Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Monday, 06.23.2025, 04:01 AM (GMT)

News - Haberler

Covid-19’un yeni türüYunanistan’a sıçradı

Covid-19’un yeni türü Yunanistan’a sıçradı figure > Yunanistan Sağlık Bakanlığı yetkilisi, İngiltere’den Yunanistan’a gelen 4 kişide Covid-19’un yeni türünün tespit edildiğini açıkladı. İngiltere’de ortaya çıkan ve daha bulaşıcı olan Covid-19’un yeni türü Yunanistan’a sıçradı. Yunanistan Sağlık Bakanlığı yetkilisi, İngiltere’den Yunanistan’a gelen 4 kişide Covid-19’un yeni türünün tespit edildiğini aktararak, bu kişilerin karantina altına alındığını ifade etti.Yunanistan, korona virüsün yayılmasını kontrol altına almak için bugünden itibaren 1 hafta boyunca tedbirleri sıkılaştırarak, Noel öncesinde yeniden açılmasına izin verilen kuaför salonlarını ve kitapçıları kapattı.Yunanistan’da toplam vaka sayısı 140 bin 99’a, toplam can kaybı ise 4 bin 957 ulaştı. İHA

Trump'ın Georgia Eyalet Sekreterinden 'seçim sonuçlarınıdeğiştirmesini' istediği iddiası

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Trump'ın Georgia Eyalet Sekreterinden 'seçim sonuçlarını değiştirmesini' istediği iddiası figure > ABD Başkanı Donald Trump'ın Georgia Eyalet Sekreteri Brad Raffensperger'e "seçim sonuçlarının kendi lehine çevrilmesi için" adım atması çağrısında bulunduğu iddiası kamuoyunda tartışmalara neden oldu. ABD Başkanı Donald Trump ile Raffensperger arasında cumartesi günü yapılan telefon görüşmesinin kayıtlarını Washington Post gazetesi yayımladı.Yaklaşık 1 saat süren görüşmenin kaydında, seçimlerde hile yapıldığını ve kritik eyaletlerden Georgia'daki seçimleri kendisinin kazandığını savunan Trump'ın, "Tek istediğim şey bu: Elde ettiğimizden bir fazlası olan 11 bin 780 oyu bulmak istiyorum, çünkü eyaleti biz kazandık." şeklindeki sözleri dikkat çekti.Resmi seçim sonuçlarına göre Demokrat rakibi Joe Biden'ın 11 bin 779 oy farkıyla kazandığı Georgia eyaletinde hile yapıldığını ileri süren Trump, bazı bölgelerde oy sayım makinelerinin illegal şekilde ortadan kaldırıldığını ve seçim sonuçlarının kendi lehinde tescil edilmesi gerektiğini ifade etti.Georgia'da yaşayanların seçim sonuçlarından dolayı kızgın olduğunu savunan Trump, "Oyları yeniden hesapladığınızı söylemekte hiçbir beis yok." ifadesini kullandı.Öte yandan konuyla ilgili Twitter hesabından da bir açıklama yapan Trump, Cumhuriyetçi eyalet sekreterinin eyaletteki "seçim hileleriyle" ilgili hiçbir fikrinin olmadığını ileri sürdü.Raffensperger ise kendi Twitter hesabından yaptığı açıklamada, "Tüm saygımla Bay Başkan: Söylediğiniz şey doğru değil, doğrular ortaya çıkacaktır." yorumunu yaptı.3 Kasım'da yapılan başkanlık seçimlerinin kritik eyaletlerinden Georgia'da sonuçlar, 11 bin 779 farkla Joe Biden lehine tescil edilmişti.Trump'ın eyaletteki seçim sonuçları tescil edilmesin yönündeki mahkeme başvuruları ise karşılıksız kalmıştı. cumhuriyet.com.tr

Tilki gibi kurnaz bir Rus romanı!

Tilki gibi kurnaz bir Rus romanı! figure > Viktor Pelevin'den Kurtadamın Kutsal Kitabı, doğaya, gerçekliğe, modern Rusya'ya dair tilki gibi kurnaz, kurt gibi tehlikeli, hiperaktif bir roman. /Archive/2021/1/4/001843822-ic.jpg“Görkemli paragraflarla, seksle dolu bir roman, yine de gösterişçi, seksi, taş kalpli kitaplardan biri olmamayı başarıyor. Hayal tutkuyla, mizah da kederle besleniyor.”Ursula K. Le GuinYazdıklarıyla Kafka, Calvino ve Gogol gibi isimlerle kıyaslanan, bir dönem Rus Hava Kuvvetleri'nde görev yapan, röportaj vermeyi, insan önüne çıkmayı pek sevmeyen, ilk mesleği mühendislik olan Viktor Pelevin, Sovyetler sonrası Rusya'nın en ilgi çekici, kışkırtıcı, üretken yazarlarından biri oldu. Rusya Little Booker Ödülü'nü kazandı, The New Yorker tarafından otuz beş yaş altı en iyi Avrupalı yazarlar arasında gösterildi, yapıtları otuzdan fazla ülkede yayımlandı.A Huli'yi görünce on beş yaşında, Moskovalı bir hayat kadını olduğunu sanabilirsiniz ama iki bin yaşında bir tilki aslında, kuyruğuyla insanları transa sokabiliyor ve içinde öyle bir sıkıntı var ki bir ruhunun olduğuna bile inanmaya hazır. Derken bir istihbaratçıyla, Aleksandr'la karşılaşıyor ve âşık oluyor. Ama bilmediği bir şey var: Aleksandr bir kurtadam aslında.Viktor Pelevin'den Kurtadamın Kutsal Kitabı, doğaya, gerçekliğe, modern Rusya'ya dair tilki gibi kurnaz, kurt gibi tehlikeli, hiperaktif bir roman.Kurtadamın Kutsal Kitabı / Victor Pelevin / Çev.: Hazal Yalın / İthaki Yay. / 328 s. Cumhuriyet Kitap Eki

SMA hastasıçocuklar için sosyal medyada başlatılan kampanya tartışmasınaİmamoğlu'da dahil oldu

SMA hastası çocuklar için sosyal medyada başlatılan kampanya tartışmasına İmamoğlu'da dahil oldu figure > Milli Piyango'nun Türkiye Varlık Fonu'na aktarılan 75 milyon TL'lik ikramiyesinin SMA hastası çocukların tedavisinde kullanılması için sosyal medyada başlatılan kampanya tartışmasına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'da dahil oldu. SMA hastası çocuklar için sosyal medayada başlatılan kampanyaya "Hangi düğmeye basınca oluyor bu?" diye tepki gösteren AKP’li İBB Meclis Üyesi Mücahit Birinci ile ünlü komedyen Cem Yılmaz'ın sosyal medya üzerinden tartışmasına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'da katıldı.Cem Yılmaz'ın SMA hastası çocuklar için Türkiye Varlık Fonu'na aktarılan 75 milyon liranın kullanılmasını öneren ''Şimdi bu fikre bişey desek vay siyaset yapıyosun deniliyor. 2/3 aydır bu konuda yüzlerce caresiz insan ile görüştüm, bazılarına elimden geldiğince yardım ettim. Olmuyor yetmiyor. Milli piyango için bundan güzel bi öneri olamaz gelin yapın bu iyiliği'' Tweetine AKP’li İBB Meclis Üyesi Mücahit Birinci, ''Hah bu da geldi. Kızıl kafalı çocuk da burada mı? Adını hep unutuyorum'' şeklinde tepki çeken paylaşımlar yaptı./Archive/2021/1/3/214432600-birinci-3.jpgBunun üzerine Yılmaz, AKP’li İBB Meclis Üyesi Mücahit Birinci'nin SMA hastası çocuklarla ilgili yaptığı paylaşıma sert tepki gösterek, ''Ben belediyeden 2 bin 754 lira aldım o yüzden tweet attım'' demişti.Cem Yılmaz'ın bu Tweetine cevap, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'ndan geldi.İmamoğlu, "Cem Yılmaz belediyemizden 2.754 lira da almamıştır, çünkü bizde asgari ücret 3.100 liradır. Büyük oyunu bozduk sanırım." diyerek Cem Yılmaz'a cevap verdi./Archive/2021/1/4/001416699-cem-yilmaz-t.png cumhuriyet.com.tr

Mucizenin ta kendisi!

Mucizenin ta kendisi! figure > Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın üniversite öğrencilerinden, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ilk kadın mezunlarından olan Muazzez İlmiye Çığ, Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük eğitim ve aydınlanma seferberliğinin ilk evlatlarından. Ve savaşlarda yorgun düşmüş, maddi ve manevi bütün varlığını muharebe meydanlarında tüketmiş bir milletin yeniden doğuş mucizesine tanıklık eden bir kuşağın ilk neferlerinden. Nurdan Arca, Cumhuriyet Mucizesi’nde (Sia Kitap),Cumhuriyet’in kurulduğu günden bu yana yaşananlara tanıklık eden ve hayatını Mustafa Kemal Atatürk’ün hayalini gerçekleştirmeye adayan bir Cumhuriyet çınarının olağanüstü yaşamını gözler önüne seriyor. /Archive/2021/1/4/001418981-kapakic1ic8.jpg‘MADEM Kİ BİLİYORSUN, NEDEN ÖĞRETMİYORSUN?’- Muazzez İlmiye Çığ’ın yaşamına ve çalışmalarına ilginiz uzun yıllara dayanıyor. Araştırmalarınız da öyle. Cumhuriyet Mucizesi’nin arka planında da kendisiyle ilgili belgesel çalışmanız ve kendisiyle yaptığınız nehir söyleşilerinizle bütünlenen yıllara varan bir emek yatıyor. İlk olarak bu çığ gibi araştırmalarınızdan bahseder misiniz?Muazzez Ilmiye Çığ ve kitaplarıyla 2007 yılında İzmir-Karaburun’da tanıştım ve gerek oradaki konuşmalarında gerekse kitaplarında “büyük insanlık” serüvenine nasıl gönül verdiğini görünce hayran kaldım. O serüvenin peşindeki her adımını, herkesle paylaşmak için 23 kitap yazmıştı. Kitaplarında demir leblebi sayılabilecek konuları paylaşırken bilgiçlik taslamayan, yumuşak, sevgi dolu üslubundan etkilenmemek mümkün değildi.Bilgisini paylaşmayı çok seviyordu. Sonraki konuşmalarımız sırasında tekrarladığı Sümer Atasözü gibi “Madem ki biliyorsun, neden öğretmiyorsun”, herkese bilgisini paylaşmayı öneriyordu.Muazzez Hanım’la benim kişisel serüvenim, insanların bugün ve gelecekteki her türlü serüvenine meraklı bir insan, bir belgeselci olarak böyle başladı. Muazzez Hanım’la tanışmak merakımı körüklemişti. Ciddi olduğu kadar yalın bir dille yazdığı kitaplarını bir solukta okudum.TV’lerde “Giderayak” adlı bir program yayınlanıyordu. Her ikisi de 90’lı yaşlarını süren Muazzez İlmiye Çığ ve Hayrettin Karaca güncel konular hakkında, adından da belli olduğu gibi, yarı şaka, yarı ciddi bir program yapıyorlardı. Muazzez Hanım’ın ne kadar şakacı, esprili olduğunu orada gördüm. Daha sonra onu bazı belgesellerin içindeki küçük bölümlerde izledim./Archive/2021/1/4/001433621-ic2-.jpg‘BELGESELCİ GÖZÜYLE YAZDIM’Tarih’in Sümerler’le başladığını kanıtlarıyla birlikte önce onun kitaplarından, sonra birlikte çalıştığı 72 milletten bilim insanlarından öğrendim. Muazzez İlmiye Çığ kitaplarında içinde yaşadığımız coğrafyanın insan uygarlığının en önemli merkezlerinden biri olduğunu vurguluyordu. Günümüzün gelişmiş Batı uygarlığı en eski uygarlıklar olarak Yunan ve Roma uygarlıklarını tanımıştı. Oysa avcı toplayıcı kabileler halinde yaşayan insanların hayatını kökten değiştirerek bir uygarlık yolundaki taşları döşeyen tarım, yazı, tarih, astronomi, matematik, takvim, sözleşmeler, ilk hukuki belgeler ve daha nicele buluşlar bu bölgede, burnumuzun dibindeki Mezopotamya’da yapılmıştı.İnsanlığın ilk aşk şarkısını/şiirini onlar yazmıştı.Gel zaman git zaman Muazzez İlmiye Çığ ile nehir söyleşiler yaparak bir belgeselini ortaya çıkarmak kısmet oldu. Nehir söyleşilerimizde, soluk soluğa anlattığı anılarında ülkemizin badireleri aşarak bugünlere nasıl gelebildiği büyük bir mucizeydi.Muazzez Hanım’ın kendi de Cumhuriyet’imizin en parlak mucizelerinden biriydi.Belgeselim bitmiş, en önce İstanbul ve Ankara Film Festivallerinde, sonra başka mecralarda gösterilmişti. Yine de bende Muazzez İlmiye Çığ’ın öyküsü bitmemişti. Yaşamı, tanıklıkları, tutkusu aklımda çığ gibi büyüyordu. Yeniden anlattıklarının arka planını araştırmaya başladım. Sonra da Muazzez İlmiye Çığ, Cumhuriyet Mucizesi kitabımı belgeselci gözüyle yazdım./Archive/2021/1/4/001446183-ic3.jpg‘CUMHURİYET MUCİZESİNİN EN YAKIN TANIKLARINDAN’- Çalışmanız boyunca yol alırken, yürekten bağlı olduğu Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Devrimlerinin ışığında, gelecek kuşaklara gençlere özellikle de çocuklara ne gibi öğütlerde bulunuyor Muazzez İlmiye Çığ? Bu bağlamda kitabınız en önce neyin ifadesidir de?Zor bir soru bu. Kitabı yazarken elimden geldiği kadar Muazzez Hanım’ın dünya görüşüne sadık kalmaya ve yansıtmaya çalıştım. Dediğim gibi en çok vurguladığı Sümer Atasözü “Madem ki biliyorsun neden öğretmiyorsun?” idi. Yani bilgiyi paylaşmanın önemine candan inanmış ve ömrü boyunca da uygulamıştı.Çocukluğu ve gençliği hep savaş, çatışma ortamlarında geçmişti. Top, tüfek, barut, kan, gözyaşıyla dolu ülkede, hastalıkların kırıp geçirdiği bir nüfustan Türkiye Cumhuriyet’inin nasıl doğduğunun en yakın tanıklarındandı. Cumhuriyet bir mucizeydi.Kadınların toplumdaki yerinin Cumhuriyetle birlikte büyük bir sıçrama yapması, ikinci sınıf insan sayılmaktan kurtulması onun için çok önemliydi. Günümüzde kadınları aşağılan, onlara şiddet kullananlara öfkeleniyordu.Ayrıca Muazzez İlmiye Çığ eğitimi, çağdaş ve dünyanın geri kalanıyla denk bir eğitimi çok önemsiyordu. Cumhuriyet’ten sonra kurulan üniversitede okuyan, meslek sahibi olan ilk kadınlardandı.Muazzez İlmiye Çığ bir mucizeydi. Atatürk’ün vizyonuyla yapılan Cumhuriyet Devrimlerine büyük bir heyecanla katılmış ve uygulamıştı. Bugün zamanı geriye döndürme gayretlerini gördükçe öfkeleniyordu. Sorumlulara durmadan mektuplar yazıyordu. Bütün gençlerden, özellikle kadınlardan geriye dönüş çabalarını durdurmalarını, ilerlemek için çalışmalarını istiyordu./Archive/2021/1/4/001459465-ic4-.jpg‘GÖÇMEN BİR AİLENİN KIZIDIR’- İzleği belirlerken nasıl bir okuma sunmasını amaçladınız? Cumhuriyet Mucizesi, Çığ’ın yaşamının hangi dönemeçlerine yoğunlaşıyor, yaşamının izini nasıl bir hatta sürüyor?Muazzez Hanım’ın yaşamının dönüm noktalarıyla birlikte ülkemizin yakın tarihinin dönüm noktalarını öne çıkarmaya çalıştım. Çığ, 20’inci yüzyılın başındaki büyük seferberliğin içine doğmuştu. Savaş ortamında ailece durmadan bir yerden başka bir yere göçmek zorunda kalmışlardı.. Cumhuriyet kurulduktan sonra Kırım göçmeni bir ailenin çocuğu olan öğretmen babasının yüreklendirmesiyle keman çalmayı, Fransızca’yı öğrenmişti. Önce öğretmen olmuştu. Ankara’da yeni bir üniversite kurulunca, yine babasının desteğiyle ailesinden ayrılmış ve Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesinde o zamana kadar adını bile duymadığı Hitotoloji, Sümeroloji okumaya gitmişti. Belki insanlık serüvenine gönül vermesi böyle başlamıştı.Muazzez İlmiye Çığ’ın deyimiyle Türkiye Cumhuriyeti batı ülkelerinde 400 yıl sürmüş bir rönesansı 15 yılda gerçekleştirmişti. Osmanlı Devleti’nin son 200 yılında fasılalarla sürmüş, bitmez tükenmez savaşlarından kurtulan bir halkın, Türkiye Cumhuriyet’ini kurması ve “muasır medeniyetler” seviyesine yükseltmesi bir mucizeydi.- Sizde bıraktığı etkileri bağlamında da neler öne çıkıyor Muazzez İlmiye Çığ söz konusu olunca?Galiba en çok Muazzez Hanımın kişiliğinden ve değerler sisteminden etkilendim diyebilirim.O kişilik duyarlı, asla pes etmeyen, tutkulu, cesur, çalışkan ve hep paylaşmak isteyen bilge bir kadının kişiliğiydi. Eğitime ve eğitimin doğal bir sonucu olması gereken paylaşmaya çok önem veriyordu. Bilgisini paylaşırken, kolay anlaşılabilmek için yaptığı konuşmaların ve yazdığı kitapların sadeliğinden ve sahiciliğinden etkilendim.En zor zamanlarda, savaşların kötü koşullarında başlayan hayatını en olumlu, en verimli şekilde yaşamıştı. Konfor alanının dışına çıkabilmişti. Bilinmeyenden korksa da korkusunun üstüne yürümüştü. Hayatındaki dönüm noktaları işte bu cesareti sayesindeydi./Archive/2021/1/4/001520324-ic5.jpg‘AİLECE BİR VAROLUŞ MÜCADELESİ VERDİLER’- Tam bir geçiş döneminde, sancılı bir aralıkta dünyaya gözlerini açıyor. Kökenlerinin ve savaş rüzgarlarının sert estiği bu dönemlerde sizin de vurguladığınız gibi göç etmek zorunda kalan, Milli Mücadele’nin en amansız yıllarını Çorum’da geçiren ve Kurtuluş Savaşı’nın zaferle kazanıldığı müjdesini de burada alan ailesinin ve o şartların bugünkü konumuna varmasındaki etkilerini ve “mucizeyi” nasıl paylaştı sizinle?Muazzez İlmiye Çığ göçmen bir ailenin kızıdır. Anne ve babasının aileleri, dedeleri büyük anneleri 18. yüzyılda Kırım’dan Merzifon’a göçmüşlerdi. Kurtuluş Savaşının en şiddetli zamanında Ankara dolup taşınca Çorum’daki halanın evine sığınmışlardı. Çorum savaşlardan en uzak yerdi. Kurtuluş Savaşının Zaferle son bulduğu müjdesini Çorum’da aldıkları zaman top atışlarıyla kutlamışlardı.Muazzez İlmiye Çığ zorluklarla, yokluklarla, kaçarak, göçerek geçen çocukluk yıllarını anlatırken sanki yeniden yaşıyordu. Ailece gerçek bir varoluş mücadelesi vermişlerdi. Öte yandan ülkemiz savaşlarla sarsılıyordu. Ülke de bir varoluş mücadelesi içindeydi. Günümüzün ciddi çalkantılarına rağmen çok şükür artık o zamandaki gibi korkunç bir varoluş mücadelesi vermiyoruz ve inşallah bir daha öyle bir dönem yaşamayız.Öte yandan aslında büyük çapta bir göçmenler ülkesi olan ülkemizin tarihinde geçiş dönemleri hep vardı. Bu coğrafyada tarih boyunca Asya’dan batıya göçerek Anadolu’da yerleşen kavimler olduğunu biliyoruz. Osmanlı Devleti’nin sonunda doğru, özellikle 20’inci yüzyılın başında Osmanlı Rumeli’sindeki Müslüman nüfustan milyonlarca insan savaşlardan kaçarak kağnılarla Edirne’ye, İstanbul’a göçmüşler, okul bahçelerini, cami avlularını, sokakları doldurmuşlardı. Ülkemizin tarihinde göçmeler, kaçmalar hiç bitmiyordu. Göçler bugün de devam ediyor. Bu kez Ortadoğu’daki savaşlardan kaçarak gelen mülteciler ya ülkemizde yerleşiyor ya da daha batıya gitmeye çalışıyor./Archive/2021/1/4/001534152-ic6.jpgGENÇ TÜRKİYE CUMHURİYET’İNİN EĞİTİM SEFERBERLİĞİ- Pek çok önemli figüre de yakın plan yapıyorsunuz Cumhuriyet Mucizesi’nde. Hasan Âli Yücel ve Hayrettin Karaca bunlardan sadece ikisi... Kitabın aslan payında Çığ’ın eğitimi konusuna olağanüstü derecede önem verdiği görülen Çığ’ın yaşamı bu bağlamda kimlerle, ne gibi kesişmeler, izdüşümler içeriyor?Muazzez İlmiye Çığ hiç bıkmadan, usanmadan eğitimin önemini, eğitimle insanların hayatının nasıl iyiye doğru değiştiğini vurguluyordu. O nedenle biraz geriye dönerek Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim seferberliğini araştırdım. Bugün iyi yetişmiş insanlarımızı o derin eğitim seferberliğine borçluyuz. Katkıları asla unutulmayacak olan Eğitim Bakanları Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip ve Hasan Ali Yücel eğitim seferberliğin kahramanları arasındaydı.Mustafa Necati harf devriminin yapılmasını sağlayan, Latin alfabesini okullara ve topluma yerleştiren Eğitim Bakanıydı. Dr. Reşit Galip, Hitler’in gazabından kaçarak Türkiye’ye gelen ve üniversitelerimizin gerçek birer üniversite haline gelmesinde büyük katkıları olan Alman profesörlerle anlaşmaları yapan Eğitim Bakanıydı.Hasan Ali Yücel ise Köy Enstitülerinin kurulmasını ve Dünya klasiklerini Türkçe’ye çevrilmesini sağlayan şair ve yazar bir Eğitim Bakanıydı. Köy Enstitülerini İsmail Hakkı Tonguç geliştirmişti.Köy Enstitüleri yoksul köylü çocuklarına hem çağdaş bir eğitim veren, edebiyat, müzik yeteneklerini geliştiren hem de tarım tekniklerinden, hayvancılıktan, sağlığa, inşaattan terziliğe, kırsal hayatta insanlara gerekli tüm becerileri sağlayan eşsiz bir eğitim modeliydi. Mezunları köylerine geri dönüyordu. Oralardaki hayata çeki düzen veriyorlar, köyleri değiştiriyor, geliştiriyorlardı.Ne yazık ki bu müthiş eğitim modeli sürdürülemedi. Ülkemizdeki toprak ağalarının köylüler üzerindeki iktidarını sarstığı için, ayrıca ABD’nin hayatımıza girmesiyle onlara bir tür sosyalizm uygulaması gibi göründüğü için Köy Enstitüleri yok edildi.“Toprak Dede” diye de tanınan Hayrettin Karaca, uzun yıllar boyunca ülkemizdeki toprakların korunması için, erozyonla mücadele etmişti. Güzelim ülkemizin doğasının, topraklarımızın korunması amacıyla Tema Vakfı’nı kurmuştu.Muazzez İlmiye Çığ ile birlikte yaptıkları TV programında sadece topraklarımızın durumunu değil ülkemizin sorunlarını tartışıyorlar, çözüm üretilebilmesi için dikkati çekiyorlardı. Programın adı da formatı gibi şakacıydı; Giderayak!/Archive/2021/1/4/001557027-ic7.jpg‘BÜYÜK İNSANLIK SERÜVENİNİN PEŞİNE DÜŞTÜ’- Uzun yıllara varan çalışmalarıyla büyük bir Sümerolog olarak tüm ülkeyi uygarlıklar tarihiyle neredeyse üç boyutlu buluşturmuş, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde 33 yıl çalışmış, “Tarih Sümer’de başlar” demiş Muazzez İlmiye Çığ’ı anlatırken Sümer ve Anadolu uygarlıklarını yazmamak mümkün değil kuşkusuz.O çalışmalara siz de önemli bir yer veriyorsunuz kitabınızda. Son olarak uygarlıklar tarihine kitapta nasıl bir izlekte yer verdiğinizi ve Çığ’ın bu konudaki tükenmez heyecanına ilişkin izlenimlerinizi paylaşır mısınız?Muazzez İlmiye Çığ mesleğini, işini çok seviyordu. Genç yaşında, eşsiz şairimiz Nazım Hikmet’in deyimiyle “büyük insanlığın” serüveninin peşine düşmüştü. Meslek hayatını anlatırken o günleri yeniden yaşıyor, heyecanlanıyordu.İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde çalıştığı 33 yıl boyunca dünya çapındaki Sümerolog’larla, uzmanlarla, profesörlerle iş birliği yapmıştı. Depolara atılmış duran binlerce yazılı tableti birlikte ortaya çıkarmışlardı. Müzede arşivlemişlerdi. Daha sonra hepsi olmasa da bazılarını Türkçe’ye ve diğer dillere çevirmişlerdi.Dünya çapında bir Sümerolog olan Prof. Samuel Noah Kramer ile çalışırken bir tabletteki yazıyı okurken insanlık tarihindeki ilk aşk şarkısını/şiirini bulmuşlardı; “İnanna’nın Şarkısı”...Kramer’in ünlü “Tarih Sümer’de Başlar” (History Begins at Sumer; thirty nine firsts in men’s recorded history) adlı kitabını Türkçe’ye ilk çeviren Muazzez İlmiye Çığ olmuştu./Archive/2021/1/4/001418981-kapakic1ic8.jpgİnsanlık serüvenleri benim de çok ilgi duyduğum konulardı. Belgesellerim arasında tarih ve arkeoloji önemli bir yer tutuyor. Sualtı arkeolojisi ve batık gemiler hakkında bir belgesel yapmıştım.Sualtı arkeologları Marmaris-Selimiye koylarından birinde, M.S. 900’lü yıllarda battığı düşünülen bir ticaret gemisine kazı yaptılar. Gemiyi ve taşıdığı yükü (zeytinyağı dolu amforaları) 4 yaz boyunca çalışarak, yani dalarak su yüzüne çıkardılar. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesine taşıdılar..Belgesel ekibimizle dört yaz boyunca sualtı arkeologlarının kazılarını izledik, onlarla birlikte denize daldık, çıktık. Denizaltında, karada, müzede çekimler yaptık. Belgeselimizin adını “Yitik Zamanın İzinde” koyduk.Arkeologlar bu geminin bir “zaman kapsülü” gibi o zamanın bütün bilgilerini saklayıp bugüne ulaştırdığını düşünüyorlardı. Kazıdan çıkardıklarını araştırıp, o objelerden elde ettikleri bilgileri makaleler, kitaplar yazarak günümüzün insanlarıyla paylaşıyorlardı. Onlar da elde ettikleri bilgileri paylaşmak için çalışıyorlardı.Yitik Zamanın İzinde belgeseli 2000 yılında Fransa’da, Bordeaux kentindeki ICRONOS Arkeoloji Belgeselleri yarışmasında en iyi kazı filmi ödülünü kazanmıştı.Daha sonra Şeyh Bedreddin’in ve döneminin insanlarının serüvenini araştırarak “Simavnalı Bedreddin” belgeselini ve Evliya Çelebi’nin İstanbul’un Tılsımları hakkında “Tevatürle Muhakkaktır; İstanbul’un Tılsımları” belgesellerini yaptık. Merak edenler Youtube’da belgesellere ulaşabilirler.Muazzez İlmiye Çığ’ın serüvenini izleyen kitabım hem Cumhuriyet’imizin hem de Muazzez Hanım’ın nasıl birer mucize olduğuna tanıklık etmeye çalıştı ve onun hakkında yazılmış, yazılacak kitaplardan biri daha oldu. Cumhuriyet Kitap’ın düzenli bir okuyucusu olarak kitabıma olan ilginize candan teşekkür ediyorum.Muazzez İlmiye Çığ - Cumhuriyet Mucizesi / Nurdan Arca / Sia Kitap / 192 s. / 2020. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

Amado'dan savaşyorgunu Tereza!

Amado'dan savaş yorgunu Tereza! figure > Jorge Amado’nun Tereza Batista - Savaş Yorgunu adlı romanı, merkezine Tereza’nın hayatını almakla birlikte, iç içe örülmüş birçok karakterin ve bir halkın hikâyesi, Brezilya sokaklarında yaşananların anlatısı... /Archive/2021/1/4/000929842-ic1.jpgJorge Amado, bir karakterin yaşamı ile bir yörenin kimliğini akıcı bir üslupla harmanlıyor. Bir yandan büyülü gerçekçiliğin izinde kendine has oluşturduğu üslup ile yaşadığı kültürün zengin bir tasvirini sunarken, diğer yandan da sert bir gerçeklikle erkek egemen toplumda kadının yerine dair çarpıcı ve sorgulatıcı bir anlatı vaat ediyor.Beş bölüme ayrılmış roman boyunca Tereza Batista’nın çocukluktan yetişkinliğe uzanan hayatından farklı kesitler okuyor, toplumsal koşulların kişiliğini nasıl şekillendirdiğine tanıklık ediyoruz. Roman, Tereza’nın çocuk yaşta teyzesi tarafından bir albaya satılmasıyla başlayan mücadelesini, katlanmak zorunda kaldığı fiziksel ve psikolojik şiddetlerin üstünden geldiği zorlu bir süreci kapsıyor./Archive/2021/1/4/000946045-ic2.jpgHER DAİM MÜCADELEÇocuk yaşta hapsedildiği, cinsel istismar ve şiddet gördüğü Justiano’nun evinden ancak onu öldürerek kurtulabilir Tereza, ancak bu kez de kendini hapishanede bulur. Sonrasında ise onu bu fiziksel hapishaneden kurtaran, ama bu sefer himayesi altına alarak psikolojik bir hapishaneye sokan Emiliano’nun evinde her daim mücadele içindedir Tereza.Genelevde çalışmaya başlaması ve kadınların haklarını savunmak için başlatılan bir greve liderlik yapmasıyla, toplumsal cinsiyet rolleri ve onlar aracılığıyla kadınları kendi idaresinde tutmayı hedefleyenlerle giriştiği mücadelesi daha geniş bir perspektif kazanır.Amado roman boyunca toplumsal koşulların erkeğin kadını sömürmesine nasıl zemin hazırladığını acımasız bir şekilde gösterirken, buna karşı bir duruş göstermeyen, hatta destekleyen kadınlara da dikkat çekmeyi ihmal etmez.Gerçekten de Tereza’yı Justiano’ya satan teyzesi, Justiano’nun Tereza’ya yaşattığı eziyetlere sesini çıkarmayan Dona Brigida, Emiliano öldükten sonra Tereza’yı evden dışarı atan “aile kadınları” da en az erkekler kadar ağır eleştiriyi hak ediyor./Archive/2021/1/4/000958217-ic3.jpgSOKAKLAR BOYU SÖYLENECEK BİR TÜRKÜGörüldüğü üzere her bölümde Tereza’nın yaşamındaki insanlarla olan ilişkileri doğrultusunda, bir kadın olarak yaşadığı zorluklara ve o zorluklar karşısında verdiği - ve veremediği savaşlara - şahit oluyoruz.Bu noktada Amado’nun kitabını, Brezilya kültüründeki sözlü anlatım geleneğinin en önemli örneklerinden olan ve “bir karakterin kahramanlıklarının konu edilmesi” şeklinde özetleyebileceğimiz “cordel” edebiyatı ile bağdaştırdığını görmek, hem üslup hem de içeriğini değerlendirmek açısından önemli. Yazarının ifadesiyle, “Sokaklar boyunca söylenecek bir türküdür,” Tereza Batista.Nitekim, ilk bölüme geçmeden önce bizi karşılayan ithaf da anlatıcının bu tarzıyla uyumludur: “Ağızdan ağıza dolaşan söylentilerden, armonikayla çalınan türkülerden, dans adımlarından, umutsuz yakarışlardan ve aşk mırıltılarından bölük pörçük toparladığım öyküleri bir araya getirdim.”/Archive/2021/1/4/001010686-kapakic4.jpgRİTÜELLER VE TANRILARGerçekten de Tereza Batista boyunca çoğu Amado kitaplarından aşina olduğumuz Bahia halkına özgü dini ve etnik değerler, bütün ritüelleri ve tanrıları ile, kendilerini okura hatırlatıyor. Amado da, romanının merkezine alacağı kadın karakterini oluştururken, anlatımı aracılığıyla kendi düşünceleri ve hislerine ek olarak toplumsal ve kültürel bir birikimini de işaret ediyor.Özü yukarıdaki alıntıda toplanan giriş, “Tereza’nın öyküsünü gerçeğe tıpatıp uygun anlatmadığım için beni bağışlayacağınızı umarım... Tereza Batista ile ilgili bütün doğruları, yaşamının inişlerini çıkışlarını, acı tatlı yanlarını bilen tek kişi var mıdır acaba? Sanmıyorum,” cümleleri ile bitiyor.Okur olarak anlıyoruz ki, Tereza Batista’yı merkezine alan bu anlatıma katkısı olmayan tek kişi, hikâyenin bütününü bilen tek kişi; Tereza’nın kendisi. O yüzden de anlatıcının bu isteği ve çıkarımı yerinde./Archive/2021/1/4/001022858-ic5.jpgKAHRAMANLIK HİKÂYESİ DEĞİL DİSTOPYA!Amado, Tereza’nın hikâyesini dilden dile dolaşan, sokaklarda, şarkılarda gezinen bir mit halinde okuruna sunarken belki de amacı anlatısını büyülü gerçekliğin ışığında şekillendirmek ya da anlatımına okurun gözünde belirli bir kültüre aidiyet ve güvenilirlik kazandırmaktı - ki bu etkilerin de oluşmadığını söyleyemeyiz. Bütün bu birikimi arkasına alan anlatım, roman ilerledikçe onun sayesinde hem üslup hem de içerik olarak zenginleşiyor.Fakat bu durumun Tereza Batista’nın çevresinde kurulacak bir romanda en fazla onun hem “var olma” hem de “yok olma” ikilemini oluşturduğunu söylemek çok da yersiz olmasa gerek. Belki de Amado, belirli bir kültürden beslenen anlatımını kendi üslubunca yorumlarken ve ele aldığı toplumsal koşulları sorgularken, hikâyesinin temelinde yer alan kadın karakterine daha fazla ses tanımalıydı.Amado, kadının söz sahibi olamadığı bir toplumun eleştirisini, o toplumdan birinin gözünden sunduğu için, kitabın üslubunun da bunu yansıtan bir tutumda olması gerektiği, yani üslubun aslında içeriği tamamladığı düşünülebilir. Ki bu şartlarda, kitabı bir kahramanlık hikâyesi değil, distopya olarak okumak yerinde olur - fakat durum tam tersi./Archive/2021/1/4/001035201-ic6.jpgAMADO’NUN KADININ SESİNİ DUYURMA ÇABASIAmado, Tereza Batista’yı bir sembol olmaktan çıkarma, ona güçlü ve kompleks bir kişilik katma ve bu kişiliği sayesinde erkek egemen toplumda kadının sesini duyurma çabasında. Tam da bu yüzden, bu bir savaş yorgununun dilden dile dolaşan hikâyesi ise eğer, o halde Tereza’ya atfedilen mücadeleci kişiliğin ve kahramanca çabaların altını daha iyi doldurmak için bu sese kesinlikle ihtiyaç var.Ataerkil dünyada kadın kimliğine ve kadın olarak var olmaya dair, Amado’nun kendine ait bir çabası Tereza Batista. Kendine has üslubu, anlattığı hikâyelerde yansıttığı arzusu ve büyülü gerçekçiliğin gölgesinde yarattığı özgünlüğü ile Jorge Amado, yetiştiği ve kimliğini inşa ettiği Bahia bölgesini, bu sefer bir kadının kendine ait yeri edinmek için verdiği savaş özelinden ele alıyor.Tereza Batista, okurunu zorlayan, sorgulamaya iten ve birikimine zenginlik katan önemli bir anlatı olarak okurunu bekliyor.Tereza Batista - Savaş Yorgunu / Jorge Amado / Çevirenler: Müntekim Ökmen, Seçkin Selvi / İletişim Yayınları / 524 s. Büşra Bakan

Orhan Kemal’den‘Eşe Dosta Selâm’

Orhan Kemal’den ‘Eşe Dosta Selâm’ figure > Mektup tanıklıktır. Zamana, insan ömrünün anlarına, duygu ve düşüncelerine sahip çıkmaktır da. Işık Öğütçü’nün hazırladığı Eşe Dosta Selâm: Mektuplar (**) bizi Orhan Kemal’e biraz daha yaklaştırıyor. Öğütçü, adeta, Fikret Otyam’ın bıraktığı yerden devam ederek bir Orhan Kemal anı-mektup kroniği çıkarıyor ortaya. /Archive/2021/1/4/000327816-kapakic1.jpgORHAN KEMAL’DEN KALAN, YANSIYAN BİRİKİMMektup yazıyorsanız bunu daha iyi anlarsınız. Bir de yazılan mektupların okuyanıysanız… Bunların her biri size birçok şey söyler. Ötesi, alır taşır düşlere düşüncelere, akıp geçen zamana.Yaşananların hiç de zamansız olmadığını anlatır size mektuplar. Özellikle de sanatçı/yazar mektupları… yepyeni dünyalar taşır onların yaratıcı evrenlerine, yaşama seyirlerine dair.Hatırlarım, Fikret Otyam’ın 1975’te yayımlanan (*) Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları’nı… Okurken kendimi nasıl kaptırmıştım! Çok değil, Orhan Kemal beş yıl önce, 2 Haziran 1970’te veda etmişti bu hayata. Radyoda on üç haberlerinde bunu duyduğumda donakalmıştım. On altı yaşın heyecanıyla Orhan Kemal okuyordum, masamda onun kitapları vardı.Bundan tamı tamına beş yıl sonra karşıma çıkan Fikret Otyam’ın kitabı benim için tam bir öğrenme/zamana yolculuk şenliğiydi./Archive/2021/1/4/000340285-ic2.jpgORHAN KEMAL’İ ANLAMA KİTABI...Otyam’ın mektupları düzenleme biçimi ise etkileyici gelmişti bana. Anı-mektup diyebileceğimiz bir yöntemle hazırlamış, onunla dostluğunun anılaşan ânlarına dönerek adeta bir Orhan Kemal romanı çıkarmıştı ortaya. Ki; bir biyografi, bir biyografik mektup-roman da denilebilirdi buna.Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları benim gözümde hâlâ bir “Orhan Kemal Okuma Kılavuzu”dur.Orhan Kemal’in 29 Haziran 1955 tarihini taşır. Bu 1970’e kadar sürer.Şu an bile yeniden okurken “bir dostluk kitabı ancak böyle kurulabilir” dedirtiyor bize Otyam. Üstelik önemli tanıklık getiriyor hem Orhan Kemal’in yaşamına hem de dönemin edebiyat/düşün/kültür ortamına.Anılarda, mektuplarda süreduran hayatların tanıklığını kayda geçmek önemli. Yazılı toplum olabilmenin de bir göstergesidir bu.Tutkulu bir Orhan Kemal okuru olarak Otyam’ın bu kitabını adeta didikleyerek, notlar alarak okumuştum. Yetmemiş satırlar çizmiş, sayfa aralarına notlar alınmış kâğıtlar bırakmışım…Evet, Fikret Otyam yazın tarihine önemli bir kayıt düşüyordu; hem yaşadıkları hem yazdıkları hem de yazılanları bir araya getirmesiyle adeta bir çağrı da yapıyordu: Yaşadığınızı yazın, yazılana değer verin, taşıyıcı olun.Bugün yeni bir Orhan Kemal kitabıyla buluşunca, ister istemez ilk kez günışığına çıkan Fikret Otyam kitabına döndüm.Işık Öğütçü’nün hazırladığı Eşe Dosta Selâm: Mektuplar (**) bizi Orhan Kemal’e biraz daha yaklaştırıyor. Öğütçü, adeta, Otyam’ın bıraktığı yerden devam ederek bir Orhan Kemal anı-mektup kroniği çıkarıyor ortaya. Otyam’ın tanıklığına yeni ekler taşıyor. Hatta bunu tümlüyor da diyebiliriz./Archive/2021/1/4/000351160-ic3.jpg1926 doğumlu Fikret Otyam’ın 1914 doğumlu Orhan Kemal’le dostluğunu kıvandıran şey elbette ki yazarak ve yaşayarak paylaştıklarıdır. İşte bu noktada mektup, dönemin en önemli iletişim aracı. İnsanlar birbirlerine mektup yazarak gidiyorlardı.Işık Öğütçü de Otyam’ın izinden giderek, babası Orhan Kemal’in arşivinde kendisine yazılan mektuplardan yola çıkarak, her bir mektubu yazanın ardına düşmüş. Mektup sahiplerinin yakınlarına, onların arşivlerine kadar gitmiş. Yazanla yazılanın (yazılanı) buluşturmuş. Bu karşılıklı mektupların anlamı/değeri de burada belirgince karşımıza çıkıyor.Kitap ilkten aile mektuplarıyla başlıyor. Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali Bey’in 17 Haziran 1937’de siyasi sürgün olarak Beyrut’ta yaşadığı sırada yazdığı uzunca bir mektupla açılıyor kitap. Bunu 1937’de yazdığı ikinci mektubu izliyor. Babanın oğula mektubu birçok açıdan irdelenmeye değer nitelikte./Archive/2021/1/4/000403160-ic4.jpgArdından Bursa Cezaevi’nden eşi Nuriye Hanım’a 1941/43’te yazdığı mektuplar geliyor. Beş yıllık hapislikten sonra Adana’ya dönen Orhan Kemal, Kemal Tahir’e, ardından da Nâzım Hikmet’e yazar.Kronolojik bir sıraya göre dizimlenen mektupların hazırlanma yöntemi üzerinde duracak değilim. Çünkü bu konuda hem acemilikler hem de editörel çalışmanın yetersizliği gözle görülür biçimde ön planda.Şu var ki, mektupların bir araya getirilmesi, yazan/yazılan kişilerin edebiyat dünyamızda iz bırakan birer kimlik olması ve elbette mektuplarına yansıyan düşünceler birkaç açıdan önemli.Bu mektupları önünüze alarak pekâlâ bir Orhan Kemal biyografisi yazabilirsiniz. O nedenle sürekli yinelenen bir gerçekliktir, bizde biyografi yazımının yetersizliği. İster istemez bunu da günlük / mektup / anı / özyaşamöyküsü türlerinin göz ardı edilmesine bağlarız. Doğrudur da.Orhan Kemal mektuplarının izini sürerek dönem edebiyatının ve siyasi/kültürel ortamının nabzının ne yönde attığını da görebiliriz. Hatta basın ve yayın dünyasının seyrine de… dönem yazarlarının kitaplarının yurtdışında yayımlanma serüvenlerine de tanıklık ederiz./Archive/2021/1/4/000421878-ic5.jpgKuşkusuz burada Nâzım Hikmet’in Orhan Kemal’e mektupları özel bir yer tutar. Onun ustası, öğretmeni, yol/yön göstericisidir. Nâzım Hikmet’in bu ilgisi Orhan Kemal hapisten çıkınca da sürer.Varlık Yayınevi ve Varlık dergisinin yöneticisi Yaşar Nabi Nayır’ın ilk mektubu ise Orhan Kemal için bir tür işaret fişeği gibidir: Edebiyatımızda bir Panait Istrati geliyor muştusunu verir Nayır ve destekler onu.Kemal Tahir’le yazışmalar da göz doldurur nitelikte. Ayrıca Orhan Kemal’in senaryo yazarlığına dair önemli bir yanını da burada görürüz: Yörük Ali Efe’nin öyküsünü senaryo olarak yazması, Efe’nin oğlu Cengiz Yörük’le yazışması…Güzin Dino ile yazışması yapıtlarının çevirisi için önem kazanır. Yaşar Kemal, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt mektupları ise başka bir değerdedir Orhan Kemal’in hayatında.Muhsin Ertuğrul, Orhan Asena yazışması yazarımızın tiyatroya dönük yanını anlatır bize. Yapıtlarının sahnelenme serüvenine tanık oluruz.İlhan Berk’in Paris’ten yazdığı tek mektup ile Orhan Kemal’in Memet Fuat’a mektubu düşünce yaşamımızın o günkü seyrine dönük önemli kayıttır aslında. Üzerinde düşünülmesi, tartışılması gereken konuların ipuçlarını da verir./Archive/2021/1/4/000436362-ic6.jpgOrhan Kemal’in Fakir Baykurt’un Amerikan Sargısı romanına dair kısa değerlendirmesi ise usta bir anlatıcının yansız, övgüleyici bakışıdır.Fikret Otyam’ın gene bu kitaba alınan mektupları ise apayrı bir sıcaklık, dostluk örneğidir.Ne yanıyla bakarsak bakalım mektup, günümüzde hâlâ önemini koruyan bir yazın türü. Özellikle de yazar/sanatçı mektupları. Yazıldıkça edebiyatın arka planını görüyoruz, anlıyoruz, bunlardan hareketle yeni yeni yapıtların yazılmasına kapı aralıyoruz.Mektupların yayıma hazırlanması ve yayımı ise apayrı bir süreç. Sanırım buna değinmek başka bir yazının konusu.(*) Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları / Fikret Otyam / E Yayınları / 496 s.(**) Orhan Kemal: Eşe Dosta Selâm / Mektuplar / Yazdıklarım-Yazılanlar / Işık Öğütçü / Everest Yay. / 52 s. Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitap Eki

Müzik, tasarım, yaşam ve mimarlık!

Müzik, tasarım, yaşam ve mimarlık! figure > Kitap, mimarlığı bir yaşam biçimi olarak içselleştirmiş iki mimarın, yaşamın olağan akışı, müziğin tonaliteleri, tasarlama sanatı, bir binanın tuğla ve harç dışındaki deneyimleri, başlangıcının, oluşumunun, yaşamının, ölçülebilen ve ölçülemeyen değerlerinin, ışık ve sessizliğin esasının üzerine deneyimlerini aktarıyor. /Archive/2021/1/3/235718050-ic1.jpg“Büroda çalışırken, Beethoven’in 5. Senfonisi’ni ıslıkla çalma alışkanlığım vardı. ‘Cengiz, lütfen... Beethoven’i ıslıkla çalamazsın!’ Bu, ani ve beklenmedik bir şeydi. Kahn devam etti: ‘Klasik müziği ıslıkla çalamazsın, ama mırıldanabilirsin.’”KitaptanCengiz Yetken, Louis Kahn’ın Pennsylvania Üniversitesi Mimarlık Okulu’nun yüksek lisans stüdyosunda öğrencisi olarak, ardından 1501 Walnut Caddesi’ndeki bürosunda genç bir meslektaşı olarak birlikte çalışıp, ürettiği bir isim.Yirminci yüzyıl dünya mimarlığının önemli aktörlerinden aynı zamanda düşünür, sanatçı, bir mimarlık gurusu olan Louis Kahn’ın, 1950’ler ve 70’ler arasındaki görece kısa ama parlak kariyerinde önemli projelerin masada olduğu bir dönem.Kitap, mimarlığı bir yaşam biçimi olarak içselleştirmiş iki mimarın, yaşamın olağan akışı, müziğin tonaliteleri, tasarlama sanatı, bir binanın tuğla ve harç dışındaki deneyimleri, başlangıcının, oluşumunun, yaşamının, ölçülebilen ve ölçülemeyen değerlerinin, ışık ve sessizliğin esasının üzerine deneyimlerini aktarıyor./Archive/2021/1/3/235732050-ic2.jpgCengiz Yetken kitabı şöyle anlatıyor:“Hem mimarlık pratiğinde hem de tasarım eğitiminde bir profesör olarak geçirdiğim mesleki yaşamım boyunca, sık sık 20. yüzyılın belki de en seçkin mimarlarından biri olan Louis Kahn hakkında sorularla karşılaştım.Pek çok dostum Kahn hakkında yazmam için beni teşvik etti. İlk önce, çocuklarıma Lou ile yaşadığım deneyimi ve binalarının neden bu denli özel olduğunu aktaran bir dizi mektup yazmayı düşündüm.Ancak sonradan fark ettim ki, bunları aslında mimarlık okullarındaki öğrencilere ve uygulamadaki arkadaşlarıma aktarmalıydım. Binalarının içine işlemiş tasarım duygusunu ve onları doğuran fikirleri iletmek için bu en iyi yol olacaktı.Giderek yazdıklarımın salt anılardan ibaret kalamayacağını ve tasarım eylemi üzerine ışık tutacağını anladım. Bu aynı zamanda, kendi tasarım anlayışımı da yeniden keşfetmemi sağlayan bir kişisel yolculuk oldu.Bu kitap Kahn’ın mimarlık yaklaşımını veya onun görüşlerini anlatmayı amaçlamıyor. Bu anılar Kahn ile beraberliğimden, sınıfından, bürosundan, binalarından ve bunca yıl mesleğin içinden öğrendiklerimdir. Yanıtlaması zor bir soruyu yanıtlamaya çalışıyorum: Kahn’dan ne öğrendim?”Klasik Müzik Islıkla Çalınmaz - Louis Kahn Stüdyo ve Atölyesinde Birlikte Üretmek / Cengiz Yetken / Çeviren: Özlem Erdoğdu Erkarslan / YEM Yayın / 272 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Psikanaliz ve Beckett!

Psikanaliz ve Beckett! figure > Samuel Beckett pek tanınmayan İrlandalı bir yazarken, Wilfred R. Bion’la Londra’da gerçekleştirdiği bir psikanaliz tedavisinden yıllar sonra yirminci yüzyılın en büyük yazarlarından, Bion da psikanalizin en özgün kuramcılarından biri olacaktı. Psikanalist Didier Anzieu kitabında, bu tedavinin seyrini hem yazar üzerindeki tedavi edici etkisini hem de yazarda edebi açıdan nasıl bir verimliliğe yol açtığını anlatıyor. /Archive/2021/1/3/235312301-ic1.jpgSamuel Beckett pek tanınmayan İrlandalı bir yazarken, Wilfred R. Bion’la Londra’da gerçekleştirdiği bir psikanaliz tedavisinden yıllar sonra yirminci yüzyılın en büyük yazarlarından, Bion da psikanalizin en özgün kuramcılarından biri olacaktı.Yaratıcı sürece ilgi duyan psikanalist Didier Anzieu, bu tedavinin seyrini, girdiği çıkmazı, bir otoanaliz biçiminde yeniden ele alınışını ve bu aşamanın hem yazar üzerindeki tedavi edici etkisini hem de yazarda edebi açıdan nasıl bir verimliliğe yol açtığını anlatıyor.Anzieu’nün kitabı denemeden, klinik gözlemden, seyir defterinden ve biyografiden izler taşıyor. Yazar yeri geldiğinde, hakkında yazdığı yazara da öykünüyor, onun üslubunu yakalamaya çalışıyor. Bazen okumanın, bazen de yazının bir savunusuna girişiyor.OKUMA PARÇASI İÇİN: https://www.metiskitap.com/catalog/text/235090?/Archive/2021/1/3/235337910-ic2.jpgSAMUEL BECKETT: 13 Nisan 1906’da Dublin'in bir banliyösünde doğdu. İrlandalı meslektaşları George Bernard Shaw, Oscar Wilde ve William Butler Yeats gibi İngiliz-İrlandalı Protestan bir ailedendi. On dört yaşında, sonradan Kuzey İrlanda’da bulunan Enniskillen’de, Portora Kraliyet Okulu'na gitti.1923 ile 1927 arası Dublin'deki Trinity College'da Roman dilleri öğrenimi gördü; lisans derecesini buradan aldı. Kısa süre Belfast'ta bir okulda ders verdikten sonra, 1928-1930 yılları arasında Paris'te Ecole Normale Superieure’da İngilizce dersleri verdi. Bu dönemde çalışmalarına büyük etkisi olan yazar James Joyce’la arkadaş oldu ve Joyce'un çevresine katıldı. 1930'da Trinity College'da Fransızca dersleri vermek üzere İrlanda'ya döndü, ama 1931'de istifa etti. Bunu izleyen dönemde Londra, Fransa, Almanya ve İtalya'yı kapsayan bir geziye çıktı./Archive/2021/1/3/235355144-ic6.jpgBeckett 1937'de Paris'e yerleşmeye karar verdi. II. Dünya Savaşı'nda, tarafsız bir ülkenin vatandaşı olması dolayısıyla Alman işgalinden sonra da Paris'te kalabildi. 1941'de bir yeraltı direniş grubuna katıldı. 1942'de Gestapo'nun grubun üyelerini tutukladığını öğrenince gizlenmeye başladı; ardından da Fransa'nın işgal altında olmayan bölgesine geçti. 1945'te İrlanda'ya döndü, ama İrlanda Kızılhaç Örgütü'ne gönüllü yazılarak Normandiya'daki Saint-Lo askeri hastanesinde çevirmenlik yapmak üzere yeniden Fransa'ya geldi. 1945 kışında Paris'e yerleşti.Bu dönemde Molloy (1947), Malone Ölüyor (1948), Adlandırılamayan (1950), Özgürlük, Godot’yu Beklerken (1949) kitaplarını bitirir. Diğer yapıtları arasında; Aşksız İlişkiler Dört Dublinli Hiç İçin Metinler ve Uzun Öyküler İmge Mercier ile Camier Murphy Oyunları arasında: Oyunun Sonu (1957) Son Band (1959) Neşeli Günler (1961) Oyun (1964) Ben değil (1973) O an (1976) ve Tüm Düşenler (1976) vardır. Samuel Beckett 1969’da edebiyat dalında Nobel Ödülü alır./Archive/2021/1/3/235409488-ic4.jpgBeckett'ın kapkara gülmecesi, çağdaş tragikomedyanın salt mutlaklaşmış biçimidir. Beckett'ın oyunları, modern tiyatroyu anlayış olarak derinden etkilemiş ve her zaman özgünlüklerini korumuşlardır. Godot'yu Beklerken, en bilinen eseridir. Gülünçlük ve tekrar üzerine temellenen ve absürd tiyatronun şaheseri olarak kabul edilen bu oyun, dünyaya ve insana ilişkin geleneksel ve yaygın kabulleri derinden sarsar.Fransız farslarında, basit cinsel hazların peşinden çılgınca koşan ve genellikle başarısız kalan karakterleri seyredenler kahkahalara boğulur. Beckett'in yapıtlarında da, insan çabalarının çoğunun boş ve anlamsız olduğunun kavranması, izleyenleri anlamsız ve boşuna amaçlarla uğraşmaktan kurtararak özgürleştirici bir etki yapar. İnsan zihninin tantanayla ve büyük önem vererek uğraştığı şeylerin aslında aldatıcı hırslar ve boş arzulardan öteye geçmediğinin görülmesi kahkahalara neden olur. Beckett'i seyretmenin ya da okumanın son etkisi, kasvet ve sıkıntı vermek şöyle dursun, tiyatronun kendisi kadar eski bir amaç olan gerilimden kurtulma ve arınmadır.Teknik yönden Beckett, biçim duygusu kusursuz bir ustadır. Örneğin, Molloy ve Godot'yu Beklerken, birbirinin ayna imgeleri olan iki bölüm halinde, simetrik olarak kurulmuştur. Kitle iletişim araçları için yazdığı yapıtlarında da Beckett sezgi ve zekâsıyla bunların tekniklerinin temel niteliğini bütünüyle kavrayabildiğini göstermiştir. /Archive/2021/1/3/235438644-ic7.jpgAll That Fall (1957) gibi radyo oyunları, ses, müzik ve konuşmanın bir arada kullanılması bakımından örnek niteliğindedir. Kısa televizyon oyunu Eh Joe! (1967) televizyon kamerasının yüze yaklaşma olanağından ve televizyon oyunlarının özelliklerinden yararlanır. Film (1967) adlı film senaryosu ise gözlemcisinin gözünden kurtulmaya çalışan benliği gösteren unutulmaz bir imgeler dizisi yaratır.Beckett'in son yapıtlarında aşırı bir yoğunluk ve kısalık eğilimi vardı. Bir oyuncuk ya da kendi deyişiyle dramaticule olan Come and Go'da (1967; Gel ve Git) üç karakter yalnızca 121 sözcük kullanır. Lessness (Azlık) ise her biri iki kez geçen 60 cümleden oluşan bir düzyazıdır.Acts Withoul Words (Sözsüz Oyun, 1959) adlı dizisi, adına tıpatıp uyar. Son oyunlarından biri olan Rockabye da 15 dakika sürer. Bu kısalık Beckett'in, yazılarında işin özüne inme ve önemsiz şeyler için sözcük harcamama kararlılığının bir ifadesidir.Hem İngilizce, hem de Fransızca yazan ve yapıtlarını bu dillerin birinden öbürüne çeviren Beckett, her iki dilde de eşsiz bir üslupçuydu. Beckett'in Türkçede İmge (1989) ve Eşlik (1990) adlı iki yapıtı daha vardır.Beckett / Didier Anzieu / Çeviren: Nesrin Demiryontan / Metis Yayınları / 280 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Cem Yılmaz'dan Mücahit Birinci'ye sert tepki: Belediyeden 2 bin 754 lira aldım

Cem Yılmaz'dan Mücahit Birinci'ye sert tepki: Belediyeden 2 bin 754 lira aldım figure > Cem Yılmaz, AKP’li İBB Meclis Üyesi Mücahit Birinci'nin SMA hastası çocuklarla ilgili yaptığı paylaşıma sert tepki gösterdi. Yılmaz, ''Ben belediyeden 2 bin 754 lira aldım o yüzden tweet attım'' dedi. Milli Piyango'nun Türkiye Varlık Fonu'na aktarılan 75 milyon TL'lik ikramiyesinin SMA hastası çocukların tedavisinde kullanılması için sosyal medyada kampanya başlatıldı. Duruma tepki gösteren ünlüler ise sosyal medya hesapları üzerinden çağrıda bulunarak, Türkiye Varlık Fonu'na aktarılan 75 milyon liranın SMA hastası çocuklar için kullanılmasını talep etti. Cem Yılmaz yaptığı paylaşımda, ''Şimdi bu fikre bişey desek vay siyaset yapıyosun deniliyor. 2/3 aydır bu konuda yüzlerce caresiz insan ile görüştüm, bazılarına elimden geldiğince yardım ettim. Olmuyor yetmiyor. Milli piyango için bundan güzel bi öneri olamaz gelin yapın bu iyiliği'' ifadelerini kullandı.Yılmaz'ın açıklamalarını alntılayan  AKP’li İBB Meclis Üyesi Mücahit Birinci, ''Hah bu da geldi. Kızıl kafalı çocuk da burada mı? Adını hep unutuyorum'' şeklinde tepki çeken paylaşımlar yaptı.''BELEDİYEDEN 2 BİN 754 LİRA ALDIM'' Birinci'nin açıklamasına sert tepki gösteren Cem Yılmaz, ''Tamam yine siz haklısınız. Bildiğiniz gibi yapın sevgili kardeşim. Ben belediyeden 2.754 lira aldım o yüzden tweet attım.Gecen hafta da 3  aile şahsen yardım istemişti ,yaptım. Meğer büyük bir oyun varmış yalan söylüyorlarmış.Uyardıgınız için tesekkürler. Sagolun.Bir daha yapmam. Bir diğer ciddiyetsiz  konu da; benim Kaz Dağlarında villam var. Adresi belliyse yazarsanız memnun olurum nerede villam gidip yerleşeyim bari. Boş durmasın. Athena Gökhan a yakın mı ? Büyük resmin tam neresinde'' ifadelerini kullandı./Archive/2021/1/3/234046213-cem-1.jpg/Archive/2021/1/3/234056057-cem-2.jpg cumhuriyet.com.tr

Bering Denizi'nin güneyinde 6,1 büyüklüğünde deprem

Bering Denizi'nin güneyinde 6,1 büyüklüğünde deprem figure > Rusya'nın Doğu Sibirya bölgesi ile ABD'nin Alaska eyaleti arasındaki Bering Denizi'nde 6,1 büyüklüğünde deprem meydana geldi. ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumuna göre, yer sarsıntısı, Alaska'ya bağlı Adak Adası'nın 235 kilometre batısında, deniz tabanının 17,1 kilometre altında kaydedildi. Depremin ardından, Alaska'nın güneyinden geçen fay hattı boyunca artçı sarsıntılar meydana geldi. AA

Kadir Topbaş'ın sağlık durumu hakkında kritik gelişme

Kadir Topbaş'ın sağlık durumu hakkında kritik gelişme figure > Koronavirüs tedavisi gören eski İBB başkanı Kadir Topbaş'ın diyalize bağlandığı bildirildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin eski başkanı Kadir Topbaş, 16 Kasım’da kaldırıldığı özel hastanede koronavirüs tedavisine başlanmış ve 25 Aralık'ta entübe edilmişti. Sağlık durumu ciddiyetini koruyan Topbaş’ın diyalize bağlandığı öğrenildi. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter