Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Friday, 05.09.2025, 06:30 AM (GMT)

News - Haberler

TBMM Genel Kurulunda 7 uluslararasıanlaşma kabul edildi

TBMM Genel Kurulunda 7 uluslararası anlaşma kabul edildi TBMM Genel Kurulunda, 7 uluslararası anlaşmanın uygun bulunmasına dair kanun teklifi kabul edildi. Genel Kurulda kabul edilen kanun teklifleri şöyle:"Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) Kültür Enstitüsü Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Kör, Görme Engelli veya Başka Bir Nedenle Basılı Materyal Okuma Engelli Kişilerin Yayımlanmış Eserlere Erişiminin Kolaylaştırılmasına Dair Marakeş Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında Ticari ve Ekonomik İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Türkiye Cumhuriyeti ve Karadağ Arasında Karadağ Vatandaşlarına Konsolosluk Yardımı Sunulması Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Doğu Karayip Devletleri Örgütü Arasında Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Karayoluyla Uluslararası Yük ve Yolcu Taşımacılığı Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Türkiye Cumhuriyeti ve Hırvatistan Cumhuriyeti Arasında Cezai Konularda Karşılıklı Adli Yardımlaşma Anlaşmasının Notalarla Birlikte Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi." AA

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'ne katılan kadınlara polis baskınıile gözaltı

Türkçe Haberler En Son Başlıklar 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'ne katılan kadınlara polis baskını ile gözaltı İstanbul'da 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'ne katılan en az 10 kadın evlerinden gözaltına alındı. İstanbul'da 8 Mart’ta düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşü’ne katıldığı gerekçesiyle çok sayıda kadının, evlerine yapılan polis baskınlarıyla gözaltına alındığı bildiriliyor.Çağdaş Hukukçular Derneği'nin sosyal medya hesabından aktardığı bilgilere göre 10 kadın 'Cumhurbaşkanına hakaret' iddiasıyla evlerinden gözaltına alındı. 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılan müvekkillerimiz ev baskınları ile gözaltına alınıyor. Henüz gözaltı kararını görmemekle birlikte müvekkillerimize cumhurbaşkanına hakaret suçlamasının yöneltildiği bilgisini edindik. #8MartaDokunma #8M2021— ÇHD İstanbul Şube (@CHDistanbul) March 10, 2021 cumhuriyet.com.tr

‘Doğumun 100’üncüyılında Enver Gökçe Armağan Kitabı’

‘Doğumun 100’üncü yılında Enver Gökçe Armağan Kitabı’ “Kendini halkına, mücadelesini davasına adayan şair, susarak anmanın, anarak yaşamanın bileyi taşı oldu hep. Büyük yalnızlığın yaratıcılığında sayısı az da olsa büyük yapıtlar verdi. Mülkiyet hırsını çoktan yenmişti. Yunus’tan insancılığın Pir Sultan’dan başkaldırı geleneğinin bireşimi bir kişilik, insancı bir sosyalist, devrimci bir komünist olarak yaşadı. Hümanizmi insandaki en temel özellik belledi. Bu düşünceyi yalın yaşamının ışıklı öğesi yaptı hep. O, bir örümceğin hücre yalnızlığı... Dil Tarih’te Ruhi Su korosunda bir korist... Sürgünlü işsizliğinde hapis... Açlıkla ölüm sınavı... Köy günlerinin 9 yaşındaki Enver’i... Eğin Aşutkalı bir anı... Tabutluklar’ın işkenceli günleri... Susarak anmanın, anarak yaşamanın bileyi taşı... Pertev Naili Boratav’a ne değin yakınsa, “Mürettip Hasan”a şiir yazacak kadar ona sahiplenen şairi okumaya davet...” Ali Ekber Ataş ile 'Doğumunun Yüzüncü Yılında Enver Gökçe Kitabı’nı konuştuk. /Archive/2021/3/10/201844438-ic1.jpgTESCİLLİ KOMÜNİST ŞAİR- Ne bir haram yemiş ne cana kıymıştı Enver Gökçe, Erzincan’ın bir köyünden çıkmış sıradan bir Anadolu çocuğuydu. Neydi onda olup da onca bedel ödemesine yol açacak ama birilerini de alabildiğine korkutan şey?Sorularını yanıtlamadan, bir gelişmeyi paylaşayım: Enver Gökçe’nin en eski dostu, arkadaşı İlhan Başgöz, uzun süredir yaşadığı ve kanser tedavisi gördüğü ABD’den Türkiye’ye döndü. Yurt hasretliğini 5 Ocak 2021 sonlandırdı.Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin Koca’nın girişimleriyle bakanlığın cankurtaran uçağıyla getirilip Ankara Şehir Hastanesi’ne, tedavisine başlandı. İlhan Başgöz’ün Türkiye’ye dönmesinde, başta Doğan Hızlan, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Metin Turan ve Umut Özkan’ın çabaları övgüye değer. Enver Gökçe Dostları Grubu adına teşekkür ediyorum.Soruna gelirsek: Korkulan şey, Sosyalist devrim. Korkutan asıl sebep, devrim dalgasının dünyayı saracak olmasıydı. Batı emperyalizmi de, Türkiye’nin bu rüzgâra kapılıp Kemalizmin Sosyalizme evrileceği düşüncesinde haksız da sayılmazdı. Ne ki, hem Lenin’in hem Atatürk’ün erken ölümleri, bütün dengeleri değiştirdi.Türkiye’de Kemalist devrim temele inmedi. Acı, ama gerçek bu. İkinci bir yan var ki, daha vahimiydi. TKP hareketinin şansızlığı ve de hatası, bütünüyle sırtını Sovyetlere yaslamış olmasıydı. Oysa Lenin’in bütün umudu, Sosyalist devrimin yakın bir tarihte Avrupa’da da başlayacağı yönündeydi.Gerçekleşmeyince, İngiltere ile gizli antlaşmalar devreye sokuldu. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının kurban edilmesine ses çıkarılmaması, bu antlaşmaların bir sonucudur. Ve Lenin 1924’te ölünce iktidarı Stalin devralır. Malum, bütün muhaliflerin susturur.Devriminin geleceği belirsizliğine, Avrupa’da baş gösteren faşizmin yayılmacı ve yükselişi, Batı’ya bakışı bütünüyle değiştirdi. 1930’larda başlayıp 40’larda doruğa ulaşan faşizm, emperyalizmin can simidi oldu.1936’da, Separat Kararları alınır. Bu kararın ardından Komintern, 1936-42 arasında TKP Merkez Komitesi’nin Türkiye’deki çalışmaları dondurur. Fakat komünist faaliyetler tamamıyla durmaz. Merkez komite atıldır. Bütün komünist partiler tek merkezden yönetilmektedir.Yani Komintern tarafından. Komintern’de ağırlık Sovyetler olunca, onlar da, Lenin ve Atatürk’le başlayan süreçteki “karşılıklı dostluk ve güvene dayanan” dış politika gereği, TKP’nin CHP içine sızarak çalışmaların, bu parti içinde birer militan olarak yürütmeleri istenir.Ne ki, 30’lar ve 40’lar dünyası çok şeylere gebedir. 1915 ile 30’lu yıllar arasında, hiç olmayanlar gerçekleşti: Çanakkale Zaferi, Sovyet Sosyalist devrimi, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı…Emperyalist Batı’nın, bu iki yenilgisi ve Sosyalist devrimin insanlığa “Bir başka dünya mümkün” diyen başarısı, sömürge ekonomisinin çöküşüyle taçlandı adeta. Ne ki, sonraki süreçler beklenmedik gelişmelere gebeydi.Durum, hiç de Lenin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdikleri devrimlerinin lehine gelişmedi, gelişmesine, ne ki bir yandan da Sosyalist düşünce başka coğrafyalarda farklı devrimlerin dalga dalga yayılmasını başlattı.Bütün bu nedenler düşünülmüş ve daha gelişip serpilmeden büyüyüp dallanıp budaklanmadan başı ezilmeliydi ve öyle oldu. TKP bütün kadrolarıyla ortaya çıkarılıp insanlık dışı uygulamalara maruz kalmalarının da sebebi oldu diyebiliriz./Archive/2021/3/10/201950453-ic2.jpgARKADAŞIM ÖRÜMCEK!- “Arkadaşım Örümcek” yazısı bence Doğumunun Yüzüncü Yılında Enver Gökçe Kitabı’nın en ilginç yazılarından biri. Ve inanıyorum ki sadece hapishane ile başı bir biçimde dertte olan insanları değil, duyarlı herkesi düşünmeye sevk edecek samimi, gerçekçi bir yazı. Enver Gökçe’nin hapishane sürecinden söz eder misiniz?“Arkadaşım örümcek” anısını ben, tam 13 yıl (14. yıla girdik) önce, 2008 Eylül’ünde, Esat Yavuztürk’ten, evinde dinlemiş ve yazılı olarak da kendisinden almıştım. Hatta öykü bana, kitabın bitimine yakın zamanda aynı adla bir şiir de yazdırdı.“Arkadaşım Örümcek” yazısı ile ilgili düşüncene katılıyorum. Bence de, Aziz Nesin ve Mehmet Kemal’in 40 yıl önceki yazılarıyla birlikte kitabın en ilginç yazısı. Enver Gökçe gibi davasına bağlı biri için büyük acıları yenebilme nedeni.Biz, şairleri yapıtlarıyla tanır, öyle biliriz. Çoğunluk, kişide hayal kırıklığı yaratan bir durumdur bu. Çok azında, yaşamıyla sanatı, yaşantısıyla yapıtları arasında bir bütünlük var. Gökçe başka bir örneği olmayan tek şair belki de. Kendisi diyor: Nasıl yaşıyorsan/öyle düşünüyorsun demek.Enver Gökçe’yi TKP’yle tanıştıran ve onu partileyen kişi Şevki Akşit’tir. Türkiye Gençler Derneği davasıyla ilk tutukluluğunu yaşar. Üç ay Ankara cezaevinde kalır. Asıl felaket ömür boyu hastalığına sebep tutuklama “951 Tevkifatı”yla gelir.Sekiz yıl boyunca “DP döneminin yabacı uzmanlar tarafından yönlendirildiği söylenen ‘Siyasi polis’”ince izlemeye alınmışlardır. Tutuklanan ilk kişi de, 25 Ekim 1951’de, Sevim Tarı’dır (Belli).TKP lideri Zeki Baştımar ile İstanbul’da görüşmesinin ardından yurt dışına çıkmak üzereyken gözaltına alınır. Ardından 200’e yakın kişi tutuklanır. Amaç, TKP örgütünü bütünüyle çökertmektir. Yakalananları çözüp konuşturmak için İstanbul’da ünlü Sansaryan Han’ında insan olan hiç kimsenin aklına gelmeyecek yöntemlerle en ağır işkencelerden geçirilirler.Tabutlukları, 1940’larda yayımladığı dergilerde “her ırkın üzerinde bir Türk ırkı” yazar, kafatasçı bu söylemin, ünlenen “müseccel” (tescilli) ırkçısı Reha Oğuz Türkkan’ın, “Tabutluktan Gurbete” adlı kitabındaki şu bölümden okuyalım:“İstanbul emniyet Müdürlüğü'nün, Sansaryan Han'daki eski binasında bulunmaktaydı bu işkence mekânları. 40-50 cm. uzunluk ve genişliğinde, iki buçuk metre yükseklikte, penceresiz beton oyuklar oldukları yönünde çeşitli ifadeler vardır dönemin tabutluk sakinlerinin. Tabutluklarda sanıklar bileklerine geçirilen zincirlerle havada sallandırılır ve hemen başlarının üstündeki ampullerle çok güçlü bir ışığa ve ısıya maruz bırakılırlarmış. (…) …sadece Türkçü-ırkçılar değil komünist diye nitelenenler ve bazı siyasiler de misafir edilmişlerdir…”İki yıl “Tabutluk” denilen yerlerde tutulmakla bırakılmazlar. İstediklerini alana değin en ağır işgenceler iki yıl boyunca sürer. Bununla da bitmez…/Archive/2021/3/10/201927484-ic4.jpg- Kitaptaki yazılarınızdan birinde Enver Gökçe’nin zorlu hapishane sürecindeki en önemli kazanımlarından birinin Fransızcasını geliştirmesi olduğunu söylüyorsunuz. Bu gelişmenin edebiyatımıza yansımaları neler oldu?Ataol Behramoğlu, Enver Gökçe’nin Pablo Neruda çevirilerini olağanüstü güzel bulduğunu söylüyor, bu çevirileri Fransızca’dan mı yaptı Enver Gökçe, başka çevirileri var mıydı?Hapishanede, Fransızcasını geliştirmesinin en büyük nedeni, dava ve hapishane arkadaşı Orhan Süda’nın çok iyi Fransızca bilmesidir. Süda, Fransızcasını ilerletmesi konusunda onu, çeviri yapacak kadar Fransızcasını geliştirmesine yardımcı olur.Gökçe’nin çeviri düzeyinde bir dil bilmesi, onun, zaten hazır olduğu özdekçi, evrensel düşünceye ve evrensel şiirle buluşmasını da sağladı. Bireysel gelişimini ve sanatçı kimliğini oluşturma sürecini, yerelden ulusala, ulusaldan evrensele bir seyirde geliştirir.Şöyle de demek olanaklı: Arı, çiçek ve bal ilişkisinde nasıl bir diyalektik yaşanıyorsa, Enver Gökçe’nin kişiliği, sanatçı ve siyasal kimlikleri de bu diyalektikte bütünlükte seyreder. Çünkü o, dünya ve insanlığın sorunlarını, Marksizmin evrensel ilkelerinde temellendirir. Bu bağlamda, Enver Gökçe en bireysel iletisinde bile, toplumsalın genelini anlatan bir dil yaratmıştır.Sevim Belli’nin Gökçe’nin şiirine ilişkin şu değerlendirmeleri önemli:“Enver’i de Enver yapan, … dünyanın kalburüstü şiiriyle tanışmış olmasıdır. Anadolu yaşamının bütün şiirselliğini, ta en eski destanlarından bu yana Anadolu kültürünü içine sindirmiş olmasıdır; o kültürün günlük alelade deyişlerini şiirselliğini kaybettirmeden kendi şiiri içine oturtabilmiş olmasıdır.Şiir diye küçük Anadolu kasabalarını alt alta sıralamak …, sıralamaya ritm ve şiirsellik katabilmek beceri ister. Ama bu dürtüye ulaşmak da, sevgi ister, bir birlikte yoğrulmak ister. (…) … basitte derini bulmak, öznelde evrensele ulaşmak, derinlemesine özümsenmiş bir kültür ve doğru kavranmış bir dünya görüşü gerektirir. Ve de bilimsellik…”Evet, Gökçe Neruda’yı Frasnızcadan çevirdi. Bunun yanında, Mustafa Gökçe adıyla Antil (26.01.1958), Hint (25.01.1958), Çin (10.03.1958), Mısır Masalları (13.03.1959) ve ayrıca Enver Gökçe’nin iki özgün masalı da, İlhan Başgöz’ün, İlhan Dumanoğlu takma adıyla yayımladığı dört masaldan kitabından ikincisi olan Öksüzoğlan’da, “Usta Nazar” ve “Şehzadeyle Üç Turunçlar” olarak yer alır.Dedekorkut Masalları ile Kelile ve Dimne masallarını da Aydın Tataroğlu adıyla yayımlatır. Bu iki kitabı da, Aziz Nesin’in eşi Meral Çelen’in Keloğlan Yayınları’nca yayımlanır./Archive/2021/3/10/202010140-ic3.jpg- Enver Gökçe Dostlar Grubu ve faaliyetleri hakkında bilgi verebilir misiniz?Ankara merkezli oluşturulan Enver Gökçe Dostları Grubu olarak, altı yedi ay öncesinden çalışmalara başlamıştık zaten. Alınan ilk kararda Enver Gökçe adın bir şiir ödülü düzenlemek. Ama bu, daha önce Gökçe adına düzenlenenlerin bir tekrarı olmasın istedik.Ödül kurulu oluşturma sürecinde, farklı görüşlerde olanlarla tatlı sert fikir çatışmaları oldu. Bütün olumsuzluklara karşın, oluşturulan Seçici Kurul üyelerinden üç kişi İbram Erdem, Zeynal Gül ve Ben, 9 Ekim’de çok önemli bir çalışma daha yaptı.39 yıldır sahipsiz bırakılan Enver Gökçe mezarı bulunup, bu üçlü tarafından onarıldı. Çevre düzenlemesi yapıldı, mezar taşında silinen yazıları yeninden yazıldı, tarafımdan. 10 Ekim 2020 tarihinde toplanan Seçici Kurul, “oy çokluğu” ile “2020 Enver Gökçe Toplumcu Gerçekci Şiir Ödülü”, şair Nihat Behram’a verildi. Aynı toplantıda, daha öncesinden önerisini yaptığım Enver Gökçe büstünün yaptırılması kararı alındı.Ödül töreni, 21 Kasım 2020 tarihinde Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesi’nde düzenlenen bir törenle, Behram’ın yurt dışında olması nedeniyle onun yerine ödülü, şair arkadaşı Ahmet Özer aldı.Grup olarak Enver Gökçe adına başlattığımız bu ve benzeri çalışmalara, önerdiğim Gökçe büstünün, doğumunun 100. Yılı nedeniyle, Gazi üniversitesi Seramik ve Heykel Bölümü Öğretim Görevlisi dostum, Heykeltıraş Azimet Karaman’a siparişi verildi. Kasım’da büstün yapımı bitti ve ödül törenine de götürüldü.Bütün bunların yanında en önemlisi de, sizinle konuştuğumuz bu armağan kitabı hazırlamak oldu. Unutmadan söyleyim, Enver Gökçe Dostları Grubu’nu kurumsal bir yapıya dönüştürecek hukuki çalışmalara başlanması oldu. 2020 yılı bitmeden başlattığımız çalışmayla 2021 yılı içinde “ENVER GÖKÇE DOSTLARI DERNEĞİ” olarak kurumsal bir kimliğe kavuşturmuş olacağız.Son olarak, pandemi şartlar olağanlaştığında, Haziran 2021 tarihinde dut zamanı Eğin’de, Gökçe’nin Çit köyünde ENVER GÖKÇE MÜZESİ VE KÜLTÜREVİ’nde olacağız. 22 yıl önce doğduğu evine gidip aldığım ve gözüm gibi baktığım Gökçe’nin ayakkabıları ile büstünü müzeye, olması gereken yere bırakacağız.2020 içinde elini taşın altına koyan Enver Gökçe dostları bu çalışmaları yaptılar. Emeği geçen bütün dostlarımı selamlıyor, hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum./Archive/2021/3/10/202028156-ic5.jpg- Bir telefon görüşmemizde Yusuf ile Balaban’ı bulma konusunda ümitsiz olmadığınızı görmüştüm. Ne düşünüyorsunuz, bulabilecek misiniz?Bundan sonraki ömrüm, bu destanı bulmak ve gün yüzüne çıkarmakla geçecek, eğer çok anormal gelişmeler olmaz ise…- Sizi bu kitabı hazırlamaya iten şeyin vefa olduğunu elbette biliyoruz. Biraz açar mısınız vefayı?Şöyle bir soruyla yanıtı vermeye çalışayım: Hangi birimiz, 61 yıllık bir ömrün 9 yılını çıkarırsak, 52 yılını, gözünü budaktan sakınmadan davasına adayabilir?Öyle sanmıyorum ki, günümüz Türkiye koşullarında, en başa kendimi koyarak soruyorum bu soruyu ve söylüyorum ki, buradan gereksiz bir tartışma zemini yaratmasınlar. Ellerini taşın altına koysunlar. Çok severiz suları bulandırmayı da, ondan.Şunu da söyleyim: Evet, geriye dönüp baktığımda yaptığım çalışmalarımla, ben vefalı biriyim. Bu vefaya en çok da Enver Gökçe’nin yakıştığını düşündüğüm için böyle bir çalışmayı, 21 yıl sabredip, doğumunun 100 yılını bekledim. İnsanların farklı düşünce ve inançlarından ötürü ötekileştirmediği, sanatın, bilimin, felsefenin kuşatıldığı bir Türkiye’de özlemiyle diyerek, zamanın, emeğin ve güzel soruların için teşekkür ediyorum.Doğumunun Yüzüncü Yılında Enver Gökçe Kitabı / Derleyen: Ali Ekber Ataş / h2o Kitap / 2021. Kamil Akdoğan

Feministler:‘Ar değiliz, zar değiliz, mal değiliz, feministiz!’

Feministler: ‘Ar değiliz, zar değiliz, mal değiliz, feministiz!’ İletişim Yayınları’nın 880 sayfalık derlemesi, Feminizm’in günümüze uzanan yolculuğunu olaylar, basılı eserler, gündelik yayınlar, sloganlarla dile getiriyor. Derleme geçmişteki akımları, olayları, Halide Edip’ten Ayşe Arman’a, Şirin Tekeli’den Konca Kuriş’e, Gülten Kışanak’a, Leyla Erbil’e, Tezer Özlü’ye uzanarak tartıştırıyor. Kürdün, Alevinin, Ermeni’nin, Rum’un “kadınlığa” bakışı da seslendiriliyor. /Archive/2021/3/10/195944012-ic1.jpg“Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce” zincirinin 10. Halkasında “Feminizm” var. İletişim Yayınları’nın 880 sayfalık kapsamlı derlemesi, Feminist yaklaşımın Osmanlı’dan günümüze uzanan “meşakkatli” yolculuğunu olaylar, basılı eserler, gündelik yayınlar, sloganlar, risalelerle dile getiriyor.Feryal Saygılıgil, “sunuş” yazısında, iki yılı aşkın sürede hazırlanan derlemenin amacını “Bu topraklarda 19. Yüzyıldan itibaren feminizme dair üretilen fikirleri bir araya getirmek” diye özetliyor.Lacivert-mor kapakla raflarda yerini alan derlemede feminist hareketin Türkiye’deki her dönemi, ayrı başlıkla incelenirken, bir konuk yazar, o dönemin önemli olaylarını ve kadınlarını büyüteç altına alıyor.Önceleri adı henüz konulmamış olan kadın hareketi öylesine geniş bir yelpazede kayda geçmiş ki, son iki yüzyılda Türkiye’de düşünce ve yazın dünyasında iz bırakan neredeyse tüm kadınları, yaşama bakış açıları, verdikleri eserler, hatta eleştirildikleri, lanetlendikleri özellikleri ile okuyup, irdelemek olası.Akımların yanı sıra, Halide Edip Adıvar’dan Ayşe Arman’a, Şirin Tekeli’den Konca Kuriş’e, Gülten Kışanak’a, Leyla Erbil’e, Tezer Özlü’ye, feminizme dair adı geçen kimi ararsanız bulmak mümkün bu sayfalarda. Kürt Kadınının, Alevinin, Ermeni’nin, Rum’un “kadınlık durumuna” bakışı da dile gelmiş.EZİLDİK...Türkiye’deki kadın hareketinin Osmanlı’ya uzanan geçmişine ışık tutan derlemede ilk sözler, eğitimci Aziz Haydar’dan (1881-1956):“Evet, şimdiye kadar ezildik, ezildik, ezildik. Ezildiğimizin başlıca sebebi hep maişetimizin yalnız erkekler tarafından temin olunmasıdır.”Peki, Osmanlıda, feminizm sözü henüz dile bile gelmemişken, kadına ilişkin sorunlar, nasıl, ne zaman ele alınmış? İkinci Meşrûtiyet Döneminin İstanbul’unda, 1911 yılında düzenlenen “Beyaz Konferanslar” bu konuda nasıl başı çekmiş?Sevdagül Kasap araştırmış: Her şey beyaz, beyaz kürsü, beyaz iskemleler, beyaz perdeler, beyaz pencereler, beyaz tavan döşemesi... Herkes beyaz.Konferansın tek konuşmacısı Fatma Nesibe Hanım, beyaz kürsüden kendisini izleyen 300 kadına diyor ki:“Bugün memlekette kaç kadın mektebi mevcut? Ve mevcut olanlar acaba ne kadar muntazam? Hükümete soralım, Maarif (eğitim) bir zakkum çiçeği midir ki biz koklamaktan men olunuyoruz?”Rum aydın Kornilia Prevezyotu kadının vesayetten kurtulması gereğine işaret ederken, Ermeni eğitimci Zabel Asadur (Sibil) önce “acaba kızlar mezun olurken akli kapasitelerini okulda mı bırakıyor?” diye sorup, sonra bu işleri elinde tutan erkeklere sesleniyor:“Genç kadınları hayatta bir amaç sahibi olmamakla suçlamak yerine, güzellik ve zenginliğin tek hedefleri olduğu yanılsamasını yaratan toplumsal beklentileri ve bu değerlerle şekillenen eğitim sistemini değiştirmek gerekir.”Asadur’un bu görüşü hala güncelliğini koruyor sanki, üstelik benzer yaklaşım, feminist hareketin bugüne kadar uzanan farklı dönemlerinde de defalarca vurgulanmış./Archive/2021/3/10/200001355-ic2.jpgŞEHİDE AĞLAMAK GÜNAHTIR!Savaşlarda verilen şehitler ise feminist olsun olmasın kadının bugün bile süren çilesi... Feminist bakış açısı bu acıya da eğiliyor:Balkan Savaşlarının sürdüğü dönemde, kadın hakları üzerindeki arayış gerilere itilmiş, kadının en önemli görevi, -erkeğin askere gitmesini teşvik etmek ve askere gidecek erkekleri doğurmak- diye tanımlanmış.Yakup Kadri’nin -Zeynep Kadın- öyküsünden yapılan alıntıda, bir anneye oğlunun cephede öldüğü haberi verildiğinde, annenin ağlamasına muhtar ve imamın sertçe karşı çıktıkları anlatılıyor:“Öyleyse kendini topla, sesini kes! Şehide ağlamak günahtır, hem Cenab-ı Hak sana ayrıca büyük lütuf etmiş, bir tanesini aldı, onun yerine diğerini gönderiyor.”Erkeklerin “bir züppelik alameti” olarak baktıkları kadın hakları, Kemalist ideoloji sayesinde Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın haklarını desteklerken, sonra ve hatta kimi kadın romancıların eliyle adeta sınıra dayanmış, şu ana fikirde buluşulmuş:“Kadın elbet batılı görünmeli ama erkeğin kontrolünden çıkmamalı, hele ki onu kontrol altına almaya çalışmamalıdır.”Halide Edip’in gözüyle bu ideal kadın Sinekli Bakkal’da Rabia iken, Tatarcık’ta Lale olmuş.Türkiye’de kadın hareketinin gündeme gelişindeki öncü isimlerden, sosyolog Şirin Tekeli’ye (kendi deyimiyle -mahçup feminist-) derlemede özel bir yer açılırken, feminizme yöneliş öyküsü kendi anlatımıyla kaydedilmiş:“İşin ucu anneme kadar gider. Annem klasik Kemalist kadınlardan biri, erkek lisesinde felsefe hocası, yabancı dil bilmiyor ama eline geçen bütün kitapları okuyor ve oğlan çocuklarına, kadına saygıyı öğretmeye çalışıyor. Dolayısıyla bana da mesaj verildi. Mutlaka okuyacaksın, meslek sahibi olacaksın... Fransızca öğrendiğimde Simone de Beauvoir’i keşfettim, böylece “İkinci Cins” başucu kitabım oldu...”/Archive/2021/3/10/200013496-kapakic3.jpgANNENİZİ SEVİYOR, KARINIZI DÖVÜYOR MUSUNUZ?Feminizme giden yolun başlarında İstanbullu kadın tek başına, zamanla Ankara’ya ve Anadolu’ya yayılan harekette,”Perşembe Grubu” diye anılan, Perşembeleri toplanan kadınlar grubu da devreye giriyor, aynı dönemde yayınlanan dergiler, hatta adını Sümerce’de özgürlük anlamına gelen “Amargi”den alan dergi de hareketin duyulmasını, yaygınlaşmasını sağlıyor. O dönemde kullanılan kimi sloganlar ve yürüyüşlerdeki dövizler:“Annenizi seviyor, karınızı dövüyor musunuz?”, “Erkeklik nedir? Küçülebilen bir şeydir...”Bu yolda çalışan grupların yayınladıkları dergiler ve fanzinlere detaylı olarak yer verilirken, kadın hareketinin önde gelen isimlerinden Duygu Asena unutulmamış, yıllarca satış listelerinin ilk sırasında yer alan kitabı, “Kadının Adı Yok” anımsatılarak, “Hayatlar Değiştiren Duygu Asena” başlığıyla özel bir bölümde anılmış...1980 SONRASI KADIN HAREKETİNİN ŞEKİLLENİŞİİslamcı kadınlar, muhafazakar kadınlar, trans bireyler, lezbiyenler, Kemalist kadınlar, kendi sorunlarına ve birbirlerine nasıl bakmışlar?Özel bölümlerde detaylı olarak incelenen bu başlıklarda, uzun yıllar Hürriyet gazetesinde kadın sorunlarını sıkça işleyen Ayşe Arman da var. Arman’ın daha çok “aşk, seks, beden ve cinsel haz” odaklı sözleriyle “siyasal islamcı medya tarafında hedef gösterilişine” vurgu yapılıyor.TECAVÜZÜ HAFİFLETEN NEDENFeminist eylemler aracılığı ile yıllardır yaşanan pek çok kadına özgü soruna çözüm bulma serüveni de dile getiriliyor. Kimi süreçler unutulsa da şu sorular bir zamanlar çok güncelmiş:Kürtaj yasağı halen de bu konudaki baskıların devam etesine rağmen nasıl aşıldı?Kadın tecavüze uğradığında eğer seks işçisiyse, tecavüzü “hafifletici neden” sayan madde Türk Ceza Yasasından nasıl çıkarıldı?Milli Savunma Bakanlığına alınacak kadın memurlara “bekaret testi yapılması” kimin fikriydi? Bu fikirden nasıl vazgeçildi?Çocuğun tecavüzcüsüyle evliliğini adeta onaylayan, bir anlamda destekleyen af yasasının o maddesi nasıl kapsamdan çıkarıldı?“Kadının uluorta kahkaha atması yanlıştır” diyen Bülent Arınç’a karşı geliştirilen “#diren kahkaha” hareketi amacına ulaştı mı?Televizyon, feminist kadınlara göre neden “kadınları eve hapsetmeye yarayan bir aygıt?”Transfeminizm adeta yok sayılırken 1991 yılında “bir siyah ruj” sayesinde nasıl gündeme geldi?Türkiye’de “İslami Feminizm” akımı nasıl filizlendi? Hangi kaynaklarla beslendi?Dindar kadınlar feminizmi neden “erkeğe savaş açmak” diye nitelendiriyor? Feministler, dindarlığı nasıl olup da “geri kalmış yönelim” sınıfına koyuyor?Asla uzlaşamazmış gibi görünen bu uçlarda kadınlar buluşabiliyor mu?/Archive/2021/3/10/195944012-ic1.jpgCAMİDE YERİ OLMAYAN KADINLARFeminizmle ilişkisi bağlamında Türkiye’deki islamcı kadın hareketinin irdelendiği sayfalarda ele alınan ilginç bir başka başlık ise, “camide yeri olmayan kadınlar…”Birkaç yıl önce Fatih Camiinde ibadete giden kadınların “neyi ispatlamaya çalışıyorsunuz?” sözleriyle adeta “kovuldukları” hatırlatılan bu bölümde, 2011 yılında İstanbul’a “Müftü Yardımcısı” olarak atanan ilk kadın, Kadriye Erdemli’nin camilerin kadın bölümlerini güzelleştirme çabasından söz ediliyor.Erdemli’nin su yüzüne çıkardığı kimi saptamalara göre: İstanbul’daki yaklaşık 3 bini aşkın camide kadınlar adeta yok sayılmış. Kadınlar mahfili olarak çoğunlukla karanlık, rutubetli, soğuk yerler ayrılmış.Kadın mahfillerine kalın perdeler, duvarlar, paravanlar çekilerek, asıl bölümle ilişki kesilmiş. Üstelik camilerin yarısında kadınların abdest alması için yer yok, üçte birinde ise tuvalet bile yok.Son yıllarda kamuoyunun unuttuğu, ne feministlerce benimsenen, ne islamcı kadınlara sıcak gelen, bir kadın, Konca Kuriş de derlemede özel bölümde yer alıyor. Yaşamı ve Hizbullah infazına kurban gidişi detaylarıyla anımsatılıyor.SİYASETTE FEMİNİST KADINFeminist oluşuma siyaset nasıl bakıyor? Parti program ve tüzüklerinin incelenmesi sonucunda varılan nokta şu:“AKP programında kadınlar anne ve eğitmen rolüne sokuldukları bir paragraf dışında neredeyse yok. Feminist kadınlar, her partide belli zorluklarla yüzleşmek zorunda kalıyor. HDP’de feminist olmak baltalayıcı bir kimlik olarak değerlendirilmiyor, CHP’deyse feminist olmak potansiyel bir risk ve bedeli ağır bir etiket...”MHP’nin feminizm karşısındaki tutumu ise bir karikatürle ifade edilmiş... (Sayfa 615)İletişim Yayınları’nın 880 sayfalık, lacivert-mor kapaklı kitabı, belki de feminizmin Türkçe alfabesi diye anılacak. Nursun Erel

‘Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi’

‘Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi’ Cumhuriyet Kitapları tarafından yayımlanan Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi - Mustafa Kemal Atatürk ve Yunus Nadi kitabı; Atatürk’ün basında ilk kez ne zaman yer aldığını belgeleriyle sunarken, Yunus Nadi’nin yaşamı üzerinden Milli Mücadele’de basının önemini ve 28 yıllık Yunus Nadi-Atatürk dostluğunu da ortaya koyuyor. /Archive/2021/3/10/194628926-ic1.jpgProf. Dr. Mehmet Emin Elmacı’nın kaleme aldığı Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi: Mustafa Kemal Atatürk ve Yunus Nadi, ana hatlarıyla iki temel bağlamla gelişiyor: İlki Milli Mücadele’de basının ve gazetecilerin önemi. İkincisi ise, belki de ilk kez bir kitapta bu kadar belirgin bir şekilde yanıtlanan, “Atatürk basın sahnesine ilk kez ne zaman çıktı” sorusu… Her iki bağlamda da aynı kişinin ismi yer alıyor; gazeteci Yunus Nadi!Elmacı; Abidin Daver’in, Yunus Nadi’nin vefatı üzerine yazdığı yazıdaki “Atatürk, daha Çanakkale’de, üst üste iki defa İstanbul'u ve vatanı kurtarmadan evvel, Yunus Nadi, onun büyük bir kumandan olduğuna inanmıştı ve ondan çok şeyler beklediğini her zaman söylerdi” sözündeki “Çanakkale’den evvel”in peşine düşüyor. Ve dört yıl süren araştırmalarının sonunda başlangıç tarihine ulaşıyor: Mayıs 1911!MUSTAFA KEMAL, BASININ KARŞISINDAYazar, Mustafa Kemal’in, Yunus Nadi’nin öncülüğünde basın sahnesine çıkmasını üç aşamada belgeliyor: Mustafa Kemal’in ilk kez haberleştirilmesi (1911), Mustafa Kemal’den ilk kez bahsedilmesi, tanıtılması (1911) ve fotoğraflarının ilk kez yayımlanması (1912).En başından beri Mustafa Kemal’e inanan Yunus Nadi, 1911’in Mayıs ayında Selanik’te yapılan yüzbaşılığa yükselme yemeğini takip edip, Mustafa Kemal’in hemfikir olduğu “Askerin siyasete karışmaması” tezini Rumeli gazetesinin ertesi günkü sayısında haberleştiriyor. Böylece Mustafa Kemal ilk kez basında kendisine yer buluyor.Burada dikkat çekense, kendisi de İttihatçı olan Yunus Nadi’nin, İttihat ve Terakki’de bu konudaki genel eğilimin tam tersi olmasına rağmen bu konudaki cesur tavrı. Mustafa Kemal ile -o dönem pek kabul görmeyen- bu düşüncede aynı yerde durması.Mehmet Emin Elmacı; bir yandan “Mustafa Kemal’in basın süreci”nin diğer evrelerini aydınlatırken, öte yandan da Yunus Nadi ile Atatürk’ün iletişiminin “öncesi”ni de ayrıntılarıyla paylaşıyor.Yunus Nadi, Atatürk’ün ölümünün ardından yazdığı yazdığı yazıda, “Kendisini Selanik’te Kolağası Mustafa Kemal olarak bulunduğu 1910 tarihinden beri 28 yıldır hemen büyük fasılasız bir süreklilik ile tanırım.” diyor. Kitapta bu tanışmanın iç yüzü ve nasıl geliştiği de kapsamlı bir şekilde anlatılıyor./Archive/2021/3/10/194641207-kapakic2.jpgYENİGÜN VE CUMHURİYET!İncelemenin belirginleştirdiği konulardan biri de, Yunus Nadi ve Mustafa Kemal’in temsil ettiği Milli Mücadele’deki “gazeteci” ve “subay”ın yaşamların bu zorlu yolda bütünlenmesi. Kitap, Yunus Nadi’nin yaşamı ve gazetecilik anlayışıyla başlarken, devamındaki bölümlerde Nadi’nin Mustafa Kemal ile yaptığı 1911-1919 yılları arasındaki basın çalışmaları kronolojik bir sırayla sunuluyor.Yunus Nadi’nin yaşamının anlatıldığı bölümlerde ise Cumhuriyet gazetesi süreci ve aslında “Cumhuriyet gazetesinin öncesi” olan Yenigün gazetesine ilişkin bilgiler yer alıyor. Yanı sıra Yunus Nadi’nin yaşamının azımsanmayacak bir bölümünü kapsayan sürgün cezalarına da dikkat çekiliyor.GEÇMİŞTEN GELECEĞEMehmet Emin Elmacı Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi’yle; Yunus Nadi ve Atatürk arasındaki sarsılmaz dostluğu, yol arkadaşlığını anlatırken, Milli Mücadele’nin ve Atatürk’ün yaşamında basının yerine yönelik çok önemli bir açığı kapatıyor. Ve Cumhuriyet’in öncesi, ilanı ve devrimlerin yaşama geçirilmesi aşamalarında büyük sorumluluklar alan, iki Cumhuriyetin harcında da büyük payı olan Yunus Nadi’yi yeni kuşaklara tanıtıyor, geçmişten geleceğe taşıyor.Uzun yıllar sonra bu kitaba ulaşacak gelecekteki okurlar ve araştırmacılar, böyle bir kitabın Cumhuriyet düşmanlarının en güçlü oldukları ve alternatif tarih yazmaya çalıştıkları bir dönemde yayıma hazırlanmasındaki “aydın tavrı” da dikkate değer bulacaklardır. Çağdaş Bayraktar

‘Anavatan Türkmenistan’

‘Anavatan Türkmenistan’ ‘Anavatan Türkmenistan’ (İleri Yayınları), Türkiye’nin Türkmenistan’da ilk büyükelçiliğini 1992-95 yılları arasında açan, emekli büyükelçi Selçuk İncesu’nun önemli anısal, belgesel kitabı… Bir başka deyimle tek ciltlik bir ansiklopedi! Ülkemizin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine açılışındaki ilk hamlesinin, Orta Asya’nın kilidine ilk uzanışımızın hikâyesi. Kitapta anıların yanı sıra Türkiye ile Türkmenistan arasındaki ekonomi, eğitim, kültür, teknik ve insani yardımlar gibi ilişkiler ve antlaşmalar da değerlendiriliyor… /Archive/2021/3/10/194002226-ic1.jpg‘Anavatan Türkmenistan’ (İleri Yayınları), Türkiye’nin Türkmenistan’da ilk büyükelçiliğini 1992-95 yılları arasında açan, emekli büyükelçi Selçuk İncesu’nun önemli anısal, belgesel kitabı… Bir başka deyimle tek ciltlik bir ansiklopedi!Ülkemizin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine açılışındaki ilk hamlesinin, Orta Asya’nın kilidine ilk uzanışımızın hikâyesi. Kitapta anıların yanı sıra Türkiye ile Türkmenistan arasındaki ekonomi, eğitim, kültür, teknik ve insani yardımlar gibi ilişkiler ve antlaşmalar da değerlendiriliyor…Türkmenistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasında kurulan bağımsız 15 cumhuriyetten biri olmuştu. Selçuk İncesu, Anavatan Türkmenistan - Türkmenistan’ın İlk Büyülelçisinin Anıları isimli kitabına; Anadolu Selçuk Beyliği ve Oğuzlardan hareketle Türkmenlerin kökenlerini ve Türklerin İslamiyet’e geçişleri ile Türkmenistan’ın kuruşunu irdeleyerek başlıyor.İlk Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı Saparmurad Atayeviç Niyazov ile yakın dostluğu olan İncesu, çok çeşitli anılarına da yer veriyor. Yazar kitabında, Türkmenistan’a özgü çeşitli sanat dalları hakkında bilgi ve gözlemlerini okura aktarıyor.Mesleği açısından Türkmenistan’ın dış ilişkilerini kuş bakışı irdeleyen İncesu’nun kitabında, Türkmenler ile Türkler arasındaki ilişkiler ağırlık taşıyor.TÜRKMENİSTAN’I İLK TANIYAN ÜLKEYİZAnavatan Türkmenistan’ın en kapsamlı bölümü, Türkiye Büyükelçiliği’nin başkent Aşkabat’ta kuruluş öyküsü, ayrıntılı biçimde çeşitli anılarla renklendiriliyor. Bu arada, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden sınıf arkadaşı olan eşi Yıldız İncesu’nun katkıları da dikkati çekiyor.Türkiye, 1991’de Türkmenistan’ı tanıyan ilk ülke olmakla kalmadı, 1994’te Aşkabat’ta, Selçuk İncesu’nun açtığı büyükelçilik de ülkede ilk diplomatik temsilcilik oldu.Kitabın en dikkati çeken belgesel nitelikli ve anılarla desteklenen bölümünde, Türkiye-Türkmenistan arasındaki ekonomi, eğitim, kültür, teknik ve insani yardımlar gibi ilişkiler ve antlaşmalar değerlendiriliyor…Türkiye’nin Cumhurbaşkanları Turgut Özal, Süleyman Demirel’in Türkmenistan ziyaretlerinde yaşanan olumlu gelişmeler, anılarla beslenerek anlatılıyor.CEMAAT’E KARŞI BİR DON KİŞOT!Daha önce Başbakan yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı yapan “rejimin 2. adamı” olarak tanımlanan Boris Şihmuradov’un, Başkan Niyazov’a suikast girişimine katılan ve Türkiye’ye iade edilen 6 Türk’ün, “Devlet Güvenlik Mahkemesinde müebbet hapse çarptırıldıkları” da anımsatılıyor.Fethullahçıların sıfırdan başlayarak açtıkları 14 “Cemaat lisesi” konusunda İncesu, “Uğraşım Don Kişot’un yel değirmenlerine karşı savaşa benziyordu.” diye yazıyor! Bu liseler “İstenmeyen faaliyetlerde bulundukları” gerekçesiyle 2011’de kapatılmışlardı.SBF’den sınıf arkadaşı emekli büyükelçi Ömer Ersun kitaba şu notu düşmüş:“Elinizdeki kitap Türkiye’nin ilk Türkmenistan Büyükelçisinin anıları olmaktan çok fazlası… Aslında ülkemizin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine açılışındaki ilk hamlesinin, Orta Asya’nın kilidine ilk uzanışımızın hikâyesi…”216 sayfalık kitapta, belgesel nitelikte fotoğraflar da yer alıyor. Özgen Acar

Ütopik, bilimsel sosyalizm!

Ütopik, bilimsel sosyalizm! İnsanlık Deneyi (Doğan Kitap), yapay zekânın geleceğine yönelik türevlerinden çok farklı bir bakış açısı sunan ve sürpriz sonuyla da soluk soluğa okunan distopik bir roman. Bir grup çocuğun arkadaşlık, dostluk romanından ütopya düşlerini yaşama geçirmeye çalışan bilim insanlarının çalışmalarına ustaca dönüşüyor. /Archive/2021/3/10/193120169-ic1.jpgDaha önce Giddar ve Beşlerin Çağı ile Maderzad Palas kitaplarıyla fantastik edebiyat alanında kendini kanıtlayan Erbuğ Kaya, İnsanlık Deneyi ile ütopik bir dünya düşünü ve bu düşün distopyaya dönüşüm sürecini gösteriyor.İnsanlık Deneyi, Bekir Petridis’in bilinmeyen bir gelecekte sahildeki kulübesinde açılıyor. Kitap, Yeoson Şirketler Grubu bilişim bölümüne bağlı bir profesör olan Bekir’in, kulübesine giren tabancalı adama, ‘Kodu sana vereceğim. Önce hikâyemi dinleyeceksin. Başka şartım yok’ demesiyle başlıyor.Ailesiyle birlikte kaldıkları sitede, her çocuk gibi sanal gerçeklik oyunları paneli, tablet bilgisayar ve cep telefonuyla çevrelenmişken tanıştığı Haluk’la her şeyin değiştiğini söylüyor anlatıcı. Çocuklara özgü oyunlar oynayıp bilgisayarların sanal gerçekliğinden çıktıklarında yaşamlarının daha güzel olduğunu vurguluyor.Ve arkadaş gruplarına önce Hülya ardından da Cengiz ve Ebru’nun katılmasıyla ‘X-Band’ adı verdikleri gruplarının tamamlandığından bahsediyor.UÇURTMA KADAR ÖZGÜR!Sitenin korunaklı yaşamında bağışıklık sistemleri yükseltilmiş çocuklar olduklarını söyleyen anlatıcı; sitenin arazisinde buldukları eski bir otobüste oyunlarını oynayıp özgür olduklarını düşünürlerken, tüm maceralarının aileleri tarafından izlendiğinin sonradan farkına vardıklarını söyleyerek devam ediyor: “Aslında, en fazla bir uçurtma kadar özgürmüşüz.”Derken yazar Erbuğ Kaya, ev işlerinden müzik grubunda solistliğe kadar gelecekte her alanda ‘robotumsu’ların kullanıldığı dünyanın çözümlemesine girişiyor. Bekir’in ileride yaşama geçireceği yapay zekâ ‘Havva’da yakaladığı başarıyı sunuyor.Kaya, site duvarlarının dışında totaliter bir rejime doğru ilerleyen yeryüzünün sinyallerini de veriyor romanında. Meselâ bağışıklık sistemleri güçlendirilen zenginler daha uzun yaşama şansını bulurken, duvarların arkasında yoksulların böyle bir şansı olmuyor./Archive/2021/3/10/193127778-kapakic2.jpgHAVVA VE GELECEKYazar, Bekir’in dilinden dünyanın nasıl bir yer olacağına ilişkin öngörüsünü ise şu sözlerle dile getiriyor: “Evet. Havva daha güzel bir yaşamın ilk adımı olacak. Bir gün gelecek, tüm işleri, ürettiğimiz yapay zekâlı robotlara teslim edeceğiz. İnsan sadece bilim ve sanatla ilgilenecek. Bunları ekmek parası için değil, entelektüel beynini geliştirmek amacıyla yapacak. Çünkü para kavramı olmayacak… Evet, Havva ütopik bilimsel-sosyalizmin ilk adımı olacak”.İnsanlık Deneyi, bir grup çocuğun arkadaşlık, dostluk romanından ütopya düşlerini yaşama geçirmeye çalışan bilim insanlarının çalışmalarına ustaca dönüşüyor. Ütopya bilimkurguya göz kırparken, kendini distopyada buluyor. Kaya, son sayfaya kadar okurun merakını diri tutmayı başarıyor.Bekir’in rakı masası kurup anlattığı hikâyeyi dinleyen tabancalı adama kodu söylediğinde ise bir düşten uyanan okur kitabın başlığının ne anlama geldiğini ancak çözebiliyor. Türevlerinden farklı bir bakış açısı ile sürpriz bir sona sahip İnsanlık Deneyi, soluk soluğa okunan bir distopik bir roman. Avşar Ülgen

‘Ölümün Kısa Bir Tarihi’

‘Ölümün Kısa Bir Tarihi’ Ölümün Kısa Bir Tarihi, insanlığın ilk günlerinden bu yana kendi ölümlülüğümüz ve onun olası sonraki yaşam formlarına karşı duygu ve tutumlarımız hakkında geniş bir perspektif sunuyor. /Archive/2021/3/10/192925998-ic.jpgArkeologların ve paleoantropologların çalışmalarını kullanarak fiziksel kalıntıları yorumlamanın bizlere tarih öncesi perspektifler hakkında nasıl fikir verdiğini inceleyen W.M. Spellman, ölümü farklı zaman dilimlerinde, farklı mekânlarda, farklı kültürlerde ele alıyor.Ölüm kavramının tarihin akışı içindeki gelişimini hem dinsel hem de seküler-bilimsel yaklaşımlara bakarak anlatıyor:Mezopotamya ile Mısır’daki ölüm algısı nasıldı? Antik Yunan ve Roma filozofları ruh ve beden üzerine neler tartıştı? Budizm, Hinduizm, Taoizm gibi inanç sistemleri ile semavi dinlerin ölüm, ölü bedenin akıbeti ve ölümden sonra yaşamın var olup olmadığına dair düşünceleri neydi? İntihar, ötenazi, uzun yaşam ve yaşam kalitesi gibi çağdaş tartışmalar bugün bize ne söylüyor?Ölümün Kısa Bir Tarihi / W.M. Spellman / Çev.: Ahmet Bora Pekiner / Tellekt / 264 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Perseverance Mars'ta yaşam bulursa ne olacak?

Perseverance Mars'ta yaşam bulursa ne olacak? NASA'nın yeni uzay aracı Perseverance, Mars'a ulaştığından beri birçok gelişme yaşandı. Keşif aracı Jezero kraterine iner inmez Kızıl Gezegen'den ilk fotoğrafını ve ses kaydını yolladı, ayrıca karnında taşıdığı Ingenuity helikopterini de konuşlandırdı. Ancak bu gelişmeler, uzay aracının asıl hedeflerinin yanında epey ufak kalıyor. Gezginin en önemli hedefleri arasında Mars'ın geçmişte yaşam barındırıp barındırmadığının keşfi yer alıyor. Peki uzay aracı, Mars'ta yaşam keşfederse ne olacak? İşte uzmanların verdiği yanıtlar:BİYOLOJİK İMZALAR: "KİMSE VAR MI?"NASA'nın Jet İtki Laboratuvarı'ndaki Gezegen Bilimi Müdürlüğü'nün başmühendisi Gentry Lee, "Carl Sagan, ‘Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir' diyor. Evrenin başka bir yerinde yaşamın var olduğunun keşfi de kesinlikle olağanüstü bir iddia" ifadelerini kullanıyor.Bilim insanları milyarlarca yıl önce Mars'ın bugünkünden çok daha farklı bir yer olduğunu söylüyor. Şimdiye dek elde edilen bulgulara göre Kızıl Gezegen'in atmosferi geçmişte daha yoğundu ve yüzeyinde sıvı halde su bulunuyordu. Bu da o dönemde gezegende yaşam olabileceği ihtimalini gündeme getiriyor.Gökbilimciler, gezegen yüzeyindeki nehir yatakları artık kurumuş olsa da zemindeki topraklarda keşfedilmeyi bekleyen "biyo-imzalar" bulunabileceğini düşünüyor. Uzmanlara göre, bir zamanlar Mars'ta yaşam gelişmişse bile bunlar yalnızca mikroskobik ölçekte olabilir. İşte Perseverance, bu mikrobiyal yaşama dair "biyo-imza" ismi verilen fosil örneklerini arıyor.Perseverance görevinin yetkili isimlerinden Ken Williford şunları söylüyor:Biyolojik imza arayışındaki en iyi yerler, Jezero'daki eski göl yatağı veya fosillerin korunmasında önemli rol oynayan karbonat mineralleriyle kaplanmış olabilecek kıyı şeridi kayaçları. Yine de başka bir gezegende mikroorganizma kanıtı ararken açık fikirli olmak gerek.Perseverance mineral kaplı olduğu düşünülen bu kayaçlardan örnekler toplayacak ve Avrupa Uzay Ajansı'nın Mars Sample Return isimli görevi sayesinde bunları Dünya'ya gönderecek.Ken Williford, "Jezero Krateri'nin bir zamanlar yaşam için gerekli maddelere sahip olduğuna dair güçlü kanıtlarımız var. Geri dönecek numunelerin analizinden sonra gölün yaşam barındırmadığı sonucuna varsak bile evrendeki yaşamın kapsamına dair önemli bir şey öğrenmiş olacağız" diyor ve ekliyor:Mars bir zamanlar yaşam barındırmış olsun veya olmasın, bizimki gibi kayalık gezegenlerin nasıl oluştuğunu ve geliştiğini anlamak çok önemli. Mesela Mars ıssız ve çorak bir araziye dönüşürken gezegenimiz nasıl ‘konuksever' kaldı?YAŞAM BULUNDUĞUNDABilimkurgu yazarı ve Universe Today'in bilim muhabiri Matt Williams, "Yaşamın bulunduğu duyurusu, bir orman yangını gibi hızla tüm dünyaya yayılacaktır. Manşetleri hayal edin: Perseverance, Marslı yaşamın kanıtını buldu!' Ancak bu keşif, elbette cevaplanması çok güç soruları da gündeme getirecek" diyor.Williams'a göre bu noktada ilk olarak Mars'taki yaşamın Dünya'daki yaşamla ilişkili olup olmadığı sorusu gündeme gelecek. Bu sorunun cevabı evetse bilim dünyasında uzun süredir tartışılan "panspermi" isimli teoriyi destekleyecek. Bu teori, evrendeki yaşamın, göktaşları aracılığıyla bir gezegenden diğerine aktarıldığını öne sürüyor. cumhuriyet.com.tr

Graham Bell'in icadından bu yana telefonda yaşanan büyük dönüşüm

Graham Bell'in icadından bu yana telefonda yaşanan büyük dönüşüm İskoç asıllı ABD'li mucit Alexander Graham Bell'in 1876'da icat ettiği telefon, zaman içinde uydu teknolojileri, kamera, internet ve dokunmatik ekran gibi yeniliklerle büyük bir dönüşüm geçirerek günlük hayatın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. İnsanlık tarihinde iletişimi sağlayan araçlar çok önemli bir konuma sahip olurken, mesafe farkının bulunduğu ve yüz yüze görüşmenin mümkün olmadığı durumlarda insanlar, geliştirdikleri iletişim yöntemleri ile aralarındaki haberleşmeyi tesis etmeye çalıştı.Telefonun icadına kadar dumandan güvercinle haberleşmeye, ulaklardan telgrafa kadar birçok araç kullanılarak iletişim sağlanmaya çalışıldı. İskoç asıllı ABD'li mucit Alexander Graham Bell ile yardımcısı Thomas Watson arasında 10 Mart 1876'da Boston'da yapılan ilk telefon görüşmesi ise ileriki yıllara damgasını vuracak teknolojinin başlangıcı oldu.Etimolojik köken olarak eski Yunancada "telos (uzak)" ve "phone (ses)" kelimelerinden türetilen bu yeni icat, kablolar aracılığıyla çok uzak mesafelerdeki insanların anlık ve gerçek sesiyle haberleşmesine imkan tanıdı. Telefon sayesinde mesajlar kısa bir süre içerisinde ve net bir şekilde karşı tarafa ulaştırılır hale geldi.İKİ ODA ARASINDAN KITALAR ARASI İLETİŞİMİ SAĞLAMAYA GİDEN SÜREÇMucit Alexander Graham Bell'in 3 gün önce patentini aldığı, icadını kamuya tanıtmak için yaptığı gösterimde, bir kabloya bağlı ses vericisiyle yan odadaki alıcının başındaki asistanına "Bay Watson, buraya gelin. Sizi görmek istiyorum" mesajını iletmesi ile iki oda arasında iletişimi sağlayan telefon; daha sonra şehirler arası, eyaletler arası ve kıtalar arasında da iletişime imkan tanıyacaktı.Bell'in başarılı girişimi sonrası ABD'de direkler üzerinde taşınan kablolar aracılığıyla telefon, tüm ülkede yaygınlığını artırmaya başladı. Tarihler 1915'i gösterdiğinde, telefonun yaygınlığı o kadar ileri bir seviyeye geldi ki Graham Bell ve Thomas Watson, bu defa ABD'nin iki farklı ucundan New York ve San Francisco'dan birbirlerini arayarak konuşabildi.İLK KEZ 1908'DE OSMANLI DÖNEMİNDE KULLANILDITelefon kablolarının hızla yaygınlaşması ile birlikte Türkiye'de telefonun kullanılması ilk olarak 1908 yılında Osmanlı döneminde gerçekleşti.Kadıköy ve Beyoğlu santralleri 1911 yılında hizmete alınırken, ilk otomatik telefon santrali, Cumhuriyet döneminde Atatürk'ün emriyle 1926 yılında Ankara'da kuruldu.Ülkemizde 1900'lerin başında kullanılmasına karşın bu icadın halk düzeyinde yaygınlaşması için yarım asır daha gerekecekti.İLETİŞİMDE SAHNEYİ CEP TELEFONLARI ALDITelefondaki en önemli dönemeçlerden biri, uydu teknolojisinde yaşanan gelişmelerle kablosuz bir şekilde kullanılabilmesi oldu.1973'te Motorola şirketinin yöneticisi, girişimci Martin Cooper, elde taşınabilen ilk cep telefonu ile görüşme gerçekleştirirken, yaklaşık 10 yıl sonra piyasaya sürülecek cep telefonlarının macerası da başladı.Teknolojide yaşanan büyük gelişmeler, telefonun kullanım amacında da büyük değişimlere sebep oldu. 1999 yılında ilk kameralı cep telefonları, 2007 yılında dokunmatik ve akıllı telefonların piyasaya çıkması ve internet hızının katlanarak artması ile telefonlar, günlük hayatın vazgeçilmez bir parçası haline geldi.AKILLI TELEFONLARDAN İŞLEMLER YAPILIYOR, CİHAZLAR YÖNETİLİYORKullanıcıların alışverişten banka işlemlerine, eğitimden resmi işlere (e-devlet) birçok işlemi kolay bir şekilde gerçekleştirmesine imkan tanıyan cep telefonlarının sosyal hayattaki önemi günden güne artıyor.Digital Around the World raporuna göre, dünya nüfusunun yüzde 66'sı olan 5,22 milyar kişi cep telefonu kullanırken, kullanıcıların yüzde 75'inden fazlasının telefonu ise "akıllı telefon" olarak tabir edilen yeni model telefonlardan oluşuyor.Akıllı telefonlar, diğer akıllı eşyanın da "beyni" konumuna gelmeye başladı. Akıllı ev sistemleri ve giyilebilir teknolojilerin birçoğu artık telefonlarda bulunan uygulamalar aracılığıyla kontrol edilebiliyor. Akıllı saat, robot süpürge ve akıllı televizyon gibi birçok cihaz da telefonlardan aldıkları konumla yönetilebiliyor. AA

Greenpeace'den paraşütlüeylem

Greenpeace'den paraşütlü eylem Greenpeace aktivistleri fosil yakıt protestoları kapsamında Avrupa Merkez Bankası’nın çatısına paraşütle inerek, fosil yakıt karşıtı pankart açtı. Greenpeace International Müdürü Jennifer Morgan, protestonun ardından ECB’den fosil yakıtları üreten firmaları desteklemek yerine, daha doğa dostu çözümlere destek vermesini istedi. Çevre grubu Greenpeace aktivistleri, fosil yakıt protestoları kapsamında Almanya’nın Frankfurt kentinde bulunan Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) çatısına paraşütle indi. ECB’nin fosil yakıt üreten firmalarla olan bağlantılarını protesto eden aktivistler, “İklim katillerine fon sağlamayı durdur” yazılı pankart açtı.ECB tarafından güvenlik ihlalini doğrulanırken, polisin haberdar edildiği aktarıldı. Protesto nedeniyle tutuklama yapılıp yapılmadığı henüz bilinmiyor.''DOĞA DOSTU ÇÖZÜMLERE DESTEK VERMELİ''Protesto, Greenpeace tarafından hazırlanan “Greening the Eurosystem Collateral Framework” adlı yeni raporun açıklanmasından hemen ardından gerçekleşti. Greenpeace International Müdürü Jennifer Morgan, protestonun ardından ECB’den fosil yakıtları üreten firmaları desteklemek yerine, daha doğa dostu çözümlere destek vermesini istedi.ECB, daha önce tüm sektörlerini iklim sorunları üzerinde çalışmak üzere bir iklim değişikliği merkezi kurdu. Ancak banka, fosil yakıt şirketlerine fon sağlamayı durdurmak için yatırım politikalarını henüz değiştirmedi. İHA

Moody's, ekonominin salgınöncesi faaliyet seviyelerine dönmesi için tarih verdi

Moody's, ekonominin salgın öncesi faaliyet seviyelerine dönmesi için tarih verdi Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's, yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgınının birçok sektör ve ülke için hala önemli bir kredi riski oluşturduğunu belirterek, çoğu ekonominin 2022'ye kadar salgın öncesi faaliyet seviyelerine dönemeyeceğini bildirdi. Kredi derecelendirme kuruluşundan yapılan açıklamada, Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) 11 Mart 2020'de Covid-19'u salgın ilan etmesinden bu yana geçen bir yılda, virüsün küresel ekonomiyi alt üst ettiği ve tahvillerdeki artışla birlikte kredi düşüşünü tetiklediği anımsatıldı. Covid-19 salgınının hala birçok sektör ve ülke için önemli kredi riskleri oluşturduğuna işaret edilen açıklamada, ancak bu yıl 2020'ye kıyasla daha az derecelendirme eylemi gerçekleşmesinin muhtemel olduğu kaydedildi. ''SALGIN ÖNCESİ FAALİYETLERİNE DÖNEMEYECEK"Salgının azaldığı ancak Covid-19'un ortadan kalkmayacağına dikkat çekilen açıklamada, "Çoğu ekonomi 2022'ye kadar salgın öncesi faaliyet seviyelerine dönmeyecek" değerlendirmesinde bulunuldu. Açıklamada, salgın hafifledikten sonra politika eylemlerinin ekonomik faaliyeti ve finansal piyasaları desteklemeye devam edeceği aktarıldı.  AA




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter