Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 11.08.2025, 08:40 AM (GMT)

News - Haberler

Menderes erken seçim tarihini açıklasaydı27 Mayısönlenebilirdi

Menderes erken seçim tarihini açıklasaydı 27 Mayıs önlenebilirdi figure > Neden İlker Başbuğ? Önce Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 600 yıllık tarihsel kesitte yaşanan güç mücadelelerini, büyük çarpışmaları, taht kavgalarını yazdı. Sonra 1923’ten 1961’e kadar geçen 38 yılda, yaşananlara ışık tuttu. Hangi tarihsel kesitte, hangi güçler ve temsilcileri nasıl karşı karşıya geldi, kimler kazandı, kimler kaybetti? 26. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, okullarda ders kitabı olarak okutulabilecek nitelikteki “Türkiye Cumhuriyeti’nde Güç Odaklarının Mücadelesi” serisinin üçüncüsünde Türkiye ve dünya için çok önemli bir dönem olan 1961-1980 dönemini anlattı. Darbeler, terör, kontrgerilla ve daha fazlası... Başbuğ ile buluştuk, bugün yaşananların tohumlarının atıldığı o döneme gittik. -  27 Mayıs darbesi, toplumun bugün de şahit olduğumuz kesin çizgilerle bölünmüş bir yapıya dönüşmesinin başlangıcı olmuştur. - Osmanlı İmparatorluğu’nu çöküşe getiren ana neden ekonominin iflas etmesiydi. Demokrat Parti döneminde 1958 yılı ekonomik çöküşün başlangıcıdır.- Anarşi ve terör aylarını planlayan ve icra eden örgütlerin, 12 Eylül günü yakalanmamak için, eylemlerine son vererek, yeraltına girmeye çalıştığı söylenebilir.- Türkiye Masası Sorumlusu Henze’nin “Müdahale bizim için iyidir. Bir şey yapılmasına gerek yok” demesi ABD’nin 12 Eylül’ün arkasında olduğunu gösteriyor. - 3 Aralık 1990 günü Özel Harp Dairesi’nin bünyesinde “kontrgerilla” diye bir kuruluş bulunmadığı açıklanmıştır. Ben de, öyle bir yapılanmayı ne gördüm, ne de şahit oldum. - Yeni kitabınızda bu kez de Türkiye’nin çalkantılı 1961-1980 yıllarını kaleme aldınız. Üstelik öyle bir dönem ki hâlâ aydınlatılamamış pek çok karanlık olay var. Söyler misiniz, bugün yaşananların tohumları aslında o yıllarda mı atıldı?  Kısa bir cevap: Evet…  - Ne açıdan?Özellikle toplumun bölünmüşlüğü açısından…  - “Güç Odakları’nın Mücadelesi kitaplarından çıkabilecek genel bir tespit şu olabilir: “Ekonomik çöküntüyle siyasal çöküntü arasında direkt ilişki vardır” görüşündesiniz.. Açar mısınız? Osmanlı İmparatorluğu’nu çöküşe getiren ana neden imparatorluğun ekonomisinin iflas etmesiydi. Yakın tarihe gelirsek, Demokrat Parti döneminde 1958 yılı, ekonomik çöküşün başlangıcıdır. Dış ödemeler dengesi bozulmuş, döviz darlığı ortaya çıkmış ve enflasyon artmıştır. Ağustos ayında IMF denetimini hükümet kabul etmiştir. Ekim 1959’da ABD, Türkiye’nin istediği 300 milyon dolarlık yardımı vermemiştir. 1970’li yılların sonuna gelinirken, 1978’de enflasyon oranı yüzde 44’e, 1979’da yüzde 68’lere tırmanmıştır. GSMH yıllık artışı 1978’de yüzde 2.9, 1979’da ise yüzde 0.4’e düşmüştür. Geçmişte yaşananlar, ekonomik istikrarın olmadığı bir dönemde siyasal istikrarın da olmadığını bize gösteriyor. 17 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında Atatürk bunu açık olarak söylüyor: “Tarih, milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken, birçok siyasi, askeri ve sosyal nedenler saymaktadır. Fakat bir milletin yükselmesiyle ve düşmesiyle ilgili olan milletin ekonomisidir.” -  Menderes 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’deki konuşmasında “Yolumuz serbest seçim yoludur. Memleketimizde demokrasinin yerleştirilmesinin yolu budur. Fakat her şeyden önce düzenin korunması kati bir zorunluluktur” diyor. Konuşmasının demokrasi açısından bir bedeli oldu mu? 23 Mayıs 1960 günü  DP Genel İdare Kurulu toplantısında Sıtkı Yırcalı, “Derhal seçimleri yapacağımızı açıklayayım” deyince, Adnan Menderes’in cevabı “derhal” olmuştu. Eğer Menderes, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi. Çünkü erken seçim kararı almış bir hükümete karşı bir askeri darbenin gerçekleştirilmesi, açıkça milletin siyasi iradesine de vurulacak bir darbe olurdu. - Yine öngörünüz üzerinden gitmek istiyorum: Diyorsunuz ki: “27 Mayıs darbesi önlenebilirdi”. Varsayalım ki önlendi, bugün ortaya daha farklı bir tablo mu çıkardı? 27 Mayıs askeri müdahalesi Cumhuriyetin getirdiği siyasal sisteme vurulan ilk darbenin adıdır. Elbette DP iktidarının, son yıllarında anayasayı ihlal eden, Tahkikat Komisyonu’nun kurulması ve yetkilerle donatılması gibi uygulamaları olmuştur. Ama çözüm askeri darbe olmamalıydı. İşin diğer bir önemli noktası ise ABD CIA Başkanı’nın, 28 Nisan 1960 günü yaptığı bir konuşmada söylediği gibi, “Türkiye’de seçimler yapılacak olursa, CHP bu seçimleri kazanabilecektir” diye bir değerlendirme yapmış olmasıdır. Yani seçimler erkene alınabilseydi, iktidar seçim yoluyla değişebilecekti. 27 Mayıs darbesi, kendinden sonra gelen askeri müdahaleler üzerinde de önemli tesirler yaratmıştır. Siyasi tecrübeye ve olgunluğa sahip kişilerin siyaset sahnesinden uzaklaşmasına neden olmuştur. Daha da önemlisi, toplumun bugün de şahit olduğumuz kesin çizgilerle bölünmüş bir yapıya dönüşmesinin de başlangıcı olmuştur. -  27 Mayıs darbesinde neredeydiniz? Kuleli Askeri Lisesi’nde son sınıf öğrencisiydim. O yıl sonunda Kara Harp Okulu’na gittik. - 22 Şubat 1962’de de darbe girişimi oluyor, ancak öncesinde, 5 Şubat’ta Başbakan İnönü Kara Harp Okulu’na geliyor. Siz de kendisini karşılayan merasim bölüğündesiniz ve 22 Şubat’ta öğle saatlerinde bir emir veriliyor...Evet, 22 Şubat öğle saatlerine doğru depolardaki silah ve teçhizatımızı alma emrini aldık. Ortada olağanüstü bir durum olduğu belliydi. Tabur Komutanımız Kur. Bnb. Bahtiyar Yalta idi. Yalta, hepimizin örnek aldığı, değerli ve karizmatik bir subaydı. Talat Aydemir’e yakındı. Yemekhanelerde her an göreve hazır olarak bekliyorduk. Gece yarısını geçmişti. Tabur komutanımız geldi. Ordu içinde silahlı bir çatışmaya neden olunmaması için harekâttan vazgeçildiğini söyledi. Toplum psikolojisinin hâkim olduğu bir yerde, genç ve tecrübesiz bireylerin, “bireysel davranması” mümkün değildir. Böyle bir davranış şekli de bu bireylerden pek beklenmemelidir. Olayların değerlendirilmesi ve yargılanmasında bu nokta dikkate alınmalıdır.  - Talat Aydemir’in 22 Şubat darbe girişimi niye tutmadı? 22 Şubat darbe girişiminin en kritik anı saat 16.00 civarlarında yaşandı. Binbaşı Fethi Gürcan, Muhafız Alayı’nın komutasını eline geçirmiştir. O anda, Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri ve komutanlar Çankaya’da toplantı halindeydi. Gürcan, Talat Aydemir’e telefon ederek, durum hakkında bilgi verdikten sonra, “Hepsini enterne edeyim mi” diye, Aydemir’in emrini sorar. Aydemir, “Hayır. Serbest bırakacaksınız, çıkacaklar” der. İnönü daha sonra o anı “Şimdi kaybettiler” diyerek değerlendirmiştir. 15 TEMMUZ İLE KIYASLANAMAZ- Talat Aydemir ve Seyhan’ın darbe girişiminin planlı ve hazırlıklı olmadığını söylüyorsunuz. Birçok yanıyla bu kalkışma 15 Temmuz ile çok kıyaslandı; katılır mısınız? Hayır, katılmıyorum. Elbette ikisi de darbe girişimi. Fakat aralarında dağlar kadar fark var. Her şeyi bir tarafa bırakın, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’te darbe girişimlerinde, Talat Aydemir ve arkadaşları Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinde olabilecek çatışmaları önlemek için darbe girişimlerine son verdiler. Hatta 21 Mayıs’ta Aydemir, ölüme gideceğini bile bile bu kararı aldı. 15 Temmuz darbe girişiminde ise FETÖ’cüler bırakın TSK içindeki çatışmayı, Türk milleti üzerine ateş açmaktan bile çekinmediler. Bu iki darbe girişiminin kıyaslanmasının doğru olmadığını düşünüyorum. - Asıl sorun “Türkiye’nin bir türlü burjuva demokrasisine geçememesi” midir? Diyelim ki “bir milli burjuvazi” tarih sahnesinde yerini aldı, ne değişirdi? Türkiye’de arzu edilen milli burjuvazi oluşabilseydi, Batı modellerinde olduğu gibi, bu burjuvazi toplumun demokratikleşmesi sürecine olumlu katkılar yapabilecekti. Ekonomik gücü, siyasal irade üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanabilecekti. O zaman da ortada farklı karmaşık bağlantılar, vesayet ve temsil ilişkileri de olmayacaktı. Ama eğer bir ülkede burjuvazi devletin kendisine sağladığı imkânlarla gelişiyorsa, bu burjuvazinin demokratikleşme yönünde bir baskı unsuru olması söz konusu olamaz. İNÖNÜ’NÜN BAŞBAKAN OLMASI TÜRKİYE İÇİN BÜYÜK ŞANSTI- Kitapta “22 Şubat darbe girişiminden sonra ordu içindeki gizli yapılanmaların faaliyetlerine devam ettiğini” okuyoruz. Niye önlenemedi? 27 Mayıs askeri darbesi Türk ordusunun komuta kademesini siyasetin içine bulaştırmıştı. Ordunun üst komuta kademeleri alt kademelerin üzerinde bir türlü kontrol sağlayamadı. Hatta alt kademelere taviz verildiği durumlar bile oldu. Türkiye ancak 1965 seçimlerinden sonra siyasal istikrara kavuşabildi. 1961-1965 sürecinde, bu kaotik ortamda, İsmet İnönü’nün başbakan olması Türkiye için büyük bir şanstı. - Ve günlerden 21 Mayıs 1963… O gün tabur nöbetçi subayısınız... O gece İstanbul’da 2. Zırhlı Tugay 22. Mekanize Taburu’nda nöbetçi subayı idim. Gece yarısını geçmişti. Telefonum çaldı. Telefonun karşısında tugay nöbetçi amiri vardı. Tabura alarm vermemi söyledi. Taburu hemen harekete geçirdik. Bölükleri toplamaya başladık. O esnada tabur komutanı geldi. Kendisini karşıladım. Ben bu durumun “normal bir alarm” tatbikat olduğunu sanıyordum. Bunu tabur komutanına söyleyince, “Oğlum ne alarmı, ihtilal, darbe oluyor” dedi. Tugay nöbetçi amiri beni 5-7 devriyesi ile görevlendirmişti. Saat 12.00’ye doğru ben de biraz istirahata çekilmiştim. O saatten sonra, darbeciler tugayın kontrolünü ele geçirmişler. Daha sonra da kontrolü kaybetmişlerdi. Ben alarm emrini darbecilerden değil de esas nöbetçi amirinden almıştım. Bu, genç ve tecrübesiz bir teğmen olarak benim için şanstı. - “1961-1965 dönemi, Türkiye’nin ideolojik olarak sağ ve sol diye iki kutba ayrılmasının başlangıcını oluşturdu” görüşündesiniz. Peki, bugünün Türkiyesi’nde nasıl bir kutuplaşma var? 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi’nin kurulmasından iki yıl sonra Komünizmle Mücadele Derneği kuruldu. 1952 yılında kurulan Türk-İş’in karşısına da 1966’da DİSK çıktı. Bütün bu gelişmeler toplumdaki bölünmeyi pekiştirdi. Bugünün kutuplaşmasının temelinde ise yargı ve adalet sistemine olan farklı bakışların olduğunu düşünüyorum. - 12 Mart’tan sonra Fethullah Gülen ve arkadaşlarını yargılayan İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi hâkimlerinden Albay Kaya Alpkartal, “Ben komünistleri mahkûm etmeden, Nurcuları mahkûm etmem” diyor. Ardından sıkıyönetim mahkemesindeki görevinden alınmasını düşündürücü buluyorsunuz. Ne açıdan düşündürücü? Yargının içinde bulunduğu acı durum nedeniyle düşündürücü. ÖCALAN CEZAEVİNE GİRMESEYDİ…. - 12 Mart sonrası Abdullah Öcalan cezaevine girmeseydi, PKK yine de kurulabilir miydi? Bu soruya kesin cevap verilmesi zor. Ancak, Öcalan’ın Mamak Askeri Cezaevi’nde geçirdiği yaklaşık altı ayın onun düşünceleri üzerinde büyük etki yarattığı da ortada. Kendi anlatımıyla Öcalan o süreci şöyle tanımlıyor: “…Okuldan kopmuştuk. Ütopyadan kopmuştuk. Benim profesyonel devrimciliğe girişimdir. Mamak’ta ilk defa tutuklu olan devrimcilerle kaldım. Bu tutukluluk döneminden çıkarsak, neyi nasıl organize edeceğiz diyorduk?” ILIMLI İSLAM PROJESİ ÖNEMİNİ KAYBETTİ - Siyasal İslama epey geniş yer ayırmışsınız. Laikliğin önemine de vurgu yapıyorsunuz. Laiklik tehdit altında mı?Kitapta “Dünden 1970’lere siyasal İslam” hareketlerini incelemeye çalışıyoruz. Siyasal İslamın ana hedefi; dini değerlerle siyasal alanın yönünü değiştirmektir. Elbette bu düşünce laik düşünceye aykırıdır. - Siyasal İslamın yükselişiyle ABD’nin dünya siyaseti arasında nasıl bir ilişki var? ABD, 2000’li yılların başında, şeriat sistemi ile yönetilen ülkeleri İslam ülkelerini “Radikal İslam” modelini uygulayan ülkeler olarak görüyordu. Bu ülkelerde İslami hukuk kuralları yanında, demokratik bazı kurumları, yasal uygulamaları da gerçekleştirerek “Ilımlı İslam” modelini yaratmayı düşündüler. Ancak 2010’lu yıllarda bunun uygulanabilme olanaklarının olmadığını gördüler. “Ilımlı İslam” projesi biraz önemini kaybetti. ECEVİT’İN İSTİFASI DOĞRU OLMAMIŞTIR - Tarih 18 Eylül 1974… Ecevit başbakanlıktan istifa ediyor, bu siyasal bir gaf mı? İlgili bölümün başlığı; Ecevit’in başbakanlıktan istifası: Bir siyasal gaf mı? Kıbrıs Barış Harekâtı Ecevit’i ulusal kahraman haline getirdi. Erbakan ile koalisyon hükümetini sürdürebilmek pek kolay değildi. Bu gerçek. Erken seçime gidilmesi halinde CHP’nin çoğunluğu sağlama şansını ele geçirebileceğini Ecevit düşünmüş olabilir. Bu nedenlerle Ecevit 18 Eylül 1974’te başbakanlıktan istifa etti. Ancak erken seçim kararının alınması için Meclis’te çoğunluğun sağlanması gerekiyordu. Diğer hiçbir muhalefet partisinin CHP’nin kesin kazanacağı bir erken seçimi desteklemesi düşünülemezdi. 31 Mart 1975’e kadar Meclis’ten güvenoyu alabilecek bir hükümet çıkmadı. Türkiye yedi ay güvenoyu alamayan Sadi Irmak hükümeti tarafından yönetildi. İşin ilginç yönü; Ecevit’in istifa etmesinden bir gün önce, 17 Eylül 1974’te ABD Kongresi “Türkiye’ye Yapılan Silah Satışlarının ve Askeri Kredilerin Durdurulması” kararını aldı. Bu kapsamda, Ecevit’in 18 Eylül 1974’te istifa etmesi pek doğru olmamıştır. KONTRGERİLLAYI NE GÖRDÜM NE ŞAHİT OLDUM - 5 Temmuz 1972… Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, ayağında prangayla sorguya götürülür. Sorgulayan, “Burası Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Kontrgerilla Örgütü’ diyor. Siz Genelkurmay Başkanlığı yaptınız. Kontrgerilla var mıydı? Kontrgerilla konusu da kitapta detaylı olarak incelenmektedir. 3 Aralık 1990 günü Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan meşhur Özel Harp Dairesi’ne ilişkin basın toplantısında, Özel Harp Dairesi’nin bünyesinde “kontrgerilla” diye bir kuruluş veya böyle bir görevin bulunmadığı net olarak açıklanmıştır. Ben de öyle bir yapılanmayı ne gördüm ne de şahit oldum. - Peki, Ecevit, neden kontrgerilla tartışmasını Türkiye’nin gündemine getirme gereksinimini duydu? Bu kontrgerilla konusu, Demirel ile Ecevit arasında bir tartışma konusuna dönüştürülmüştür. Türkiye, 1970’li yıllarda çok karanlık, hâlâ tam olarak çözülememiş olaylar yaşamıştır. 3 Şubat 1978 günü Ecevit, yaptığı bir açıklamada, şunları söylemiştir: “Yaptığım araştırmalara göre, Türkiye’de devletçe düzenlenmiş kontrgerilla resmen yoktur.” Ancak buna rağmen, Ecevit’in de dediği gibi, “gayri nizami harp eğitimi” almış, halen devlet kurumlarında görev yapan veya devlet kuruluşlarından ayrılmış bazı kişiler, herhangi bir şekilde yasadışı eylemlere karışmış ve kullanılmış olabilirler. Bu ihtimal toptan reddedilemez. Bu konuya ilişkin, soruları olup bu sorulara cevap arayanlara bu kitabı dikkatle okumalarını öneririm. - Erenköy/Ziverbey’de sorgulamayı yapan 1. Ordu personeli niye kendisini kontrgerilla örgütü olarak tanıtıyor o halde? O kişiler, sorguladıkları kişilerin Türkiye’de Marksist/komünist bir rejimi kurmaya çalıştıklarını düşünmektedirler. Ayrıca, kendilerine bir paye ve görev yüklemeye çalışmaktadırlar. Ama aslında, Erenköy-Ziverbey sorgulaması TSK içindeki güç odaklarının bir iktidar mücadelesiydi. Türk kamuoyu “kontrgerilla” sözcüğünü Talat Turhan’dan duydu. Talat Turhan’da daha sonra yazdığı kitabında, “kontrgerilla diye elbette bir örgüt bulunmamaktadır” diye yazmıştır. - 12 Mart muhtırasından önce ve sonraki olayların arkasında gizli güçler var mıydı? 12 Mart muhtırasının arkasında, ABD’nin olduğuna ilişkin bazı somut nedenler var. TSK komuta kademesinin “tam ve doğrudan bir askeri rejim” kurma isteğine sahip olmaması, böylece Türkiye’nin Yunanistan ve Pakistan gibi askeri diktatörlük rejimine dönüşmemesi, ordu içindeki sol kanatın tasfiye edilmesiyle, Türkiye’de Irak, Suriye ve Mısır’da olduğu gibi “Baas Tip” bir rejimin kurulması risk ve tehdidinin ortadan kalkması gibi… Detayını kitaba bırakalım. - 2009’un son günlerinde yargı kullanılarak TSK’yi ve özellikle Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı hedef alan olayların yaşanmasında kontrgerilla tartışmalarının etkisi var mı?  Belirli ölçüde geçmişte yapılan kontrgerilla tartışmalarının etkisi olduğu ileri sürülebilir. Orada, “faili meçhul bazı cinayetlere” ilişkin bazı bilgilerin bulunması ve bulunamazsa da fırsat yaratıp bazı hazırladıkları komploları oradaki bilgisayarlara yerleştirmeyi düşünmüşlerdi. 24 OCAK İLE 12 EYLÜL ARASINDAKİ İLİŞKİ - Çöküşün başlangıcı olarak 1979’u gösteriyorsunuz. Türkiye’nin de zor yılları… “Türkiye’de ‘muhafazakâr devrim’ sürecinin başlamasına mı karar verilmiştir?” diye soruyorsunuz.6. Demirel hükümeti 12 Kasım 1979’da kuruldu. Üç hafta sonra da, Turgut Özal Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirildi. Bence, bu Türkiye’nin “muhafazakâr devrim” sürecine girişinin başlangıcıdır. 24 Ocak 1980’de de Özal’ın hazırladığı 24 Ocak kararları açıklandı. Özal, ekonominin sağlığına kavuşturulması için en az beş yıllık bir süre verilmesini istemişti. ABD, 24 Ocak Kararları’nın hayata geçirilmesinden fazlasıyla memnundu. 24 Ocak kararları ile 12 Eylül Darbesi arasında bir ilişki olduğu açıktır. Beyaz Saray’da Türkiye Masası Sorumlusu olan, Paul Henze’nin askeri darbeyi öğrendiğinde, “Bu müdahale bizim için iyidir. Herhangi bir şey yapılmasına gerek yok” şeklindeki ifadesi de ABD’nin 12 Eylül Darbesi’nin arkasında olduğunu göstermektedir. - 12 Eylül askeri müdahalesi engellenebilir miydi? Demirel ile Ecevit, son olarak 24 Temmuz akşamı Çankaya Köşkü’nde bir araya geldiler. Eğer o akşam, AP ile CHP’nin bir koalisyon hükümeti kurulması konusunda anlaştıkları açıklanabilseydi, ne olurdu? Ayrıca Cumhurbaşkanlığı sorunu da uzlaşma ile çözülebilseydi, Türkiye 12 Eylül Darbesi’ni yaşar mıydı? Bu sorular haklı sorulardır. Üzerinde ciddiyetle düşünülebilir, değerlendirilir. Tabii kesin hüküm verilmesi zor. - 11 Eylül günü devam eden anarşi, 12 Eylül sabahı nasıl bıçak gibi kesildi?  Zor ve çok tartışılan bir konu. Çok şey söylenebilir. Bu konuda kitapta bütün boyutlarıyla inceleniyor. Şimdilik burada sadece şunu söyleyeyim: Anarşi ve terör olaylarını planlayan ve icra eden örgütlerin, 12 Eylül günü yakalanmamak için, eylemlerine son vererek yeraltına girmeye çalıştıkları söylenebilir. Aksini söylemek pek rasyonel gözükmüyor. Ama yine de tartışmaya açık bir konu.  İpek Özbey

Artan fiyatlar ithalatla terbiye edildi. Tüccarın insafına bırakılançiftçi yine yoksullaştı

Artan fiyatlar ithalatla terbiye edildi. Tüccarın insafına bırakılan çiftçi yine yoksullaştı figure > Kredi kullanmazsa üretim yapamayacak hale getirilen çiftçinin, şimdi de traktörünü, hayvanını haczetmeye başladılar. Hacizlerin 3 ay ertelenmesi ise yeterli değil. Ana paranın 5 yıla kadar ötelenmesi talep ediliyor. Bankalara olan 128.7 milyar TL’lik borcuyla yeni yıla giren çiftçinin, batık kredi miktarı ise 5 milyar TL’ye dayandı. TMMOB Ziraat Mühendisler Odası (ZMO) Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “Öz sermayesi yetersiz olan çiftçi, uzun yıllardır uygulanan yanlış tarım politikaları sonucu bugün dışarıdan kredi kullanamazsa üretim yapamayacak duruma geldi” dedi. Çiftçinin bankalar dışında kooperatifler ve özel sektöre olan toplam borcunun ise 180 milyar TL’ye ulaştığına dikkat çeken Suiçmez, “Çiftçilerimizin 128 milyar TL krediye karşılık 200-225 milyar TL civarında teminat göstermesi sonucu traktörü, hayvanı, evi, arsası üzerine ipotek konuldu. Amasya’da traktörüne, Kars’ta hayvanına icra gelen çiftçilerimiz var” dedi. Henüz 4 gün önce, Tarım Kredi Kooperatifi’ne olan borcu nedeniyle koyunlarını, ineklerini satmak zorunda kalan Malatyalı bir çiftçi, traktörü de satışa çıkarılınca çaresizlikten ağlamıştı.BORÇ FAİZLERİ SİLİNSİNÇiftçilerin Tarım Kredi Kooperatifleri ve Ziraat Bankası borçlarının yeniden yapılandırılması ile ilgili bir düzenlemeye yer verilmediğine dikkat çeken Suiçmez, “Çiftçi kuruluşu olan Tarım Kredi Kooperatifleri, maalesef bankaların üzerinde faiz ile kredi verip, mazot dahil temel girdileri daha pahalıya satıyor. Pandemi sürecinde yeterli desteği zamanında alamayan, sürekli artan üretim maliyetlerini karşılayamayan çiftçimizin, ipotekli malları üzerinde Tarım Kredi Kooperatifleri haciz işlemine başladı” dedi. Kısa dönemli faiz ertelemelerinin ya da haciz işlemlerinin 3 ay ertelenmesi çiftçinin borç batağında yaşadığı kısırdöngüyü aşabilmesi için yeterli olmadığının altını çizen Suiçmez, “Çözüm, özellikle takipteki çiftçi borçlarının derhal yapılandırılması, borç faizlerinin silinmesi, aldığı yıl koşulları üzerinden ana para ödemelerinin 5 yıla kadar ötelenmesidir” diye konuştu.ÜRETİCİ YOKSULLAŞTISon 10 yılda mazottaki fiyat artışın yüzde 216, gübrelerden ürede yüzde 292, DAP’ta yüzde 262 olurken, ürün fiyatlarındaki artışların çok daha düşük düzeyde kaldığına vurgu yapan Suiçmez, üreticinin yoksullaştığına dikkat çekti. Zaten yetersiz olan tarımsal destekler de zamanında ödenmiyor. 2006’da AKP’nin kendi çıkardığı Tarım Kanunu’na göre, çiftçiye verilmesi gereken destek 2019 ve 2020’de en az 43 milyar TL olmalıyken, 2019’da 16.1 milyar TL, 2020’de 22 milyar TL ödendi.TARIMDA KRİZ YILIZMO Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “Pandemi sürecinin belirsizliği ve ülkemizde yaşanan ciddi kuraklık sorununun da etkisiyle 2021 yılı genel ekonomi ve de tarım sektörü için kriz yılı olmaya devam edecek” dedi. 2020’de yapılmaya devam eden hatalardan birinin ithalat politikası olduğuna vurgu yapan Suiçmez, “Buğday, arpa, mısır gibi pek çok üründe gümrük vergileri düşürüldü ya da sıfırlandı. Gıda fiyatları yükseldi diye gümrük vergisi düşürülür veya sıfırlanırsa tarımda dışalım artar ve Türkiye açık pazar haline gelir” dedi.PAHALILIK SÜRECEKÇiftçi yeni yıla ödeyemediği borçlarıyla girerken, yurttaş da 2021’i yıllık yüzde 21’i aşan gıda enflasyonuyla karşıladı. Bu oran, TÜİK’ten değil de çarşı pazardaki net zamlarla hesaplandığında yıllık gıda zamları yüzde 80’i buluyor. Tarımsal üretim maliyetlerinde dışa bağımlı olunduğu ve bu konuda çiftçiye destek olunmadığı için, bu yıl da benzer maliyet artışlarının sürmesi, pahalılığın devam etmesi bekleniyor. Bu yıl ayrıca, alarm veren kuraklık nedeniyle tarımdaki krizin derinleşmesi öngörülüyor. Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Başkanı Hüsetin Demirtaş, gıda enflasyonunun nasıl kısırdöngü haline geldiğini, fahiş gıda zamlarına rağmen üreticinin neden kazanamadığını şöyle anlattı: “Yeterli kazanç sağlayamayan çiftçi üretimden çekiliyor. Bu, tarım ürünlerinin fiyatını artıran bir sorun. Bu kez ürün ucuzlasın diye ithalat yapılıyor. Bu da fiyatları aşağı çekemeyince gümrük vergileri sıfırlanıyor. Bu durum karşısında ithal ürünle rekabet edemeyen üreticilerin üretimden çekilmesi hızlanıyor ve döngü böyle devam edip gidiyor. Öte yandan, gıda fiyatlarındaki fahiş zamlardan üreticinin hiçbir kârı yok. Çiftçi, ürününü çoğunlukla mal ettiğinden düşüğe satmak zorunda kalıyor. Çünkü çiftçi, aracı tüccarların ya da büyük marketlerin insafına bırakıldı. Bu yüzden bir tarım ürününün, tarladan alındığı fiyatla markette satıldığı fiyat yüzde 100 zamlı. Tüm bunlar tarımı bırakan çiftçilerin artmasına, yine aynı sorunların tekrarlanmasına yol açıyor.” Gamze Bal

Tüketiciyi Koruma Derneği köprüve otoyollardaki zamma tepkili

Tüketiciyi Koruma Derneği köprü ve otoyollardaki zamma tepkili figure > Tüketiciyi Koruma Derneği, köprü ve otoyollara gelen yüzde 25 zamma tepki gösterdi. Dernek Başkanı Koçal, “Hangi hizmetin girdisi arttı da bu kadar zam geldi?” dedi. TESK Başkanı da icraların durdurulmasını ve zamların geri çekilmesini istedi. Tüketiciyi Koruma Derneği, dövize endeksli köprü ve otoyollara yapılan ortalama yüzde 25 zamma tepki gösterdi. Zamların geri çekilmesini isteyen Tüketiciyi Koruma Derneği Genel Başkanı Aziz Koçal, “83 milyon tüketici adına soruyoruz: Köprü ve otoyollarda verilen hangi hizmetlerin girdilerine fahiş artış gelmiştir de yüksek oranda zam yaptınız?” dedi.HANİ DOLARLA İŞİMİZ YOKTUYeni yıla girerken otoyol ve köprü geçiş ücretlerine yaklaşık yüzde 25 oranında zam yapıldı. Bir otomobilin geçiş ücreti 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ile Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nde 10.50 TL’den 13.25 TL’ye, Osmangazi Köprüsü’nde 117.90 TL’den 147.50 TL’ye yükseldi. “Yeni yıla girerken; harçlar, vergiler, doğalgaz, elektrik köprüler, otoyollar gibi yapılan zamlar nedeniyle alım gücü düşen vatandaşın dayanma gücü kalmamıştır” diyen Koçal, şunları söyledi:- Zam gerekçesi olarak dolar kur farklı kaynaklı olduğunun kamuoyuna yansıması bir garabettir. Hani dolarla işimiz yoktu? - Ulaşım sağlanması için gerekli altyapı olan yol, köprü ve tünel gibi hizmetlerin bir kamu hizmeti olarak verilmesi gerekmektedir. - Özelleştirme veya yap işlet devret modelinden vazgeçilmeli, geçiş garantileri kaldırılarak Türk Lirası’na çevrilmeli, ulaşım hizmeti ücretsiz sağlanmalıdır.TESK: İCRALAR DURDURULSUNTürkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, hem zamlara hem de salgından etkilenen esnafa elektrik ve doğalgaz borcu nedeniyle gelen icralara tepki gösterdi. İcraların durdurulması gerektiğini söyleyen Palandöken, zamların geri çekilmesini istedi. Salgın sürecinde geliri düşen fakat borçları ve ödemeleri devam eden esnaf ve sanatkârlara elektrik ve doğalgaz faturalarından dolayı gelen icraların durdurulması gerektiğini vurgulayan Palandöken, “Kira, telefon, sosyal güvenlik primi, kredi borçları gibi birçok kalemde borcu olan esnafımız bu şekilde mağdur edilmemeli” dedi. cumhuriyet.com.tr

İstanbul’un Renkleri:İnsanın rengi, kültürüdür

İstanbul’un Renkleri: İnsanın rengi, kültürüdür figure > İstanbul’un renkleri mor, yeşil ve mavi değil sadece, İstanbullu hemşerileri, sayıları çok azalmış olmasına karşın, Rumu, Yahudisi, Ermenisi, Levanteni, Polonyalısı. Bu zenginlik günümüzde ne yazık ki sayıları çok azalan nüfuslarıyla kaybolmaya yüz tutuyor. Geçen yılın son günlerinde Malta Köşkü’nün bahçesinde küçük bir kalabalığa tanıtımı yapılan bir kitaptan bahsetmiş, daha sonra yazma sözü vermiştim. İBB Kültür AŞ’nin prodüksiyonu olan kitabın adı İstanbul’un Renkleri. Söz konusu renkler, erguvanın moru, manolyanın yeşili, Marmara’nın mavisi, Boğaz’ın hırçın dalgaları değil. İstanbul’un insanları! Bir şehrin rengi, insanları ve onların kültürü değil midir? İki kıtanın ayrıştığı İstanbul, tarihi boyunca farklı toplulukların, farklı dinlerin, farklı dillerin insanlarının gelip geçtiği, kalıp yerleştiği, büyüyüp çoğaldığı, kaçıp gittiği için azaldığı, ama iç içe yaşadıkları dönemlerin izlerini taşıyan bir şehir olmuş hep. İşte İstanbul’u İstanbul yapan güzelliklerden biri de bu: farklı insanları. İstanbul’u fethederek Fatih önadını alan Sultan Mehmed’in hoşgörüsüyle başlayan çok dinli hayatın zaman zaman sekteye uğrayan dönüm noktaları olmasına karşın İstanbul’un hemşerilerini konu alan kitabın yazarları da bu dinlerin temsilcileri. Saro Dadyan, Püzant Akbaş, Rinaldo Marmara, Ari Çokona, Sait Süsin, İvo Vedat Molinas ve Altan Öymen, Nazım Alpman, Mehmet Yüce, Cengiz Özkarabekir, Sevecen Tunç.İSTANBUL VE ŞİİRLERCengiz Özkarabekir’in proje yönetiminde kitapta yer alan konular İstanbul’daki Ermeniler, Bulgarlar, Levantenler, Polonyalılar, Rumlar, Süryaniler, Yahudiler. Bu toplulukları anlatırken Altan Öymen İstanbul’u ve insanları şiirlerle anlatıyor, Mehmet Yüce, sporla, son sözü de Cengiz Özkarabekir ve Sevecen Tunç söylüyor. Bir kısmı bestelenmiş şarkıların güfteleri olmuş İstanbul’u anlatan şiirlerden en çok hangisini seversiniz? Heybeli’de her gece mehtapa çıkmayı mı, Kalamış’tan bir huzur almayı mı? Ben en çok “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda, ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında!”yı severim, Nâzım Hikmet tutkumdan ve Cem Karaca da ne güzel söyler! Şiirleri Altan Öymen anlatmış. İstanbul’un Bulgarlarını Saro Dadyan yazmış, Eminönü civarında yaşayan ve ticaretle uğraşan Bulgarların kentteki imzası, Balat’taki Demir Kilise. Aznavur’un projesinin hikâyesi çok uzun, yapımı da, üç yıl boyunca Viyana’da dökülen kilisenin parçaları 1895’te tamamlanarak İstanbul’a getirilip monte ediliyor. Artık çok azı burada ama yaşayan eserleri İstanbul’da. İstanbul’un Ermenileri’ni Püzant Akbaş kaleme almış. II. Mehmed tarafından Anadolu’dan getirilen Ermeniler İstanbul’da Samatya, Kumkapı, Gedikpaşa, Galata gibi semtlere yerleştirilip sanat ve zanaatla uğraşmış; özellikle Balyan ailesinin mimarları İstanbul’a Kuleli, Dolmabahçe Sarayı gibi çok büyük eserler bırakmış. Dünyaca ünlü fotoğrafçı Ara Güler’den de söz etmeden olmaz. Ermeniler İstanbul mutfağına da büyük katkılar yapmış. İstanbul’un en önemli renklerinden biri de Rumlar. Ari Çokona tarafından yazılan Rumlara kitapta ayrılan yer kattıkları değerler kadar uzun. Tarihteki yerlerinden bugünkü ağırlıklarına kadar, Patrikhane’den Pera Palas’a, Çiçek Pasajı’na, anlatılacak o kadar şey var ki ben sadece sizde merak uyandırıyorum! Gerisi kitapta.OSMANLI KUCAK AÇMIŞİstanbul’un Yahudilerini İvo Vedat Molinas anlatmış. İspanya’dan kovulan Yahudilerin büyük kısmı gittikleri yerlerde de sıkıntı çekmiş ama Osmanlı kucak açmış onlara. Yavuz Sultan Selim’in doktoru Josef Hamon, sarayın doktorluğuna kadar yükselmiş. Yahudiler ticaretin yanında hekimlikte de ün yapmış. Fatih Sultan Mehmed, diğer cemaat üyelerine yaptığı gibi fetihten sonra Yahudileri de İstanbul’a davet ederek burada dinlerinde özgür ve işlerinde serbest kalmaları sözü vermiş. O gün bugündür huzurla yaşıyorlar diyemeyeceğim. Varlık Vergisi’yle başlayıp 6-7 Eylül Olayları’na ve sonrasında kanlı sinagog baskınlarına kadar yaşanan pek çok olay Rumlar ve Ermeniler gibi onların da çoğunun İstanbul ve Türkiye’den gitmesine neden olmuş, bugünkü sayıları ne yazık ki çok az. Geldiklerinde de çok küçük bir grup olan ve yerleştikleri köyde kalıp oraya isimlerini veren Polonyalıların Polonez Köyü ise Nazım Alpman’ın imzasını taşıyor. İstanbul’un kültür çeşitliliğini anlatan bu insanların içinde Dario Moreno’dan, Marc Aryan’a, Charles Aznavour’dan Hayko Cepkin’e, Lefter’den Şirinyan’a hepimizin tanıdığı sevdiği çok ünlü var. Kitapta sadece öyküler yok, çok da güzel, tarihi değeri büyük fotoğraflar var. Daha önce de Atatürk Fotoğraflarının Öyküsü kitabını sizinle buluşturduğumuz Kültür AŞ’nin tarihe ve değerlerimize ışık tutan kitapları İstanbul Kitapçıları’nda satılıyor. Baskı kalitesi de iyi. Yazgülü Aldoğan

Sanatta bu hafta

Sanatta bu hafta figure > Sanatta bu hafta ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NDEN SANAL SERGİAnkara Büyükşehir Belediyesi, yeni yılı evlerinde geçiren sanatseverlere yönelik yeni bir sanal sergi daha hazırladı. Koronavirüs salgını nedeniyle geçici süreyle kültür ve sanat etkinliklerine ara veren Büyükşehir Belediyesi, “Savaştan Dostluğa Uzananların Hikâyesi” konulu Ankara Rüzgârı Kültür Sanat ve Yaşamı Destekleme Derneği üyesi sanatçıların eserlerinin yer aldığı sanal sergiyi resmi internet sayfasında sanatseverlerle buluşturdu. “Savaştan Dostluğa Uzananların Hikâyesi” başlıklı Çanakkale Savaşı’nı anlatan sanal sergi, Büyükşehir Belediyesinin internet adresinde sergilenmeye başladı. Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı ile Ankara Rüzgârı Kültür Sanat ve Yaşamı Destekleme Derneği’nin işbirliğiyle hazırlanan sergide 31 eser yer alıyor. Büyükşehir Belediyesi, elektronik ortama taşıdığı sergiyle bir yandan pandemi sürecinde insanların sanattan mahrum kalmamasını amaçlarken, bir yandan da sanat ve sanatseverler arasında köprü vazifesi görüyor.İŞ SANAT MASAL TİYATROSU İNTERNETTEN ÜCRETSİZ İş Sanat Masal Tiyatrosu, dünyaca ünlü klasik masalları minik sanatseverlerle buluşturmaya devam ediyor. 10 Ocak’ta 80 Günde Devr-i Alem, 17 Ocak’ta Uyuyan Güzel ve 24 Ocak’ta Fındıkkıran saat 15.00’ten itibaren yayında olacak. Lerzan Pamir’in yönetmenliğinde, Aslı Tandoğan, Anıl Altınöz ve Mert Aydın tarafından canlandırılan tüm masallar, İş Sanat’ın sosyal medya hesaplarından ve internet sitesinden sezon boyunca ücretsiz izlenebilir. Yelda Bayramoğulları, Aslıhan Güngör ve Nurdan Küçükekmekçi’den oluşan Trio Patara 8 Ocak’ta sahne alacak. Şiir ve hikâye tutkunlarının yıllardır büyük bir ilgiyle takip ettiği dinleti serisinde 18 Ocak’ta Gülten Akın’ın şiirleri yer alacak. İş Sanat ve Milli Reasürans işbirliğinde düzenlenen, şef Hakan Şensoy yönetimindeki Milli Reasürans Oda Orkestrası’nın konseri de 21 Ocak’ta yayımlanacak.‘BİR HAYAL BİR OYUN’ HİKÂYELERİ YOUTUBE’DA‘Bir Hayal Bir Oyun’ Projesi’nde ilkokul 3. ve 4. sınıf öğrencileri tarafından yazılan hikâyeler Youtube’da mini çizgi film olarak yayımlanacak. Zorlu Çocuk Tiyatrosu, Zorlu PSM ve BantMag işbirliğiyle gerçekleştirilecek projede 2020 senesinde düzenlenen yarışmada dereceye giren ilk on hikâye sesler ve çizgilerle hayat bulacak.PANDEMİ ORKESTRASI YİNE SAHNEDEPandemi sürecinde geliri olmayan müzisyenlere destek olmak amacıyla kurulan Kadıköy Belediyesi Pandemi Orkestrası 4 Ocak’ta saat 18.00’de Oğuzhan Balcı ile Gökhan Aybulus ile Süreyya Operası’nda seyircili ikinci konserini verecek. Öznur Oğraş Çolak

2020’de en iyi gelişim gösteren ve geleceğeışık tutacak 10 teknoloji

2020’de en iyi gelişim gösteren ve geleceğe ışık tutacak 10 teknoloji figure > Scientific American ve Dünya Ekonomik Forumu işbirliği ile oluşturulan seçici grup, 75’ten fazla aday teknoloji arasından bir seçim yaptı. İşte 2020’de en iyi gelişim gösteren ve geleceğe ışık tutacak 10 teknoloji. 1 - MİKROİĞNELERMikroiğneler, ağrısız enjeksiyon ve kan alımlarını mümkün kılabilir. Buna bağlı olarak da tıbbi laboratuvarlara daha az gitmeyi sağlar, sağlık hizmetlerini daha erişilebilir hale getirebilir. Zar zor görülebilen bu iğneler, ağrısız enjeksiyon ve kan testi çağını başlatmaya hazır. Yaklaşık bir kâğıt yaprağının derinliği diyebileceğimiz 50 ila 2000 mikron uzunluğunda, yaklaşık insan saçı genişliği denebilecek 1 ila 100 mikron genişliğindeler. 2020’de araştırmacılar, sedef hastalığı, siğil ve belirli kanser türleri gibi cilt rahatsızlıklarını tedavi etmek için bu tekniği kullanmaya başladı bile. İğneler biyosensörlere bağlanırsa dakikalar içinde sağlık veya hastalık durumunu gösteren biyolojik belirteçleri de doğrudan ölçebiliyorlar.2 - GÜNEŞ ENERJİLİ KİMYAYeni bir yaklaşıma göre, karbondioksit atığını gerekli kimyasallara dönüştürmek için güneş ışığını kullanmak mümkün. Bu yaklaşım emisyonları iki şekilde azaltma potansiyeline sahip: İstenmeyen gazı hammadde olarak kullanmak ve üretim için gerekli enerji kaynağı olarak fosil yakıt yerine güneş ışığını kullanmak. Araştırmacılar, karbondioksitteki karbon ve oksijen arasındaki dirençli çift bağı kıran fotokatalizörler geliştirdi. Kaliforniya’dan Almanya’ya kadar birçok enstitü bu teknoloji üzerine çalışıyor. Karbondioksidin kimyasallara dönüştürülmesinde meydana gelen gelişmeler, önümüzdeki yıllarda özel şirketler tarafından ticarileştirilecek ve daha da geliştirilecek.3 - SANAL HASTALARTıpta devrimin adı, sanal hastalar olabilir. Bazı yeni algoritmalar, bilgisayarların bir hastalığı eşi görülmemiş bir doğrulukla teşhis etmesini sağlayarak bilgisayarların yakında doktorların yerini alacağı tahminlerini yeniliyor. Peki, ya bilgisayarlar da hastaların yerini alabilseydi? Örneğin, bir koronavirüs aşısı denemesinin bazı aşamalarında sanal insanlar, gerçek insanların yerini alabilseydi, önleyici bir aracın geliştirilmesini hızlandırabilir ve pandemiyi yavaşlatabilirdi. Benzer şekilde, işe yaraması muhtemel olmayan potansiyel aşılar da erken tespit edilebilir, bu da deneme maliyetlerini düşürür ve zayıf aşı adaylarını yaşayan gönüllüler üzerinde test etmeye gerek kalmazdı.4 - UZAMSAL BİLGİ İŞLEMYalnız yaşayan ve tekerlekli sandalye kullanan Martha adında birini düşünün. Evindeki tüm nesneler dijital olarak kataloglanmıştır. Martha yatak odasından mutfağa geçerken ışıklar açılır. Kedisi önünden geçerse sandalye yavaşlar. Mutfağa ulaştığında buzdolabına ve ocağa erişimini kolaylaştırmak için masa hareket eder, ardından yemek yemeye hazır olduğunda masa yeniden döner. Martha yanlış bir hareket sonucu yatağa girerken düşecek olursa mobilyası onu korumak için yer değiştirir ve ailesine bir uyarı iletilir. Uzamsal bilgi işlem Bu senaryonun merkezinde yer alıyor. Microsoft ve Amazon dahil olmak üzere büyük şirketler, bu teknolojiye yoğun bir şekilde yatırım yapıyor.5 - DİJİTAL TIPDoktorunuzun bir sonraki reçetesi bir mobil aplikasyon sayesinde olabilir mi? Kullanımda olan veya geliştirilmekte olan bir dizi aplikasyon artık zihinsel ve fiziksel bozuklukları özerk olarak algılayabiliyor veya izleyebiliyor. Dijital ilaçlar olarak bilinen yazılımlar, hem geleneksel tıbbi bakımı geliştirebilir hem de sağlık hizmetlerine erişim sınırlı olduğunda hastaları destekleyebilir. Bu tespit veya “dijital fenotipleme” yardımcıları, yakın zamanda bir doktorun yerini almayacak tabii ama takip edilmesi gereken endişelerin göz önünde bulundurulmasına yardımcı olabilir. Dijital tıppın uygulayıcısı olan tespit yardımcıları ayrıca mikrobiyoelektronik cihazlar adı verilen yutulabilir, sensör taşıyan haplar şeklinde de olabiliyor.6 - ELEKTRİKLİ HAVACILIKHava yolculuğunun karbondan arındırılmasına olanak sağlamak için büyük bir adım niteliğindeki elektrikli havacılık, düşündüğümüzden daha yakın bir gelecekte mümkün olabilir. Bu çok önemli. Çünkü 2019’da hava yolculuğu, küresel karbon emisyonlarının yüzde 2.5’ini oluşturuyordu. COVID-19 nedeniyle uçuşlar azalsa da halen önemli kesintilere ihtiyaç var. Elektrikli uçaklar, gereken dönüşüm ölçeğini sağlayabilir ve bugün birçok şirket bunları geliştirmek için yarışıyor. Elektrikli itiş motorları yalnızca doğrudan karbon emisyonlarını ortadan kaldırmakla kalmıyor, aynı zamanda yakıt maliyetlerini de yüzde 90, bakım maliyetlerini yüzde 50 ve gürültüyü yaklaşık yüzde 70’e kadar azaltıyor.7 - DÜŞÜK KARBONLU ÇİMENTOİklim değişikliğiyle mücadeleye yardımcı olabilecek başka bir teknoloji ise düşük karbonlu çimento. En yaygın olarak kullanılan insan yapımı malzeme olan beton, dünyamızı şekillendiriyor. Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’a göre, hayatın temel bileşenlerinden biri olan çimentonun üretimi, insan tarafından üretilen karbondioksitin azımsanmayacak bir miktarını açığa çıkarıyor; küresel toplamın yüzde 8’i kadar! Yani çimento üretimi bir ülke olsaydı, Çin ve ABD’den sonra üçüncü en büyük sera gazı salan ülke olurdu. Şu anda her yıl dört milyar ton çimento üretiliyor, ancak artan kentleşme nedeniyle bu rakamın yakın zamanda beşe katlanması bekleniyor.8 - KUANTUM SENSÖRLERİOtonom araçlar düşünün ki köşeleri görsün ona göre yanıt versin; atom altı dünyanın özelliklerine dayalı yüksek hassasiyetli teknolojiler yakında... “Görebilen” otonom araçlar, su altı navigasyon sistemleri, volkanik aktivite ve depremler için erken uyarı sistemleri ve bir kişinin beyin aktivitesini izleyen taşınabilir tarayıcılar, kuantum sensörler sayesinde mümkün. Kuantum sensörleri, maddenin kuantum doğasından yararlanarak, örneğin farklı enerji durumlarındaki elektronlar arasındaki farkı, temel birim olarak kullanarak aşırı hassasiyet düzeylerine ulaşıyor. Yani kuantum sensörler bütün yanılmaları ortadan kaldırmaya geliyor.9 - YEŞİL HİDROJENBildiğimiz hidrojen yandığında, tek yan ürünü su. Bu nedenle de hidrojen, onlarca yıldır çekici bir sıfır karbonlu enerji kaynağı oldu. Yine de fosil yakıtların buhara maruz kaldığı geleneksel hidrojen üretme süreci, sıfır karbonlu değil. Bu şekilde üretilen hidrojene gri hidrojen deniyor; CO2 yakalanıyor ve tutuluyorsa buna mavi hidrojen deniyor. Yeşil hidrojen ise farklı. Makinelerin başka hiçbir yan ürün olmadan suyu hidrojen ve oksijene böldüğü elektroliz yoluyla üretiliyor. Tarihsel olarak, elektroliz o kadar çok elektrik gerektiriyordu ki bu şekilde hidrojen üretmek pek mantıklı değildi. Durum değişiyor. Yeşil hidrojen, yenilenebilir enerjide büyük bir boşluğu dolduracak gibi görünüyor.10 - TÜM GENOM SENTEZİSentetik biyolojide büyük ilerleme olarak nitelendirilen tüm genom sentezi, hücre mühendisliğini dönüştürecek. COVID-19 salgınının başlarında, Çin’deki bilim insanları virüsün genetik dizisini, genetik veritabanlarına yüklemişti. İsviçreli bir grup daha sonra tüm genomu sentezledi ve virüsü üretti; esas olarak virüsü fiziksel numuneleri beklemek zorunda kalmadan çalışmak için laboratuvarlarında yarattılar. Bu hız, tüm genom baskısının tıbbı ve diğer çabaları nasıl ilerlettiğinin bir örneğiydi. Tüm genom sentezi, sentetik biyolojinin hızla büyüyen bir uzantısı. Araştırmacılar, ürettikleri ve bir mikrop içine yerleştirdikleri genetik dizileri tasarlamak için bir yazılım kullanıyor. Böylece mikrobu istenen işi yapacak şekilde yeniden programlıyorlar, tıpkı yeni bir ilaç üretmek gibi. Batuhan Sarıcan

Cumhuriyet Gazetesi dayanışmasıbüyüyor. 04 Ocak 2021 tarihli okur dayanışmasıilanları

Cumhuriyet Gazetesi dayanışması büyüyor. 04 Ocak 2021 tarihli okur dayanışması ilanları figure > Basın İlan Kurumu'nun gazetemize yönelik ilan cezalarına karşı okurlarımızın 'dayanışması' büyüyerek sürüyor. Cumhuriyet'e 'dayanışma ilanları'yla büyük güç veren gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın sayfalarımızda yayımlanan ilanlarına dijital dünyadaki sesimiz www.cumhuriyet.com.tr'de de yer vereceğiz. BASKI SÜRÜYOR, DAYANIŞMA BÜYÜYOR, OKURLARI CUMHURİYET'İ YALNIZ BIRAKMIYOR! BASIN İLAN KURUMU'NUN CUMHURİYET'E YÖNELİK İLAN KESME CEZALARINA KARŞI OKURLARIMIZ DAYANIŞMA İLANLARI VERİYOR, BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ CUMHURİYET'E DESTEK OLUYOR. DAYANIŞMA İLANLARI HAKKINDA BİLGİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İLETİŞİM BİLGİLERİNİ KULLANABİLİRSİNİZ./Archive/2021/1/4/042550440-ana.png04 OCAK 2021 TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİ'NDE YAYIMLANAN DAYANIŞMA İLANLARI/Archive/2021/1/4/042603393-4.png/Archive/2021/1/4/042602893-5.png/Archive/2021/1/4/042602847-2.png/Archive/2021/1/4/042602378-6.png/Archive/2021/1/4/042602347-3.png/Archive/2021/1/4/042601909-1.png cumhuriyet.com.tr

Ankara'da kadın cinayeti: Sevgi, sevgilisi tarafından vurularaköldürüldü

Ankara'da kadın cinayeti: Sevgi, sevgilisi tarafından vurularak öldürüldü figure > Ankara'da sevgilisi Gökhan A. tarafından sol göğsünden ve sağ kolundan vurulan Sevgi T.(32) kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Olay, saat 02.00 sularında Başkent'in Mamak ilçesi Mutlu Mahallesi 706'ncı Sokakta meydana geldi. Edinilen bilgiye göre 50 numaralı binanın 6 numaralı dairesine gelen Gökhan A., sevgilisi Sevgi T.'nin kapısını çaldı. Sevgi T.'nin kapıyı açmaması üzerine evin camını kıran Gökhan A., camdan içeri girerek Sevgi T. ile tartışmaya başladı. Tartışma kısa sürede yerini kavgaya bıraktı. Yanında getirdiği silahı Sevgi T.'ye doğrultan Gökhan A., iki el ateş etti. Mermilerden biri Sevgi T.'nin sağ kolunu sıyırırken, diğeri sol göğsüne isabet etti.'ODAYA GEÇ ORADA VURACAĞIM SENİ'Öğrenilen bilgiye göre Gökhan A., Sevgi T.'ye "diğer odaya geç, seni orada vuracağım" diyerek bağırdı. Daha sonra Gökhan A., Sevgi T.'nin 5 ya önce boşandığı kocasından olan kızları Seda ve Sedef'i ayrı bir odaya kitledi. Sevgi T.'nin evde bulunan kızlarının ihbarı üzerine olay yerine çok sayıda polis ve 112 Acil Sağlık ekibi sevk edildi. Sevgi T., olay yerinde yapılan ilk müdahalenin ardından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırıldı. Sevgi T., hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatanı kaybetti.Olaydan sonra camdan kaçarak kayıplara karışan Gökhan A.'yı arama çalışmaları devam ederken, polis olayla ilgili soruşturma başlattı. DHA

ABD'de eski 10 savunma bakanından ortak mektup

ABD'de eski 10 savunma bakanından ortak mektup figure > ABD'de görev yapmış 10 eski savunma bakanı ortak bir mektuba imza atarak, 'Başkanlık seçim sonuçlarına ordunun karışmaması uyarısında' bulundu. Washington Post gazetesinde yayımlanan ortak mektuba ABD'li eski savunma bakanları Ashton Carter, Dick Cheney, William Cohen, Mark Esper, Robert Gates, Chuck Hagel, James Mattis, Leon Panetta, William Perry ve Donald Rumsfeld imza attı.Mektupta, 3 Kasım'da yapılan tartışmalı başkanlık seçim sonuçlarının ordunun pozisyonunu ilgilendirmediği uyarısında bulunan eski bakanlar, 'aksi durumun ulusal güvenliği tehlikeye sokacağına' işaret etti.Mektupta, "İç ve dış düşmanlara karşı Anayasa'yı korumak üzere yemin ettik. Yeminimiz bir kişi veya partiye değildir" ifadelerini kullanan bakanlar, barışçıl bir şekilde yetki devrinin önemine dikkat çekti.ABD Savunma Bakan Vekilliği görevini yürüten Christopher Miller'a çağrıda bulunan eski bakanlar, seçimleri kazanan Joe Biden yönetimine yetki devrinin barışçıl ve yasalara uygun şekilde yapılması gerektiğini dile getirdi."ABD ordusunu seçim tartışmalarının içine çekmek bizi tehlikeli, yasa dışı ve Anayasal sınırların dışında bir alana iter" değerlendirmesini yapan bakanlar, seçimler ve yetki devri konusunda demokratik teamüllere ve ilgili yasalara uygun hareket edilmesinin elzem olduğuna vurgu yaptı.ABD'de 3 Kasım'da yapılan tartışmalı başkanlık seçimlerini Demokrat aday Joe Biden kazanmıştı. 6 Ocak'ta Kongre'de yapılacak ortak oturumda delege oylarının sayılarak Biden'ın kazandığının resmen tescil edilmesi bekleniyor. cumhuriyet.com.tr

Tartıştığıdini nikahlıeşiniöldürdü

Tartıştığı dini nikahlı eşini öldürdü figure > Çorum’da Polat H. (31), tartıştığı dini nikahlı eşi Aslıhan Dal'ı (29) boğarak öldürdü. Olaydan sonra polisi arayan ve cinayeti itiraf eden Polat H., gözaltına alındı. Olay, saat 21:30 sıralarında Gülabibey Mahallesi'nde meydana geldi. İddiaya göre, Polat H. ile dini nikahlı eşi Aslıhan Dal arasında bilinmeyen nedenle tartışma çıktı. Tartışmanın büyümesi üzerine Polat H., eşini elleriyle boğdu. Olaydan sonra polisi arayan Polat H., eşini boğduğunu itiraf ederek, evden ayrıldı. İhbar üzerine adrese polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Daireye gelen polis ekipleri kapıyı kırarak içeri girdi. Sağlık ekipleri yerde hareketsiz şekilde yatan Aslıhan Dal’ı ilk müdahalenin ardından Hitit Üniversitesi Erol Olçok Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırdı. Aslıhan Dal, doktorların tüm müdahalesine rağmen kurtarılamadı. Polat H. ise polise teslim oldu. Olayla ilgili soruşturma sürüyor. DHA




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter