYAL MEDYADAN TEPKİ ALMIŞTI'Konuşanlar' adlı stand-up programı ile tanınan Hasan Can Kaya, programın Aralık 2020'de Exxen adlı platforma taşınacacağının duyurulmasının ardından YouTube'a yüklenen bölümler yayından kaldırılınca sevenleri tarafından tepki topladı. Ayrıca YouTube'a yüklenen bölümlerin kaldırılmasının ardından programın takipçi sayısında düşüş meydana geldi. cumhuriyet.com.trSüleyman Sarılar canlıyayın sürelerini paylaştı:‘AKP’ye 766, HDP’ye 51 dakika ayırdık’
Süleyman Sarılar canlı yayın sürelerini paylaştı: ‘AKP’ye 766, HDP’ye 51 dakika ayırdık’ figure > Olay TV Genel Yayın Yönetmeni Sarılar siyasi partilerin TBMM'deki grup toplantıları konuşmalarına ne kadar süre yer verdiklerini açıkladı. Buna göre, AKP'ye 766, HDP'ye 51 dakika ayrılmış. İktidarın baskısı sonucu patronların arasında çıkan anlşamazlık sonucu kapanan Olay TV tartışılmaya devam ediyor.İş insanı Cavit Çağlar'ın yüzde 100 lisans hakkına sahip olduğu Olay TV, iş insanı Hüseyin Köksal'ın sermaye koymasıyla 30 Kasım'da yayın hayatına başladı."Habercilik fabrika ayarlarına dönüyor" sloganıyla yayın hayatına başlayan kanal sadece 26 gün yayında kalabildi. Kanalın kapatılmak istenmesinde HDP grubunun Meclis'te yaptığı konuşmalara çok fazla yer vermesi gerekçe olarak gösterilmişti."HDP YAYINLARINA AĞIRLIK VERİLMESİ BENİ RAHATSIZ ETTİ"Olay TV'nin frekans sahibi Cavit Çağlar, ekranın karartılmasının ardından yaptığı açıklamada" "Ben merkez sağda siyaset yapmış bu ülkeye hizmet etmiş bir kişiyim. Olay TV yayın ekibinin yaptığı yayınlar beni rahatsız etti.Tarafsız yayın yaparken HDP yayınlarına ağırlık verilmesi üzerine bu konuyu beraber iş birliği yaptığım ortağıma ilettim" demişti.Siyasi partilerin canlı yayınlarına ayırdıkları süreleri paylaşan Olay TV Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Sarılar, AKP'ye 766 dakika HDP'ye ise 51 dakika ayırdıklarını aktardı./Archive/2021/1/2/133003171-screenshot8.jpgSarılar'ın "26 günlük Olay TV yayınımızda partilere ayırdığımız canlı yayın süreleri" diyerek paylaştığı rakamlar şöyle:AK PARTİ 766, CHP 605, MHP 194, İYİ PARTİ 72, HDP 51 dakikadır. Kamuoyuna duyurulur. Rakamlar ortada. Sahi neden kapattırdınız?" cumhuriyet.com.trSomali’de Türk firmasınınşantiyesine intihar saldırısı
Somali’de Türk firmasının şantiyesine intihar saldırısı figure > Somali'de bir Türk firmasına ait şantiyeye motosikletli bir saldırgan tarafından intihar saldırısı düzenlendi. 5 kişi yaralandı. Somali'de yol yapım çalışması gerçekleştiren bir Türk inşaat firmasına ait şantiyeye intihar saldırısı düzenlendi.AYRINTILAR GELİYOR… cumhuriyet.com.trVitrindekiler...
Vitrindekiler... figure > Her alandan nitelikli kitaplara ilişkin bir seçki sunan Vitrindekiler'den okuma listenize yetkin bir katkı... /Archive/2021/1/2/125618846-ic1.jpgVoltaire ve Aydınlanma / Server Tanilli / Cumhuriyet Kitapları / 251 s.18’inci yüzyılın bu büyük Fransız düşünür ve yazarı Voltaire’in tarihe geçmiş şu sözünü bilmeyen yoktur: “Söylediklerinizin hiçbirinde sizinle aynı düşüncede değilim; ancak onları söyleme hakkını ölünceye değin savunacağım.” Voltaire’in yolu, başta inanç ve fikir özgürlüğü olmak üzere, özgürlükler için mücadele; akıl, adalet, insan hakları ve hoşgörü için mücadele; karanlıkçılığa, bağnazlığa ve yobazlığa karşı mücadeleden geçiyordu! Bu sonuncular için “Alçağı eziniz!” diye haykırıyordu. Paul Valery, ondan söz ederken, “Voltaire yaşıyor, Voltaire devam ediyor, alabildiğine günceldir o” diyordu yarım yüzyıl önce. Günümüzde daha da geçerli olan bu eşsiz değerlendirme, büyük aydınımız Server Tanilli’nin kaleminden yıllar sonra yeni baskısıyla okurlarla buluşuyor./Archive/2021/1/2/125631845-ic2.jpgAugie March’ın Maceraları / Saul Bellow / Çev.: Hasan Fehmi Nemli / İletişim Yay. / 705 s.Genç ve yakışıklı Augie March; Chicago’dan Meksika’ya, Amerika’dan Avrupa’ya sürekli seyahat ederek farklı toplumsal dünyalar arasında mekik dokur. Toplumun en dibindeki yoksullar ve suçlularla vakit geçirmeyi sevdiği gibi zengin züppeler, bohemler ve siyasetçilerin hayatına da meraklıdır. Augie’nin ulusal, fiziksel ve sınıfsal bariyerleri aşan yolculuğu bir aşamada kendi bilincine yönelip modernist bir boyut da kazanır. Nobel Edebiyat Ödüllü Saul Bellow’un toplumsal baskılara bireysel özgürlük ve seyahat arzusuyla direnen romanı umut ve iyimserlik dolu önemli bir deneysel yapıt./Archive/2021/1/2/125645376-ic3.jpgBen Neyim? - Gönülsüz Olmaz / Ahmet Ağaoğlu / Can Yay. / 120 s.Ahmet Ağaoğlu’nun, 1936’da Cumhuriyet’te tefrika edilen ve ölümünün ardından 1939’da kitap olarak basılan sıra dışı metni Ben Neyim? “itiraf edebiyatı”nın erken örneklerinden biri. Kitap bir yanıyla da Cumhuriyet’in Batılılaşma girişiminin biçimciliğinin, yeni siyasal yapıya uyumlu bireyler yaratılamamasının eleştirisi. Metne, Ağaoğlu’nun Malta’da sürgündeyken yazdığı, ölümünden sonra kitaplaşan ve odağında bu kez 1908 İnkılabı’na yönelik daha sert bir eleştiri bulunan Gönülsüz Olmaz anlatısı da eklenmiş. Kitapta, Aylin Özman’ın söz konusu eleştirilerin temelindeki ahlak ve siyaset anlayışının sınırlarına dikkat çeken sunuş yazısı da yer alıyor./Archive/2021/1/2/125709986-ic4.jpgPir Sultan Abdal / Sadeddin Nüzhet Ergun / Çolpan Kitap / 189 s.Ergun’un çalışmalarının ağırlık noktasını, Türk edebiyatı tarihi ve buna bağlı olarak Alevî-Bektaşî edebiyatı, kendi deyimiyle “mezhebî zümre edebiyatları” oluşturur. 1929’da yayımlanan Pir Sultan Abdal, bu bağlamdaki araştırmalarının bir ürünü. Yayımlandığı yıla gelene kadar Pir Sultan Abdal’la ilgili bibliyografyayı verildikten sonra şairin yaşamını, şöhretini, gizli kişiliğini değerlendirip yapıtları ve edebi kişiliği üzerinde duruluyor. Kitabın ilk baskısında, Ergun’un cönklerden derlediği Pir Sultan Abdal’a ait yüz beş deyiş, nefes vardır. Ergun, Bektaşî Şairleri ve Nefesleri kitabında ise Pir Sultan’ın on sekiz şiirine yer açar. Bunların on biri, Pir Sultan Abdal adlı kitabında yok. Kitabın bu yeni baskısına ise anılan şiirler de eklenmiş./Archive/2021/1/2/125722579-ic5.jpgKum Tefrikaları / Ömür İklim Demir / Yapı Kredi Yay. / 432 s.Kum Tefrikaları, kuytunun, saplanıp kalmanın, kendine gömülmenin, uzaklara düşmenin, öteki bile olamamanın, boşluğun, hevesin, meşgalenin, Doktor Mithat’ın, Murat Hoca’nın, Yurdanur Hala’nın, Şevket Kemal Bey’in, ölülerin, kelimelerin, telgraf tıkırtısının, tozun, rüzgârın, bulutların, uçup giden hayallerin, tüm o yılların ve de üstümüzden esip geçen diğer şeylerin hikâyesi… Her kavram değişip dönüşürken, okurlar Türkiye’nin son yüz yılında kat kat açılan bir romanla buluşuyor./Archive/2021/1/2/125737157-ic6.jpgSergüzeşt-i Kalyopi / T. Abdi / Çev.: Merve Köken / Sadeleştiren: Bilge Kösebalaban / Karakarga Yay. / 240 s.1873 tarihli Sergüzeşt-i Kalyopi (Kalyopi’nin Macerası) ilk yerli romanımız kabul edilen Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’tan iki yıl önce, ilk macera romanı olarak kabul edilen Hasan Mellah’tan ise bir yıl önce basılmış bir macera romanı olma özelliği taşıyor. Bir Rum kızı olan Kalyopi’nin 1400’ler İstanbul’unda başlayan ve ülkelere, denizlere, adalara yayılan macerası, sadeleştirilmiş ve orijinal metnin eleştirili basımıyla birlikte sunuluyor./Archive/2021/1/2/125752454-ic7.jpgAelita / Aleksey N. Tolstoy / Çev.: Mazlum Beyhan / Türkiye İş Bankası Kültür Yay. / 240 s.Bir Sovyet mucidi ile eski bir Kızılordu neferi, kendilerini Mars’ta yeni bir uygarlık savaşının içinde bulurlar. Sosyal eşitliği kurma iddiasındaki bir ülkeden gelip ilahi bir ilgi ve korkuyla karşılanırlar. “Göklerin Oğullarını” ilahi tahtlarından indiren ilk etken, çökmekte olan eşitsiz Marslı uygarlığının güzel prensesi Aelita’nın aşkı olur, ikincisi ise isyan. Tolstoy’un 1923’te yazdığı, çağın fizik, astronomi ve tarih görüşlerini sentezleyen Aelita; zamanın göreliliği, roket fiziği, Sovyet sistemi gibi temalardan yararlanan yazarın “Batı’nın Çöküşü” teorileriyle tartışması olarak da değerlendiriliyor./Archive/2021/1/2/125811782-ic8.jpgMeraklısı için Darbeler Kitabı / Murat Yetkin / Doğan Kitap / 360 s.Bir Polonyalının Papa seçilmiş olmasının, Polonya’daki işçi ayaklanmasının, Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı ABD destekli Taliban savaşının ve Kıbrıs-Yunanistan ihtilaflarının 12 Eylül 1980 darbesiyle ilişkisi… İsrail’in kuruluşunun hemen ardından Suriye’de yapılan ilk CIA darbesinin, 27 Mayıs 1960 darbesine etkisi… ABD ve Sovyetler arasındaki Soğuk Savaş rekabetinin, Filistin direniş hareketinin, Prag Baharı’nın yol açtığı 1968 isyanlarının 12 Mart’ı anlamak yolundaki önemi… Yetkin tüm bu bağlamlarda Türkiye’nin siyasi coğrafyasında adım adım olayları, kişileri, kurumları birbirine bağlayan zinciri gözler önüne seriyor./Archive/2021/1/2/125825469-ic9.jpgKaranlık Çökerken Neredeydiniz / Mario Levi / Everest Yay. / 615 s.Hikâyeleri bu şehrin hikâyesiydi... İzak, Necmi, Şebnem, Niso, Yorgo ve Şeli... Yılların akışında farklı ülkelere gitmek zorunda kalmışlardı. Masumiyetini kaybedememiş o son romantik kuşaktan bilmişlerdi kendilerini. Otuz yıl aradan sonra bir araya gelip, gençlik oyunlarını yeniden sahneye koymak istemişlerdi. Aşkları ve henüz tüketemedikleri heyecanları vardı. Kırgınlıkları ve yaraları da... Oyunun adı ‘İstanbul Hayatım’dı... Başarabilecekler miydi? Mario Levi’den bir çağ yangınının romanı…/Archive/2021/1/2/125839578-ic10.jpgTürkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni - Ordu, Sermaye, ABD, İslamizasyon / Derleyenler: Behlül Özkan, Tolga Gürakar / Tekin Yay. / 384 s.On akademisyenin Türkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni’ni anlattığı makalelerden oluşan çalışma; Cumhuriyet dönemini kesintisiz Kemalist-İslamcı karşıtlığı üzerinden okuyan ve İslamcılığı merkeze karşı çevreyi, devlete karşı sivil toplumu temsil eden bir siyasi aktör olarak nitelendiren paradigmaya karşı çıkıyor. Türkiye’de İslamcılığın: Soğuk Savaş sürecinde merkez tarafından ezilen, mağdur edilen ve baskı gören çevrenin temsilcisi bir siyasal akım değil, 1960’lardan itibaren sınıf siyaseti üzerinden yükselen işçi ve öğrenci hareketlerine karşı merkezin, büyük sermayenin ve ordunun arka çıktığı bir dinamik olduğunu ortaya koyuyor./Archive/2021/1/2/125852563-ic11.jpgTrendeki Adam / Andy Mulligan / Çev.: Niran Elçi / Delidolu Yay. / 360 s.Treni kaçırmak bazen hayatınızı kurtarabilir! Roman; kesişen yaşamların birbirlerine görünmez iplerle nasıl da bağlı olduğunu gösteren, yaşamla ölüm arasında akıp giden ve İngiliz demiryollarının tuhaf ‘harikalar diyarında’ ilerleyen bir yol hikâyesi. Yazar; evi, işi, eşi, parası ve daha fazla yaşamak için hiçbir amacı olmayan, kendisini yaşarken ölmüş sayan bir adamın, gerçek benliğiyle yüzleşmesine ve geçmişiyle hesaplaşmasına odaklandığı romanında, bıçak sırtı bir konuyu incelikle öyküleştiriyor./Archive/2021/1/2/125910594-ic12.jpgAile / Mario Puzo / E Yay. / 432 s.Alexander, “Biz bir aileyiz,” dedi çocuklarına. “Bir ailenin sadakati her şeyden ve herkesten önce gelmelidir. Birbirimizden haberdar olmalıyız, birbirimizi korumalıyız ve en önemlisi de birbirimize bağlı olmalıyız. Çünkü eğer bu sorumluluğu şerefimizle yerine getirirsek, asla mağlup olmayız.” Aile nedir? Mario Puzo bu soruyu ilk önce, Corleone ailesini yaratarak kan bağı kavramını yeniden tanımladığı unutulmaz Baba romanında yanıtladı. Puzo’nun konuyla ilgili en son görüşleri, otuz yıl sonra, İtalyan tarihinin en büyük suç ailelerinden Borgiaları anlattığı Aile romanında... Cumhuriyet Kitap EkiRomaİmparatorluğuçökerken…
Roma İmparatorluğu çökerken… figure > Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi’nin 7. cildinde Edward Gibbon’ın odak noktası Anadolu ve Ortadoğu. İstanbul’u, Kudüs’ü, Suriye’yi, Antakya’yı vs. ele geçiren haçlıların buralarda kurdukları krallıklarda neler yaptıklarını ve sonunda nasıl kaybettiklerini irdeliyor Gibbon. Ayrıca Katolik ve Ortodoks bölünmesine değiniyor ve yıkımın eşiğine iyice yaklaşan Bizans İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu taht kavgalarını, iç savaşları da masaya yatırıyor. 7. cildin son noktasını ise II. Murat’ın İstanbul’u kuşatmasıyla koyuyor. /Archive/2021/1/2/125155602-ic.jpgRoma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi’nin 7. cildinde Edward Gibbon’ın odak noktası Anadolu ve Ortadoğu. Haçlı seferlerini oluşturan saikler üzerinden ilerleyen Gibbon, Avrupalıların Anadolu ve Ortadoğu’da yaptıkları savaşların detaylarını aktarıyor.İstanbul’u, Kudüs’ü, Suriye’yi, Antakya’yı vs. ele geçiren haçlıların buralarda kurdukları krallıklarda neler yaptıklarını ve sonunda nasıl kaybettiklerini irdeliyor.Gibbon bu noktada ayrıca Katolik ve Ortodoks bölünmesine kısaca değiniyor ve yıkımın eşiğine iyice yaklaşan Bizans İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu karmakarışık durumu, taht kavgalarını, iç savaşları da masaya yatırıyor.Gibbon son iki bölümü Osmanlı ve Moğol imparatorlarına ayırıyor. Cengiz Han ile başladığı bu yolculuğa Timur ve Osmanlılar ile devam ediyor. Hem Cengiz’in hem de Timur’un Uzak Asya’dan Avrupa’nın içlerine kadar uzayan muazzam imparatorluklarını, bu imparatorların sosyal, askerî ve idari yaklaşımlarını da irdeleyerek gözler önüne seriyor.Osmanlıların kuruluşu ve ilerleyişini ilk dört sultan üzerinden anlatmaya başlayan Gibbon, Timur ile Bayezid’i savaşa sürükleyen süreç ve Osmanlıları Fetret Devri’ne sokan savaşları hakkında detaylıca bilgi verdikten sonra Bayezid’in oğullarının iç savaşlarını farklı kaynaklar ışığında inceliyor. 7. cildin son noktasını ise II. Murat’ın İstanbul’u kuşatmasıyla koyuyor.Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi (7. Cilt) / Edward Gibbon / Çev.: Asım Baltacıgil / İndie Kitap / 464 s. Cumhuriyet Kitap EkiÖzlem Türeci ve UğurŞahin Der Spiegel'in kapağında
Özlem Türeci ve Uğur Şahin Der Spiegel'in kapağında figure > Der Spiegel yeni yılda ilk sayısının kapağında koronavirüse karşı aşı geliştiren iki bilim insanına, BioNTech yöneticileri Dr. Özlem Türeci ile Prof. Dr. Uğur Şahin'e yer verdi. Der Spiegel dergisi 2021 yılının ilk sayısında kapağını, 2020 yılına damgasını vuran iki önemli bilim insanına ayırdı: BioNTech yöneticileri Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin'e. Alman biyoteknoloji şirketi BioNTech‘in kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Uğur Şahin, koronavirüse karşı geliştirdikleri aşının üretim kapasitesinin artırılması için yoğun bir çaba içinde olduklarını dile getirdi. Şahin, eşi Özlem Türeci ile birlikte Spiegel dergisine verdiği röportajda, "Şu an durum tozpembe görünmüyor, başka onay alan aşı olmadığı için açık oluşmaya başladı ve biz kendi aşımızla bu açığı da kapatmak zorundayız" dedi.Aşı konusunda şu an Avrupa'da yaşanan yetersizliğin, Avrupa Birliği'nin (AB) satın alma politikası ile ilgili olduğunu ifade eden Şahin, "Birçok farklı firmanın yeterli sayıda aşı üreteceğinden yola çıkıldı. Sanırım, 'yeterince aşı temin ederiz, durum o kadar da kötüye gitmez ve her şey kontrolümüz altında' gibi bir hava oluştu. Bu beni şaşırttı" dedi. Şahin diğer yandan, ocak ayı sonunda üretim kapasitesini konusunda önlerini daha net görebileceklerini ancak Almanya için yeterince aşı üreteceklerini ve burada bir sıkıntı yaşanmayacağını vurguladı.DW Türkçe'nin aktardığına göre, BioNTech'in yönetim kurulunda tıbbi konulardan sorumlu yönetici (CMO) olarak görev yapan Özlem Türeci de röportajda, AB'nin ve bazı ulusal hükümetlerin, aşıyı farklı firmalardan temin etme fikrinin özünde mantıklı olduğunu, ancak "bir noktadan sonra birçok şirketin zamanında teslimat yapamayacağının anlaşıldığını ve o açığı başka bir firmanın ürünü ile kapatabilmek için de geç kalındığını" dile getirdi.Spiegel'in aktardığı bilgilere göre Amerika Birleşik Devletleri (ABD), BioNTech'e henüz geçen temmuz ayında 600 milyon doz aşı siparişinde bulundu. AB ise ancak kasım ayında 300 milyonluk bir sipariş verdi. Şahin, bu durumla ilgili olarak da, "Avrupa'da süreç, diğer ülkelerle olduğu kadar seri ve dolaysız işlemedi" ifadesini kullandı.Aşı üretimini kısa vadede arttırmanın çok basit olmadığını ifade eden Şahin, "Dünyanın dört bir yanında, bugünden yarına aşıyı gerekli kalitede üretebilecek şekilde uzmanlaşmış, kullanılmayan fabrikalar bulunmuyor. İlaç üretiminde bir anda Aspirin'den ya da öksürük şurubundan aşı imalatına geçemezsiniz. Bu süreç yıllar süren bir uzmanlaşma ve gerekli inşaat ve teknoloji donanımı gerektirir" dedi. Özlem Türeci ise BioNTech'in Avrupa'da beş üretici ile aşı üretimini desteklemeleri konusunda anlaştığını belirtti.TÜRKİYE İLE BİONTECH ARASINDA GÖRÜŞMETürkiye de, BioNTech ile ortak üretim konusunda görüşmelerde bulunuyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün İstanbul'da kıldığı cuma namazının ardından konuyla ilgili açıklamalarda bulundu. Erdoğan, "Almanya ile yaptığımız görüşmelerde bir ortak üretim meselesi de söz konusu. Bu konuda TÜBİTAK çalışmasını sürdürüyor. Buradan da olumlu gelişmeler var" şeklinde konuştu. SANAYİ ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank dün yaptığı açıklamada, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal'a, Uğur Şahin ile görüşmek üzere Almanya'ya gitmesi için talimat verdiğini belirtmişti. Varank, "'Beraber bir üretim tesisi Türkiye’de kurabilir miyiz' diye bizzat gidip görüşmesini istedim. Uğur Hoca, Türkiye ile ilgili güzel cümleler kurdu. Gerçekten burada ortak bir Ar-Ge merkezi kurmak istiyor" demişti. /Archive/2021/1/2/125337441-eqqufrsxaaar97l.jpg cumhuriyet.com.trErdoğan’ın‘kimse para verip almasın dediği’Sözcügazetesi, Meclis uygulamasındançıkarıldı
Erdoğan’ın ‘kimse para verip almasın dediği’ Sözcü gazetesi, Meclis uygulamasından çıkarıldı figure > Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Sözcü gazetesini hedef almasının ardından, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yasama faaliyetleri, haberler ve tutanakların yer aldığı aplikasyonun gazete manşetleri yer alan bölümünde Sözcü gazetesinin yer almadığı görüldü. Sözcü gazetesi, "2020'nin torbasından felaket ve gözyaşı çıktı" manşetinin altında yer alan Ayasofya’nın ibadete açılması haberi nedeniyle AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hedefe alındı. Erdoğan’ın "Ben Sözcü gazetesini okumuyorum. Kimse de lüzumsuz yere buna para verip almasın" sözleri üzerine Sözcü, Meclis uygulamasından çıkarıldı.BirGün’ün haberine göre, Sözcü gazetesinin çıkarıldığı aplikasyon bölümünde, TBMM'nin yasama faaliyetleri, haberler ve tutanakların yer alıyor. Aplikasyonu milletvekili, meclis çalışanları ve basın mensupları kullanıyor.İNCELEME BAŞLATILDIErdoğan'ın açıklamasından kısa bir süre sonra BİK harekete geçtiğini açıklamıştı. Basın İlan Kurumu'ndan yapılan açıklamada Sözcü gazetesi hakkında, "Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının ilgili hükümlerine göre gazetenin bu haberi resen ele alınıp, gerekli işlemler yapılacaktır" denilmişti. cumhuriyet.com.trÇocuğuna bağımlıolmayan ebeveynlere
Çocuğuna bağımlı olmayan ebeveynlere figure > Çağdaş çocuk edebiyatının sevilen yazarı Tülin Kozikoğlu ve özgün çizimleri ile çocuk edebiyatında iz bırakan Deniz Üçbaşaran birbirinden özel iki çocuk kitabında bir araya geldi. Kırmızı Kedi Çocuk etiketiyle art arda yayımlanan Aman Nazar Değmesin ve Bir Tanecik Oğlum kitaplarıyla metin ve resim uyumunun gücünü derinden gösteriyorlar. /Archive/2021/1/2/124725448-ic1.jpgTÜLİN KOZİKOĞLUÇocuklar daha anne kucağındayken “maşallah, aman nazar değmesin” cümlelerini duymaya başlıyorlar. Bir şey kırıp döktüğümüzdeki sakarlığımızın adına da nazar deyip geçiyoruz. Nazara olan inanç ve nazar boncuğu insanlığın binlerce yıllık kültürel mirası. Fakat bu mirası çocuklara aktarmak öyle kolay değilken Tülin Kozikoğlu ustalığını gösteriyor ve Aman Nazar Değmesin isimli kitapta nazar boncuğunu bir çocuğun gözünden anlatıyor.Kahramanımızın kardeşinin beşiği, kardeşi büyüdüğündeyse odasının duvarları nazar boncuğu ile dolu, tabii sadece kardeşinin odası değil tüm evin duvarları, kapının girişi, halasının dükkânı, ninesinin ağaçları ve hatta dayısının kravatı bile nazar boncuğu desenli.“BAŞ BELASI” (!) KARDEŞLERAnnesine göre nazar boncuğu onları dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koruyor, babasına göre ise nazar boncuğu onları kazalardan koruyor. Ama ona göre kardeşi olduğu sürece hiçbir şekilde tehlikelerden korunmak mümkün değil, çünkü kardeşi dondurmayı arabaya bulaştırıyor, evin duvarlarına resimler yapıyor yani tam bir “baş belası” tıpkı her küçük kardeş gibi!Nazar boncuğu olsa da kardeşi olduğu sürece başlarının dertten kurtulamayacağını düşünüyor ve bu nedenle doğum günü için çok endişeli; istedikleri kadar boncukları olsun kardeşi o doğum günü partisini mutlaka berbat edecektir. Bu durum için gerekli önemi almaya karar verir ve bulduğu çözümle herkesi güldürürken kendisi de bir o kadar eğlenir.Tülin Kozikoğlu, bu kısa hikâye ile çocuklara binlerce yıllık nazar boncuğu kültürünü aktarırken bir yandan da kardeş kıskançlığı gibi hassas bir konuyu ele alıyor ve çocuk gözünden anlattığı bu hikâye ile çocukların özdeşim kurmalarını sağlayarak alttan alta kıskançlığın sevgiye dönüşüne de şahitlik etmemizi sağlıyor.Bu kitabın hemen peşine yayımlanan “Bir Tanecik Oğlum”da ise Tülin Kozikoğlu, anne ile kurulan sevgi bağının nasıl bağımlılığa dönüştüğünü anlatırken sadece çocuklara değil evladının birey olmasına izin vermeyen, çocuğuna bağımlı ebeveynlere de sesleniyor.Sevgi dediğimiz öyle güçlü bir duygu ki dozunda sağlandığında karşımızdaki ile sağlam bir iletişim ve ilişkinin kapılarını açar fakat bir insanı, canlıyı sevgiden boğmak da mümkün tıpkı John Steinbeck’in unutulmaz eseri Fareler ve İnsanlar’da Lennie’nin fareleri severken öldürmesi gibi…/Archive/2021/1/2/124917510-ic2.jpgDENİZ ÜÇBAŞARANBAĞLILIK VE BAĞIMLILIKBağlılık ve bağımlılık arasında çok ince bir çizgi var ve o ince çizgi arasında çocukların psikolojisi şekilleniyor. İlk bakışta çocuğu koruma güdüsü olarak gördüğümüz anne-babanın korumacı davranışları zamanla çocuğun birey olmasının önüne geçiyor; çocuk, anneye bağlı hâle geliyor. Ailenin bir anına tanık olan kişi, çocuğun anneden kopamamasını yadırgıyor ama işin aslı anne/babadaki bağımlılık sendromunda gizli."Benim varlığım çocuğum için daha güvenli’’ diye düşünen ebeveyn her durumda çocuk için karar verip onun adına adımlar atarak çocuğun kendi başına karar verebilme yetisinin gelişmesine engel olur ve bu çocuklar annesiz yaşamakta zorlanır. Ve çocuğuna bağımlı ebeveynin kendisine bağımlı çocuğu olur.Kozikoğlu’nun bu kitabı, anne-çocuk arasındaki bağımlılığı anlatan kısa bir animasyon filmini hatırlattı bana (üzgünüm ki filmin adını hatırlayamadım). Filmde bir annenin çocuğuna olan bağımlılığını izliyoruz; gidiş yolunda çocuğuna bağımlı bir annenin oğlunun birey olmasına nasıl engel olduğu, dönüş yolundaysa büyümesine rağmen yaşlı annesine bağımlı hâle gelen “adamın”, “yaşadıklarını - yaşayamadıklarını” sadece bir yol hikâyesi içinde sözsüz olarak anlatılmıştı.Tülin Kozikoğlu da “Bir Tanecik Oğlum” adlı yeni kitabında tam da bu durumu anlatıyor. Çocuğunu hayatta her şeyden üstün gören bir annenin çocuğunu kendisine nasıl bağımlı hâline getirdiğini yalın bir hikâye içinde okuyoruz.Her çocuğun uykuya dalarken bir “uyku arkadaşı - alışkanlığı” vardır, kimi sevdiği oyuncağını koyar yanına, kimi annesinin kokusunu ister, kimi battaniyesini. Bu hikâyedeki kahramanımızsa uykuya annesinin saçına dokunarak dalıyor, ama sadece uykuya değil, yapması gereken her şeyi hayata geçirirken bir elinin annesinin saçında olmasını istiyor. Bu uzun yıllar sürüyor… Ta ki kendi bebeği olup kendisi bebeğiyle ilgilenmek zorunda kalana kadar…Kozikoğlu, bu hikâye ile ebeveynleri “bağımlı ebeveyn sendromu”* ile yüzleştirirken çocuklara da “uyku arkadaşları” ile vedalaşma zamanının geldiğini gösteriyor.ÖZGÜN ÇIZIMLERBu noktada yalın ama bir o kadar sağlam bu hikâyenin gücüne güç katan Deniz Üçbaşaran’ın özgün çizimlerine değinmemek de olmaz. “Aman Nazar Değmesin” adlı kitapta da çizimlerini gördüğümüz Üçbaşaran’ın resimleri “Bir Tanecik Oğlum” adlı kitapta daha baskın ki hikâyenin tamamlayanı değil; bu sefer hikâye, resimlerin tamamlayanı hâline gelmiş.Resimler, Kozikoğlu’nun metninden bağımsız sözsüz bir kitap olsa yine ses getirecek bir hikâye sunacak derecede başarılı ve anlamlı. Ama elbette iki usta isim bir araya gelince çok daha derin anlam kazanmış kitap.Uyku arkadaşını bırakma çağında çocuğu olan ebeveynlere bu özel kitabı önerirken çocuklarına olan bağımlılıklarının sağlıklı iletişim bağına döndürmelerini de dilerim.* “Bağımlı ebeveyn sendromu” olarak yazdığım sendrom, daha çok anne - bebek arasındaki fiziksel bağdan kaynaklı, annenin bebeğinden zor kopmasına dayalı bir sendrom olduğu için “bağımlı anne sendromu” olarak bilinmektedir. Fakat kimi babaların korumacı tutumlarındaki doz ayarını düzenleyememeleri nedeniyle babalarda da görüldüğü bilinmektedir. Ben de çocuğun sorumluluğunun sadece anneye yüklenmemesi gerektiğinin altını bir kere daha çizmek istediğim için bu metinde ilgili sendromdan “bağımlı ebeveyn sendromu” olarak bahsetmeyi tercih ettim. Aman Nazar Değmesin / Tülin Kozikoğlu / Kırmızı Kedi Kitabevi / 32 s. / 2020.Bir Tanecik Oğlum / Tülin Kozikoğlu / Kırmızı Kedi Kitabevi / 32 s. / 2020. Bahar Gedik