Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 09.20.2025, 07:17 PM (GMT)

News - Haberler

CHP'li Açıkel: 'Türkiye’nin dünyanın en büyük mülteci kampına dönüştü'

CHP'li Açıkel: 'Türkiye’nin dünyanın en büyük mülteci kampına dönüştü' figure > CHP Genel Başkan Yardımcısı Fethi Açıkel, AKP’nin yanlış politikaları nedeniyle Türkiye’nin dünyanın en büyük mülteci kampına dönüştüğünü; mültecilerin de yurttaşların da sorunlarının derinleştiğini ifade etti. CHP Genel Başkan Yardımcısı Fethi Açıkel, Uluslararası Göçmenler Günü dolayısıyla yaptığı değerlendirmede, Türkiye’nin yaklaşık 10 yıldır göçmen ve mülteci meselesiyle iç içe yaşayan ve bu meselenin oluşturduğu birçok krize maruz kalan bir ülke konumunda olduğunu dile getirdi. Suriye’deki iç siyasal çalışmanın bir insanlık dramına dönüşmesinde Saray’ın keyfi dış politikasının etkisi ve vebalinin büyük olduğunu kaydeden Açıkel, “Bugün resmi kayıtlara göre 3 milyon 600 bin sadece Suriyeli sığınmacı var ancak pek çok saha araştırmasının bulgularına göre bu sayı 4 milyonun üzerinde, diğer mülteci ve göçmenleri de düşündüğümüzde bu sayı daha da artıyor” dedi.‘SARAY, VURDUMDUYMAZ’Saray’ın göçmen ve mülteci konusunda da şeffaf bir politika izlemediğini kaydeden Açıkel, “Sorunun tüm boyutlarıyla ele alınması için öncelikli olarak tam anlamıyla bir tespit çalışması gerekiyor ancak mülteci politikasındaki şeffaflıktan uzaklık, koordinasyonsuzluk ve vurdumduymazlık hem mültecilerinin insani taleplerini çözemiyor hem de böyle büyük bir mülteci nüfusun ülkede doğurduğu sorunları çözümsüzlüğe sürüklüyor” değerlendirmesinde bulundu. Suriyeli mültecilerin zor şartlarda yaşadığına ve kayıt dışı çalıştırıldığına işaret eden Açıkel, harcandığı iddia edilen 40 milyar dolarla Suriyeli sığınmacıların içler acısı yaşam koşullarının düzeltilemediğine işaret etti. Açıkel, AKP’nin Ortadoğu’daki maceracı politikaları yüzünden Türkiye’nin nitelikli nüfusunu Batılı ülkelere kaptırırken, Ortadoğu ve Orta Asya’dan niteliksiz göç alan bir ülke konumuna sürüklendiğini ifade etti. Mahmut Lıcalı

TBMM'de bugüne kadar toplam 46 vaka tespit edilmiş

TBMM'de bugüne kadar toplam 46 vaka tespit edilmiş figure > TBMM kampusu içinde hizmet veren Meclis Devlet Hastanesi’nde milletvekillerine yapılan Covid-19 PCR testleri sonucunda salgın başlangıcından bugüne kadar toplam 46 pozitif vaka tespit edilmiş. CHP Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel, 17 Kasım’da Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, “Bugüne kadar 27. dönem milletvekillerinden testi pozitif çıkan ya da testi pozitif olmasa bile klinik bulgular nedeniyle Covid-19 tedavisi gören toplam kaç milletvekili olmuştur” sorusunu yöneltti. TBMM Başkan Vekili Süreyya Sadi Bilgiç tarafından yanıtlanan önergede, “TBMM kampusu içinde hizmet veren Meclis Devlet Hastanesi’nde milletvekillerine yapılan Covid-19 PCR testleri sonucunda önerge tarihi itibarıyla 46 pozitif vaka tespit edilmiştir” yanıtı verildi.ÇALIŞIRKEN KAPTILARAdıgüzel, TBMM Başkanlığı tarafından açıklanan vaka sayısının yalnızca Meclis’te çalışırken koronavirüs kapan milletvekillerinden oluştuğuna işaret etti. Adıgüzel, “Seçim bölgelerine giderek virüs kapan ve testi orada yaptıran milletvekilleri daha fazla. Yalnızca Meclis’te virüs kapan milletvekillerinin sayısının 47 olması salgının boyutunu gösteriyor” dedi. Toplam 584 vekilden kaçının korona olduğu konusunda farklı sayılar dile getiriliyor. Aralık ayı itibarıyla AKP grubunda bulunan 289 milletvekilinden yaklaşık 60’ı, CHP grubunda bulunan 138 milletvekilinden yaklaşık 20’si, HDP grubunda bulunan 56 milletvekilinden yaklaşık 10’u, MHP grubunda bulunan 48 milletvekilinden 4’ü, İYİ Parti grubunda bulunan 36 milletvekilinden de 4’ü yakalandı. Bu kapsamda yüzün üzerinde milletvekilinin Covid-19’a yakalandığı belirlendi. Mahmut Lıcalı

Tarım Orman-İş, ağaçlandırmak için OGM’ye başvurdu

Tarım Orman-İş, ağaçlandırmak için OGM’ye başvurdu figure > Tarım Orman-İş Sendikası, Alamos Gold şirketinin, maden ruhsatının iptal edilmesine karşın Çanakkele Kirazlı-Balaban alanını terk etmediğini duyurdu. Konuya ilişkin Orman Genel Müdürlüğü’ne (OGM) dilekçe yazan Genel Başkan Şükrü Durmuş, “Tarım Orman-İş’in ülke genelinde yürüteceği bir kampanya sonucu tamamının 2021 yılı içerisinde fidan dikimi yapılarak ağaçlandırılmasına talibiz” dedi. Bölgede altın arama çalışmaları için Koza Grup’un da resmi girişimlerde bulunduğuna yönelik duyumlar aldığını belirten Durmuş, “Sendikamızın ağaçlandırma talebi bir an önce dikkate alınmalı” ifadelerini kullandı. Tarım Orman-İş Sendikası, Çanakkele Kirazlı-Balaban’da 360 hektarlık alan için OGM’ye dilekçe yazdı. Tarım Orman-İş Başkanı Durmuş ve Genel Sekreteri Hüseyin Kozan imzalı dilekçede, bölgede maden işleten Alamos Gold şirketinin maden ruhsat süresinin uzatılmadığı ve izninin iptal edildiği anımsatıldı. “Şirket adına iştirakçi Doğu Biga Madencilik A.Ş’den 27 Ekim tarihinde saha, kurum yetkililerince teslim alınmıştır” denilen dilekçede, şirketin bölgeyi terk etmediği vurgulanarak “Saha Orman Genel Müdürlüğü’nce teslim alınmasına rağmen, ilgili şirket tarafından sahanın işgali devam etmektedir. Alamos Gold’a ait şantiye, iş makineleri ve güvenlik elemanları bugüne kadar sahadan uzaklaştırılamamıştır. 6831 sayılı Orman Kanunu’na göre işgal ve faydalanma suçu işlenmektedir” ifadeleri yer aldı. Çanakkale ve Bayramiç Orman İşletme Müdürlükleri’nin “işgali görmezden gelerek suç işlediği” belirtilen dilekçede, sahanın boşaltılması için çağrı yapıldı. Dilekçede, “Maden şirketi tarafından tahrip edilen alanın sendikamız Tarım Orman-İş’in ülke genelinde yürüteceği bir kampanya sonucu tamamının 2021 yılı içerisinde fidan dikimi yapılarak ağaçlandırılmasına talibiz. Sahanın ağaçlandırılması işlemi için gerekli iznin verilmesini talep ediyoruz” denildi. OGM’nin alanın ağaçlandırılması için yapılan bu başvuruya hızla karşılık vermesini beklediklerini söyleyen Durmuş, “Koza Grup’un da maden çalışmaları için aynı yere girişimlerde bulunduğu duyumunu aldık. Sendikamızın ağaçlandırma talebi bir an önce dikkate alınmalıdır” çağrısı yaptı. Sarp Sağkal

Emekli Tuğgeneral Eslen: Kürecik’i kapatmalıyız

Emekli Tuğgeneral Eslen: Kürecik’i kapatmalıyız figure > Türkiye’nin S-400’leri tehditler nedeniyle aldığını söyleyen emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, ABD’nin yaptırım kararına yanıt verilmesi gerektiğini belirtti. Eslen, “Kürecik’i kapatmalıyız ama Hazine’deki eksi rezerv buna müsaade eder mi?” dedi. Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, Türkiye’nin tehdit algısının değiştiğini vurgulayarak “Türkiye bir NATO üyesi ama tehditler ne kuzeyden ne doğudan; Ege’de, Doğu Akdeniz’de, Suriye’de, Irak’ta Atlantik yapısı ülkelerden geliyor” dedi. ABD yaptırım kararları, S-400’ler ile Ankara’nın Washington, NATO ilişkileri tartışmaların merkezinde. Cumhuriyet’e konuşan Eslen, her ülkenin kendi güvenliğini inşa ettiğine değinirken Türkiye’nin güvenliğinin “çatısı açık bir yere” benzetilebileceğini söyledi. “4 duvarı inşa etmişiz ama çatısı yağmura, doluya, kara, rüzgâra karşı açık. Kar, yağmur, dolu Türkiye’ye yönelebilecek balistik füzeler ve savaş uçakları oluyor. Güvenliğimizde büyük bir boşluk var” ifadesini kullandı. Eslen, bu boşluğun kapatılması için ABD ve Çin gibi ülkeler ile görüşüldüğünü ancak görüşmelerin sonuçlanmaması nedeniyle Türkiye’nin S-400’lere yöneldiğini belirtti.‘CİDDİ ÇELİŞKİ’S-400’lerin, Türkiye’ye yönelik tehditler nedeniyle alındığına işaret eden Eslen, tehditler olarak “PKK’nin; ABD tarafından silahlandırılan PKK’nin Suriye uzantısı PYD’nin; başta Amerika olmak üzere NATO üyesi bazı ülkeler tarafından kurulmak istenen PKK devletinin; NATO üyeleri Amerika ve Fransa’dan, NATO üyesi Türkiye’ye karşı kullanmak üzere savaş uçakları alan ve almak isteyen NATO üyesi Yunanistan’ın bulunduğunu kaydetti. “Burada çok ciddi bir çelişki var” diyen Eslen, Doğu Akdeniz’de, Türkiye’ye karşı ABD tarafından desteklenen bir koalisyon olduğu yorumunu yaptı. Yeni bir dünya düzeni kurulduğunu ve bu düzen mücadelesinde Rusya ve Çin’in ABD’ye karşı mücadele ettiğini söyleyen Eslen, “Türkiye bu mücadelede hangi tarafta olursa o tarafa çok büyük avantajlar sağlar, hangi tarafta olmazsa o tarafa da çok büyük kayıplar verdirir” dedi. Eslen “ABD, PYD’yi niye destekliyor, niye Türkiye’nin güvenlik çatısını kapatmasını engellemeye çalışıyor? Türkiye yeni yerini arayacak, bulacak, belki de jeopolitik kimliğini yeniden tanımlayacak” diye konuştu. Türkiye’nin hem NATO üyesi olmasının hem de Rusya ve Çin ile iyi ilişkiler yürütmesinin çelişki olduğunu kaydeden Eslen, “Denge politikasıyla bu süreç sürdürülemez” dedi.‘KÜRECİK’İ KAPATMALIYIZ’Türkiye’nin istikrarlı yönetime, siyasetin kutuplaştırılmasından vazgeçilmesine ihtiyacı olduğunu kaydeden Eslen, yaptırım kararına yanıt verilmesi gerektiğini belirtti. “Kürecik’i kapatmalıyız ancak Hazine’deki eksi rezerv buna müsaade eder mi? Türkiye’nin sağlam ekonomik yapısı olmadan Atlantik’ten gelen tehditleri karşılaması zor olacak” dedi. Sefa Uyar

Biden dönemiöncesi Türkiye-ABD ilişkileri sorun yumağıhalinde

Biden dönemi öncesi Türkiye-ABD ilişkileri sorun yumağı halinde figure > ABD baskısıyla S-400’leri kuramayan Türkiye, parasını ödediği F-35’leri de alamadı. Akdeniz, YPG, Halkbank, FETÖ elebaşı Gülen’in iadesi gibi konular, Biden’ın döneminde de iki ülke arasındaki en önemli gündem konuları olacak. ABD’nin, Donald Trump’ın başkanlığı Joe Biden’a devretmesine bir ay kala Türkiye’ye yönelik yeni S-400 yaptırımlarını yürürlüğe koymasıyla, iki ülke ilişkilerindeki uzun sorunlar zincirine yeni bir halka eklenmiş oldu. ABD’nin Suriye’de terör örgütü YPG’ye verdiği destek, FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’in iadesi, ABD’deki Halkbank davası, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması gibi sorun başlıklarının birçoğunda kısa vadede çözüm beklenmezken Biden’ın göreve başlamasının ardından Ankara, ilk aşamada uygulanan S-400 yaptırımlarının aşılması için diplomasi yürütecek. Trump, veto edeceğini açıkladığı ABD Kongresi’nin kabul ettiği savunma bütçesinde yer alan zorlayıcı hükmün yürürlüğe girmesini beklemeden Türkiye’ye S-400 yaptırımını açıkladı ve Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası (CAATSA) kapsamındaki 12 yaptırımdan 5’inin uygulanmasına yönelik kararı imzaladı. Joe Biden’a görevi 20 Ocak’ta devretmesine az kala uygulamaya koyduğu yaptırımla Trump, ilişkilerde artan sorun listesine yeni bir madde daha ekledi.İADE TALEBİ YANITSIZTürkiye ile ABD arasındaki sorun başlıklarının ilk sırasında FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’in iadesi meselesi bulunuyor. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana Adalet Bakanlığı üzerinden Gülen’in iadesi için 7 ayrı talep dosyası ABD’ye iletildi. Ayrıca konuyla ilgili Türkiye ve ABD arasında oluşturulan çalışma grubu birçok kez görüşme gerçekleştirdi. Ancak iade talebine ABD’den somut bir yanıt gelmedi. Son dönemde iki ülke ilişkilerindeki diğer sorun başlıklarının gölgesinde kalan iade meselesinde yakın dönemde bir gelişme beklenmiyor. Türkiye ile ABD arasındaki diğer önemli sorun başlıklarından birini de terör örgütü PKK’nin Suriye uzantısı YPG’ye ABD tarafından verilen destek oluşturuyor. Terör örgütü IŞİD’in Suriye’de yenilgiye uğratılması için 2015’te ABD desteğiyle kurulan Suriye Demokratik Güçleri’nin belkemiğini oluşturan YPG’ye Obama döneminde verilmeye başlanan destek, Trump döneminde de değişmeden devam etti. Türkiye, birçok kez ABD’nin YPG’ye verdiği desteği sonlandırması çağrısında bulunurken ABD, terör örgütü olarak kabul ettiği PKK ile YPG bağlantısını kabul etmiyor ve Suriye’de YPG’yi “partner” olarak tanımlamayı sürdürüyor. ABD ile ilişkilerdeki sorun başlıklarından bir diğerini de Türkiye’nin S-400 alımı nedeniyle F-35 yeni nesil savaş uçağı programından çıkarılması oluşturuyor. F-35 uçağının başlangıçtaki 9 üretici ortak ülkesinden biri olan Türkiye, geçen yıl Ankara’ya S-400 sevkıyatının başlamasının ardından ABD tarafından programdan çıkartılmış, Türkiye için üretilen 6 F-35 uçağına da ABD tarafından el konulmuştu. Türkiye’nin S-400 ve F-35 konusunda ABD ile ortak komisyon kurma teklifi yanıtsız kaldı ve ABD, Türkiye’nin F-35 programına dönüşünü de S-400’lerin mülkiyetinden vazgeçme koşuluna bağladı. Ayrıca F- 35 için parça üreten Türk savunma sanayii şirketlerinden alımların tamamen durdurulması da takvime bağlandı. F-35 konusu CAATSA yaptırımlarından ayrı işletilse de bu meselenin de yaptırımlar konu başlığı altında ele alınması bekleniyor. İki ülke arasında ABD’nin Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne artan desteği, ABD’deki Halkbank davası, Türkiye’de cezaevinde bulunan ABD konsoloslukları çalışanları, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasını da kapsayan Ortadoğu politikası gibi meseleler de öncelikli sorun başlıklarının gölgesinde kalan diğer maddeleri oluşturuyor. Hüseyin Hayatsever

Cemevi başkanlarıYılmazÖzdil’e sağlık dileğinde bulundu

Cemevi başkanları Yılmaz Özdil’e sağlık dileğinde bulundu figure > Yalova Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Sifil’in, Yılmaz Özdil ve Cüneyt Akman’ın “cenazelerinin camiye alınmaması” yönündeki sözlerine tepki yağdı. Yalova Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Doç. Dr. Ebubekir Sifil’in gazeteci yazar Yılmaz Özdil ve Cüneyt Akman’ın “cenazelerinin camiye alınmaması” yönündeki sözlerine Alevilerden tepki gelirken, Özdil ve Akman destek yağdı. Sifil’in sözlerine Özdil, önceki gün yazdığı, “Yobazın tehditi” başlıklı köşe yazısı ile yanıt verdi. Özdil, cenazesi için cemevlerini işaret ederek yazısının sonunda, “Bana gelince camiye almazsan cemevinden kaldırırlar, müsterihim” diye yazdı. Yılmaz Özdil’in cemevlerini işaret etmesinin ardından cemevi başkanları “kapılarının açık” olduğunu söyledi. Cumhuriyet’e konuşan cemevi başkanlarının değerlendirmeleri şöyle:- Muharrem Ercan (Karacaahmet Sultan Dergâhı Cemevi Başkanı): Yılmaz Özdil için söylenen o sözler kabul edilebilir değil. Özdil’e Allah uzun ömürler versin. Bizim felsefemizde insan ayrımı yok. Biz insanların dili, dini, mezhebi, kimliğine bakmıyoruz. Öyle olursa zaten biz Alevi olamayız. Rahmetli İlhan Selçuk, Turhan Selçuk ve Fikret Otyam gibi bu ülkenin değerleri de Alevi olmamasına karşı son yolculuklarına cemevlerinden uğurlandı. Bize gelen kimseyi geri çevirmeyiz. - Celal Fırat (Garip Dede Dergâhı ve Cemevi Başkanı): Sözler çok acı. Camiye almayız, demek çok yanlış, ibadethaneler kimsenin babasının malı değil, o kendi sorunları. Ancak biz Aleviler, ırkı, kökeni, dini yada mezhebi ne olursa olsun ona “can” diye bakarız. Toplumsal meselelerde aktif ve objektif gözle bakan ve daha çok şey yazacak olan Yılmaz Özdil’e Allah uzun ömürler versin. Tabii ki hepimiz faniyiz ve bir gün sıramız gelecek. Ondan böyle bir talep gelrise cemevlerimizin kapıları sonuna kadar açık. Öyle bir dönem yaşıyoruz ki vefat ettiğinde bile cenazenin nereden kaldırılacağına karar vermek isteyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bunları daha da duyacak gibiyiz. Sevginin, hoşgörünün egemen olmasını istiyoruz. - Zeynel Şahin (Okmeydanı Cemevi Başkanı): Açıklama çok çirkin ve ahlaksızca. Kimse kimin cenazesinin nereden kalkacağına karışamaz, öyle bir hakkı da yok. Bir kişi cenazesinin nereden kaldırılmasnı istiyorsa ve inancı neyse ona göre kaldırılır. Çok sayıda Sünni dostlarımızında vasiyeti üzerine cemevinden kalkan cenazeleri oldu. Kendini bize emanet eden herkese kapılarımız açık. - Turan Aykanat (Sivas Hafik Karlı Köyü Cemevi Başkanı): Yılmaz Özdil’in düşüncelerinden dolayı cenazesini camiye almayalım çıkışı, tam bir cahillik. Bir insanın inancına müdahale etmeye kimsenin hakkı yoktur. Atatürkçü ve yurtsever bir aydın olan Yılmaz Özdil’in cemevlerini işaret etmesi de bize olan saygısının göstergesi. Kendisi cenazesinin cemevinden kaldırılmasını vasiyet ederse Türkiye’nin her noktasındaki cemevlerimiz o görevini yerine getirir. Bu kutuplaştırıcı dil terk edilmeli ve inanan ya da inanmayanlara saygı gösterilmeli. Ali Açar

14 yaşındaki mağdur yaşam mücadelesi veriyor

14 yaşındaki mağdur yaşam mücadelesi veriyor figure > Bitlis Güroymak’ta Ferit Kanli “dini nikâh”la yaşadığını söylediği 14 yaşındaki E.K’ye evi terk ettiği için silahla saldırdı. Polis, Kanli’yi etkisiz hale getirmeye çalışırken E.K’yi de vurdu. Bedeninden üç kurşun çıkan ve beş ameliyat olan E.K. yaşam mücadelesi veriyor. Bitlis’te özel harekat polisinin skandal bir operasyona imza attığı ortaya çıktı. Güroymak ilçesinde Ferit Kanli “dini nikah”la beraber yaşadığını söylediği akrabası, çocuk yaştaki E.K’yi (14) evi terk ettiği gerekçesiyle silahla yaralamaya kalkıştı. Polis timi Kanli’yi etkisiz hale getirmeye çalışırken kümese sığınan E.K’yi de vurdu. Midesinden, bağırsağından ve kalbinin alt kısmından 3 kurşun çıkarılan ve 5 ameliyat geçiren E.K, yaşam mücadelesi veriyor. Adli tutanaklar ve görgü tanıklarının ifadelerine göre; Güroymak ilçesinde 27 Ekim günü Ferit Kanli ile “imam nikahı” birlikte yaşadığı söylenen 14 yaşindaki E.K, evi terk ederek dedesinin evine gitti. Ferit Kanli, yanında getirdiği silah ve bıçakla E.K’yi tehdit edinci ihbar üzerine olay yerine özel harekat timi gönderildi. Saat 19.00’da bölgeye veren polis timi, gece saat 02.00’ye kadar Kanli’yı teslim olması için ikna etmeye çalıştı. Polis iknada başarılı olamayınca evin içindeki E.K’yi, Ferit Kanlı’yı ikna etmek evin dışına çıkardı. Ferit Kanlı’nın elindeki silahla tehditlerini sürdürmesi üzerine polis timi operasyon kararı aldı. Polisin havaya uyarı ateşi açması üzerine Ferit Kanli ve E.K, evin bahçesinde bulunan kümese sığındı. TANIKLAR ANLATTIOlayın görgü tanığı S.K. ifadesinde, olayın devamını ise şöyle anlattı: “Polisin ‘vurun’ demesiyle E.K., Fert’in yanına gitti. Onlar da bahçedeki kümesin içine girdi. Polis ekipleri, saat 02.00’de kümesi kalkan ile vurmaya başladı ve ateş sesleri duyuldu. Ferit’in yere düştüğünü gördüm. Ferit, yere düşünce polisler ona jop ile vurmaya başladı. E.K ise kümesin kapısından çıkarıldıktan sonra yere düştü.”  Bacaklarından vurulan Kanli ile E.K, hastaneye kaldırılırken midesi, vücudundan 3 kurşun çıkarılan ve 5 ameliyat geçiren E.K, yaşam mücadelesi veriyor. Tedavisinin ardından gözaltına alınan Kanli ise ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Güroymak Cumhuriyet Savcısı tarafından hazırlanan tutanakta İlçe Kaymakamı, İlçe Cumhuriyet Savcısı, Özel Harekat Şube Müdürü ve İlçe Emniyet Müdürü vekilinin de olay yerinde oldukları belirtildi. Komiser yardımcısı kameranın şarjı bittiği için saat 02.00’de düzenlenen operasyonun kayıt altına alınamadığını belirtirken polislerin ise ifadelerinde “havaya ateş açtıklarını ve E.K’yi kimin vurduğunu bilmediklerini” söyledikleri öğrenildi.  HUKUKA UYGUN DEĞİLE.K’nin ve Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’nin avukatı Nilda Baltalı, operasyon düzenlenirken alınan önlemlerin hukuka uygun olmadığını belirterek, “E.K, Ferit Kanli’nin elinde silah olması nedeniyle yanına gitmek istemiyor ancak 2 polis memuru onu zorluyor.  Kümese girmelerinin ardından kolluk güçleri kümesin içine biber gazı atıyor ve ateş etmeye başlıyor. Bu önlemlerin hiçbiri hukuka uygun değildir. E.K’nin bulunduğu yere gaz atıldıktan sonra etkisiz hale geldiklerini kabul edenler olmuş, bu durumda ne amaçla ateş açıldığı belirsiz. Polisler, havaya ateş açtıklarını söylüyor. Ancak E.K’ye birden fazla kurşun isabet ediyor, midesinden, bağırsağından ve kalbinin altından vuruluyor. Yakalamak istedikleri şüpheli ise her iki ayağından vuruluyor. Bu durumda havaya ateş açmadıkları su götürmez bir gerçek. Özel hareket güçlerinin ağız birliği yapması, orantısız güç kullanımı gibi nedenlerle faillerin tespit edilememesi yüksek ihtimal. Ayrıca ifadelerini değiştirmek için zaman tanındığından da şüpheleniyoruz. Çünkü çoğu aynı ifadeyi vermişler.Savcılık şu anda açılan ateş sonucu ağır yaralanan çocuğumuzu kimin yaraladığını, kimlerin ateş açtığını araştırmaktadır. Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği olarak soruşturmanın etkin yürütülmesi, gerçek faillerin ortaya çıkarılması için mücadele edeceğiz” diye konuştu. Kübra Köklü

Antalya L Tipi KapalıCezaİnfaz Kurumu’nda skandal iddia

Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda skandal iddia figure > Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun revir servisinde sağlık memuru olarak çalışan Z.M’nin kendisine protez saç yaptırmak için mahkumlardan B.G’nin saçlarını, aynı koğuştaki hükümlülere uyuşturucu madde karşılığında zorla kestirdiği iddia edildi. Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun revir servisinde sağlık memuru olarak çalışan Z.M’nin, kadınlar koğuşunda kalan hükümlü B.G’nin saçlarını, aynı koğuştaki hükümlülere uyuşturucu madde karşılığında kestirdiği öne sürüldü. Z.M. ve B.G’nin DNA testi uyuşmayınca, tanık beyanları ve kamera görüntülerine karşın savcılık tarafından soruşturmaya takipsizlik kararı verildi. Kasım 2019’da gerçekleşen olayda iddiaya göre, sağlık memuru Z.M., hükümlü B.G’nin saçını onunla aynı koğuşta kalan hükümlülere uyuşturucu madde sağlama karşılığında zorla kestirerek B.G’nin saçlarından kendine protez saç yaptırdı. B.G’nin olayı dilekçe ile kuruma bildirmesi üzerine inceleme başlatılırken, Z.M. hakkında adli ve idari soruşturma başlatılarak görevden uzaklaştırıldı. B.G., Z.M’den DNA testi için saç örneği alındı. Ancak saç örneği olayın hemen sonrasında değil, iki hafta sonra alındı. İki hafta içerisinde Z.M’nin protez saçları kestirdiği ve adli tıbba kendi saç örneğini verdiği ileri sürüldü. Z.M. ve B.G.’nin DNA testi uyuşmayınca, tanık beyanları ve kamera görüntülerine karşı soruşturma savcılık tarafından takipsizlik kararı verilerek kapatıldı.‘TANIKLIK ETTİK’İsminin gizlenmesini isteyen bir tanık ise olaya ilişkin çarpıcı bilgiler paylaştı. B.G’nin saçını kesen mahkûmların Sivas E Tipi Ceza İnfaz Kurumu’na nakledildiğini, İnfaz Koruma Başmemuru Y.I’nin ise Antalya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na tayin edildiğini aktaran tanık, dönemin kurum yöneticileri T. A., ve A.P’nin olaya göz yumduğunu söyledi. Tanık, “DNA sonucu çıkmasa da biz tanık olduğumuzu beyan ettik, üstelik kamera görüntüleri de mevcut. Takipsizlik vermelerinin nedeni Z.M’nin arkadaşları olmaları mıdır” diye sordu. Leyla Kılıç

İstanbul Tabip OdasıBaşkanıProf. Saip: 'Yerli aşıolurum ama koşullarıvar'

İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Saip: 'Yerli aşı olurum ama koşulları var' figure > Gerçekte kaç kaybımız var? Covid-19’da farklı verilerin perde arkası... İthal aşıdaki riskler.. Yerli aşının tarihi… İlaçlar hasar bırakıyor mu... işte endişe nedenleri... Bu kadar belirsiz bir ortam varken hayata geçirilen acil kullanım izninin sırrı... Meslekten yılmalar ve kaçışlar... İlliyet bağı… Meslek hastalığında son perde... AKP genelgesi bir kandırmaca, bir algı yönetimi mi?.. Salgına ilişkin birçok cevap yanıt bulamayınca, bize de doktorların görüşlerini İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı, İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi, İstanbul Tabip Odası Başkanı Pınar Saip’e sormak kaldı.. - Eğer bakanlık detayları şeffaf bir şekilde paylaşsaydı hem kendileri zor durumda kalmayacak hem de gerekli önlemler doğru verilere göre alınabilecekti. - Başından beri kaynaklar salgına ayrılması gerekirken gelecekte salgınların artmasına neden olabilecek ekolojik dengeleri bozan Kanal İstanbul’a yatırım yapılmaya çalışılıyor.- Bilim Kurulu danışmanlık veriyor, yetki iktidarda. Oysa görev, yetki ve sorumlulukları tam tanımlanmış bir bilim kurulu olmalı. İktidardan bağımsız, özerk bir kurul olmalı.- Hekimler ihtiyacı olan ve isteyen herkese danışmanlık vermek, destek olmak ister. Görev, yetki ve sorumlulukları tam tanımlanmış bir bilim kurulu olmalı. Bağımsız, özerk bir kurul olmalı.- Gelecek aşı yabancı uyruklu ve göçmenlerle birlikte toplam 90 milyon olan nüfusumuzun üçte birine yetecek kadar. Birçok ülke ihtiyacından fazlasını aldı, maalesef bir açgözlülük de var.- Yerli aşı için süre ile ilgili konuşmak için erken olduğunu düşünüyorum. Zaman ilerledikçe binlerce hastalanmamış ve aşılanmamış gönüllü bulmak da zorlaşacaktır.- Sağlık Bakanlığı TV’de pandemi nedeniyle kayıpların sayısını açıklıyor, fakat İBB de bir açıklama yapıyor, rakamlar katiyen birbirini tutmuyor. Siz İstanbul Tabip Odası Başkanı olarak günde kaç hastayı yitirdiğimizi söyleyebiliyor musunuz? Maalesef söyleyemiyoruz. Sağlık Bakanlığı internet sitesinde İstanbul haftalık resmi verileri bile 25 Ekim’den beri paylaşılmamaktadır. Elimizde sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nün günlük vefat ve bulaşıcı hastalıktan vefat verileri mevcut. Bu dönemde başka bir salgın hastalık olmadığı için, bu sayıları Covid-19’a bağlı ölümler olarak kabul etmek gerekir. Bazı günler bu sayı Türkiye geneli için bildirilenden fazla olabiliyor. İktidar şeffaf veri paylaşımı yapmamayı bir politika olarak benimsedi, sürekli veri tanımlarını değiştirerek bu durumu gizlemeye çalışıyor. Hastanelerden bildirilen ölüm nedenleri Sağlık Müdürlüğü İl Covid-19 Komisyonu’nda tekrar değerlendiriliyor. Uygun bulunmayanlar, girişi yapan sağlık kurumuna geri gönderilerek düzeltilmesi isteniyor. Komisyon onayı olmadan ölüm nedeni Covid-19 olarak bildirilemiyor. Bu nedenle hastaneden verilen ilk ölüm raporu ile sonradan alınan onaylı raporlardaki ölüm nedenleri farklı olabiliyor. Tedavi gördüğü kurumda testi negatif olup Covid-19 kabul edilen, testi pozitif olup uzun süre hastanede yatan, hastanede yatarken testi negatifleşen fakat Covid-19’un neden olduğu hasar sonucu olan vefatlar bu komisyon tarafından Covid-19 ölüm sebebi olarak kabul edilmiyor.  - Niçin? Doğru istatistiki verileri elde edebilmek için ölüm nedenlerinin kontrolü uzun süredir yapılmaktadır. Çünkü ülkemizde genellikle ölüm nedeni kalp yetmezliği veya solunum yetmezliği olarak kayda geçiyor. Mesela bir meme kanseri hastası, kanserin yayılması nedeniyle solunum yetmezliği sonucu öldüyse bunun esas nedeni kanserdir ve bu durum meme kanseri olarak yazılması lazım. Aynı şey Covid-19 için de geçerli.  - Doğru mu anlıyorum: Diyelim bir kanser hastası uzun zaman tedavi görüyor, ama kalbi dayanmıyor. Ve yaşamını yitiren hasta da “kalp krizinden ölmüş” diye kayda geçiyor..  Olmaması gerekir ama bu şekilde yazılabiliyor. Bu kontrol komisyonları zaten böyle olmaması için kuruldu. Doğru istatistikler oluşsun, hastanın esas ölüm nedeninin kontrol edilsin diye kuruldu. Ama Covid-19’da bu tersine dönmüş durumda. Yani esas nedenin ortadan kaldırılmasına yönelik bir uygulama haline geldi.  - Aslında nasıl aşılabilirdi? Eğer bakanlık salgının başlangıcından beri bu detayları şeffaf bir şekilde paylaşsaydı, bu tür veri karışıklıklarına neden olmayacaktı. Hem kendileri zor durumda kalmayacaklar hem de gerekli önlemler doğru verilere göre alınabilecekti. Ama ne yazık ki salgın yönetiminden çok, algı yönetimine önem verildi.  - Gerçek verileri bilseydik ortada daha farklı bir tablo olur muydu? Hem bilim insanları, hem yurttaşlar açısından soruyorum… Toplumda salgının yaygınlığı ve ölüm oranlarıyla ilgili “Çok başarılıyız, her şey çok iyi gidiyor” diye yanlış bir algı oluşturmak istiyorsanız; planlamanız salgına göre değil, ekonomiye göre oluyorsa doğru verileri paylaşmak istemeyebilirsiniz. Aslında doğrular paylaşılsaydı, hem toplum önlemlerin alınması konusunda daha duyarlı olacaktı, hem bilim insanları, sahada çalışan sağlık çalışanları için salgının kontrolü daha kolay olacaktı. Sadece ölüm oranları değil, hangi yaşlarda, hangi meslek gruplarında, hangi mahallelerde, hangi şehirlerde daha fazla görünüyor, kaynağı neresi, tüm bu detaylar açıklansın ki alınacak önlemler de ona göre oluşturulsun. - Açıklansın deniyor ya, bu verileri kendileri biliyor mu? Biliyor olabilirler ama veriler öyle bir karmaşık hale getirildi ki artık gerçekten net olarak kimse bilmiyor olabilir. Veriler sürekli “Düzelt” diye geri gönderiliyorsa bu sefer düzeltmek zorunda kalmamak için veriler değişik olarak yazılıyor da olabilir. Test sayıları farkındaysanız uzun süredir artmıyor. Yaygın test yapmazsanız hastalık yaygınlığını bilemezsiniz. Salgının yoğun olduğu ilçelerde artık temaslılara test yaptırması önerilmiyor.  - ‘Düzelt’ diye geri göndermek ne demek, onu anlamadım… Az önce bahsettiğim Covid-19 Değerlendirme yani “düzeltme” Komisyonu, “Bu Covid ölümü değildir” diye ilgili hastaneye geri gönderiyor, “Şu şekilde değerlendirin” diyor. Aşırı iş yükü arasında bir de bu işlerle uğraşmak durumunda kalıyorsunuz.  - Peki, neden böyle bir yola girildi? Sonuçta dünyayı sarsan, en gelişmiş ülkelerin dahi önüne geçemediği bir salgın var ve hiçbiri başa çıkamıyor. Yani kimsenin suçu değil… Gizli tutulması tamamen ekonomik mi? Anlamak zor. Nedenler hem ekonomik kaynakların sosyal devlet desteklerini sağlayamayacak olması hem de iktidarın kibirli bir tavırla başarı öyküsü yazma isteği olabilir. Salgının başında biliyorsunuz belediyeler yardım etmek istedi, vatandaş destek olmak istedi. Ama hepsi engellendi. Yönetim zaafı hiç yokmuş gibi bir illüzyon yaratmak istiyorlar. Oysa güçlü iktidarlar sorunların varlığını kabul eder ve çözüm için tüm toplumun dayanışma göstermesini, katılımını destekler. Salgında sürece sağlık çalışanlarının ve toplumun katılımını sağlamadan başarı sağlamak çok zor. Örneğin hiç olmazsa veriler ekim başından itibaren şeffaf olarak paylaşılsaydı, meslek odaları olarak dile getirmek zorunda kaldığımız tam kapanma gerekliliği ortaya çıkacaktı. Ama kapanma kararı aldığınızda sosyal bir devlet iseniz vatandaşınızın asgari geçimini sağlamak zorundasınız. Bunu üstlenmek istemiyorlar. Çünkü kaynakları salgına değil, yine ekonominin “şahlanmasına” kullanmak istiyorlar. Salgının başından beri kaynaklar salgına ayrılması gerekirken gelecek yıllarda salgınların artmasına neden olabilecek ekolojik dengeleri bozan Kanal İstanbul dahil birçok yatırım yapılmaya çalışılıyor. Salgın konusunda algıyı yönetiriz diye düşündüler ama salgının geldiği boyut, bağımsız meslek birliklerinin varlığı buna engel oldu. Maalesef görünen o ki salgının sosyal boyutları için hazinemizde yeterli bütçe yok.  - Bilim Kurulu daveti gelseydi siz kabul eder miydiniz? Uzmanlık alanım salgın ile ilgili değil, ama olsaydı bile kişisel olarak bu koşullarda çalışmak istemezdim. Salgın başlangıcında İstanbul Tabip Odası olarak İl Pandemi Kurulu’nda yer almamız gerektiğini ve istediğimizi bildirdik. Kabul görmedi. Tabii ki mevcut Bilim Kurulu’nun danışmanlık vermesi değerli. Bilim Kurulu’nda çok saygın ve değerli bilim insanlarımız var. Hekimler ihtiyacı olan ve isteyen herkese danışmanlık vermek, destek olmak ister. Mevcut Bilim Kurulu sadece danışmanlık veriyor, yetki ve sorumluluk iktidarda. Oysa görev, yetki ve sorumlulukları tam tanımlanmış bir bilim kurulu olmalı. Bilim Kurulu iktidardan bağımsız, özerk bir kurul olmalı. Bilim Danışma Kurulu’nda tartışılan öneriler şeffaf bir şekilde toplumla paylaşılmıyor, Bilim Kurulu üyeleriyle salgın verileri paylaşılmıyor. Toplumla, sadece yapılmasına onay verilenler “Bilim Kurulu önerileri doğrultusunda” diyerek paylaşılıyor, onay verilmeyen önerileri bilmiyoruz. Göstermelik il pandemi kurulları düzenli toplanmıyor, kararlar ilgililere toplantı sonrası imzalatılabiliyor. İstanbul İl Pandemi Kurulu’na İBB, ilgili meslek odaları davet edilmiyor. Salgının başından beri Türk Tabipleri Birliği ve tabip odaları olarak başta halk sağlığı uzmanları olmak üzere ilgili uzmanlık derneklerinin temsilcileri, TTB ve ilgili meslek birliklerinin, sendikaların, hatta sivil toplum örgüt temsilcileri tarafından oluşturul bir kurul tarafından epidemiyoloji bilimi gereklerine göre yönetilmesi gerektiğini vurguluyor, çağrı yapıyoruz. Oysa ülkemizde salgın, merkezi olarak Cumhurbaşkanlığı onayından geçen İçişleri Bakanlığı genelgeleriyle yönetiliyor.   - Şimdi en çok tartışılan konuya girelim, aşı… Aşı olur musunuz? Olurum tabii ki…  - Peki, hemen olur musunuz? Yürüyen aşı çalışmalarına birçok sağlık çalışanı gönüllü olarak katıldı. Benim yaşım İstanbul Tıp Fakültesi’nde de yürütülen faz 3 aşı çalışması için uygun olsaydı gönüllü olacaktım. Ama 60 yaşındayım, 59 yaşına kadar olanları çalışmaya aldıkları için giremedim. Bugün gündemde olan aşıların öncü çalışmaları olan güvenlik ve doz belirlemek için az sayıda gönüllüyle yapılan faz 1 ve faz 2 çalışmaları tamamlanmış ve yayımlanmış durumda.  Binlerce gönüllüde yapılan, etkinliği ve yan etkileri araştırılan, katılanların bir bölümüne etken maddenin olmadığı (plasebo) aşının bir bölümüne etken maddenin olduğu aşının yapıldığı faz 3 aşı çalışmalarının erken sonuçları 3 aşı için yayımlanmış durumda. Bunlar Pfizer/ BioNTech, Moderna ve Oxford / Astrazeneca aşıları. Ülkemize geleceği açıklanan ve ülkemiz tıp fakültelerinde de çalışmaları devam eden Sinovac aşısının faz 3 çalışmasının erken sonuçları henüz yayımlanmadı. Erken sonuçları yayımlandığında ve ülkemizde gerekli güvenlik incelemeleri yapıldığında aşı olurum. Toplumsal bağışıklık ancak toplumun yüzde 60’ına aşı yapıldığında mümkün olabilecektir. Bu kadar yaygın bir şekilde yapılması gereken bir aşı için topluma çok ciddi bir güven vermeniz lazım.  - Güvensizlik neden kaynaklanıyor? Şu ana kadarki salgının yönetim biçiminden kaynaklanıyor. Sağlık Bakanlığı salgın yönetimindeki güven aşınmasını aşı yönetiminde gerekli dersleri çıkararak onarmalı ve topluma bu konuda güven sağlamalı. Bu da ancak sürecin çok şeffaf yönetilmesi, ilgili tarafların sürece katılması ve desteği ile mümkün olabilir. Sinovac firması aşı üretimi konusunda deneyimli bir firma. Bu aşının faz 3 çalışma sonuçları henüz bilimsel bir dergide yayımlanmadı. Aşıların kullanımı ile ilgili Acil Kullanım Onayı ile ilgili yönetmelikte 18 Aralık’ta bir genelge yayımlanarak değişiklik yapıldı.                                          - Bu kadar cevapsız soru varken bir de acil kullanım onayı çıktı, nedir o?  Tüm faz çalışmaları tamamlanmadan çalışmaya toplum yararı gözetilerek onay verilmesi. Bunu diğer ülkeler de yapıyor ama koşulları var. Türk Tabipleri Birliği İzleme Kurulu konu ile ilgili çekincelerini ve bir aşıya acil kullanım onayı verilebilmesi için gerekli koşulları kamuoyuna duyurdu. Önemli olduğunu düşündüğüm için burada paylaşmak isterim: “Aşının faz 1, faz 2 ve faz 3 çalışmaları bilimsel rapor olarak kamunun erişebileceği biçimde yayımlanmış olmalı; bu raporlarda aşının “güvenli” ve “etkili” olduğu kanıtlanmış olmalı. Bilim Kurulu tarafından değerlendirilmişse sonuç kamuoyuyla hızla paylaşılmalı. Aşıyla ilgili üretim sürecinin kalite güvencesi de dahil olmak üzere tüm bilgiler ve veriler -eğer varsa/tamamlanmışsa ülkemize ait çalışma sonuçları özellikle- Türkiye İlaç Tıbbi Cihaz Kurumu’na verilmiş olmalı, zamanın dar olması ya da aciliyet gibi gerekçelerle olağan incelemeler göz ardı edilmemeli ve her koşulda yapılmalı. Türkiye İlaç Tıbbi Cihaz Kurumu, aşıya “Acil Kullanım Onayı” vermek üzere konularında yetkin farmakoloji, immünoloji, viroloji, mikrobiyoloji, enfeksiyon hastalıkları, halk sağlığı ve epidemiyoloji uzmanlarından oluşan ve hiçbir çıkar çatışması söz konusu olmayan bilim insanlarından oluşan bir kurul kurmalı. Karar süreci öncesinde Türkiye İlaç Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından tüm bilgi ve veriler kamuoyuna açıklanmalı (ABD’de Gıda ve İlaç Dairesi tarafından yapıldığı gibi). Kurul toplantısı çevrimiçi kamuya açık biçimde gerçekleşmelidir (yine ABD’de Gıda ve İlaç Dairesi tarafından yapıldığı gibi). Covid-19 pandemisinden çıkış yolumuzda aşılama çok önemlidir. Hastalığa karşı kullanabileceğimiz aşılarla ilgili toplumun güvenini sarsabilecek, aşı tereddüdüne yol açabilecek düzenlemelerden ve uygulamalardan kaçınılmalı, şeffaflık ön planda tutulmalıdır.” - Bir belirsizlik de aşı sayısı; ne kadar gelecek? 50 milyon doz aşının ilk bölümünün 11 Aralık’ta geleceği bildirilmişti. Aşıların büyük tanklarda geleceği ve flakon dolumlarının ülkemizde yapılacağı duyumlarını alıyoruz. Detaylarla ilgili resmi bir belge henüz açıklanmadı. Sağlık çalışanları için kamu ve özel kurumlardan sayı istendi. İTO olarak Sağlık Müdürlüğü’ne tüm sağlık kurumlarının dahil edilmesi ile ilgili yazı gönderdik.  - Peki, 50 milyon doz aşı yeterli mi? İki doz olarak yapılacağı için 25 milyon insanımızı aşılamaya yeterli. Yani yabancı uyruklu ve göçmenlerle birlikte toplam 90 milyon olan nüfusumuzun üçte birine yetecek kadar. Bu kadar doz, toplumsal bağışıklığın sağlanması için gerekli en az toplam nüfusun yüzde 60’ının aşılanması için yeterli değil. Yeterli miktarın sağlanması için henüz anlaşmalar yapılmamış durumda. Birçok ülke ihtiyacından fazlasını aldı, burada maalesef bir açgözlülük de var. Global’in araştırmasına göre, birçok yoksul ülke nüfuslarının onda biri için bile aşı temin edebilmiş değil. Umarım zengin ülkeler diğer ülkelere hibe yaparlar.  - Yerli aşı hangi aşamada? Yerli aşılardan henüz hiçbirinin faz 1 çalışması yayımlanmadı. Faz 1 çalışması biten ve faz 2 çalışması devam eden bir yerli aşımız var. Ülkemizde erken fazlarda yürüyen 10’un üzerinde yerli aşı çalışması söz konusu. Faz 3 çalışmaların başlamasına henüz zaman var. Faz 3 çalışma aşaması zor bir süreç. Binlerce gönüllü ile yapılması gerekiyor.   - Zamanında yetişecek mi? Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü 1999 yılında kapatıldığından beri ne yazık ki yerli aşı üretimi yapamıyoruz. Faz 1 - 2 çalışmaları yayımlandıktan sonra faz 3 çalışmalarına başlanacak, tamamlanır, etkili ve güvenli oldukları uluslararası güvenirliği olan bir bilimsel dergide yayımlanırsa üretim aşamasına geçilecek. Nerede ve hangi koşullarda üretileceği de ayrı bir konu. Süre ile ilgili konuşmak için erken olduğunu düşünüyorum. Zaman ilerledikçe binlerce hastalanmamış ve aşılanmamış gönüllü bulmak da zorlaşacaktır.    - Şöyle sorayım: Siz yerli aşı olur musunuz? Olurum ama koşulları var: Etkinliği ve güvenliği bütün çalışma aşamalarında  (Faz 1, 2, 3,) kanıtlanırsa, sonuçları uluslararası kabul görmüş dergilerde yayımlanırsa, çalışmalar etik kurallara uygun bir şekilde tamamlanırsa, etkinlik ve güvenlik verileri  bağımsız olarak gözleme ve denetime  tabii tutulursa, çalışma verileri bilim insanlarının erişimine açık olursa, üretim koşulları uygun ve denetlenebilir olursa tabii ki olurum.  - Çeşitli yayınlardan, bazı aşı yaptıranların yüz felci geçirdiğini öğreniyoruz. Yan etkiler konusunda ne söyleyebilirsiniz? Her aşının yan etkileri olabilir. Covid-19 hızlı yayılan öldürücü bir hastalık. Önemli olan yararın zarardan fazla olması ve ciddi kalıcı yan etkilerinin olmamasıdır. Bazı ciddi olmayan, nadir görülen, kalıcı hasar bırakmayan yan etkiler kabul edilebilir.  /Archive/2020/12/21/031404241-19-saip-1.jpgMESLEK HASTALIĞI KANDIRMACASI - Bugüne kadar kaç doktoru, kaç sağlık çalışanını yitirdik?Kaybettiğimiz hekim sayısı 100’e yaklaşıyor, aktif çalışan 94 hekim maalesef yaşamını kaybetti. Hekimler dışında 150’ye yakın sağlık çalışanının da yaşamını kaybettiğini biliyoruz. Yaşamını kaybeden diğer sağlık çalışanı sayısı konusunda kapsam geniş olduğu için doğru veriler verebilmek zor. En son Sağlık Bakanı’nın açıkladığı rakama göre 120 bin sağlık çalışanı Covid-19 tanısı aldı. Bu yüksek bir oran. Sağlık çalışanları, meslekleri gereği diğer toplum kesimlerine nazaran ülkelere göre değişmekle birlikte 5-10 kat daha fazla hastalanıyor. Bu nedenle 120 ülkede sağlık çalışanları için bir meslek hastalığı olarak kabul görmüş durumda.  - Şimdi Türkiye’de de meslek hastalığı olarak kabul edilecek değil mi? Bu da bir kandırmaca, bir algı yönetimi… Algı yönetiminde gerçekten çok başarılılar. Bu konuda toplumsal bir talep oluştuğunu görünce bir genelge yayımladılar. Bakanlığın meslek hastalığıyla ilgili olarak illere yazdığı yazı, kamuoyunda Covid-19’un meslek hastalığı olarak kabul edildiği algısına yol açtı ancak bu yazı Covid-19 nedeniyle mağduriyet yaşayan sağlık çalışanlarının belgelerinin SGK’ye gönderilmesi prosedürünü anlatan bir yönlendirme yazısından başka bir şey ifade etmiyor. TTB ilk günden beri sağlık çalışanlarının yıllarca illiyet bağı ispatı ile uğraştırılmamasının mücadelesini veriyor. Örnekleri oldu, kabul edilmedi. Ama bu genelgede yine sağlık çalışanının Covid-19 infeksiyonunu hastane ortamında kaptığını ispatlamalı, yani hastalıkla bir “illiyet bağı kurulmalı” diyor. Bizler bu “illiyet bağı kurulursa” şartının kaldırılmasını istiyoruz. Türkiye’deki toplam 65 tabip odası, TTB öncülüğünde Covid-19’un meslek hastalığı olarak kabul edilmesi konusunda birleşti ve gazete ilanları verdi. Sağlık çalışanları 5-10 kat daha fazla Covid-19 nedeniyle hastalanıyor. Bu durum, artık bir “illiyet bağı” aranması gerekliliğini ortadan kaldırıyor. Biz Covid-19’un sağlık çalışanları için bir meslek hastalığı olduğuna dair bir yasanın çıkmasını istiyoruz. Yasa tasarısı önerimiz TBMM Sağlık Komisyonu’nda kabul edilmeyi bekliyor.   - ‘İlliyet bağı’nı açar mısınız? Nedensellik bağı. Yani sağlık çalışanları sağlık hizmeti verdikleri için Covid-19 nedeniyle daha çok hastalanıyorlar. Bir hastalığın toplumdaki diğer insanlara nazaran belli bir meslek grubunda daha çok görülmesi. Biz şimdi sağlık çalışanları için diyoruz ama hastalık verilerinin detayları açıklandığında kargo taşıyıcıları gibi bazı işkollarında daha fazla görüldüğü ortaya çıkabilir. Rakamlar açıklandığında, belki kargo taşıyıcıları için de aynı şey söz konusu olacak.                      - Meslek hastalığı nasıl bir güvence sağlıyor? Diyelim ki hayatınızı kaybettiniz, geride kalan yakınlarınıza maaş bağlanmasını ve ölüm yardımı yapılmasını sağlar. Kalıcı bir hastalık veya maluliyete sebep olursa kayıplarınız için ayrıca ödeme yapılır ve maaş bağlanır. Eğer hastalığınızdan veya ölümünüzden işyeri güvenlik önlemlerinin yetersizliği söz konusu olursa tazminat hakkınız doğabilir.  - Talebinizi yerine getirseler ne kaybederler ki? Ekonomik kaygılar olduğunu düşünüyorum. Oysa sağlık çalışanlarının moral ve motivasyona çok ihtiyaçları var. Bir an önce bunu sağlamaları gerek.  /Archive/2020/12/21/031415631-ipek-ikili.jpgİLAÇLARIN YAN ETKİSİ- Covid-19 hastalarının bir de refakatçisi oluyor, hastalık onlara da bulaşıyor. Covid-19 hastalarının yanında refakatçi kalması doğru mu? Hastane koşulları malum. Hastanede yatan ağır hastalar genellikle yaşlılar. Genç ve bakıma ihtiyacı olmayanlarda refakatçi gereksinimi olmuyor. Servislerde yatan hastalara bakacak sağlık çalışanı sayısı yetersiz. Mecburen hastaların yanında bir refakatçi kalması gerekiyor. Özbakımını yapamayan hastalar için hastanelerde refakatçisiz bakım, beslenme koşullarının sağlanması mümkün değil. Genellikle covid pozitif, durumu daha iyi olan bir yakını ile aynı oda paylaşılıyor. Bazı durumlarda refakatçi, Covid-19 olmayan bir yakını olabiliyor. Bu durumda refakatçiden koşulları kabul ettiğine dair bir onay alınıyor.   - Sağlık çalışanlarının sayısı artırılarak önüne geçilemez mi? İdeali söylediğiniz, ama bu kadar sağlık personelimiz maalesef yok. Sağlık hizmetlerinin sürdürülmesi için bile sayılar yetersiz. Her bakım ihtiyacı olan hastanın yanında sürekli duracak bir sağlık personeli görevlendirmek mümkün değil.  - İlaçların bazı hasarlar bırakacağı yönünde endişeler var. Bir yakınımdan örnek vererek soracağım: Bir dostumun Almanya’da yaşayan annesi epey sıkıntılı süreç geçirmesine rağmen tedavisi evde yapılıyor. Tam tedavi de diyemeyeceğim, çünkü pek ilaç da verilmiyor. İyi beslenme tavsiye ediliyor, parasetamol veriliyor. Burada hemen teşhis konulduktan sonra eve ilaçlar geliyor. Bazı hasarlar bıraktığı yönünde endişeler olduğu için soruyorum: Bu ilaçlar hakkında ne söyleyebilirsiniz?Salgın büyüdükçe, yayıldıkça her türlü sorunun çözülmesi zorlaşıyor. Evlere giden filyasyon ekiplerinin bazılarında sayı yetersiz olduğu ve iş yükü fazla olduğu için maalesef doktor bile olmayabiliyor. Şikâyeti olan temaslıya test bile yapılmadan ilaç verilebiliyor veya hiç şikâyeti olmayan testi pozitif kişiye ilaç başlanıyor. Salgın çok hızlı arttığı için ekipler yetişmekte zorluk çekiyor. Eve gidiliyor, ilaçlar bırakılıyor ama hastanın tahlilleri yapılmamış olabiliyor. Zaman yetersizliğinden şikâyetler, ek hastalıklar, kullandığı diğer ilaçlar, hamilelik gibi durumlar yeterince sorgulanamıyor. İlaçların yan etkisi ile ilgili yeterli bilgi verilemiyor. Özellikle yabancı uyruklu ve göçmen statüsündeki kişilerle iletişim, dil sorunu nedeniyle hiç kurulamıyor. Yeterli bilgi verilmediğinde ilaçlara karşı tedirginlik oluşuyor. Birçok kişinin ilaçları almadığını biliyoruz. Tabii her testi pozitif olanın, hiç şikâyeti olmayanın ilaç kullanması Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilmemektedir. Ama riskli, özellikle akciğer tutulumu olanlarda favipravir kullanımına erken başlanmasının yararlı olduğu düşünülmektedir. Böbrek ve karaciğer sorunu olmayanlarda, gebe olmayanlarda kullanılabilir. Salgın başlangıcında tedavi hastanede başlanıyor, tetkikler yapılıyordu. Artık tedavilere evlerde başlanıyor.  /Archive/2020/12/21/031413975-19-saip-2.jpgHEKİMLİKTEN KAÇIŞ VAR- Mesleği bırakmak isteyen çok doktor var mı? Salgın başlangıcında sağlık çalışanları tüm olumsuz koşullara, liyakatsiz yöneticilere rağmen büyük bir özveriyle çalıştılar. Başlangıçtaki hazırlıksız yakalanmanın paniği atlatıldıktan sonra ellerinden geleni yaptılar. Hekimlik, insan hayatını kurtarmak, sağlığını korumak için yapılan bir meslek. Ama özverilerinin karşılığını, salgının kötü yönetilmesi sonucu alamadılar. Haziran ayında kontrolsüz açılma; eylül ayından itibaren salgının kontrolden çıkması; önlemlerin alınmaması; salgının kötü yönetilmesi; insanların, sağlık çalışanlarının ölmesi, ağır şekilde hastalanmaları; hak kayıpları ciddi bir tükenmeye yol açtı. Süreç kötü yönetiliyorsa sağlık çalışanlarının çabası beyhude kalıyor. Meslekten yılma ve kaçış arttı.   - İstifa ve izinler de yasaklandı zaten… Evet ,yasaklandı ama bu durum yasal değil. Siz istifa etmek ya da emekliye ayrılmak istediğinizde dilekçenizi verip, bir ay bekleyip ayrılırsınız. Bir ayı bekledikten sonra istifa ederseniz devlet kurumlarına ancak 1 yıl sonra geri dönebilirsiniz. Sağlık sisteminin koşulları uzun süreden beri gençlerimizin yurtdışına gitmesine neden olmakta. Maalesef salgın koşullarında gördükleri muamele birçoğu için bu kaçışı hızlandıracaktır. /Archive/2020/12/21/031410616-19-saip-3.jpg- Yoğun bakımlarda durum nedir? Yoğun bakımlar dolu; ameliyathaneler, başka amaçlarla kullanılan servisler yoğun bakıma dönüştürülüyor. Hastayı bir yatağa yerleştirdiğinizde sorun kalmıyor gibi görünebilir. Gerçek bir yoğun bakım desteği ancak nitelikli elemanlarla verilebilir. Yatak ve cihaz sadece altyapı sağlar, bakım sağlamaz. Nitelikli personel yoksa yoğun bakım ölüm oranlarınız yükselir. Hem yoğun bakım personelinde ciddi yorgunluk var, koşulları çok ağır, hastalanmalar nedeniyle iş yükü artmış durumda, hem de covid dışı nedenler için yatak ayrılması gerekiyor. Birçok operasyon aksamış durumda. Yoğun Bakım Derneği, 8 Aralık’ta yüzde 70-75’lik doluluk oranlarını “uçurumun kenarı” olarak açıkladı. Yoğun bakım kazaları olmaya, acı haberler gelmeye başladı.   - Pandemiyle nasıl mücadele edilmeli? Sizin öneriniz?Güven, şeffaflık, sağlık çalışanları ve toplumun sürece katılımı çok önemli. Pandemi mücadelesi hastanelerde verilmez. Maalesef ülkemiz dahil, dünyadaki birçok ülkenin sağlık sistemleri Dünya Bankası önerisiyle ticarileşti. Sağlık, bir hak olmaktan çıkarak tüketilen bir meta haline geldi. Bu nedenle birçok gelişmiş olduğunu düşündüğümüz ülke bile sınıfta kaldı. Oysa salgın kontrolü için koruyucu hekimlik, yani birinci basamak hizmetlerinizin güçlü olması lazım. Dünya ülkeleri umarım sağlık sistemleri ile ilgili bu değerlendirmeyi yapar.  - Son alınan kapanma önlemlerini yeterli buluyor musunuz? Yeterli bulmuyoruz. Çok daha önceden, bakanlığın verilerine göre günlük ölüm sayısı 250’leri bulmadan tedbirler alınmalıydı. İktidar, önlenebilir bir hastalık nedeniyle olan ölümlerden gerekli önlemleri zamanında almadığı için sorumludur. Bu nedenle suçu halka yüklemek doğru değildir. Bu yetersiz önlemler bile TTB ve tabip odalarının çığlıkları sonrasında alındı. Artık zorunlu, temel ve hayati ihtiyaçlar dışında, sosyal destekler sağlanarak en az 14 gün süreyle, ideali 28 gün tam kapanma öneriyoruz. Ne yazık ki salgın doğru yönetilemedi ve bu aşamaya gelmek zorunda kaldık.   İpek Özbey

İşinsanlarıyeni ABD BaşkanıJoe Biden’a mektup yazdı,önerilerini sundu

İş insanları yeni ABD Başkanı Joe Biden’a mektup yazdı, önerilerini sundu figure > Türkiye-ABD İş Konseyi’nin elden yolladığı mektup Biden’a ulaştı. CAATSA yaptırımlarından iş dünyasının etkilenmemesini isteyen iş insanları bu komisyonla düzenli iletişim kurulmasını önerdi. Türkiye’nin başı bir yandan Avrupa Birliği (AB) diğer yandan Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) yaptırımlarıyla dertte. Sert bulunmasa da yaptırımlar iş dünyası için endişe kaynağı. Biden’a hem tebrik hem de önerilerini içeren mektup yazan iş insanları, “ikili ulusal komisyon” kurulmasını ve serbest ticaret anlaşması yapılmasını önerdi. ABD’nin seçimi kaybeden başkanı Donald Trump’la Türkiye’nin ilişkilerini yaptıkları girişimlerle yakınlaştıran Türk iş insanları, şimdi de yeni başkan Joe Biden için devrede. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğini örnek almak için merakla beklediği Biden’a gönderilen mektup, aralarında Koç, Sabancı gibi büyük grupların yer aldığı DEİK Türkiye-ABD İş Konseyi Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ tarafından yazıldı. Biden’ı 2013 yılında Amerikan-Türk Konferansı’nda (ATC) ağırlayan Türk iş insanları, 18 Aralık’ta elden teslim edilen mektupta Başkan’ı 39. ATC’ye de davet ederek şunları söyledi:- Türkiye ve ABD’nin en büyük iş dünyası grupları TAİK üyesidir. TAİK, ABD’de milyarlarca dolar yatırıma sahiptir, Amerikalılara on binlerce istihdam sağlamaktadır. - Türkiye, Amerikalı firmalar için çok önemli bir denizaşırı pazardır. TAİK, ikili ticaret hacminin 100 milyar dolar seviyesine çıkarılmasını sonuna kadar desteklemektedir. - ABD’li şirketlerin özellikle de COVID-19 süreciyle birlikte tedarik zincirlerini çeşitlendirmelerine yardımcı olmak için Türk üreticileri önemli bir konumdadır. - ABD Dışişleri Bakanlığı’nın son günlerde uygulamaya koyduğu CAATSA yaptırımlarının iki ülke iş dünyasını etkilemesinden kaygı duyulmaktadır. TAİK, Biden yönetiminin ikili ilişkileri güçlendirmeyi bir öncelik haline getirmesini temenni etmektedir. Bu bağlamda, Türkiye ve ABD arasında ikili ticaret hacminin artırılması noktasında yeni ABD yönetimiyle çalışmaya hazırdır. - İkili ilişkilerin güçlendirilmesi adına TAİK, Türk ve Amerikalı bakanların düzenli olarak iletişim kuracağı, sorunları tartışacağı, işbirliği yolları arayacakları ve fikir alışverişinde bulunacakları bir “İkili Ulusal Komisyon” (Bi-national Commission) kurulmasını önermektedir. Bir açık forum niteliğindeki İkili Ulusal Komisyonlar, ABD’nin zorluklar yaşadığı ülkelerle ilişkilerini güçlendirmek adına 1990’lardan beri Demokrat yönetimler tarafından uygulanmaktadır.ÖNCELİĞİMİZ SERBEST TİCARET ANLAŞMASIMektupta TAİK’in uzun süredir ısrarla dile getirdiği Serbest Ticaret Anlaşması’nın (STA) yeni dönemde kilit rol oynayabileceği belirtilerek şu görüşlere yer verildi:- Uzun zamandır dile getirilen Serbest Ticaret, iki ülke ortak yönlerini geliştirmek ve iki ülkenin birbirine yakınlaşması için en güçlü araçtır. - Hedeflenen ticaret hacmi yakalandığında askeri ve siyasi gerginliklere çözüm bulmak her iki ülke açısından kolaylaşacaktır. - İki ülke arasında yaptırımlar ve anlaşmazlıkların değil, ticaret ve yatırımların konuşulduğu bir pozitif gündem oluşturulmasına ihtiyaç var. Bu bağlamda STA konusu önceliğimiz. Jale Özgentürk

Alım gücüde yüzde 40 düşen emekli daha zor bir kışgeçirecek

Alım gücü de yüzde 40 düşen emekli daha zor bir kış geçirecek figure > Türkiye’deki 13 milyon emeklinin sadece yüzde 2-3’ü aldığı emekli aylığıyla geçinebiliyor. İkinci işte çalışan 7 milyon civarında emekli, pandemide işini kaybetti. Türkiye’de milyonlarca emekli açlık sınırının da altında, 1500 TL’ye hayatta kalma mücadelesi veriyor. Emekli örgütleri emekli aylıklarının asgari ücrete eşitlenmesi ve intibak yasası çıkarılmasını isterken, SSK ve BAĞ-KUR emekliler ise Ocak 2021’de açıklanacak bu yılın ikinci yarısında gerçekleşen enflasyon oranında yapılacak zam oranına kilitlendi. Haziran ayından bu yana Tüketici Fiyat Endeksi artışı yüzde 7.03 olarak gerçekleşti. Aralık ayı enflasyonuna bağlı olarak emekliler en iyi ihtimalle yüzde 7 zam alacak. Aldığı zamlar ve ücretlerle ayakta kalamayan emeklilerin çalışma kanalları da tıkanıyor ve iş bulma ümitleri tükeniyor. Kasım 2020 itibarıyla İŞKUR kapısında iş bekleyen 55 - 65 yaş üstü kişilerin sayısı 60 bin 877.İŞE YERLEŞTİRİLENLER YARIYA DÜŞTÜİŞKUR verilerine göre Ocak-Kasım 2019 döneminde 55 - 65 üstü yaş grubunda 32 bin 97 kişi işe yerleştirilirken bu yıl aynı dönemde aynı yaş grubunda işe yerleştirilenlerin sayısı 15 bin 757’ye geriledi. DİSK’e bağlı Emekliler Sendikası (Emekli-Sen) Genel Başkanı Cengiz Yavuz, sokaktaki enflasyonun yüzde 40-50’lere ulaştığı, pandemi koşullarında giderlerin arttığını vurguladı. Şu anda Türkiye’de 9 milyonu aşkın emeklinin açlık sınırının altında ücretle geçinmek durumunda kaldığını anlatan Cengiz Yavuz şu değerlendimeyi yaptı:İNTİBAK YASASI ÇIKARILMALI- Henüz açıklanmayan aralık ayı enflasyon oranı var. Ocak 2021’de açıklanacak. Ama yüzdelik olarak gelecek bir zam emeklilere insanca yaşama koşulları sunmaz. - 1500 TL’nin altında ücret alan ve ancak Hazine yardımıyla 1500 TL’ye çekilen emekli ücretlerine sıfır zam gelecektir. - Bizim mücadelemiz bir yasa değişikliğinin hayata geçirilmesi ve ondan sonra da toplu pazarlık ve toplu sözleşme masasından temsil edilmemiz üzerine kurulu. - Talebimiz İntibak Yasasının hayata geçirilmesidir. 2000 yılı öncesi ve 2000-2008 sonrası emekli olanların ücretleri arasında ve farklı kurumlarda emekli olanlar arasında ciddi uçurum var. Aylık bağlanma oranları yeniden güncellenmeli. - Emeklinin alım gücü yılbaşından bu yana yüzde 40 düştü. En düşük emekli aylığı asgari ücret seviyesine getirilmeli. DİSK asgari ücretin 3.800 TL net olmasını istedi. Bu son derece yerinde bir istek.İŞSİZ KALDILAR, SORUNLARI ARTTI- Pandemi öncesinde 7 milyon civarında emekli ikinci bir işte çalışıyordu. Büyük kısmı bu dönemde işsiz kaldı ve sorunları katlanarak arttı. Kış koşullarını doğalgaz, elektrik ve diğer her şeye gelen zamları da düşünürsek bu kışı emekliler için çok zor geçecek. - Emeklilerin sadece yüzde 2-3’ü aldığı emeklilik maaşıyla geçinebiliyor. Onlar da yoksulluk sınırında ya da altında ücret alan arkadaşlarımız. - İkinci bir işte çalışan arkadaşlarımız pandemiden kaynaklı çalıştıkları ek işlerden ayrılmak durmunda kaldı. Gençlerin bile iş umudunun olmadığı bir dönemde yaşlılarımızın iş ümidinin olmaması doğal. Şehriban Kıraç

Haklarıolan belediye kadrosu yerine altşirkette alındılar

Hakları olan belediye kadrosu yerine alt şirkette alındılar figure > Yaklaşık 3 yıl önce çıkan 696 sayılı KHK ile belediye kadrolarına alınmaları gerekirken, belediyelerin kendi bünyelerinde kurdukları şirketlere alınan çalışanların mağduriyeti sürüyor. CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, daimi kadro beklerken belediye şirketine alınan bu işçilerinin mağduriyetini Meclis gündemine taşıdı. TBMM Başkanlığı’na sunulan Meclis araştırma önergesi’nde, Cumhurbaşkanı kararnamesi ile hak ettikleri şartları edinmeyi bekleyen işçilerin haklarının sınırlandığını ve enflasyonun altında ücrete mahkûm edildiklerini belirtildi. Ayrıca, bu şirketlerde çalışanlar için 60 günlük ikramiye verilmediğine de dikkat çeken Gürer, belediye şirket, çalışanlarının ücretlerine yönelik mağduriyetlerini giderecek bir düzenleme sağlanmadığının altını çizdi.ÇALIŞANLAR ARASINDA AYRIMGürer, şunları talep etti: “Belediyelerde halen firmada çalışan temizlik ve kiralık araç şoförleri var. Bu işçiler belediye bünyesine alınmalı. Belediye ve il özel idarede 5 ay 29 gün çalıştırılıp işten çıkarılan çoğu usta işçilerin de sürekli kadroya alınması sağlanmalı. Taşeron firmada kalan ve 5 ay 29 gün çalıştırılarak işten çıkarılan belediye çalışanlarının sorunların kapsamlı olarak ele alınmalı.” cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter